Ümit Kıvanç
Kimsiniz ya siz! Olur mu olur… Bakarsınız hep beraber. Sevmeyiz biz Nobel mobel.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a mektup yazıp, OHAL’in kaldırılmasını, hukukun üstünlüğüne “bir an önce” dönülmesini ve ifade özgürlüğünün “tam olarak” sağlanmasını talep eden, Nobel ödüllü kırk beş yazar;
“yazar ve düşünürlerin hukuka aykırı olarak değerlendirilen gözaltı ve mahkûmiyetleri nedeniyle Türkiye Cumhuriyeti’ne, saygınlığına ve vatandaşlarının mutluluğu ile itibarına verilen zarara” cumhurbaşkanının “dikkatini çekmek” isteyen,
OHAL kaldırılıp hukukun üstünlüğü ve ifade özgürlüğünün teminiyle, Ahmet ve Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak’ın ve haksız yere gözaltında veya tutuklu olan başkalarının serbest bırakılabileceğini, bunun “Türkiye’yi tekrar özgür dünyanın gururlu bir üyesi yapacağını” ileri süren,
“Nisan 1998’de, okuduğunuz bir şiir nedeniyle kendiniz İstanbul belediye başkanlığından mahrum edildiniz, siyasi yasak aldınız ve 10 ay hapis cezasına çarptırıldınız” sözleriyle, cumhurbaşkanına tâ yirmi sene önceki hadiseyi hatırlatan,
o hadise hakkında “Bu adil değildi, hukuka aykırıydı ve acımasızcaydı,” diye konuşan ve lafı, “O dönem sizi savunan birçok insan hakları örgütü şu an ülkenizde yaşanan ihlaller karşısında dehşete kapılmış durumda,” diye bağlayan…
Svetlana Aleksiyeviç, Philip W. Anderson, Aaron Ciechanover, J.M. Coetzee, Claude Cohen-Tannoudji, Elias J. Corey, Peter Diamond, Gerhard Ertl, Albert Fert, Edmond H. Fischer, Andrew Z. Fire, Andre Geim, Sheldon Glashow, Serge Haroche, Oliver Hart, Leland H. Hartwell, Richard Henderson, Dudley Herschbach, Avram Hershko, Robert Huber, Roald Hoffmann, Tim Hunt, Kazuo Ishiguro, Elfriede Jelinek, Daniel Kahneman, Eric Kandel, Leon Lederman, Eric S. Maskin, Hartmut Michel, Craig Mello, Herta Müller, V.S. Naipaul, William D. Phillips, John C. Polanyi, Richard J. Roberts, Randy W. Schekman,Wole Soyinka, Thomas A. Steitz, Joseph Stiglitz, Thomas C. Südhof, Jack W. Szostak, Mario Vargas Llosa, J. Robin Warren, Arieh Warshel, Eric F. Wieschaus, Torsten Wiesel.
Kimsiniz ya siz!
Olur mu olur… Bakarsınız hep beraber. Sevmeyiz biz Nobel mobel.
Nobel ödülü sahipliğinin ağırlığı olacağını, kendilerinin bundan ötürü itibar göreceğini, sözlerinin dikkate alınacağını varsaymış ve cumhurbaşkanına mektup yazmışlar. Yazar ya bunlar, yazıyorlar. Tek bildikleri bu. Şahadet falan ara ki bulasın!
Entel dantel sevmeyiz biz.
Ama hiçbirimiz!
Peki niye yazıyorlar? Neyi niye yazıyorlar? Bizim Nobel ödüllü yazarımızın memlekette ancak korumayla dolaşabildiğini bilmiyorlar mıdır? Belki. Ama buna şimdiki iktidarın kendisininki dışında bütün sesleri kısma hırsının değil, önceki rejimin sahiplerinin örtülü marifetler tarihinin yolaçtığını, Nobel ödüllü yazarın vatan haini ilan edilmesinden, bugünün muhaliflerinden bir bölümünün hatırı sayılır ölçüde sorumlu olduğunu herhalde bilmiyorlardır. Yani… biliyorlarsa da idrak edemiyorlardır. Kolay kavranacak hakikat değil. Fethullahçılar araya sahte deliller kattı, kimi kendilerine engel görüyorlarsa içine atıp kaynatacakları kazan muamelesi yaptı diye bir anda “yok hükmünde” sayılan Ergenekon Davası’nın iddianamesinde Orhan Pamuk’a yönelik, tam çakal işi bir suikast girişiminin bütün ayrıntıları var. Yani Nobel Edebiyat Ödülü der demez, lafın, Emekli Albay Fikri Sönmez -tabancaya el bastırıp yemin ettiren adam diye hatırlayanlarınız çıkabilir- ve Kuvayı Milliye Derneği çevresinde yuvalanmış, telefonda, “Biz de Orhan Pamuk’u dökek,” diye konuşan birilerine geleceğini, Nobel ödüllü bu entel tayfası akledebilir mi?
Yabancı bunlar, yabancı! Bizim bünyemizi millî şeyimizi bilemezler. Allah bilir Kürtleri Ermenileri de sevenler vardır aralarında. İşte, diyorum, hepimize birden şey oluyor…
Öte yandan mesele şüphesiz Nobel de değil. “Dünya”nın, yani nefret ettiği o Batı’nın gözünde başarının gramını elde edebilmek için vücudunun yırtılabilecek her yerini yırtan bir topluma uluslararası düzeyde en itibarlı ödüllerden birini getirmiş yazarı dağlamak üzere kin ve öfke ateşi sadece uyduruk bir derneğin bahçesinde yakılmadı ki! Peki ama neden yakıldı ve bu ateş neyle beslendi?
Bugünkü ve önlenemezse yakın gelecekteki rejimin, hernekadar arasıra azarlanması senaryo icabı ise de esasen kabul görmüş siyasî muhalefeti, iktidar partisi ve liderini “Neden Çözüm Süreci gibi bir işe kalkıştın!” diye suçluyor hâlâ. PYD’nin eski eşbaşkanı, şimdi en üst düzey diplomatik temsilcisi Salih Müslim’le niye görüştün, onu niye Ankara’lara çağırıp ağırladın, onunla ne konuştun? “Kırmızı halılar döşerken iyiydi!” Motifler bunlar. İktidarı eleştirme motifleri. Motif değil tabiî; başlıbaşına mevzu. Çözüm Süreci’ni ciddîye almaya ve aldırmaya çalışan herkes tukaka edildi, ediliyor. Şimdi iktidar tarafından ediliyor, zamanında şimdinin muhalefeti tarafından edildi. Bugün gelinen vaziyet, 7 Haziran ertesini gölgede bırakan savaş tercihi ve yakın gelecekte ülkenin ancak savaşla yönetilebilir hale getirilmesi yönünde atılan adımlar, yarı-resmî muhalefet saflarından, asla Çözüm Süreci hakkında sarf edilen kötü söz miktarıyla kıyaslanabilecek tepki almıyor.
Şu işe bakın ki, bugün Türkiye’yi bütün Batı dünyasıyla kavgalı hale getirmeyi siyasî bekâ projesi -ülkenin değil iktidarın bekâsı- yapmış iktidarın, zamanında en çok suçlandığı, hakir görüldüğü mevzulardan biri de Avrupa Birliği’ne yönelmesiydi! AB’ye katılmayı savunan herkes de tukaka edildi.
Şimdi aklıma düşüverdi: “Oslo’da teröristlerle kim görüştü!”, bildiğiniz üzre, kabul görmüş muhalefetin en baba “sert çıkış”larından. Şu işe bakın ki Oslo da Avrupa’da! Küçümsüyoruz ama pekâlâ bir taşla iki kuş olmuş bu. Bir yerinden kırmızı halıyı da katabilirlerse, bu siyaset ustalığıyla, değil Ankara’da iktidar olmak, Angela Merkel’le koalisyon yapıp Almanya’nın başına bile geçebilirler. Ama onlar Nazi; biz güzeliz. İstemeyiz Almanya’nın başına geçmek. Muhalefetin başına geçmek isteriz. İyiyiz böyle.
Peki demokrasi mecburiyeti nedeniyle AB’den ölesiye nefret edenler veya insan hakları konusundaki müdahalelerini, sığınma imkânlarını, işsizlik parasını filan alalım ama “onlar ortak biz pazar” çizgisinden de sapmayalım, diyenler, bugün neden mesut değil?
Üstelik “ABD-AB emperyalizmi” ile de şimdiye kadar görülmemiş şekilde ve dozda papaz olunmuşken? “Putin Reis” muhabbeti beklenmedik ölçüde geniş bir çevrenin, şöyle, içini ısıtmışken… Hazır Ahmet Altan, Mehmet Altan da, oooh!, hapislerde sürünüyorken…
Sorunun cevabı, fiille değil faille meşgûl ezcümle siyasî hareket, parti, kişi ve kurumlarımızın paylaştığı zihniyetin özüne damardan yaklaşım sağlayacaktır. Yalnız dikkat etmek lazım, hepimiz aynı zihniyette olduğumuzdan, yaklaştığımızı fark etmeyip birden çarpabiliriz. Bizzat AKP iktidar pratiği, din gibi, kendine ait koskoca evrene sahip bunca etkili bir kültürel müessesenin bile cemiyetimizin üzerine bina edildiği esaslarda çentik açamadığını ortaya koydu: Yapılanı severiz, yapandan ötürü ya da: yapılana kızarız, yapandan ötürü. Yapan biz değilsek yapılan kötüdür. Sopayla da derdimiz yok parayla da; mesele, bunların kimin elinde olduğu. Daha fazla çeşitlendirmeyeyim, herkes kendini biliyor nasıl olsa.
Esas sopayı hiçbir zaman eline geçirme ihtimali bulunmayan da, ufak sopalar imal edip yanıbaşında “zayıflar” arıyor. Yoksa üretiyor.
Bu yazı yüzünden yine küfür-hakaret furyası başlarsa çamur ona da sıçramasın diye adını yazmıyorum, genç bir arkadaşım (tweet’lerle) şöyle bir bilgi paylaştı dün:
“Mihaylovski, Dostoyevski’nin en önemli özelliğini şöyle yazmış: ‘O, insandaki tüyler ürpertici bir özelliği, gereksiz zalimliği keşfetti.’ Mihaylovski’nin açıkladığı bu kavram Hannah Arendt’in kolektif kötülük tanımını aşıyor: ‘Acı verme eylemindeki bu nedensizlik yılmak bilmiyor, kendi kendini yeniliyor. Gözü bir zayıfı arıyor; bulduğunda kendi karanlık ruhunun da hazzına eriyor’.”
Siyasî meselelerden daha derin mesele kaynakları var. Bizim sorunumuz büyük, değerli okurlar. Ve derin.
Sanırım bundan böyle bütün yazılarımın bir yerine, “acı verme eylemindeki nedensizlik”in durmadan kendini yenilemesi ve “gözü bir zayıfı arama”ya dair bu bilgeliği sıkıştıracağım. Yazının vitrini olsa, oraya koymayı tercih ederdim.
“Gözü bir zayıfı arıyor… bulduğunda karanlık ruhunun hakkına eriyor…”
Bir anahtar bu kadar çok kapıyı mı açar!..
Bu yazı P24 web sitesinde yayınlanmıştır.