‘Fransız Edebiyatında Savaş ve Barış’ temalı XIV. Dönemine giren Atölyenin 24 Mayıs 2023 tarihli on altıncı oturumunda Hatice Morkaya Pascal Quignard’ın ((1948) yaşadığı dönemden, bu dönemin önemli sosyo politik gelişmesi olarak Paris’te başlayan/yaşanan ancak bütün dünyaya yayılan, etkisi uzun yıllar süren ‘68 Olayları’ndan, atölyenin konusu Amerikan İşgali’nden (1994) söz ettikten sonra kitabı katılımcıların tartışmasına açtı.
1968 Mayıs Olayları, Fransa’nın yakın tarihinin en önemli kırılma noktalarından birini oluşturur. 1968 Mayıs ve Haziran aylarında, Fransa’da tutucu De Gaulle iktidarına karşı Nanterre Üniversitesi’nde başlayan öğrenci hareketinin, giderek büyümesi, işçi sınıfının desteğini almasıyla ülke çapında ayaklanmaların, fabrika işgallerinin ve genel grevin yaşanmasına yol açarak büyüyen, meclisin lağvedilerek seçimlerin yeniden yapılmasıyla sonuçlanan ve etkisi tüm dünyaya yayılan harekete verilen addır. 1968 Mayıs Olaylarının üç aşamadan oluştuğu kabul edilir: öğrenci hareketlenmelerinin başlaması, işçilerin eylemlere destek vermesi ve yarattığı siyasi sonuçlar.
1958’de Cumhurbaşkanlığına gelen II. Dünya Savaşı kahramanı Charles De Gaulle, 1965’te yeniden aynı göreve seçilir. Fransa ekonomik anlamda daha sonra ‘Görkemli 30 yıl’ olarak adlandırılacak olan en rahat dönemlerinden birini yaşamaya başlamıştır. Ancak alınan ekonomik kararlarla işsiz sayısında kayda değer artış görülmeye başlanmış, işçilerin hak iddialarıyla devam eden süreçte De Gaulle giderek daha otoriter bir yönetim biçimini benimseyerek daha çok eleştiriye yol açmıştır. Fransız Televizyonu ORTF’nin tek yanlı yayınları eleştirenlerin seslerini yükseltmelerine yol açmıştır.
Paris’te Nanterre Üniversitesi’nde öğrenciler ve yönetim arasında süregelen anlaşmazlıklar sonucunda, Üniversite’nin dekanı 2 Mayıs 1968 günü Üniversite’nin kapatılmasına karar verir. 3 Mayıs günü, yaklaşık 400 öğrenci, Nanterre Üniversitesi’nin kapatılmasını protesto etmek için Paris Sorbonne Üniversitesi’nde toplanır. Göstericiler, herhangi bir uyarı yapılmadan polis tarafından dağıtılır, emniyet güçleri üniversiteye girerek işgal başlatır. 6 Mayıs günü, Fransa Öğrencileri Ulusal Birliği UNEF’in çağrısı üzerine, 20.000 kadar öğrenci, üniversite hocası ve halktan destekleyenler Sorbonne’a doğru yürüyüşe geçer. Polis ile yürüyüşçüler arasında çatışmalar yaşanır, yüzlerce kişi tutuklanır. Ertesi gün, Arc de Triomphe’da (Zafer Takı) toplanan öğrenciler üç temel istekte bulunur: tutuklanan öğrencilere karşı suçlamaların geri alınması, polislerin üniversiteden ayrılması, Nanterre ve Sorbonne Üniversiteleri’nin yeniden açılması.
10 Mayıs günü, Üniversitelerin bulunduğu şehrin Sol Yakası’nda toplanan yürüyüşçülerin göstericilerin Sağ Yaka’ya geçişi güvenlik güçleri tarafından engellenir. Polisin, gece saat 2.15’te protestoculara saldırmasıyla başlayan çatışmalar sabaha kadar sürer, yüzlerce insan tutuklanır, yaralanır. Olaylar radyodan canlı olarak yayınlanması, yaşananların ertesi gün televizyondan gösterilmesiyle, polisin aşırı güç kullanımı karşısında, şarkıcılar, şairler, aydınlar destek vermeye başlar.
Devrimin öğrencilerden değil, işçilerden gelmesi görüşünde olan Komünist Parti’nin harekete kısmen destek vermesine karşın başta Genel Emek Konfederasyonu (CGT) ve İşçi Kuvveti (CGT-FO) olmak üzere sol sendikalar, 13 Mayıs günü için genel grev ve gösteri çağrısında bulunurlar. 13 Mayıs günü Paris’te bir milyonun üzerinde kişi yürüyüşe geçer. Polis çekilmiştir. Başbakan Georges Pompidou tutukluların salıverileceğini ve Sorbonne Ünivers,tesi’nin açılacağını ilan eder. Ancak gerginlik yine de azalmaz, aksine tepkiler daha da artar. Sorbonne açılınca öğrenciler okulu işgal ederek özerk bir ‘Halk Üniversitesi’ kurulduğunu ilan eder. Televizyonda artık söz hakkı verilen öğrenciler amaçlarının ‘tüketim toplumu’nu yok etmek olduğunu ilan der.
Ardından fabrika işgalleri başlar. 14 Mayıs günü birkaç fabrikada başlayan işgaller, 16 Mayıs’ta 50 fabrikanın işgal edilmesiyle devam ederken 17 Mayıs günü 200.000, 18 Mayıs günü 2 milyon işçi greve çıkar. Bir hafta sonra grev yapan işçi sayısı toplam işgücünün yaklaşık 2/3’üne karşılık gelen 10 milyon sayısına ulaşır.
Ancak grev hareketi sendikaların denetiminden çıkar, işçiler, maaş artışına ek olarak Cumhurbaşkanı De Gaulle ve hükümetin istifa etmesini, fabrikalarını kendilerine devredilmesini ister. Hükûmet, sendikalar ve işverenler arasında yapılan müzakereler sonucunda 27 Mayıs günü kendi aralarında bir mutabakata varırlar: Grenelle Anlaşmaları ile asgari ücretin %35, ortalama ücretin de %10 artmasını öngörülmektedir. Ancak anlaşmalar, işçi sınıfı tabanı tarafından reddedilir. 27 Mayıs günü, Fransa Öğrencileri Ulusal Birliği UNEF önderliğinde Paris’in Sebastian Charléty stadyumunda yaklaşık 50.000 kişi toplanır ve hükûmetin istifa etmesini ve seçimlerin yapılmasını talep eder.
29 Mayıs günü, De Gaulle o gün için öngörülen bakanlar kurulunu erteler, “Onlara Elysée (Cumhurbaşkanlığı) Sarayı’na saldırma fırsatı vermek istemiyorum. Beni savunmak için kan dökülürse üzücü olur. Gitmeye karar verdim: kimse boş bir Saraya saldırmaz” der ve helikopterle Paris’ten ayrılır. De Gaulle gittiği Almanya’nın Baden-Baden kentindeki Fransız askeri üssünde, General Jacques Massu ile görüşür. Ordunun desteğine sahip olduğunu düşünen De Gaulle, memleketi olan Colombey-les-Deux-Églises’e döner. 30 Mayıs günü, CGT sendikası önderliğinde yaklaşık 500.000 protestocu Paris’te yürüyerek ‘Elveda De Gaulle’ sloganları atar. Devrim olasılığı konuşulmaya başlanmıştır. Ancak Fransız Komünist Partisi sokak devrimine destek vermez, kamu binaları işgal edilemez, hazır durumda tutulan ordunun kullanılmasına gerek kalmaz. 30 Mayıs günü, Başbakan Pompidou istifa tehdidiyle De Gaulle’ü Meclisi lağvetmeye ve seçimlerin düzenlenmesine ikna eder. De Gaulle, görevine devam edeceğini, bununla birlikte seçimlerin 23 Haziran’da düzenleneceğini, işçilerin eylemlerini bırakmaması durumunda olağanüstü hâlin ilan edileceğini ifade eder. Konuşmadan sonra, yaklaşık 800.000 De Gaulle destekçisi, Fransız bayrağını dalgalandırarak Champs-Elysées’de (Şanzelize Caddesi) yürüyüşe geçer.
Bundan sonra öğrenci ve işçi eylemlerinin hızı azalır. Polis, 16 Haziran günü Sorbonne’a girer ve De Gaulle’ün korktuğunun aksine, 23 ve 30 Haziran’da düzenlenen seçimlerden partisi galip gelir. Bununla birlikte, De Gaulle’ün siyasi zaferi kısa süreli olur. 27 Nisan 1969’da merkezî otoritenin bölgelere dağılması ve Senato’ya üye olma kriterlerini yeniden düzenlemeye yönelik referandumun arkasına siyasi ağırlığını koysa da %52,41 hayır oyunun çıkması sonucunda görevinden ayrılır.
Fransa’da yaşanan siyasî sonuçlarının ötesinde, 1968 Mayıs olaylarının hem Fransa’da hem de dünyadaki etkisi, kültürel, toplumsal ve ekonomik alanlarda yoğun olarak hissedilir. Toplumda geleneksel kuralların reddedilmesi ve otoritenin sorgulanmasına yol açan ‘özerklik’, ‘kişisel gelişim’, ‘yaratıcılık’ ve ‘bireye önem verilmesi’ gibi yeni değerler ortaya çıkar. Olayların sonrasında, özellikle 1970-1975 yıllarında, ahlaki kurallar tartışmaya açılır. Bu bağlamda cinsel özgürlük ve feminizm gelişir. Komünizme inanç azalır, solcu çevrelerde kötümserlik ağırlık kazanır. Eğitim alanında gelişmeler görülür, öğrenci artık bir ‘çırak’ değil kendi eğitimi konusunda söz hakkı olan bir ‘birey’ olarak görülmeye başlanır, eğitimde ifade özgürlüğüne, tartışmaya daha çok yer verilir, öğrenci ve ebeveynler okul meclislerine dahil olur. Kiliseye olan inanç da sarsılmalar yaşanır, bundan sonra, dinin gereklerini yerine getirenlerin sayısında kayda değer azalma görülür.
1968 Mayıs Olayları sırasında Üniversitelerde, yollarda atılan slogan ve duvar yazıları çeşitlenir.
• Yasaklamak yasaktır.
• Her iktidar bozar. Mutlak iktidar mutlaka bozar.
• Kurumların halka hizmet etmesini istiyoruz, halkın kurumlara değil.
• Devrim komitelere (partilere, kuruluşlara) değil size aittir.
• Kapitalizmin bekçileri ya da hizmetçileri olmak istemiyoruz.
• Kapitalizmin köpeği ya da hizmetkârı olmak istemiyoruz.
• Gerçekçi olun, imkânsızı isteyin.
• Anlatılan senin hikâyendir.
Pascal Quignard
Fransız yazar ve viyolonsel sanatçısı Pascal Quignard 1948 yılında Verneuil-sur-Avre’de doğar. Dilbilimcilerin ve müzisyenlerin olduğu bir aileden gelmektedir. Babası edebiyat öğretmeni ve yazar Jacques Quignard’dır.
1955-1958 Yılları arasında Havre kentinde ilkokulu, Sevr’de liseyi okur. 1966-1968 Yılları arasında Paris Nanterre Üniversitesi’nde felsefe okurken 1968 Mayısında Paris’te yaşanan öğrenci hareketinin içinde yer alır.
İlk kitabı ‘Kekemeliğin Varlığı’ isimli bir denemedir ve 1969 yılında yayınlanır. Bu kitabı ile dikkatleri çeker, Gallimard Yayınevi’ne ait Efemer dergisinde editörlüğe başlar. 1976 Yılında ‘Okuyucu’ adlı ilk öyküsünü, ardından 1980’de Eleştirmenler Ödülü aldığı ‘Carus’ adlı ilk romanını yayımlar. 80’li yılların ikinci yarısında Gallimard Yayınevi tarafından yazarın kamuoyunda tanınmasını sağlayan iki romanı yayınlanır: 1986 yılında ‘Wütemberg Salonu’ ve 1989 yılında ‘Şambord Merdivenleri’. Daha sonra Gallimard’da editoryal gelişimden sorumlu genel sekreter olur. ‘Küçük İncelemeler’in sekiz cildinin 1990’da yayınlanması ve 1991’de yeniden basılması, çalışmalarının kapsamının edebiyatla sınırlı kalmadığını gösterir.
Aynı yıl (1991), sinemaya da uyarlanacak olan ‘Dünyanın Bütün Sabahları’ adlı romanını ve filmin
senaryosunu yazar. Bu eser Quignard’nın dönemin en önemli yazarlarından biri olarak ün kazanmasını
sağlar. Eserde, kemanı ile insan sesindeki tüm tınıları çıkarabildiği söylenen ve karısının ölümüyle iyice
içine, müziğine kapanan Sainte Colombe ile ondan müziğin sırlarını öğrenmek isteyen genç bir öğrenci,
Marin Marais’in ilişkilerini anlatır.
1994 yılı, Quignard’nın yaşamında ve çalışmalarında çok verimli bir yıl olur;‘Amerikan İşgali’, ve ‘Cinsellik ve Korku’ isimli eserleri yayınlanır. Aynı yıl yazar aniden yayıncılıktaki profesyonel çalışmalarından ayrılır, editörlük görevinden istifa eder, ardından müzik kariyerini bırakır, kendisini sadece edebiyata adar. 1997 Yılında kalp krizi geçirir. Bu deneyim ona kurgu, teori, diyalektik, rüya, kısa öykü, günlük, roman, anlatı, şiir, deneme, mektup sanatı, fragman ve aforizmayı bir araya getiren ‘Gizli Hayat’ı yazması için ilham verir. di. Bu yeni edebi biçim, çalışmalarına belirleyici bir yön verir. (‘bende tüm türler düştü’ der). 2000 Yılında ‘Roma’daki Teras’ yayınlanır. Roma’daki Teras’ta, bir insanın başına gelebilecek en trajik durumdan en büyük tutkunun nasıl doğduğu anlatılır. Bu kitabı ile Fransa Büyük Roman Ödülünü
alır. Bu eserinden sonra, artık sadece çalışmalarının tüm temalarını bir araya getiren, özetleyen ve kesiştiren ‘Son Krallık’ın yazımına başlar. Son Krallık’ın ilk üç cildi 2002 yılında yayımlanır, 2005 yılında iki cilt daha yayımlanır. 2002 Yılında Son Krallık’ın birinci cildi olan Gezgin Gölgeler romanı ile Goncourt Ödülünü kazanır. Bu ödülü kazanan ilk kurgu dışı eser olması nedeniyle tartışmalı bir seçim olduğu dile getirilir. .
2006 Yılında yayınlanan Villa Amalia sinemaya uyarlanır. Villa Amalia bir kadının orta yaşında her şeyi sıfırlayarak hayata yeniden başlamasını anlatan bir romandır. Son Krallık isimli eserini yazmaya başladıktan sonra Quignard, uzak ve donmuş geçmişe, hareket halindeki geçmişe, masala ve dilin işlevine odaklanır. Bu durumu şöyle özetler: “Toplumun yaptığı gibi, dilin varlıkları olduğumuzu söylemek son derece yanlıştır. Bizler konuşan varlıklar değiliz, süreç içinde konuşan varlıklar oluruz. Dil, ne başlangıçta ne de sonda yoktur, çoğu zaman konuşma, yaşam sona ermeden önce bile kaybolur.”Pascal Quignard 2016-2018 yıllarında ‘Karanlıktaki Sahil’turnesi için üç yıl boyunca tiyatrodan tiyatroya dolaşır, sahnede edebiyat yapmaya başlar.
Fransız edebiyatının en üretken ve en özel yazarlarından olan Pascal Quignard Türkiye’de çok
güzel bir barok müziğin eşlik ettiği ‘Dünyanın Tüm Sabahları’ filmi ile tanınır. Eserleri, çağdaş Fransız edebiyatının en önemli eserlerinden kabul edilmektedir. Quignard’nın çalışmaları 2004 yılında bir bilimsel toplantının konusu olur. Toplantı notları Galileo Yayınevi tarafından 2005 yılında yayınlantır.
Eserlerinde mistik bir boyut vardır. Karanlığın Performansları kitabında “İnsan kendisini boşuna ateist
olarak adlandırıyor. Her ne pahasına olursa olsun, kendisini çocukluğun egemenlerinden kurtarmak,
tiranlardan kaçmak, tanrılardan uzaklaşmak gerekli olsa da, kişinin bunu iddia etmesi boşunadır. Baskı,
unutulmaz olanı tanımlar. Baba Tanrı’nın yerini tamamen boş bırakmak çok zordur” der.
Pascal Quignard’ın kitapları çok geniş bir ufka açılır. Öncelikle felsefi derinliğiyle okuru edebiyat, kurmaca,biyografi alanlarında dolaştırır. Yazarın bir başka özelliği de yaratıcı esin, yaratma tutkusu ve ölüm
arasındaki esrarlı ilişkiyi yeniden kurgulayarak okura felsefi bir evrenin kapısını açmasıdır. Tarihin karanlığında kalmış sanatçıları, hikâyeleri, kahramanları çağdaş okura tanıtır. Bazı anlatıları yetişkinlere seslenen masal gibidir (Adı Dilimin Ucunda). Kimisi de denemeye yakın duran anlatılardır; ‘Düşünmekten Ölmek’ felsefi olmayan düşünme biçimini Ulysses’in köpeğinden yola çıkarak anlatır; ‘Attan Düşenler’ Fransız edebiyatında ve tarihinde yükselenlerin tersine, düşerek hayatını kaybedenleri anlatır. ‘Villa Amalia’ bir kadının orta yaşında her şeyi sıfırlayarak hayata yeniden başlamasını konu eder; ‘Chambord Merdivenleri’ alışılmadık bir koleksiyonerin geçmişe tutkusunu anlatır.
Her yapıtın tarih, müzik, edebiyat, resim, mitoloji ve felsefeyle örülü bir arka planı olduğu gibi yazarın ilhamı bazen Proust bazen Montaigne’in ruhundan beslenir. Benzer biçimde, Lacan, Levinas, Freud,
Nietzsche’ye uzanan entelektüel birikimi aynı zamanda edebiyatın ilksel köklerini yazıya taşır. Başlangıcın
öncesi, ilksel hareketin peşindeki yazar, yaşam ve ölüm arasında biricik, tekil, özel ve yalnız olan insanı
anlatır. Pascal Quignard’ın üretken yazarlık kariyerine damgasını vuran müzik bilgisinin yanı sıra derin klasik kültürü ve felsefi birikimi onu araştırmacıların gözünde gerçek anlamda bir “hümanist” yapar. Çok yönlü ve çok boyutlu bir yazma pratiğiyle kurduğu yapıtı, günümüz edebiyat dünyasına yazarın kendine özgü tınısını katarak edebiyatı zenginleştirmektedir. Biçimsel ve biçemsel titizliğinin yanı sıra, dilin kökenlerine uzanan kavramsal/anlamsal açımlamalar, felsefi yorumlar ve ele aldığı konuya ilişkin teknik bilgiler Quignard’ın yazı evreninin temel özelliğidir. Her sözcüğü keskinlikle ölçülüp biçilmiş, tavında uzun uzun işlenmiş bir biçem/üslup okumayı baş döndürücü bir deneyime çevirir. Pascal Quignard çoğu eleştirmenin kabul ettiği gibi, bir üslup/biçem ustasıdır. 39’dan fazla kitabı bulunmaktadır.
Amerikan İşgali kitabında Fransa’nın, II. Dünya Savaşı’nda, Almanya tarafından işgal edilmesinden sonraki dönemi anlatır. Bu dönemi konu edilen çok sayıda kitap yazılmış olsa da savaş bittiğinde, Fransa bu kez de kurtarıcıların görünmez boyunduruğu altına girmesini konu eden, bu konuya değinen ilk, belki de en önemli romandır. ABD’nin Fransa’nın küçük bir kasabasında uyguladığı kültürel hegemonyasını işler. Pascal Quignard, küçük bir taşra kasabasındaki toplumsal yaşamı anlatırken, kuru bir kapitalizm eleştirisi
yapmak ya da geleneksel değerlere övgüler düzmek yerine, yaşamın ve insanın karmaşıklığını gözler
önüne serer. “Hiçbir şey, bu dünyadaki hiçbir şey zapt edilemiyor, elde tutulamıyordu. Bu dünya bir
türlü toparlanmıyordu. İçinde yaşamanın söz konusu bile olmadığı dünya. Çünkü bu dünyada ölüm vardı”.
“ Ne zaman biter savaş?”
“Amerikalılar işgal etti. Kadının bakışlarında, kardeşlerin kaldırdığı yumruklarda, homurdanan babanın sesinde, toplumsal bağların her birinde düşmanca bir şey duruyor hala. Bir şey elde etmek istiyor. Bir şey öldürmek istiyor…Çabalarımızın amacı sağ kalarak akşamı etmek… Masumiyet dolu yüzünde ıstırap da okunuyordu…”
“Giysiler yıpranır. Sesler değişir. Aynalar parlaklığını yitirir. Bahçe demirleri ve savaş silahları paslanır. Karanlık kemirir dünyayı. Azalan arzuyu kurtaracak tek şey kindir. İntikam bir hedef sağlar günlerin akışına.”
“Sadece kin kaldı bugüne.”
“Amerikan kamyonları gidiyorlardı. Demek ki US’ler home’a geri dönüyorlardı. Ama doğrusu bütün dünya home olmuştu.”
“Her şeyin gerçekdışı olduğunu keşfedince insan, kurtuluş olanaksız.”
“Özgürlük insanı terk etmişti.”
Ama “Umudun kalmadığı yer, cehennem.”
Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi XIV. Dönemini umutla bitiriyor. Umut yoksa her yer cehennem çünkü.