1–7 Mart 2011 – Küresel Bak Bülteni

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Dünyadan Haberler
Libya’ya Batı müdahalesi Arap devrimini zehirler / The Guardian – 02.03.2011

Tunus ve Mısır’dan farklı olarak, Libya’daki rejimin çözülmesinin en büyük stratejik ödülü, Afrika’daki en büyük petrol rezervleri olacaktır.

Irak ve Afganistan’daki kan banyoları sanki kötü bir rüya. Liberal müdahaleler bahsiyse tekrar gündemde. İsyan ve baskı Libya’yı ikiye bölerken ve kayıplar artarken, eski ABD Başkanı George W. Bush ve eski Britanya Başbakanı Tony Blair’in eski savaş çığlıkları yeniden yakamıza yapışıyor. Bir gece öncesine dek Libya lideri Muammer Kaddafi’nin rejimini silahlandırıp, onunla iş yapan aynı Batılı liderler, şu an ıskartaya çıkan otokratın yüzüne yaptırımları çarpıyor ve tasasız biçimde ABD’nin hâlâ tanımadığı Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerektiğinden dem vuruyor.

Amerikalı ve Britanyalı siyasetçiler, ‘uçuşa yasak bölge’ mevzusunu ısıtırken, ABD savaş gemileri Akdeniz’e gönderiliyor, aniden kimyasal silah stokları keşfediliyor, özel kuvvetler harekete geçiriliyor, İtalya Trablus’la saldırmazlık anlaşmasını iptal ediyor ve bir başka Arap ülkesine topyekün askeri müdahale, ciddi bir ihtimal haline geliyor.

Neo-muhafazakâr yaverleri tarafından kışkırtılan Britanya Başbakanı David Cameron’sa, işi daha da ileri götürüyor. Körfez despotlarına silah satma turundan yeni dönen Cameron, heyecanla Libyalı isyancıları silahlandırmaktan bahsediyor ve ABD yönetimiyle bu konuda papaz olduğunu görünce telaşla çark ediyor.

Askeri harekât tehlikeli

Fakat ABD’nin ihtiyatlılığı da BM Güvenlik Konseyi’nin muhalefeti de şu gerçeğin üzerini örtmemeli: Batı’nın Libya’ya askeri harekâtı, şu an ciddi bir tehlike durumunda. Bölgenin geri kalanından farklı olarak, baş gündemimiz artık göstericilerle çatışan güvenlik güçlerinden ziyade, ülkenin geniş kesimlerinin silahlı muhalefetin eline geçmesiyle rejimin ve ordunun çekirdeğinde meydana gelen bölünme.

Bütün işaretlerin Kaddafi ve yandaşlarının pabucu ucuza bırakmayacağını gösterdiği bir ortamda, çatışma muhtemelen daha da yoğunlaşacak –bu da insani krizlerden petrol tedarikinin tehlikeye girmesine kadar, dış müdahale için her türlü bahaneyi üretecek. Fakat bu tür bir müdahalenin felakete yol açması ve Arap dünyasını sarsan devrim sürecinin kalbine saplanmış bir bıçak olması riski söz konusu. Amerikalı ve Britanyalı siyasetçiler, askeri harekâtın gerekli olduğunu, zira Kaddafi’nin ‘kendi halkını öldürdüğünü’ iddia ediyor. Yüzlerce insanın öldüğü muhakkak, fakat esas saikin bu olduğunu ciddiye almak zor.

Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek’in güvenlik güçleri birkaç hafta içinde 300’den fazla insanı öldürdüğünde, ABD en başta ‘her iki tarafa itidal’ çağrısında bulunmuştu. Irak’taki 50 bin Amerikan askeriyse, reform talep eden 29 barışçı göstericiyi öldüren bir hükümeti koruyor. ABD’nin beşinci filosuna ev sahipliği yapan Bahreyn’de de rejim, protestocuları haftalardır Britanya’nın tedarik ettiği teçhizatla vuruyor.

Batılı güçlerin güç kaybı

Müdahaleyi savunanların ortaya attığı ‘koruma sorumluluğu’ öyle seçici bir şekilde uygulanıyor ki, bu noktada ‘ikiyüzlülük’ kelimesi bile hafif kalıyor. Ve son on yılda yasadışı savaşlarda, işgallerde ve müdahalelerde yüz binlerce insanın ölümünden, yargısız kitlesel hapsetmelerden, işkencelerden ve adam kaçırmalardan bizzat sorumlu olan ülkelere, uluslararası kurumlar tarafından diğer ülkelerdeki cinayetleri önleme yetkisi verilmesi gerektiği düşüncesi, abesle iştigalden ibaret. İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague’ın cinayetlere veya zulme devam etmesi halinde Libya rejimi için bir ‘hesap günü’ olacağı ısrarındaki yüzsüzlük, dayanılır gibi değil.

Gerçek şu: Ortadoğu’nun dört bir yanında on yıllardır otoriter kleptokratları destekleyen Batılı güçler, Arap isyanları ve temsili hükümetlerin ortaya çıkması ihtimali sonucunda dünyanın stratejik açıdan bu en hassas bölgesinde şu an güç kaybıyla yüz yüze. Mümkün olan her yerde devrim sürecini çekip çevirmeye, böylece bunu bölgenin kontrolünün devamına imkân verecek yapay bir değişimle sınırlamaya niyetli oldukları besbelli.

Libya’da rejimin çözülmesi, hayati bir açılım sunuyor. Daha da önemlisi, Tunus ve Mısır’dan farklı olarak stratejik bir ödülü de var: Afrika’daki en büyük petrol rezervleri. Elbette Kaddafi rejimi, ülke petrolünün kontrolünü eline aldığı, yabancı üsleri kapattığı, (ABD ve Britanya’nın Nelson Mandela’ya terörist dediği dönemde) Afrika Ulusal Kongresi’ne mali yardım yaptığı günlerin çok uzağında.

Baskı, yolsuzluk ve Libyalıların temel ihtiyaçlarının karşılanamaması sonucu rejim, uzun zamandır Batılı güçler karşısında diz çökmek zorunda kaldı. Tony Blair ve arkadaşlarının kutlamaya pek hevesli olduğu bu tutum sonucu, eski ittifaklar ve nükleer arzular terk edildi; Batılı bankalara silah, BP gibi petrol şirketlerine de imtiyazlar ve ihaleler verildi.

Diğer ülkelerin emperyal yörüngeden kopma ihtimalinin baş gösterdiği bir dönemde Libya rejiminin çökme olasılığı, çok daha yakın bir bağlantı ve dahil oluş şansı sunuyor (Bu noktada Batı istihbaratının yıllardır Libya muhalefetinin bazı kesimleriyle ilişkide olduğu not edilmeli).

Ya Arap devrimi ya hiç

Fakat Libya, yabancı işgaline direniş konusunda parlak bir geçmişe sahip. İtalyan sömürge yönetimi altında, nüfusun üçte birinin öldüğü tahmin ediliyor. Batı’nın Libya’ya askeri harekât düzenlemesini isteyenler, Arap dünyasının dört bir yanında yabancı müdahalesi, işgali ve diktatörlere verilen desteğin bölgenin sorunlarının en büyük sebebi addedildiği gerçeği karşısında utanmaz bir kayıtsızlık içinde.

Bu dış müdahale tehdidine karşı verilen açık tepki, Libya sokaklarında da görülüyor. Bingazi’deki isyancıların askeri liderlerinden General Ahmed Gatruni’nin bu hafta dediği gibi: “ABD kendi halkının derdine düşsün, biz başımızın çaresine bakarız.”

Bazı başka muhalefet liderlerinin desteklediği uçuşa yasak bölgelerse, Libya’nın hava kuvvetlerine askeri bir saldırıyı içerecek ve Irak deneyiminden yola çıkarsak, rejimin helikopter veya kara operasyonlarını büyük ihtimalle durdurmayacak. Bu tür saldırılar, silahlı çatışmayı genişletme ve rejime anti-emperyalist iddialarını cilalama imkânı verip, Kaddafi’nin elini güçlendirme riski doğuracak. Askeri müdahale sadece Libya için değil, bölge çapında şu ana dek tamamen organik, yerli malı olan demokratik hareketin sahipleri için de tehdit oluşturacak.

ABD destekli Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih, geçen hafta bölge çapındaki protestoların “İsrail tarafından yönetildiğini ve ABD’nin himayesinde olduğunu” iddia etti. Bunu şu an bir hayal ürünü olarak adlandırıp reddetmek kolay. ABD ve Britanya Libya muhalefetini silahlandırıyor olsaydı, reddetmek o kadar kolay olmazdı. Arap devrimini ya Araplar yapacak ya da devrim falan olmayacak.

Küresel barış için İstanbul buluşması

Akşam – 07.03.2011

Siyaset, iş ve akademi dünyasının önde gelen isimleri 14-15 Mart tarihleri arasında İstanbul’da düzenlenecek Dünya Liderler Zirvesi’nde bir araya geliyor.

BM Genel Sekreteri Kofi Annan, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın da aralarında bulunduğu liderler, küresel ekonomiden dünya barışına, farklı inançlardan medya bağımsızlığına, uluslararası diplomasinden enerji ve çevre politikalarına kadar pek çok konuyu değerlendirecek. Başbakanlık Tanıtma Fonu ve Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü’nün de destek verdiği zirvenin kayıt işlemleri, www.leadersofchangesummit.org adresinden 13 Mart 2011 tarihine kadar devam edecek.

KARAR ALMA MERKEZİ

TÜGAV (Türk Gelecek Araştırmaları Vakfı) Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Eyüp Özgüç, Değişim Liderleri Zirvesi’nin her yıl tekrarlanacak İstanbul Dünya Politik Forumu’na dönüşmesini ve İstanbul’un, uluslararası karar alma merkezlerinden biri haline gelmesini hedeflediklerini söyledi. Özgüç, şunları söyledi: Bu zirvede ele alınacak konular, orta ve uzun vadeli gelecek hedeflerinin şekillenmesi bakımından, güncel kararlar vermek durumunda olan karar vericilerin de önünü açacaktır.

Filistin

Filistin’in ‘Mübarek Anına’ doğru

TİMETURK – 01.01.2011 / Ali Abunimah

Uzmanlar; Filistin Yönetiminin, İsrail’in çıkarına göre hareket ederek kendi kendini feshettiğini söylüyor.

Son yıllarda Filistin’deki kolektif liderlik kurumunun yavaş yavaş çöküşü; devam eden Arap devrimleri, ‘Filistin Papers’in ifşası ve güvenilir bir barış sürecinin eksikliği arasında krize dönüştü.

Mahmud Abbas ve O’nun Fetih Hareketi tarafından yönetilen Ramallah merkezli Filistin Yönetimi (PA); Filistin Yasama Konseyi (PLC) ve PA başkanlığı için seçim çağrısında bunarak, bu krize yanıt vermek için uğraşmaktadır.

Abbas, seçimler onun liderlik meşruiyetini geri verebilir umudunu taşıyor. Hamas, 2006’da Hamas’ın kesin olarak kazandığı son seçimde, (İsrail ve PA’nın batı sponsorları, özellikle Amerika Birleşik Devletleri arasında) El Fetih’in reddinin kabul edilmesinden kaynaklanan bölünmeye son verecek bir uzlaşma anlaşmasının olmaması halinde bu seçimleri reddetmektedir.

Ancak böyle bir seçim; on milyonlarcasının işgal altındaki Gazze Şeridi’ne ve Batı Şeria’ya, İsrail’in içine ve dünya çapında diasporada yaşayanlar (Göç etmiş veya zorla göç ettirilen ulusların/halkın yaşadığı yerler) arasına dağıtılmış olduğu, bütün Filistin Halkının karşı karşıya kaldığı kolektif liderliğin krizi çözmediği Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde daha önceden gerçekleştirilmişti.

Bölünmüş bir ev

Hamas ve El Fetih’in aralarındaki farklılıkları çözmek için bile olsa, yeni PA (Filistin Yönetimi) seçimlerine karşı çıkmak için sayısız nedenleri vardır. Edinilen tecrübe, 2006 yılından bu yana demokrasinin, yönetimin(idarenin) ve normal bir siyasetin, İsrail’in acımasız askeri işgali altında imkânsız olduğunu gösteriyor.

Filistin devlet kurumu, diğer seçim demokrasilerindeki gibi rekabetçi vizyon sunan iki geniş siyasi dereye değil; fakat direniş için, işgalcilere ve onların dış sponsorlarına ve en azından sözde kararlılığını sürdürdüğü diğerine bağlı, onlar tarafından desteklenen ve onlarla uyum içinde olan tek bir dereye bölünmüştür. Bunlar seçimler yoluyla çözülemeyecek çelişkilerdir.

Hamas elinde tutmak için uğraştığı Gazze’de kuşatma altındayken, yeni yetişen subayları eğitecek Hamas subayları Batı Şeria’da İsrail ve Abbas kuvvetleri tarafından hapsedilmiş, işkence ve baskı altında tutulurken, bugün Ramallah’da Abbas kontrolü altında olan PA, İsrail işgalinin bir kolu olarak görev yapmaktadır. Bu arada, Hamas Filistinlileri kendi çıkmazlarından ve Gazze’de, Batı Şeria’da bulunan emsali El Fetih’e gittikçe benzemeye başlayan yönetiminden çıkarmak (kurtarmak) için tutarlı siyasi bir vizyon sergilememektedir.

PA (Filistin Yönetimi), Oslo Anlaşması altında Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile İsrail arasında yapılan bir anlaşma ile oluşturuldu. 13 Eylül 1993’te taraf devletleri tarafından imzalanan “İlkeler Deklarasyonu” na göre:

“Mevcut Orta Doğu barış süreci içinde, İsrail-Filistin görüşmelerinin amacı: Batı Şeria’daki ve Gazze kuşatmasındaki Filistin halkı için beş yılı aşan bir geçiş sürecinde Güvenlik Konseyi’nin 242. ve 338. kararlarına dayalı kalıcı çözüm üretmeye yönelik Seçilmiş Konsey (“Konsey”) bu meyanda, Geçici bir Filistin Özerk İdare Mercii kurmaktır. ”

Anlaşmaya göre, PA (Filistin Yönetimi) seçimleri ‘Filistin halkının meşru haklarının ve gereksinimlerinin gerçekleştirilmesi yönünde önemli bir geçici hazırlık adımı terkip edecektir.

Dar kontrol alanı

Bu nedenle, PA’nın kontrol alanının; sadece geçici bir süreliğine, geçiş sürecinde, Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde bulunan Filistin halkının sadece salt bir kısmı ile sınırlı olduğu düşünülmüştü. Oslo Anlaşması; PA’nın gücünü, anlaşma uyarınca İsrail tarafından kendisine devredilen görevleri yapmakla belirli bir biçimde sınırlandırmıştı.

Bu nedenle, PLC için seçimler bir bütün olarak Filistin halkının temsil sorununu çözmeyecektir. Çoğunun oy hakkı zaten yok. Daha önceki seçimlerde olduğu gibi İsrail, Doğu Kudüs başta olmak üzere işgal altında bulunan Filistinlilerin bile oy kullanmalarını önlemek amacıyla muhtemelen araya girecektir.

İsrail işgali altındaki tüm bu koşullar göz önüne alındığında, Filistin özerk idaresinin söz konusu olması – kuvvet bularak büyüyebilmesi – yanılsama yaratırken, yeni seçilen PLC sadece Filistinliler arasındaki bölünmeleri sağlamlaştırmaya yönelik hizmet verecektir.

PA’nın oluşturulmasından bir on buçuk yıl sonra, Filistin Yönetimi bunun “Filistin halkının meşru haklarına” yönelik bir adım olmadığını ama onlara ulaşma yolunda oldukça önemli bir engel olduğunu kanıtlamıştır.

PA, gerçek bir idari özerklik yahut işgal altında bulunan – Filistin topraklarına el koyup kolonize ederken cezasız bırakılan İsrail – tarafından mağdur edilmeye, öldürülmeye ve sakat bırakılmaya devam edilen Filistinliler için ciddi bir koruma arz etmemiştir.

PA bir bütün olarak Filistin halkı için gerçek bir kolektif liderliğe asla yardımcı olmamış, olamamıştır ve PA (Filistin Yönetimi) seçimleri kamunun hür iradesi açısından uygun değildir.

PA’nın dağılması

Filistin Papers tarafından yapılan son hamle ile barış sürecinin tamamen çöküşü sayesinde – PA’nın ‘Mübarek anı’ yaşama zamanı gelmiştir. Mısırlı zalim 11 Şubat’ta nihayet görevi bıraktığında, gücünü silahlı kuvvetlere teslim etti.

PA, 1949 Dördüncü Cenevre Konvansiyonunda yerine getirmek zorunda olduğu görevlerden oluşan – işgal gücü hakkı geri verilen İsrail – tarafından kendisine verilen delege sorumluluklarını bildirerek kendi kendini benzer şekilde tasfiye etmelidir.

Bu bir feragat olmayacaktır. Daha doğrusu bu, kendilerini işgal eden işgalcilere yardım etmeye devam etmeyi topluca reddeden Filistinliler adına gerçek bir direniş eyleminin kabulü olacaktır.

PA (Filistin Yönetimi), “İdari özerklik” maskesinin önemsiz yapraklarını ayırarak ve İsrail’in sömürgeci ve askeri tahakkümünün tetkik ve incelenmesinden koruyarak, sonunda İsrail ayrımcılığının foyasını bütün dünyanın gözleri önünde meydana çıkarmış olacaktır.

Aynı mesaj, aynı zamanda; Filistinlilere “yardım” ve İsrail’in vekili olarak hareket eden, güvenlik güçlerine eğitim vermek gibi hileli oyunlar yoluyla İsrail işgalini ve sömürgeciliğini doğrudan sübvanse etmekte olan Avrupa Birliği’ne ve Birleşik Devletlere de gidecektir. Eğer Avrupa Birliği İsrail işgalini finanse etmeye devam etmek isterse, bunu açıkça yapmak konusunda dürüst olmalı ve bir paravan olarak Filistinlileri veya barış sürecini kullanmamalıdır.

PA’nın parçalanması, PA yolu ile Avrupa Birliği tarafından ödenen maaşlara bel bağlayan on binlerce Filistinli ve onların bakmakla yükümlü oldukları kişiler için birçok sıkıntı ve belirsizliğe neden olabilir. Ancak bir bütün olarak, Oslo Anlaşmasıyla mağdur edilmiş ve dışlanmış milyonlarca Filistin halkına, böylesi çok daha fazla yarar sağlayacaktır.

PA’nın temsil yetkilerinin işgalcilere geri verilmesiyle; yekvücut bir politik yeniden yapılandırılma ve İsrail’in sömürge yönetiminden kendilerini gerçekten kurtarmak için uygulanan stratejiler üzerinde durmak için Filistinliler serbest kalacaktır.

Yeni Lider

Gerçek bir toplu Filistin liderliği neye benzeyecek? Şüphesiz bu düşünülmesi zor bir sorudur. Bazı eski Filistinliler FKÖ’nün altın çağını muhabbetle anımsıyor. FKÖ tabii ki hala var ama mevcut organlarının meşruiyet veya temsilci işlevi uzun süredir kayıp. Onlar şimdi Abbas’ın elinde ve onun dar çevresinde sadece her önüne getirileni onaylayan lastik bir damga.

Diyelim ki, yeni bir Filistin Ulusal Konseyinin (PNC) seçilmesi durumunda, FKÖ’nün “sürgündeki parlamentosu” yeniden resmen temsilci bir kuruluş olabilir mi? PNC’nin Filistin halkı tarafından seçilmiş olması gerekirken – Filistin diasporası genelinde yapılan seçimlerin pratik zorlukları nedeniyle – gerçekte bu hiç olmadı. Üyeleri her zaman, çeşitli siyasi gruplar arasında yapılan görüşmeler yoluyla tayin edilen PNC; bağımsızlar, öğrenci ve kadın temsilciler, FKÖ’ye intisap eden diğer kuruşlar için parlamentoda koltuğa yer verir.

El Fetih ve Hamas arasındaki anlaşmazlıkların kilit noktalarından biri, Hamas üyesi olacak ve örgütün çeşitli yönetim birimlerinde orantılı sayıda koltuğa sahip olacak FKÖ’nün reformu olmuştur. Ama bunun olması, Filistinlilerin doğrudan kendi temsilcilerini seçme şansına sahip olmalarıyla aynı olmaz.

Oysa geniş Filistin mülteci nüfusuna ev sahipliği yapacak Arap ülkeler demokratik dönüşümler gerçekleştirseler, Filistin siyaseti için yeni olanaklar açılacaktır.

Son yıllarda, Irak ve Afgan mülteciler ve sürgün nüfus için, bu ülkeleri işgal eden güçler tarafından desteklenen seçimlerde, “ülke dışında oy kullanma” faaliyetleri sağlanmıştır. Teorik olarak, Amerika ve Avrupa’da büyük Filistin diasporası dâhil – belki de, BM himayesi altındaki tüm Filistinliler için seçimlere katılmak mümkün olacaktır.

Bu tür seçimlerde sorun belki de, Filistinlilerin kendi liderlerini seçmelerine izin verilmesine acımasızca karşı çıkan (ABD ve müttefikleri), “uluslararası toplum” işbirliğine ve iyi niyetine güvenmek zorunda olmasıdır.

Uluslarüstü çalıştırılan bir Filistin bürokrasi için enerji yakmaya ve harcama yapmaya değer mi?

Bu yeni kurumlar şu veya bu şekilde; kötü emellerini gerçekleştirmek için bir araya gelen işbirlikçi bir topluluk tarafından ele geçirilen bugünkü üzücü durum içerisinde bir ulusal kurtuluş hareketinden esas FKÖ’ye dönüşen bozulmada, oluşan kırığın yerine oturtulmasında ve çökmesinde saldırıya açık, savunmasız olabilirler mi?

Bu sorulara kesin bir cevabım yok fakat benden, şu an müzakere içinde olması gereken Filistinlilerden biriymişim gibi ödünç para koparıyorlar.

Boykot ilhamı

Lidersiz Arap devrimleri ışığında, bir başka ilginç olasılık da, bu aşamada Filistinlilerin temsilci organlar oluşturmak konusunda endişe etmemesi gerektiğidir.

Bunun yerine; güçlü bir âdem-i merkeziyetçi dirence, özellikle de uluslararası boykot, tecrit ve yaptırıma (BDS) ve tarihi Filistin içinde halk mücadelesine odaklanmalıdır.

BDS hareketi, Ulusal Boykot Komitesi (BNC) şeklinde kolektif bir liderliğe sahiptir. Hâlbuki dünya çapındaki dayanışma örgütleri veya Filistinlilerin emir ve talimatlarının yayınlandığı bir liderlik değildir. BDS daha çok, geniş bir Filistin uzlaşını yansıtan bir gündem ve bu gündem doğrultusunda manevi olarak ikna etme yoluyla diğerlerini çalıştıracak kampanyalar hazırlar.

Gündem tüm Filistinlilerin ihtiyaçlarını ve haklarını kapsar: 1967’de işgal edilen bütün Arap topraklarının sömürü ve işgalinin sona ermesi; İsrail’deki Filistin vatandaşlarına karşı uygulanan her türlü ayrımcılığı bittirmiş ve Filistinli mültecilerin haklarının uygulanmasına ve yüceltilmesine saygılı göstermiştir.

BDS mücadelesi, âdem-i merkeziyetçi olması ve İsrail’i tüm dünyada boykot etmek için çalışması sayesinde büyümekte ve güçlenmektedir. Irkçı ayrımcılık sistemin uygulandığı Güney Afrika’daki emsalinin yolunda giderek bunları bağımsız şekilde yapmaktadır. İsrail ve müttefiklerinin sabotaj ve saldırı düzenleyecekleri herhangi bir merkezi kuruluşları yoktur.

Bu ardından gidilmesi gereken bir yöntem olabilir: Bize kampanya, sivil direniş ve aktivizm aracılığıyla güç oluşturmaya devam etmemiz için izin verin. İki ay önce bazıları için, Tunus’da Zeynel Abidin bin Ali ve Mısır’da Hüsnü Mübarek rejimlerinin düşeceği hayal olabilirdi, fakat geniş tabanlı halk protestolarının, kitlelerin ağırlığı altında bu rejimler devrildi. Nitekim bu tür hareketler İsrail’in ırkçı ayrımcılık rejimine son vermek, Oslo Anlaşmasının yarattığı hantal kurumlardan daha gerçek, temsilci ve demokratik bir Filistin liderliği oluşturmak için daha büyük vaatlerde bulunur. Barış sürecinin sonu sadece yeni bir başlangıçtır.

*Ali Abunimah; Elektronik İntifada kurucularından, Filistin Politika Ağı ile bir politika danışmanı ve ‘Bir Ülke: İsrail-Filistin Çıkmazına Son Vermek İçin Cesur Bir Öneri’nin yazarı.

Bu makale Zehra Ulucak tarafından timeturk.com için tercüme edilmiştir.

Haaretz: Netanyahu, derhal bir Filistin devleti kurulmasını planlıyor

A.A. – 02.03.2011

Haaretz gazetesi, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Filistin yönetimi ile bir geçici barış anlaşması kapsamında derhal uygulamaya konulacak ve yine geçici sınırlarla Filistin devleti kurulmasını öngören bir plan üzerinde, Filistin tarafı ile işbirliğine gitmeyi düşündüğünü yazdı.

Gazete, bu konudaki haberini, Başbakanlık kaynaklarına dayandırdı.

Netanyahu’nun, bir yıl içinde nihai statü anlaşmasına gidilmesine çalışacağı yolunda daha önce yaptığı açıklamaları bulunduğu belirtilen haberde, bu strateji değişikliğinin, Arap ülkelerindeki hükümet karşıtı gösteriler nedeniyle olduğu ve Netanyahu’nun danışmanlarıyla yaptığı değerlendirmelerde de bunu söylediği kaydedildi.

Habere göre, Netanyahu’nun, “Filistinliler, bölgedeki istikrarsızlık ortamında uzlaşmazlığı sona erdirecek bir nihai statü anlaşmasına varılmasına hazır değiller” dediği öne sürülüyor.

İsrail Başbakanlığından bir yetkili, “Biz bir nihai statü anlaşmasından kaçınmak isteğinde değiliz, ama geçici bir anlaşma da oraya gidecek bir yol olacaktır” diye konuştu.

Haberde, Netanyahu’nun kafasındaki planın ayrıntılarının henüz net olmadığı da vurgulandı. Netanyahu’nun barış sürecini ileriye götürme konusunda gerçekten ciddi olup olmadığının veya Filistinlilerin reddedeceği beklentisinden hareketle, ortaya bir “balon” atıp atmadığının da görüleceği kaydedildi.

İsrail Başbakanlığının bu planının, Parlamentonun (Knesset) Dış İlişkiler ve Savunma Komisyonu Başkanı Şaul Mofaz ile Batı Şeria topraklarının yüzde 45-50’si üzerinde, geçici sınırlarla bir Filistin devleti kurulmasına yönelik uzun dönemli bir geçici anlaşma yapılmasını öneren Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın planlarına dayandığı da ifade ediliyor.

Bu arada, Ortadoğu Dörtlüsü temsilcilerinin bugün Brüksel’de bir araya gelerek İsrail-Filistin barış görüşmelerinin yeniden başlatma konusunu görüşecekleri de hatırlatan haberde, Netanyahu’nun bu toplantıya bir İsrailli temsilci göndermeme kararı aldığı; Filistin tarafından ise toplantıya, başmüzakerecilik görevinden istifa eden Saib Erekat’ın katılacağı belirtildi.

Netanyahu’nun Ortadoğu Dörtlüsü’ne, ancak Saib Erekat’la doğrudan görüşmeleri olacaksa, barış süreci temsilcisi İzak Molho’yu göndereceğini söylediği, Filistinlilerinse, doğrudan değil, dolaylı görüşmeleri kabul etmesi nedeniyle Molho’yu göndermekten vazgeçtiği ifade edildi.

Filistin’den İsrail’e, insan hakları ihlali suçlaması

Zaman – 07.03.2011

Filistin yönetimi yetkilisi Issa Karake, İsrail hapishanelerindeki günlük uygulamalarla, Filistinli tutukluların insan haklarının ihlal edildiği ve İsrailli yetkililerin 7 yaşındaki Filistinli çocukları bile gözaltına aldığı suçlamasında bulundu.

Karake, cezaevleriyle ilgili BM toplantısının düzenlendiği Viyana’da gazetecilere yaptığı açıklamada, İsrail cezaevlerinde yargıç karşısına çıkmadan ve bir mahkeme kararı olmadan tutulan 250 kişi bulunduğunu, ayrıca kadın mahkumların hastanede doğum yaparken bile yatağa zincirle bağlandığını söyledi.

İssa karake, İsrail’de halen 6 bin Filistinlinin tutuklu olduğunu ifade etti.

İsrail cezaevi idaresi sözcüsü Yaron Zamir ise suçlamaları reddetti.

Irak

Irak’taki İngiliz güvenlik görevlisine 20 yıl hapis

BBC Türkçe – 01.03.2011

Irak’ta iki meslektaşını öldüren İngiliz güvenlik görevlisi 20 yıl hapse mahkum oldu.

30 Yaşındaki Danny Fitzsimons, 2009 Ağustos’unda İskoçyalı Paul McGuigan ile Avustralyalı Darren Hoare’u öldürdüğünü itiraf etmişti.

Irak yasaları uyarınca ömür boyu hapis cezası 20 yıl hapis anlamına geliyor.

Danny Fitzsimons bir Iraklı muhafızı öldürme girişiminde bulunmaktan da hüküm giydi. İdam cezasına çarptırılacağından korkan Fitzsimons, cinayetleri işlediği sırada, travma sonrası bunalım yaşadığını söyledi.

Eski bir paraşütçü olan Fitzsimons, 2003 yılında ABD önderliğinde girişilen işgalden bu yana, Irak’ta hüküm giyen ilk Batılı oldu.

2009 Tarihli ABD-Irak güvenlik anlaşması, yabancıların yargılamadan muaf tutulmasını ortadan kaldırıyordu.

Fitzsimons, McGuigan ve Hoare, olay meydana geldiği sırada başkent Bağdat’taki, çok sıkı önlemler altında bulunan Yeşil Bölge’de görev yapan İngiliz güvenlik şirketi ArmorGroup’ta çalışıyorlardı.

AP Ajansının haberine göre, Danny Fitzsimons, Iraklı görevlilerce hapse götürülürken, hakkında verilen hükümden hoşnut olduğunu söyledi; ancak mahkemenin âdil olup olmadığı sorusuna “hayır” diye yanıt verdi.

Mahkeme yargıcı, zanlıya ceza verilirken Fitzsimons’ın aklî dengesinin göz önünde bulundurulduğunu kaydetti.

Irak’ta Erken Seçim Kararı

Haber Diyarbakır – 01.03.2011

Irak Başbakanı Nuri El Maliki halkın genel talepleri doğrultusunda erken seçime gideceklerini söyledi.

IRAK-Irak Başbakanı Nuri El Maliki, düzenlediği basın toplantısında, erken seçim kararının halkın değişim isteğine karşı verilen bir karar olduğunu dile getirdi.

Maliki çıkan olaylarda en az 14 kişinin öldürüldüğü hükümet karşıtı eylemlerden sonra erken seçim kararı aldıklarını söyledi.

Yeni seçim kararını meclise götüreceğini belirten Maliki, ancak sadece yerel seçimlerin yapılacağını ifade etti.

Genel seçimlerin henüz yeni yapıldığı Irak’ta yerel seçimler her 4 yılda bir yapılıyor ve son seçim 2009’da yapılmıştı.

Afganistan

NATO Afganistan’da Sivil Kayıplarla İlgili İddiaları Soruşturuyor

VOA News –  01.02.2011

Darah Ye Pech kentindeki bir NATO üssü dün füze saldırısına hedef oldu. Olayda bir kişinin yaralandığını açıklayan askeri yetkililer karşı ateşte üsse saldıran 9 militanın öldürüldüğünü bildirdi.

Yerel Afgan yetkililer ise öldürülen kişilerin militanlar değil dağda odun toplayan gençler olduğunu öne sürdü.

Geçen hafta ise Kunar ilindeki bir hava saldırısında 60 sivilin öldüğü ileri sürülmüştü.

Afganistan’daki hava saldırılarında neredeyse her zaman yerel yetkililer ölenlerin masum siviller; NATO yetkilileri ise militanlar olduğunu öne sürüyor.

Bu arada Londra’da Afganistan Devlet Başkanı Hamit Karzay ile görüşen İngiltere Başbakanı James Cameroon, Afganistan’daki 10 bin İngiliz askerinin 2015 yılına kadar geri çekileceğini söyledi.

Dün bir İngiliz askerinin daha ölmesiyle Afganistan’da hayatını kaybeden İngilizlerin sayısı 358’e çıktı.

Meclis, İngiltere’nin Afganistan stratejisini başarısız buldu

BBC Türkçe – 02.03.2011

İngiltere meclisi Dış İşleri Komitesi’nin bugün yayınlayacağı bir raporda, hükümetin Afganistan politikası eleştiriliyor.

Raporda, Taliban’ı ortadan kaldırmaya yönelik mevcut askeri girişimin aslında siyasi olan sorunu çözmeye yönelik çabaların önüne geçebileceği söyleniyor.

Raporda, isyancılara karşı uygulanan yüksek yoğunluklu stratejinin başarılı olmadığı söyleniyor.

Komite raporda, siyasi bir girişim öneriyor ve hükümetten Amerika Birleşik Devletleri’ni Afganistan’da bir uzlaşma sürecine liderlik etmeye ikna etmesini istiyor.

İngiltere’nin Dışişleri Bakanı William Hague ise yaptığı açıklamada hükümetin adımlarını askeri ve siyasi kazanımları üzerine inşa edeceğini söylemiş ancak siyasi sürecin ilerletilmesinin zamanı geldiğini de kabul etmişti.

İngiltere hükümeti, birliklerinin 2015 itibariyle ülkeden çekilmesini istediğini söylüyor.

Savunma Bakanı Liam Fox, geçen ay yaptığı açıklamada “eğer koşullar uygun olursa” bu yıl 10 bin askerin Afganistan’dan dönebileceğini söylemişti.

Afganistan’da sivil ölümleri protesto edildi

A.A. – 02.03.2011

Afganistan’ın kuzeydoğusunda militanlara yönelik saldırılarda sivillerin öldüğünü iddia eden yüzlerce kişi, koalisyon güçlerinin saldırılarını protesto etti. Kunar Vilayeti Emniyet Müdürü Halilullah Ziayi, göstericilerin “sivillere hava saldırılarını durdurun” sloganları attığını belirtti. Ziayi, dün NATO güçlerinin Peç Vadisi’nde açtığı ateşte odun toplayan 9 çocuğun öldüğünü söyledi. NATO güçleri, militanların Peç Vadisi’ndeki operasyon üssüne saldırısının ardından, bu kişilere ateş açtığını, ancak iddiaların araştırıldığını bildirdi. Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai de yaptığı yazılı açıklamada, NATO saldırısını kınadı. Afganistan’daki sivil ölümleri, Afganistan Devlet Başkanı Karzai ve ülkede bulunan ABD liderliğindeki uluslararası güçler arasındaki en büyük sürtüşme nedenlerin biri.

NATO Afganistan’da Sebep Olduğu Sivil Ölümlerden Özer Diledi

VOA News – 02.03.2011

NATO, Afganistan’daki hava saldırılarında ölen siviller için Afgan halkından özür diledi.

Afganistan’daki NATO ve Amerikan kuvvetlerinin komutanı Orgeneral David Petraeus, bu tür yanlışlıkların tekrarlanmaması için tüm komutan ve havacı personele çatışma kurallarının yeniden hatırlatılacağını söyledi.

NATO son iki hafta içinde ikinci kez sivil ölümlerle ilgili soruşturma açtı. Darah Ye Pech kentindeki bir NATO üssü önceki gün füze saldırısına hedef olmuş olayda bir kişi yaralanmıştı. Üs komutanı karşı ateşte üsse saldıran 9 militanın öldürüldüğünü bildirdi. Yerel Afgan yetkililer ise öldürülen kişilerin militanlar değil dağda odun toplayan gençler olduğunu açıkladı. NATO soruşturması ölenlerin siviller olduğunu unu doğruladı. Afganistan’daki hava saldırılarında neredeyse her zaman yerel yetkililer ölenlerin masum siviller; NATO yetkilileri ise militanlar olduğunu öne sürüyor. Orgeneral Petraeus, olayla ilgili olarak, Afganistan devlet başkanı Hamit Karzay’dan şahsen özür dileyeceğini bildirdi. NATO, bu arada, geçen hafta, Kunar ilindeki hava saldırısında 60 sivilin öldüğü iddialarını soruşturuyor.

Türkiye

Ogün Samast artık sanık değil S.S.Ç.!

Vatan – 01.03.2011

Gazeteci Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast, yeni düzenleme uyarınca çocuk mahkemesinde yargılandı. Mahkeme Samast’a ‘Suça Sürüklenen Çocuk’ tabirinin kısaltması ‘S.S.Ç’ şeklinde hitap etti.

Ogün Samast artık sanık değil S.S.Ç.! Gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davada cinayet tarihinde yaşı küçük olduğu için dosyası Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilen Ogün Samast’ın dün ilk defa “çocuk” sıfatıyla hakim karşısındaydı. İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşma Mahkeme Heyeti Başkanı Celal Ünal’ın, iddianamenin kısa bir özetini okumasıyla başladı. Başkan Ünal duruşma boyunca Samast’a yasa gereği, “Suça Sürüklenen Çocuk” tabirinin kısaltması olan “S.S.Ç” şeklinde hitap etti. Diyeceği sorulan Samast, “Yeni baştan savunma yapmak istiyorum ama olayı hatırlamadığım için yalancı durumuna düşeceğim. Ben 4 yıl önce savunmamı yapmıştım. Aynısını tekrar ediyorum” dedi.

‘Hatırlamıyorum’

Ogün Samast Çocuk Mahkemesinde..

Mahkeme heyeti Samast’a sorular yöneltti. Başkan’ın, “Olaydan 1 gün öncesi hep ifadelerde es geçilmiş. 18 ’ine kadar her şeyi anlatmışsın, ama o günkü ifaden yok. Neden hatırlamıyorsun?” diye sordu. Samast ise “Olayı günü sabahından iki gün sonrasına kadar hiçbir şey hatırlamıyorum. Dayımın yanındaydım” dedi. Başkanın, “Eşini evlenmeden önce tanıyor muydun?” sorusuna sinirlenen Samast, “Bunun sizinle ilgili bir yanı yok efendim. Niye böyle bir soru soruyorsunuz? Tanımıyordum. Cezaevindeydim” diye karşılık verdi. Üye hakimin “Mülkiye Müfettişlerince kaydedilmeyen ifadende ‘Yakalanmasaydım öldürülecektim ’ dedin mi?” sorusuna ise Samast, “ Öyle bir ifadem oldu. Ama nereden öğrendiğimi bilmiyorum” diye cevap verdi.

Tanıklar dinlendi

Duruşmada tanık sıfatıyla 7 kişi dinlendi. Tanıklardan Agos Reklam Sorumlusu Christen Delaloğlu, olay günü Samast ’ın gazeteye geldiğini anlattı. Delaloğlu, Ankara Üniversitesi’nden geldiğini ve Dink ’le görüşmek istediğini söyledi. Randevu alabilmesi için telefon numaralarını verdik. Ben sonra bir reklam görüşmesi için binadan çıktım. O sırada Samast ’ı köşede beklerken gördüm. Danışmadaki personeli çocuğun beklediğini Hrant Dink ’e haber vermesi için uyardım.” dedi. Duruşma 4 Nisan’a ertelendi.

‘Şekli hakikat yetmez’

Dink Ailesi’nin avukatı Fethiye Çetin, duruşma öncesi yaptığı açıklamada, “Ceza yargılamalarında amaç maddi hakikatin ortaya çıkarmaktır. Şekli hakikatle asla yetinilmez. Ancak Hrant Dink cinayetinde yargılama süreçleri bugüne kadar bu beklentileri karşılamaktan çok uzak bir seyir izlemiştir” diye konuştu.

‘Yakalanmasaydım öldürülecektim’

Mahkeme heyeti üyelerinin, yakalanmasaydı kendisinin öldürüleceğine ilişkin Mülkiye müfettişlerine verdiği bir ifadesinin olduğunun hatırlatılması üzerine Samast, “Oldu. Ben böyle bir ifadede bulundum. Bunu kimden öğrendiğimi tam hatırlamıyorum. Gökhan Kuşçu diye bir polisin adı geçiyor. Beni öldürmeye geleceklerini nereden öğrendiğimi hatırlamıyorum. Nedim Şener’in kitabında da var” dedi. Bu ifadeyi ilk yakalandığı sırada müfettişlere verdiği ve kayda geçmediğinin hatırlatılarak soruda ısrar edilmesi üzerine Samast, bu ifadesinin doğru olduğunu, Sedat Şahin’in sağ kolu olan birinin adamlarının kendisini öldürmek için yola çıktığını, yakalanması üzerine de geri döndüklerini öğrendiğini söyledi.

İlginç diyaloglar

‘Yasin’den korktuğum için vurdum’

Hakim: Çocuk yaştasın, paraya ihtiyacın var. Ama para almadığını söylüyorsun, o zaman cinayeti neden işledin?

Samast: Yasin Hayal’den korktuğum için.

Hala korkuyorum ama o kadar değil

Avukat: Yasinden çok korktuğunu söylüyorsun? Neden korkuyorsun?

Samast: O zaman öyleydi.

Avukat: Şimdi korkmuyorsun o zaman?

Samast: Hala korkuyorum ama o kadar da değil.

Hakimler özel eğitim alıyor

Çocuklar, koruma amacıyla kurulan özel mahkemelerde yargılanıyor. Özel eğitim almış hakim ve savcıların görev aldığı çocuk mahkemelerinde, psikolog ve sosyal hizmetler uzmanları görev yapıyor. Bu uzmanların raporları yargılamayı direk olarak etkileyebiliyor. Çocuk ağır ceza mahkemelerinde yargılanan çocukların cezalarında 2/3 veya 1/2 oranında indirim uygulanıyor. Çocuklara, yasa gereği “sanık” denmiyor bunun yerine “Suça Sürüklenmiş Çocuk” (SSÇ) tabiri kullanılıyor.

Lefkoşa: “Ankara Kıbrıs’tan elini çek!”

Marksist.org – 02.03.2011

Lefkoşa’da onbinlerce insan “Ankara Kıbrıs’tan elini çek!” demek için İnönü Meydanı’nda toplandı. Meydanda 60 bine yakın kişi var. İstanbul ve Ankara’da da işgalci Türkiye’ye karşı Ankara, İstanbul ve İzmir’de dayanışma eylemleri yapıldı.

Kıbrıslı Türklerin 2. Toplumsal Varoluş Mitingi saat 11:00’de Lefkoşa’nın İnönü Meydanı’nda başladı. Onbinlerce kişinin katıldığı mitingde “Ankara Kıbrıs’tan elini çek!” talebi dile getiriliyor. Alanda CTP, YKP, BKP, TDP gibi pek çok partinin yanı sıra sendika konfederasyonları yer aldı. Önceki mitinge göre çok daha fazla insanın katıldığı eylem tarihi anlamda bir katılıma sahne oldu.

Miting girişinde polis, Kıbrıs Türk Orta Eğitim Öğretmenler Sendikası’nın (KTOEÖS) “Ankara Kıbrıs’tan elini çek” yazan pankartını alana sokmamaya çalışsa da, kısa sürede uzlaşma sağlandı ve pankart alana alındı.

Mitingde bir konuşma yapan Kamu-Sen Başkanı Mehmet Özkardaş, “Merkez Bankası’nın başında, Milli Savunmamızın başında Kıbrıslı Türk istiyoruz. Biz nüfusumuzu kontrol altına almak istediysek, bize Türkiye düşmanı demeye hakkınız yok” şeklinde konuştu. Özkardaş, Avrupa Birliği’ne de seslenerek, “Verdiğiniz sözleri tutmadınız” dedi.

Özkardaş’tan sonra kürsüye çıkan KTOEÖS Başkanı Adnan Erarslan, Ankara ve İstanbul’da yapılacak dayanışma eylemlerini selamladıktan sonra “Burada doğduk, burada öleceğiz” dedi. Erarslan, Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’a gönderme yaparak “Mısır’da Mübarek’e ‘Halkına kulak ver’ diyenler, Kıbrıs’ta halka ‘Sen kimsin be adam?’ diyorlar. Her halkın kendi kendisini yönetme ve özgür yaşama hakkı vardır. Başbakan İrsen Küçük, bize yapılan hakarete üzüleceğine, Türkiye’ye açılan pankarta üzüldüğünü söylüyor” ifadelerini kullandı.

Saat 13:00’te biten mitingden sonra işyerlerine dönülerek, grevlere devam edildi. Eylemde “Ankara elini yakamızdan çek”, “Talimatla yönetilmeye hayır” gibi pankartlar öne çıktı.

Diyarbakır’da sivil toplum örgütleri ‘barış’ için devrede

Radikal – 03.03.2011

Terör örgütü PKK’nın, sözde eylemsizlilik kararını sona erdirdiğini açıklamasının ardından Diyarbakır’da sivil toplum kuruluşları harekete geçti ve çatışmalı ortamın tekrar başlamaması için yapılması gerekenleri konuşmak için biraraya geldi.

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konuk Evi’nde düzenlenen toplantıya, Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar, İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şube Başkanı Raci Bilici Ticaret ve Sanayi Odası (TSO) Başkanı Galip Ensarioğlu, Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Derneği (GÜNSİAD) Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, Demokratik Toplum Kongresi (DTK), Barış ve Demokrasi Partisi (BDP), Mazlum Der gibi etkin sivil toplum örgütlerinin temsilcileri katıldı.

GÜNSİAD Başkanı Şahismail Bedirhanoğlu, Belediye Konuk Evi’ne girişi sırasında gazetecilere yaptığı açıklamada, bölgedeki STK’ların talebi üzerine PKK’nın aldığı eylemsizlik kararının bölgede olumlu bir havaya yolaçtığını söyledi. Barışın kalıcı hale gelmesi için tüm tarafların gerekli özveride bulunması çağrısı yapan Bedirhanoğlu, şunları söyledi:

“Eylemsizlik kararı ile birlikte bölgede ciddi bir olumlu havada esmişti. Tabi barışın kalıcı hale gelmesi için tüm tarafların gerekli özveride bulunması lazım. Bu noktada bu süre zarfı içinde hükümette tabi biraz daha, bir takım olumlu adımlar atmak suretiyle bu eylemsizlik sürecinin devamı ve pekişmesi noktasında bir gayreti olabilirdi. Bu havayı da destekleyebilirdi. Ancak gelinen noktada biz sivil toplum kuruluşları olarak şunu diyoruz; Gerekçesi ne olursa olsun tekrar çatışmalı bir ortamın başlamasından dolayı ciddi kaygı duyuyoruz. Biliyorsunuz biz seçim sürecine girmiş bulunmaktayız. Bu seçim sürecinin böyle çok çatışmalı ortamda olması, yine bölgemizin tekrar bir kaos ortamına gelmesi demektir. Bölgenin hem sosyal, hem ekonomik, hem de siyaset açısından ciddi sıkıntılara gireceği muhakkaktır. Bu bakımdan bölgedeki sivil toplum kuruluşları olarak bu durumu tekrar değerlendirmek ve yarın da olası bir basın açıklamasının alt yapısını hazırlama konusunda bir komisyon seçildi. Bu komisyon bugün burada toplantı yapacak, bir durum değerlendirmesi yapacak ve düşüncelerini kamuoyu ile paylaşacaktır.”

Sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu komsiyon toplantısında, bölücübaşı Öcalan ile yapılan görüşmelerin müzakereye dönüştürülmesi, Öcalan’a ev hapsi, toplu mezarlar ve kayıplar için DNA bankasının kurulması, KCK davasında Kürtçe savunma krizinin aşılması, barış dilinin hakim kılınması ve taraflara barış çağrısının tekrar yapılmasının konuşulduğu öğrenildi.

Kadınlar Barış, Özgürlük ve Eşitlik İçin Sokaktaydı

BİA Haber Merkezi – 05.03.2011

İstanbul’da binlerce kadın Kadıköy’de 8 Mart Kadınlar Günü’nü kutladı. Uluslararası kutlamaların 100.yılında, kadınlar, cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, erkek egemen iktidara karşı mücadele etmeye devam ediyor.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü İstanbul’da binlerce kadın, iki dille ve yüzlerce renkle kutladı.

Kadıköy’deki Tepe Natulius’un önünden saat 13.00’te yürüyüşe geçen kadınlar Türkçe ve Kürtçe sloganlar eşliğinde Kadıköy İskelesi önünde toplandı.

Miting alanına her yılkinden farklı olarak bu yıl mor değil, sarı, kırmızı ve yeşil renkler hakimdi. Türkçe ve Kürtçe şarkılar eşliğinde halay çeken çoğunluğu Kürt, emekçi ve feminist kadınlar, ” erkek egemen iktidara”a karşı barış ve özgürlük istedi.

100. yılında halkların kızkardeşliği

Uluslararası 8 Mart kutlamalarının 101. yılında Türkiyeli kadınlar, “Gelsin baba, gelsin koca, gelsin devlet, gelsin cop; inadına isyan, inadına özgürlük”, “Kadınlar alana, erkekler mutfağa”, “Jin Jiyan Azadi”, “Susma haykır eşcinseller vardır”, “Erkek vuruyor, devlet koruyor”, “Kadınlar özgür olsa dünya yerinden oynar”, “Yaşasın halkların kız kardeşliği” diye bağırdı.

Kürtçe ve Türkçe okunan basın açıklamasında kadınlar:

“8 Mart’ta cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, erkek egemen iktidara, şiddete ve sömürü düzenine karşı; kadının özgürlüğü ve kurtuluşu, eşitlik ve barış, doğayla uyum içinde yaşamak için tüm dünya kadınlarıyla birlikte sesimizi yükseltiyoruz” dedi.

Erkek şiddetinin her gün en az üç kadını öldürdüğünü, son on yılda 5 binden fazla kadının öldürüldüğünü vurgulayan açıklamada, “Katiller genellikle kadınların eşleri, babaları, ağabeyleri veya sevgilileri oluyor. Kadın katliamı bir cins kırımı gibi sürüp gidiyor. Erkek egemen sistem, bu katliamın kaynağı” denildi.

”Kadınlar olarak maruz kaldığımız cinsel, fiziksel, ekonomik, psikolojik ve duygusal her türlü erkek egemen şiddete karşı mücadele ederken özünde aşağılanmaya, hiçleştirilmeye, kimliksizleştirilmeye, varlığı ile yokluğu belli olmayan emre amade gölgeler haline getirilmeye karşı mücadele ediyoruz.”

Miting, konuşmaların ardından müzik dinletileri ve halaylarla devam etti.

Kadınların gündemindeki konular

* Kadın cinayetleri

* Fuhuşa zorlama, taciz ve tecavüz olayları

* Çocuklara yönelik cinsel şiddet

* Hükümet nedeniyle Kürt sorununda bitmeyen savaş hali

* Anadilde savunma hakkı yapılmasının engellenmesi

* Doğayı ve doğadaki tüm varlıkların yaşam hakkını yok eden politikalar

* Tek dil, tek bayrak, tek millet, tek cins, tek kimlik politikaları

* Kadının yoksullaşması

* Torba yasanın getirdikleri

* Kadın siyasetçilerin, siyaset ve kadın mücadelesi yapmasını engelleyen, demokratik siyaset   alanını tıkayan tutuklamalar

Barış Grubu sözcüsü de Kandil’e geri döndü

Sabah – 06.03.2011

Kürt Açılımı girişimleri çerçevesinde 19 Ekim 2009’da Kandil’den Türkiye’ye giriş yapan “Barış Grubu’nun sözcüsü” Mehmet Şerif Gençdal’ın da Kandil’de döndüğü bildirildi. Newroz kutlamalarında yaptığı konuşma nedeniyle yargılanan “Barış ve Demokratik Çözüm Grubu Sözcüsü” Mehmet Şerif Gençdal hakkında, geçtiğimiz Şubat ayında duruşmalara katılmadığı gerekçesiyle yakalama emri çıkarılmıştı.

Gençdal, Kürt açılımı çerçevesinde bir grup arkadaşıyla birlikte Türkiye’ye gelmişti. Gençdal, yaptığı açıklamada, Türkiye’ye gidiş süreçlerini anlattı ve “Çok tarihi bir süreçti. Herkesin umudu vardı. Herkesin istediği özellikle Kürt halkının istediği değerli bir barış ve demokratik bir çözümün yaratılmasıydı. AKP hükümeti geri adım attı” dedi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni,  7 Mart 2011

İletişim: www.kureselbak.org, kureselbak@gmail.com; 00905362196341

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.