26 Aralık akşamı Atölye’nin beşinci kitabı Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları’nı tartışmaya Esra Akbalık hazırladı. Latife Tekin’in masalsı anlatımının kökenini anlamamıza yarayan yaşam öyküsü ve edebiyat tercihi sunumundan sonra, kitabı tartışmaya başladık.Latife Tekin kitabında, göç yolu ile İstanbul’a gelen sekiz ailenin, kentin dış mahallelerindeki bir çöplük tepesine, coğrafi koşullar, çevre koşulları, hava koşulları nedeniyle otuz yedi gün süren bir direnişten sonra kurdukları Savaştepe, sonraki adıyla Çiçektepe gecekondu mahallesini anlatmaktaydı.
Yazarın büyülü gerçekçilik akımına uyan bir edebi dili vardı. Göç gibi, gecekondulaşma gibi, çarpık sanayileşme gibi, çevreyle savaşım gibi içeriğinde şiddet barınan konular, kimilerimize göre barışçıl, kimilerimize göre aşırı estetize, kimilerimize göre masalsı olduğu için güzel ama bir o kadar da tehlikeli girdaplar içeren bir dille anlatılıyordu. Bu, hurafeleri, halk deyişlerini, batıl inançları, yerel söyleyişleri bolca kullanan bir dildi.
Yazarın böyle bir dil kullanma tercihinin 12 Eylül askeri darbesinin hemen ardından, derin ve yoğun bir geri çekilmenin yaşandığı bir dönemde yazılmasına bağladık. Berci Kristin Çöp Masalları’ndan bir yıl önce yazılan Sevgili Arsız Ölüm’de de olduğu gibi yazar sanki içinde biriken öfkeyi, yaşanılanların dayanılması güç şiddetini, büyülü ve masalsı bir dilin arkasına gizlenerek kusmuştu.
Yoksulluk, yoksunluk, kırık döküklük, derme çatmalık, kaçak olma, yasadışı olma, acımasızlık, sömürülme, haksızlığa uğrama, aşağılanma gibi o günlerin ‘olağan’ gündelik şiddet içeren unsurları, bu dil tercihi ile bizde sanki yaşadığımız günün gerçekleri değilmiş de uzak bir geçmişte yaşanmış şimdi, bize biri tarafından anlatılan, hikaye edilen bir masalmış duygusu yaratıyordu.
İşte masal dilinin tehlikelerini vurgulayan arkadaşlarımız bu somut gerçeğin gizlendiği noktasından yazarın tercihini eleştirdi. Bütün kötülüklerin üstüne masal dilinin tülü çekilmişti. Ama diğer arkadaşlar da işte tam bu nedenle, güçlüklere dayanma gücü vermiş olabileceği için bu dili cesaret verici ve barışçıl buldu.
O döneme kadar kaleme alınan toplumsal gerçeklikle yazılmış kitaplardan farklı bir yoksulluk, farklı bir kırsal kesim anlatılıyordu. Yazar içinden geldiği(göçle Buldan’dan İstanbul’a gelen bir göçmen ailenin kızı olarak) çevresinin söz zenginliğine dayanan, hemen ağlayan ama hemen de gülebilen, kolay unutan, yeniden başlayabilen, duygusal geçişleri hızlı olan bir kesimi anlatıyordu bize. Halkın söyleyiş biçiminden hareketle yeni bir biçim, yeni bir yorum, 1980 sonrasının karanlık günlerinden bir çıkış yolu, dayanacağı bir güç arıyordu sanki.
Yazar vicdan ve özgürlükler ekseninde, anarşist bir bağlantısızlıkla yazıyordu. Sanki dil, din, mezhep, ülke ayrımlarını kaldırmıştı. ‘Dilim çığlık, ıslık dili olsaymış keşke’ diyordu. ‘Belediye Meclis üyeliğine yükselen Kürt Cemal’, ‘iş disiplini bozulan, buzdolabı üreticisi gibi gözüküp aslında kaçak silah üreten işveren Bay İzak’, çingeneler, ‘babasının Dedelik sopasını bir kenara bırakıp sahte blucin işine başlayan oğul kızılbaşlar’,’Anjel, Mari, Kristin gibi iç gıcıklayıcı adlar takınan ‘ o yerli’ orospular’ ayrımcı olarak gösterebileceğimiz deyişlerdi. Bunun gibi yazarın kişi ve olaylara eşit mesafeden, bir anlatıcı gibi dışarıdan bakıyor olması ise kimi arkadaşlarımız best online casino tarafından seçkinci bir yaklaşım olarak eleştirildi.
Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’lerinde şimdiye kadar eleştirdiğimiz erkeğin kadın üzerindeki cinsel şiddeti, kadınlar için kullanılan aşağılayıcı cinsel çağrışımlı sözcükler burada da vardı. Bu tercihler genel olarak eleştirilmekle birlikte, kimi arkadaşlarımızca genel halk kullanımları olarak değerlendirildi. ‘Tirintaz Fidan’ın gece dersleri’, ‘Fidan’ın donuna nazire olarak koyulan Donlu Yol ismi’, ‘Çeri Mahmut’un Deli Dursun ile oynaşan karısı Zülika’,
Kimi arkadaşlarımızın gecekondu mahallesinde yaşayan herkesin çıkarcı, her olayın kötü olduğu ya da iyi başlasa bile hep kötüye döndüğü için barışçıl kabul edilemeyeceğini ileri sürdüler. Ama buna başka arkadaşlar göç gibi, çöp dağlarının arasına ortasında, plansız, kuralsız, kaçak sanayii bölgesinde kurulan, çevreye zehrin aktığı bir mekanın (Fabrikadibi, Çöpaltı, Dereağzı mahalleleri) kendisinin şiddeti doğurduğunu ve beslediğini söyledi. Böylesi bir ortam, kötülüğün örgütlenmesine en kolay zemin hazırlayacak bir ortamdı. İnsanların varlıklarını sürdürmek için en ilkel gereksinimlerini karşılama mücadeleleri insanları aynılaştırıyor ve belki de kötücül yapıyordu.
Roman gecekondu mahallesinin yıllar içinde geçirdiği evrimi de bize çok kısa ama çok özlü biçimde anlatıyordu.135 Sahifede İstanbul’un çarpık kentleşme ve sanayileşme masalını okuduk. Savaştepe’den Çiçektepe’ye dönen oradan da Vakıf Çiçektepe ve Birlik Çiçektepe mahallelerine ayrılarak büyüyen bir İstanbul hikayesiydi anlatılan. Seksenli yıllarda bir Çöp Mahallesi olan bu yerlerin yerinde bugün hangi lüks mahallelerin ya da plazaların yükseldiğini ve Çöp Muhtarların, Çöp Bakkalların, Çöp Kahvesinin, Güllü Babaların nasıl muratlarına erip hangi kerevetlerde oturuyor olduklarını düşünmek de İstanbul Masalını dinleyen, yaşayan bizlere kaldı.
26 Aralık 2012 – Edebiyat Atölyesi Üçüncü Dönem Beşinci Kitap – İstanbul
0Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.
Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.