Ümit Kıvanç
Büyük savaştan kasıt, ABD başta, Birleşik Krallık ile Fransa iki yanında, “Batı kuvvetleri”nin Rusya (ve muhtemelen İran) ile karşı karşıya geleceği kapışma. Akla yakın, kulağa inandırıcı gelmiyor; lâkin artık böyle ihtimallere açık bir dünyada yaşıyoruz. Bugünün dünyası beş-on sene önceden bildiğimiz, büyük kapışma tehlikelerinin birtakım kurumsal mekanizmalarla, diplomasinin soğutucu kanallarına yönlendirilerek giderilebileceği dünya değil.
Küçük Salon’da Suriye’de olan biteni, Büyük Salon’da Trump’lı dünyayı izlemeye çabalayan biriyim; düşündüm ki, şöyle başlayan bir yazı yazmam kaçınılmaz görevdir: “Bu defa vaziyet farklı.” Belki de şöyle: “Bu sefer iş ciddî.” Fakat gördüm ki, Fehim Taştekin lafı ağzımdan almış: Fehim, “Bu kez işin rengi biraz farklı” demeyi tercih etmiş (ifadesinin temkinliliğine bakmayın, yazısının başlığı “Felakete doğru”). 10 Nisan gününün ilk saatlerinde, bir büyük savaşa doğru sürüklenip sürüklenmediğimizi kestirmeye çalışıyoruz.
Büyük savaştan kasıt, ABD başta, Birleşik Krallık ile Fransa iki yanında, “Batı kuvvetleri”nin Rusya (ve muhtemelen İran) ile karşı karşıya geleceği kapışma. Akla yakın, kulağa inandırıcı gelmiyor; lâkin artık böyle ihtimallere açık bir dünyada yaşıyoruz. Bugünün dünyası beş-on sene önceden bildiğimiz, büyük kapışma tehlikelerinin birtakım kurumsal mekanizmalarla, diplomasinin soğutucu kanallarına yönlendirilerek giderilebileceği dünya değil. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde ABD temsilcisi, “Ne karar alırsanız alın, karşılık vereceğiz!” diye posta atıyor, Rusya temsilcisi, “Sonuçları ağır olur!” diye tehdit sallıyor. Kuralların güçlülerin lehine konduğu dünyadan kural tanımazlığın eğemenliğindeki dünyaya doğru adım attık, oraya doğru “ilerliyoruz”. Her “ilerleme” matah değildir.
Belirtmeye gerek yok ki, Suriye üzerinde patlak verecek bir büyük kapışmadan doğrudan etkilenecek ilk iki ülke İran ve Türkiye. Ve şu anda bizi, başka ülke topraklarına asker konuşlandırıp bayrak çekmeyi AKM’yi yıkmak gibi bir şey zanneden birileri yönetiyor. Oysa hakkını aramak için risk alma alışkanlığına sahip kitlesel muhalefetin bulunmadığı, muhalefet adıyla varolanların da temel devlet politikaları konusunda iktidardan farklı düşünmediği ülkede polis şiddeti ve hapis tehdidiyle herkesi pıstırmak başka, tepişen fillerden kâh birine kâh ötekine yanaşarak uyanıklık peşinde koşarken dev ayaklar altında ezilmek bambaşka. Kendi “özel meselemiz”i bir an için kenara koyalım.
KAÇINILMAZDI
Doğu Guta’da Suriye ordusunun kimyasal silah kullandığı iddiaları üzerine patlak veren kriz, patlak vermesi kaçınılmaz büyük krizin şimdilik büründüğü kılık, sadece. Suriye savaşı sona doğru gidiyor, Batılı büyük devletlerin devirmeyi istediği Beşar Esad Rusya desteğiyle ayakta kaldı, Rusya ile İran, Batılı büyük devletlerin arzusu hilafına etkinlik alanlarını genişlettiler. Suudi Arabistan yenilgiyi kabul edip erken havlu attı. Bütün hesapları altüst olan Türkiye, on binlerce cihatçı savaşçının sorumluluğunu ve bir nevi hamiliğini üstlenerek, istekleri ve göze alabilecekleri Rusya’nın planına da uygun düştüğünden yeniden oyuna katıldı. Göze alınacakların başında, şüphesiz, askerini feda edebilmek geliyor.
Şu an için görünen sonucun tatmin edebileceği aktörler, Rusya, İran ve Suriye. Türkiye de kendini tatmin olabilecekler arasında görüyor – haritaya bakıldığında haklı da olarak.
Ancak mesele şu ki, tamamen geçici, asla süremeyecek, hiçbir zorlamayla sürdürülemeyecek bir durum var ortada. Birlikte iş götürür gözüken cephe bile bu yüzeysel âhengini uzun zaman sürdüremez. Rusya er geç, İran’ın Şam üzerindeki ve Suriye topraklarındaki etkinliğini bir şekilde sınırlamak, denetleyebilmek isteyecek. Ancak genellikle silah ve asker taşınacak bir karayolu hattı gibi tasavvur ve takdim edilen Tahran-Beyrut hattı, bundan çok daha fazlasını ifade ediyor. İran’dan başlayıp Irak’ın İran yanlısı güçlerince Suriye sınırına, oradan Lübnan sınırına uzanan “birlik ruhu”nun, gelip üs kurarak askerî yöntemle veya ekonomik katkıyla sağlanan “dış destek”ten çok daha derine uzanan köklerinin bulunduğu, “İran etkisi”nin halen uzandığı topraklardan kolay kolay sökülüp atılamayacağı görülecek. Bu bir.
İkinci olarak, “Putin’le Erdoğan yine görüştü!” haberlerinin bizim burada pek bir coşkuyla verilişi ve alınışına rağmen Moskova, şimdiden ufaktan başladığı üzre, Türkiye’nin içeriye “fetih” havası pompalama faaliyetini sekteye uğratan girişimlerde bulunacak. TSK’nın bulunduğu ve denetlediği yerlerin Şam’a devredilmesini er ya da geç dayatacak. Rusya’nın “müsamahasının” sınırı -ve tabiî tercihinin şartı-, Ankara’nın on binlerce silahlı muhalif örgüt militanını Şam’a karşı savaşmaktan alıkoyabilme kabiliyeti. Suriye’nin geri kalanı silahlı muhalif örgütlerden tamamen arındırıldığında -ki, buna fazla zaman kalmadı- İdlib ve Halep vilayetlerindeki binlerce savaşçı ve bizzat TC varlığı sorun edilmeyecek mi sanıyoruz?
Dolayısıyla: Astana cephesinde yarılma, hattâ karşı karşıya geliş kaçınılmaz.
UZATMALARDA ATAK TAZELEME
Son bir-iki günde yaşananlar ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki Doğu Guta-kimyasal silah oturumunun cereyan ediş tarzı, rejimin zafere yürüyüşüyle birlikte, meşhur “Fırat’ın doğusu” ve petrol-doğalgaz alanları kozunu ABD’nin elde tutuşu hariç, Suriye üzerindeki iktidar mücadelesinden çekilmiş görünen Batılı devletlerin sahaya geri döndüğü anlamına mı geliyor? Eğer böyleyse, doğrudan silahlı saldırı dışında -aşağıda değineceğim tek etken dışında- başvurabilecekleri araç yok. Bu aşamada Moskova’nın, Rusya askeri öldürmedikleri sürece göz yumma tutumunu sürdürebileceği evsafta, ‘dostlar alışverişte görsün’ bâbında bir harekât müsveddesiyle elde edilebilecek hiçbir şey kalmadı.
Dolayısıyla: Eğer Batılı büyük güçler, Suriye savaşında gelinmiş aşamanın işaret ettiği sonucu kabul etmeyeceklerse, bu işin masada, diplomasiyle halledilmesi de mümkün olmayacak gibi görünüyor.
O halde nasıl halledilecek? Size şunu itiraf etmeliyim, muhterem okurlar: Görebildiğim -ve gelişmeleri izleyen birçok gazeteci ve gözlemcinin de gördüğü, görmek istemediği, endişe ettiği ihtimali ciddîye almamızı gerektiren şey-, hâlihazırda, eline meşale almış muhteris veya şuursuz veya çapsız veya sorumsuz (veya hepsi birden) devlet yöneticilerinin barut fıçılarının üzerinde bu meşaleleri atıp tutarak birbirlerine hava bastığı, racon kestiği. Durumu vahimleştiren, bunların hemen hepsinin, aynı zamanda, hattâ aslen içeriye oynamaları.
İşte tam da bu sebeple Suriyeli cihatçıların hâmisi rolünü iştiyakla üstlenen Ankara’yı ikna edip savaşı yeniden alevlendirme seçeneği hiç de yok sayılamaz. Bu elbette, Türkiye’nin yeniden saf değiştirmesi anlamına gelecek. “Dostum Putin”in gazabını çekmeden bu iş nasıl becerilecek, domatesler ne olacak, bilmemiz imkânsız. ABD-Birleşik Krallık-Fransa ittifakı, Ankara’yı cihatçıları yeniden cepheye sürmeye ikna edecek göz kamaştırıcı bir teklifle gelemezler mi? Rusya’nın “çıkın” diyeceği birtakım yerleri nihaî olarak TC’ye bırakacak teklifle, meselâ? Üstelik, bu muhteşem zaferin parıltısının yanında lafı bile edilemeyecek, onu gölgelemeyecek bir “ayrıntı” ile tek taşla iki kuş da vurabilirler: Efrin, El-Bab, Menbic “kazanımları” karşılığında, Fırat’ın doğusunda sınırlı bir “Kürt bölgesi”ne neden ikna olunmasın? Ankara’nın NATO ile papaz olması nasıl Moskova’nın keyfini artırıyorsa, aksi de başka birilerini memnun edecektir. Üstelik bu durumda, alt tarafı taşlar eski yerlerine çekilmiş olacaktır. Bu git-gelden “yeni topraklar”la dönme fikri muktedirlere pek şehvetli görünebilir. Yukarıda da kısaca değindim, Ankara’nın Moskova ve Tahran ile bu beraberliğini ilânihaye sürdürmesi mümkün değil.
KİMYASAL MESELESİ VE GÖNÜLLÜ “LOBİ”
Basınımızda maalesef Suriye haberleri de hakikat katliamının kurbanı oluyor. Sadece bu alışıldık katliamcılık değil, mantık ve muhakeme yoksunluğumuz, gözü dönmüş taraftarlığı hayatla ilişkinin temel tarzı sanmamız da gerçeği öğrenmek isteyenlerin canına okuyor. Gerçek maalesef çoğu zaman tek boyutlu, tek yönlü bir Whatsapp mesajı değil. “Kafa kesen cihatçılar” bir tarafta olunca, karşılarındaki Beşar Esad “aydınlık lider” falan olmuyor. Kendisi berbat bir Ortadoğu diktatörü. ABD birtakım cihatçı örgütlere silah verince, Fransa türlü dalavera çevirince, bu, Putin’i iyi adam yapmıyor. Kendisi hunhar bir otokrat. İktidar propaganda aygıtı Suriye ile ilgili her veriyi çarpıttığı, insanî yardımdan ajans haberciliğine her türlü faaliyeti devlet hizmeti ve bir tür savaş organizasyonu şeklinde sürdürdüğü, yeter ki “Esed” gitsin diye DAİŞ’i bile uzun süre bağrına bastığı için, bu yalan dolan makinesine karşı itiraz, içeriğinden bağımsız olarak, makbul sayılıyor. Âdetâ gönüllü Rusya-Suriye lobisi gibi davrananlar var. Ayrıca bütün Suriye ve “Suriyeli” haberleri, Türkiye’de mevcut iktidara muhalefet imkânı sunup sunmamasına göre rağbet görüyor ya da görmezden geliniyor.
Bütün bunlardan sonra, kimyasal silah meselesine değinebiliriz. Gerçekler şunlar:
• Son saldırıyı kim yaptı, bilmiyoruz.
• Ortada kimyasal saldırı var mı, bunu da bilmiyoruz.
• Suriye ordusu kimyasal saldırı yapar mı? Yapar. Yaptı. Kaç defa.
• Şu anda yapar mı? Yapar. Kimyasalla savaş alanında elde edilen yıldırıcı, ezici ağır sonuç, anlayabildiğim kadarıyla başka şeye benzemiyor. Geçen Nisan’daki Han Şeyhun hadisesi için de aynı argüman kullanılmıştı: Kazanıyorken neden yapsın? Yaptı. Yapıyor. Bu bir uluslararası diplomasi meselesi değil. Sahada kesin sonuç alma meselesi. Ayrıca neredeyse geleneği var buralarda. Şu anda yapmaması ihtimali daha mâkûl, ama kesin cevap için yetersiz.
• Ceyş el-İslâm böyle bir şey yapmış olabilir mi? Bal gibi olabilir. Onlar da yapar. Yaptılar. Suriye’deki her türden cihatçı böyle şeyler yapabilir. Yaptılar. Yapıyorlar.
• Onlar için de “şimdi niye yapsınlar?” sorusu geçerli. Anlaşma yapıp Doğu Guta’dan çekilme aşamasında niye yapmış olsunlar? Bilmiyoruz. Mantıklı görünmüyor, ama oradaki dinamiği bilmiyoruz. Çekilmeye itiraz eden radikal grup olur, son bir hamle olur, iletişim kazası olur… Kesin yapmamışlardır, diyemeyiz.
• Rusya, “Uzmanlarımız gitti baktı, kimyasal saldırı izi yok,” açıklaması yaptı. İnanılır mı? İnanmak için en ufak sebep yok. Şahsen, Han Şeyhun’da Suriye ordusunun faili olduğu bir kimyasal silah saldırısının gerçekleştiğine inanmamın en güçlü sebebi, Rusya’nın başlangıçta çekingen tavrı ve birbirini tutmayan açıklamalarıydı.
• Batılılar samimi mi? Kesinlikle değiller. Beş-on Suriyeli çocuğun kimyasal silahla, acı çeke çeke ölmesi herhangi birinin umurundaydı sanki! Ayrıca şu ana kadar bu savaşta neler oldu, kimse kılını kıpırdatmadı.
Samimiyet, iddianın tarafsız uzmanlarca doğru dürüst araştırılması için uğraşmayı gerektirir. Bunun için Rusya ile işbirliği yollarını aramalıydılar, samimi iseler. Bu şahane çözüm olduğu için değil; çünkü başka yolu yok.
Şimdilik, ortalığı daha fazla telaşa vermemek için, bu kadar. Umarım uyuyup kalktığımızda bu yazı ve benzerleri tamamen geçmişe ait kalmaz ve biz önümüzdeki günlerde başka türlü savaş haritaları takip etmek zorunda olmayız.
Bu yazı Gazete Duvar web sitesinde yayınlanmıştır.