‘Polisiye edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz VI.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin, 22.01.2015 tarihinde yapılan sekizinci toplantısında, Burcu Aktaş, Arjantinli yazarlar Jorge Luis Borges ile Adolfo Bioy Casares’in ortaklaşa yazma girişimlerinin sonucunda yaratılan üçüncü kişi adına kaleme aldıkları,Bustos Domecq’in Don İsidro Parodi’ye Altı Bilmece kitabını tartışmaya açtı.
Jorge Luis Borges, Buenos Aires’te doğar. Çocukluğu, Atölye’nin konusu kitapta da söz edilen, gece klüpleri ve randevu evlerinin bulunduğu, bıçak çekip kavgalar eden vahşi erkeklerle, tangonun ritmiyle dans eden arzulu kadınların olduğu, hareketli ve yoksul bir mahalle olan Palermo’da geçer. Babasının annesi İngiliz olduğu için evde iki dil konuşulan orta sınıf ailenin değerleri ve yaşam biçimi bu mahalleye pek uymaz. Borges, entekeltüel bir ortamda, sokaklardan çok ev içinde, evlerindeki büyük kütüphane ve bahçede vakit geçirir. Kütüphane ve bahçe Borges’in belleğine sızan, hayalgücünü ateşleyen ve birçok öyküsünde tekrar tekrar karşımıza çıkan imgeler halini alır. Borges evreninin bir diğer vazgeçilmezi kaplan da, çocukluk yıllarında en sevdiği şey olan hayvanat bahçesi ziyaretlerinden belleğinde yer eden imge olur.
Yedi-sekiz yaşlarında Don Kişot’tan esinlenerek hikâyeler yazmaya başlar. Dokuz yaşındaysa, çevirmen annesinin desteğiyle, Oscar Wilde’ın‘Mutlu Prens’ini İngilizce’den İspanyolcaya çevirir ve çeviri yerel gazete El Pais’te yayınlanır.
1914’te, Borges 15 yaşındayken, gözleri giderek kör olmaya başlayan avukat babasının tedavisi için ailece Cenevre’ye taşınınca eğitimine burada devam eder.Bu dönemde, soyut edebiyat aracılığıyla dünyayı bambaşka bir şekilde yeniden keşfeder. Aile I.Dünya Savaşı sırasında İspanya’ya, 1921’de de Buenes Aires’e taşınır.1923 Yılından itibaren şiirle yayın hayatına girer.
Kötü şöhretli tarihi kişilerin yaşamöykülerini gerçek ile kurguyu harmanlayarak anlattığı sıradışı hikâyeleri, daha sonraları ‘büyülü gerçekçilik’in ilk örneklerinden sayılacaktır. Asıl ‘Borges stili’ 1935″te yazdığı ve hayâlî bir romanı eleştirdiği ‘Al-Motasim’e Bir Bakış’ isimli öyküsüyle doğar. Bu kitap Latin Amerika edebiyatını derinden etkiler ve yayımlandığı tarih bu edebiyatın bir dönüm noktası olarak nitelenir. Borges bu eserle, kendi evreninin sonsuz labirentlerinin kapılarını okura açmıştır.
1946’da Juan Peron iktidara geldiğinde, muhalif olduğu için çalıştığı kütüphanedeki görevinden uzaklaştırılsa da, Peron’un devrilmesinden sonra, 1955’te ‘cenneti kitaplık biçiminde düşleyen’ bir adam olarak, Ulusal Kütüphane’nin müdürlüğüne getirilir.
Borges tam o sıralar, babasından miras kalan genetik hastalık sonucu tamamen kör olur. Ancak üretmeye desteklerle devam eder. Düşler evreninde yaşayan bu kör kütüphanecinin edebi dehası, 1961’de Samuel Beckett’le birlikte Uluslararası Yayımcılar Ödülü’nü kazandığında, tüm dünyaya ulaşır. Adı, aklın ve düş gücünün sınırlarını zorlayan hikâyeleriyle, 20.yüzyılın klasikleri arasına katılır. Borges, Latin Amerika Edebiyatının dünya çapında da geniş bir aydın kitlesine ulaşmasında çok önemli bir rol oynar. Evrenin kütüphanecisi, Latin Amerika´nın ve dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden, çok sayıda yazarın üslübunu, tekniğini ve edebiyat hakkındaki düşüncelerini neredeyse tek başına değiştirir.
Tanrı´yı bulma olasılığı, ölümsüzlük, sonsuzluk ve sonsuz olasılık, döngüsel zaman, ebedi tekrar gibi olgular, aklımızdan geçen her şeyin gerçekten yaşandığı ya da yaşanmasının mümkün olduğu, en küçük olgunun tüm evreni içerdiği, her insanın bir başkası olduğu gibi düşünceler, kaplan, gül, ‘öteki ben’, kum, labirent, ayna gibi imgeler ruhumuza işler.
Varlıklı bir aileden gelen ve Borges’ten on beş yaş küçük olan Adolfo Bioy Casares, Arjantin kültürel sahnesinde aktif rol oynamış, 1990 yılında İspanyol edebiyatının en prestijli ödülü olan Cervantes ödülüne layık görülen bir yazar.
Dostu Borges’in hantallığına, utangaçlığına, uzun romanlar yaratmadaki âcizliğine iltifatlar yağdırarak uzunyıllar sürecek bir edebiyat dostluğu kurarlar ve birlikte uzun bir edebiyat yolculuğuna çıkarlar.
Akşam yemeklerinin sonrasında yaptıkları olay örgüsü alışverişleri bir süre sonra, üçüncü bir kısa öykü yazarına dönüşürler.Borges ve Bioy, ağzı sıkılık ve naziklik gibi değerleri benimserler. İki dost birlikte çalışarak, detektif öykücülüğü ve antoloji konularında eserler verirler. Detektif öyküleri için, takma adlar kullanırlar. Ailelerinden gelen isimlerle Borges, Bustos Domecq, Bioy Suárez Lynch olurlar.
Bustos Domecq ikisinin arasına yerleşir, onları keyfince yönetir, fantezilerini ve üslubunu onlara zorla kabul ettirir. Yeni kelimeleri, kötü Latince’yi, beylik sözleri, tutarsız metaforları, mantıksızlıkları, tumturaklı anlatımı kullanır ve kötü kullanır. Ortaya çıkan şey gerek Bioy Casares’in gerekse Borges’in metinlerimden tamamen farklı bir şeydir. Yani aralarında, ikisine de benzemeyen adeta bir üçüncü kişi yaratırlar.
Borges, ‘anlatıcı kendi dediğini zor anlıyormuşçasına’, kendilerinden farklı ve daha matrak olan üçüncü bir kişilik yaratmış oldukları için, kimin neyi yazdığının belli olmadığını ifade edenlere meydan okuyarak, birlikte nasıl çalıştıklarını, büyülenmişcesine anlatır. Bioy ‘O öyküleri yazmaya devam ettik, çünkü çok eğleniyorduk. Kahkahalarımız hiç tükenmiyordu,’ der.
1967’de, Crónicas de Bustos Domecq kitabından sonra iki yazar da gerçek isimlerini kullanmaya başlar. 1942 ve 1977 arasında, 39 öykü, iki film senaryosu yazarlar.
Borges, ‘Genellikle, elimize kalemi almadan önce entrikayı beraberce inceleriz. Yazmaya başlamadan önce öykünün bütünü hakkında konuşuruz. Öykü yazıldıktan sonra eğer falanca sıfatın veya filanca cümlenin Bioy’a mı yoksa bana mı ait olduğunu sorarsanız, buna cevap veremeyiz,’ der.
Borges’e göre polisiye altı maddeye göre olmalıydı;
- Polisiye hikâyelerinde en fazla altı karakter olmalı.
- Hikâyenin özetini en baştan yap.
- Okurun kendi zekâsını kullanmasına izin ve yazardan önce hikâyeyi çözmesine izin ver.Son ile ilgili son beş sayfayı okuyana kadar hiçbir şey öğrenmesin.
- Suç aletlerinde ekonomi yap. Gereksiz duraklara götürme. İlginç bir alet savuracağım diye okuyucuyu savurma.
- Bir hikâyenin nasıl gerçekleştiğini merak ettireceğine kimin gerçekleştirdiğini merak ettir.
- Sır tek bir şekilde çözülmeli.
Atölyemizin tartıştığı kitabın başkişisi olan Don Parodi, iki yazarın yarttığı bir dedektifti. Parodi, yalnışlıkla hapisaneye kapatılmıştı. Polis tarafından tuzağa düşürülmeden önce berberlik yapan, bitki çayını çok seven, 40 yaşında, şişman, bir parça sağır, detektifliği ‘oturduğu yerden’ icra eden aykırı bir kişiydi. Parodi’nin, işçi sınıfından gelen, hareketsiz ve şişman bir adam olmasını isteyen Borges olur. Kendi alaycı bir otoportresi olarak çizilir. 273 Numaralı hücrede kalan Parodi’ye, her bölümde, farklı bir kişi tarafından aktarılan bir ölümü çözümlenir.
Don Parodi, kriminal vakaları, çözümleme yoluyla aydınlatır. Don Parodi’nin bir parodiden farksız olan hikâyesinde bütün sosyal sınıflarla alay edilmektedir.Don İsidro Parodi’ye Altı Bilmece’de rasyonel aklın gücüne dayalı salon polisiyeleri ve snob detektif tipi alaya alınmaktaydı. Hapishanede bir hafiye yaratılıyordu. Borges, kitabın Arjantin üzerine bir taşlama olduğunu söyler.
Altı adet dedektiflik öyküsü bir aradaydı. Öykülerin tamamı iki aşamalıydı; Parodi’ye yapılan ilk ziyaretle bilmecenin sunuluşu ve ikinci bir ziyaretle çözümün alınması.
Polisiye edebiyatta alışık olduğumuz erkek ağırlıklı, kısmen ayrımcı ve ön yargılı dil, az da olsa, burada da karşımıza çıktı. ‘Erkek sözü’ veriliyor, haddini bilmeyen ‘İngiliz kadın’oluyor,’Kaba Yahudiydi,’ gencin koyu, neredeyse kara teni ona olumlu yaklaşmamı engellemişti’. Ancak Atölye, yitik kahramanların anlatıldığı, sosyal sınıflarla dalga geçildiği, iki yazarın hayal gücünün yarattığı üçüncü yazarın üslubunu ve kitabını bir bütün olarak, barışçıl olarak değerlendirdi.