ÜMİT KIVANÇ
Suriye’deki El-Kaide merkezli silahlı örgütlenmenin projesi Suriye’nin çok ötesine uzanıyor. Dışarıya taşacaklarsa ilk hedef Türkiye…
Suriye’nin Türkiye ile komşu eyaleti İdlib önümüzdeki aylarda yoğun savaşa sahne olacak ve Suriye İçsavaşı’nın kaderi burada belirlenecek. İdlib’te olacaklar, Türkiye’yi yakından ilgilendirecek, muhtemelen başımıza yeni belâlar açılacak.
İdlib’te olacakların baş aktörleri, bir tarafta Suriye ordusu ve Rusya, öbür tarafta El-Kaide. Evet, o.
El-Kaide Suriye’de uzun süre, gayet akıllıca bir politika izledi, “İslâm Devleti” örgütünden (DAİŞ- IŞİD) farklı olarak, öbür silahlı cihatçı grupları düşmanlaştırmamaya özen gösterdi, daha geniş çerçevede, Sünnî halkı kazanmaya çalıştı, uluorta gündelik terör estirmedi, Selefî-cihatçı bir örgüte göre yumuşak ve kapsayıcı olmaya çalıştı. (Bütün bunları içsavaş “normali” saymaya zorlandığımız belirli bir vahşet dozunu hesaba katarak söylediğim umarım açıktır.)
Şimdi, sahne İdlib’e kurulurken, karşımızda, kapsayıcı olmasına kapsayıcı, ama kapsamanın otoritesini dayatma anlamına geldiği, öbür silahlı muhalif örgütlere karşı artık asla uzlaşmacı olmayan bir El-Kaide politikası var.
Suriye silahlı cihatçı muhalefetinin “El-Kaide içeren” kısmının macerasını çabucak, kısaca hatırlayalım.
El-Kaide’nin Suriye macerası
Irak El-Kaide’si, “Irak İslâm Devleti” adıyla faaliyet göstermekteyken, bütünleşmiş, merkezî komutalı bir Suriye kolu oluşturmak amacıyla bazı önemli adamlarını komşu ülkeye gönderdi. Muhammed el-Colani liderliğindeki bu heyet, Suriye’de kurulu hücrelerle, yerel örgüt birimleriyle buluştu, Şam Halkı Destek Cephesi, daha çok bilinen adıyla Nusra/Nusret Cephesi, El-Nusra, kısa zamanda, oradaki silahlı cihatçı muhalefetin en güçlü grubu olarak ortaya çıktı. Fakat Nusra’cılar Irak’taki merkezle papaz oldular. Şu andaki “İslâm Devleti” örgütü (İD) halifesi Ebubekir el-Bağdadi, alıp yürüyen Suriye örgütünün bağımsızlaşmasını önlemek için, 2013 Nisan’ında, “Nusra diye ayrı örgüt yok, biz birlikte Irak ve Şam İslâm Devleti’yiz” açıklaması yaptı. “Irak ve Şam (Levant) İslâm Devleti” (IŞİD) lafı dünya haber literatürüne böylece girdi. Nusra lideri el-Colani buna, “Hayır, biz El-Kaide merkezine, Eymen el-Zevahiri’ye bağlıyız, sizden emir almayız” karşılığı verdi. El-Kaide merkezi müdahale etti, biriniz Irak’ta biriniz Suriye’de faaliyet gösterin, dedi, el-Bağdadi rest çekip El-Kaide ile ilişkilerini kopardı. Böylece bölündüler, Irak merkezli IŞİD Suriye’de de örgütlendi, çatıştılar. El-Nusra bundan böyle “Suriye El-Kaide’si” diye bilindi.
2016 Temmuz’unda Nusra lideri el-Colani, örgütünün El-Kaide’den -güya- bağımsızlığını ilan etti, yanına başka örgütlerden birilerini daha katıp “Şam’ın Fethi Cephesi” (ŞFC) adını aldı. Maksat hem El-Kaide adının caydırıp uzaklaştıracağı örgütlerin, halk kesimlerinin de desteğini kazanmak, ama bundan önce, Türkiye dahil, silahlı Suriye muhalefetinin dış destekçilerinden açık-meşru yardım almayı sürdürebilmekti. El-Kaide bağlantısı, doğrudan terör örgütü sayılmalarına yolaçıyor, karışıklık yaratıyor, sorun çıkarıyordu.
Bizzat El-Kaide merkezi ile istişare halinde gerçekleştirilen bu “kopuş” işlemi, örgüt lideri el-Colani’nin ilk defa yüzünü göstererek kamuoyu önüne çıktığı fiyakalı sunuş videolarına falan rağmen kimse için inandırıcı olmadı. Zira zaten el-Nusra içinde El-Kaide’nin birçok kafa adamı vardı. Kendilerini Suriye muhalefetinin herhangi bir yerel-meşru unsuru gibi sunabilmeleri açısından yeterli de olmadı. Başka unsurlar da katılmış olmasına rağmen, yeni örgüt Şam’ın Fethi Cephesi için herkes “Suriye El-Kaide’si” demeye devam etti.
Halep ve tecrit tehlikesi
Sonrası kabaca şöyle gelişti:
Rusya ile anlaşmak zorunda kalan Ankara, 2016 sonunda, söz geçirebildiği silahlı muhalif gruplara Halep’ten çıkmaları için baskı yaptı. Bu, Türkiye ve -evet, hattâ!- ABD gibi mevcut ve potansiyel dış destekçilerle bir şekilde anlaşmak isteyen ama onlara tâbi olmak istemeyen El-Kaide’cileri çok rahatsız etti.
Halep’ten çekiliş, aynı zamanda, sınırlı bölgeler ve ufak tefek bazı cepler dışında kayda değer toprak hakimiyeti kalmayan silahlı muhalefetin elindeki İdlib vilayetinin önemini artırdı, hayatî konuma getirdi.
Üstüne, El-Kaide uzantısı ŞFC’nin dışlandığı Astana görüşmeleri geldi. El-Kaide merkeziyle bağlantısı olmayan bir koalisyon olarak kabul edilmek için kendini “Şam’ın Fethi Cephesi”ne dönüştürmüş bulunan Suriye El-Kaide’si önderliği, Astana görüşmelerinin ardından, kendisi dışındaki muhalefetin birleştirilip Esad’la masaya oturtulacağını ve herkesin hep beraber kendisine saldıracağını gördü ve atağa kalktı. Çeşitli grupların karargâhlarını, silah depolarını bastı, kimisiyle doğrudan çatışmaya girdi ve bütün muhalefete açıkça şu mesajı verdi: Ya benim otoritemi tanırsınız, yani sizi yutarım ya da sizi yok ederim. Çeşitli örgütlerden kalabalık gruplar, bazı örgütler (meselâ bir zamanlar Ankara’nın gözdelerinden olan Nureddin el-Zengi Hareketi) külliyen, bu otoriteyi tanıdılar. Şam’ın Fethi Cephesi yerine Şam Kurtuluş Heyeti (HTŞ, Heyet Tahrir el-Şam) oluşturuldu.
Burada en kritik hamle, Ahrar el-Şam’ın içindeki, daha radikal Selefî kanadın El-Kaide ile nihayet biraraya gelişiydi. Suriye İçsavaşı’nın ilk aşamalarından beri en etkin, en kalabalık, en güçlü ve halk arasında en yaygın örgütlü olan silahlı grup, Ahrar el-Şam’ın bölünmesi, bir süre “örgüt bünyesinde ayrı gruplar” gibi olmayacak bir manzarayla massedilmeye çalışıldıysa da, ayrılanların El-Kaide safına geçmesiyle işin rengi değişti. Halen HTŞ’nin “başında” Ahrar’ın eski önderi Haşim el-Şeyh (Şeyh Haşim Ebu Câbir) var. “Başında” niye tırnak içinde? Çünkü başından beri Suriye El-Kaide’sinin lideri olan Ebu Muhammed el-Colani, HTŞ’nin “genel komutan”ı; yani silahlar ve silahlılar onda.
Şu anda HTŞ, özellikle İdlib vilayeti ve cihatçıların elindeki sınırlı komşu bölgelerde vaziyete bütünüyle hakim olmaya çalışıyor. Ahrar’la doğrudan çatışmaya bile girdi. Ahrar da irili ufaklı başka örgütleri çatısı altında toplamaya başladı.
(HTŞ’nin oluşumu, öbür örgütlerin vaziyetleri, o sırada İdlib’te yaşananlar üzerine blog’umda bazı yararlı bilgiler var. Şu yazılara göz atabilirsiniz: “İdlib’te cihatçılar savaşı – gelişmeler” ve “Suriye’de yeni saflaşmalar, birleşmeler”. Bu yazıya eşlik eden harita da yaşanacakların Türkiye’ye muhtemel etkisi bakımından fikir verecektir. Cihatçılar arası çatışmalara ilişkin El-Kaide’cilerin kendilerini savunmalarını burada, P24’teki bir yazımda ele almıştım: “Suriye El-Kaide’si kendini savunuyor”.)
İki seçenek
İdlib’teki silahlı muhaliflerin önünde iki seçenek var. İlki, Türkiye’nin adamı olarak nitelenen Ebu Ammar el-Ömer liderliğindeki Ahrar el-Şam çatısı altında toplanmak ve iradelerini büyük ölçüde Ankara’ya (Moskova’ya!) teslim etmek, öbürü, HTŞ, yani El-Kaide saflarına katılmak.
HTŞ’nin, Rakka, Deyr ez-Zor ve Musul düştükten sonra DAİŞ’in muhtemelen yapacağı gibi etrafa dağılıp ufak birimler halinde çöllerde saklanmak gibi bir seçeneği yok. Rusya ve Suriye ordusu İdlib’e “temizlik” hedefli topyekûn saldırıya girişirlerse, El-Kaide’cilerin tek kaçabileceği yer Türkiye. Ya da son adama kadar savaşacaklar.
Bu manzaraya karşılık, HTŞ’nin İdlib’ten vazgeçmek gibi bir niyetinin olmadığı anlaşılıyor. Aksine, yöntemlerini sertleştirdikleri görülüyor. Suriye El-Kaide’si intihar eylemlerine ara vermiş gibiydi. Bu zaten DAİŞ gibi her durumda sık sık kullandıkları bir yöntem değildi. El-Kaide’nin intihar eylemine “zaruri hallerde” -düşman hatlarını yarma, şok-moral bozma etkisi, suikast- başvurma gibi bir eğilimi olduğundan sözediliyor. Buna karşılık, Suriye El-Kaide’sinin, Nusra döneminden beri çocukları “devşirmeye” özel çaba harcadığı, bundan bir maksadın da bol bol genç intihar eylemcisi yetiştirmek olduğu ileri sürülüyor.
Şimdi bu gençlere iş düşecek, öyle anlaşılıyor. Çünkü Suriye ordusu ve Rusya esas olarak Halep’le, Palmira’yla, silahlı muhalefetle karşı karşıya geldiği başka yerlerle meşgûlken İdlib’te Selefî örgütler düzenlerini kurmaya yönelmişlerdi, Savaş kısmen uzakta kalmıştı. Halen de durum aşağı yukarı böyle. Arasıra Rus ve Suriye uçaklarınca havadan bombalanıyorlar, koalisyonun silahlı insansız hava araçları önemli adamlarını arabada, yolda bulup öldürüyor, ama doğrudan, arazi kapmaya-korumaya yönelik çatışmalara, tanklı toplu yoğun saldırılar karşısında ellerindeki kasabaları, köyleri savundukları muharebelere girmek zorunda kalmıyorlar. Başka deyişle: Suriye ordusunun Rusya destekli İdlib harekâtı henüz başlamadı.
Bu geri plan ışığında, Washington’ın Suriye Özel Temsilcisi Michael Ratney’in kendilerini “El-Kaide” olarak anmasına karşılık Şam Kurtuluş Heyeti’nin yayımladığı bildiriye göz atmalıyız. Önemli noktalar var.
“Devrimde bir adım”
HTŞ öncelikle, Suriye “devrimine” bağlılığına işaret ediyor, ittifak çemberi genişletilerek oluşturulan yeni yapısının “Suriye devriminin merhaleleri arasında yeni bir merhale” olduğunu söylüyor. Örgüt kendini, “Suriye devrimi sürecinde türünde ilk” olarak sunuyor: zira “sahada etkin olan büyük gruplar kendilerini ve örgütlerini feshedip Heyet Tahrir el-Şam adı altında yeni yapıya geçtiler”. Bu bir “birleştirici proje”, örgüte göre.
Suriyeliliği, evrensel cihada değil de bu ülkedeki sürece ait bir unsur olmayı vurgulamalarının gerisinde, El-Kaide merkezinden bağımsızlığı kanıtlama çabası yatıyor: HTŞ, “yapısının müstakil olduğunu”, “hiçbir örgüt ya da tarafı temsil etmediğini” iddia ediyor.
Ancak birleştiriciliğin ve Suriyeliliğin sınırı, amaçlar sayılırken hemen ortaya çıkıyor: “[halkın] Müslüman kimliğini korumak”. Bunun Suriye’de Selefî cihatçıların sürdürdüğü mezhep savaşının lügatindeki anlamı mâlûm.
Açıklamanın bundan sonrası özellikle ilginç, çünkü HTŞ, El-Kaide’nin “baş düşman” olarak nitelemesi beklenecek ABD’yi “Suriye devriminin ilk günlerinden beri açık ve net bir tutum sergileyememiş” olduğu için eleştiriyor. Yani ABD’ye, üstüne düşeni yapmamış, yer yer ihanet etmiş -yine de potansiyel!?- müttefik muamelesi yapıyor. Tamam, ABD’nin “diktatörleri ve zalimleri destekleme olan hakiki yüzü”nden sözediyor, fakat paragraftan, ABD “şahsî çıkarları” peşinde koşmasa pekâlâ “Suriye devrimine” yardım edebileceği mânâsı çıkıyor. Suriye’de muhalefetin silahlı örgütlere dönüştüğü süreç içerisinde ABD’nin maddî katkılarından bu ülkedeki El-Kaide kolunun ne kadar yararlandığını bilemiyoruz haliyle.
Sonraki paragrafta, “ABD Suriye devrimi için ne sunmuştur?” sorusu, yani eleştirisi veya sitemi yeralıyor. “Kendisini Suriye halkının dostları arasında saymak isteyen,” diyor HTŞ’ciler, “onların düşmanlarının saflarında durmaz, cellatlarını desteklemez ve askerî birliklerine karşı savaşmaz.” Baş düşmanınla böyle konuşmazsın herhalde. Hele bu baş düşman ufak hava araçlarıyla boyuna senin liderlerini avlıyorsa. Türkiye’yi yönetenlerin Hollanda hükümeti aleyhindeki sözleri bile çok daha sert.
“Tek ümmet projesi”
Açıklamanın yapılış gerekçesi, hatırlatayım, ABD başkanının Suriye Özel Temsilcisinin örgüte “El-Kaide” dediği taze demeci. Sözler bunun üzerine:
“Şam (Levant) ehlinin ümidinin bu mübarek projeye (HTŞ) bağlanmasından sonra, bugün ABD, sözcülerinden Michael Ratney’in diliyle, devrim güçlerinin birleşme konusundaki müstakil cesur kararlarını kötü göstermeye, amacından saptırmaya, bu kararlar hakkında korku ve şüpheler oluşturmaya ve nihayetinde direnişin genişlemesini durdurmaya, onu halkından ve dayanağından koparmaya çalışmaktadır. Yine ümitsiz bir girişimle aralarında fitne ve problemler çıkarmak ve nihayetinde istemiş olduğu içsavaş için ve Esad nizamı ve müttefiklerine yöneltilen silahların yönünü saptırmak için direniş güçlerinin işlerine ve iç saflarına müdahale etmeye çabalamaktadır.”
HTŞ, “El-Kaide değiliz, Suriye devriminin orijinal parçasıyız”ı anlatmak üzere kaleme aldığı bildirinin sonunda, ülke sınırlarının ötesine taşarak, projesini “tek ümmet projesi” olarak adlandırıyor. Ve kapısının herkese açık olduğunu belirtiyor -ki, bu da ister istemez ulusallık değil evrensellik çağrıştırıyor: “[HTŞ’nin] görüşü, hedefi ve maksadı açıktır. Gücü, etrafında bulunan sadık mücahitlerdir. Ümmetin önderleri, seçkinleri ve düşünürleriyle iftihar etmektedir. (…) her özgür Müslüman’ı mutlu etme hedefi için çalışmaktadır. Kimliğimiz ve projemiz budur.”
Görüldüğü üzre, “ümmetin önderleri, seçkinleri ve düşünürleri”ne atıf var, Suriye halkını değil “her özgür Müslüman’ı” mutlu etme hedefi sözkonusu.
Hayat da ilginç Heyet de
Yani: Biz El-Kaide’nin uzantısı, kolu değiliz, “Suriye devrimi” için çalışıyoruz, ama yürüttüğümüz, “tek ümmet projesi”, bağlılığımız da “ümmetin önderleri”ne. Rusya ile kolkola girmiş Türkiye’nin (Körfez’in, hattâ ABD’nin) desteğinden tamamen umudu kesmek istemeyen cihatçı, muhtemelen İdlib dümdüz edildiğinde de bu çelişkisini aşmış olamayacak.
İki noktayı önemsediğim için HTŞ bildirisinden bu geniş aktarımı yaptım:
İlki, Suriye’deki El-Kaide merkezli silahlı örgütlenmenin Suriye’nin çok ötesine uzanan “proje”sini apaçık tanımlaması. Böylece bileşimi, yapısı ve uluslararası bağlantısı tartışılırken HTŞ’nin, eğer El-Kaide kolu olarak anılmayacaksa, El-Kaide benzeri yeni bir uluslararası cihatçı örgüt kimliğiyle tanımlanması gerekecek. Sanırım buna gerek kalmayacak ve herkes “Suriye El-Kaide’si” demeye devam edecektir. Ancak onlar eylemlerini Suriye içerisinde tutmaya devam edecekler mi? Soru bu. Dışarıya taşacaklarsa ilk hedef Türkiye.
İkincisi, HTŞ’nin bir yandan kendini evrensel cihat örgütü olarak sunarken öbür yandan ABD’ye âdetâ sitem etmesi, Washington’a neredeyse, “şunları yaparsan dost değilsin, ama yapmazsan dost olabiliriz” mesajı vermesi. ABD’nin bildiride sayılan çeşitli yanlış tavırları, “Suriye halkını” onun “konumunu yeniden okumaya” sevk etmiş, örgüte göre! Yani baştan yapılan -ve ABD’nin bir şekilde dost görüldüğü- “okuma” sonra mecburen değişmiş; dolayısıyla yine değişebilir!?
Bütün bunların, ABD insansız hava araçlarının mütemadiyen Suriye’deki önemli El-Kaide’cileri vurduğu bir ortamda cereyan ettiğini tekrar hatırlatayım.
Hayat ilginç. Öyle görünüyor ki, “Heyet” de ilginç.
(NOT: Bildirinin Arapça’dan çevirisini Küresel Analiz sitesi yayımlamıştı, esas olarak oradan, “Muhammed Atta” adlı çevirmenin çevirisinden yararlandım, Türkçe’sinde yalnız ufak değişiklikler yaptım.)
Bu yazı P24 web sitesinde yayınlanmıştır.