Mehmet Can
“Hikayelerini bilmediklerimizdir, en çok düşman olduklarımız.” – Slavoj Zizek
İspanya’nın tarihsel süreç içerisindeki şekillenişini ele alırken, İspanya’ya bakarken Arapların, Endülüs Emevilerinin İber yarımadasına yerleşmesini ve bu yerleşmenin süreç içerisinde bıraktığı etkiyi, birikimi ve bu birikimin ortaya çıkardığı sonuçları es geçemeyiz. Araplar, unutmamak gerekir ki, o dönem çağın en büyük uygarlığı. 1000, 1200, 1300’lü yıllar. Günümüzdeki İspanya’nın neredeyse yarısını alıyor Araplar. 12. yüzyıl gibi Avrupa’nın geri kaldığı, sosyo-ekonomik olarak zayıf düştüğü bir dönemde Araplar İber Yarımadası’nı ele geçirip işgal ediyorlar.
Burada yüzyıllarca süren bir Müslüman dönemi oldu. İbni Haldun’dan tutalım o dönemdeki en büyük filozoflar, İber Yarımadası’nın Araplar tarafından işgal edildiği dönemde ortaya çıkmıştır. İspanya tarihinde Arapların silinmez bir imzası, kurumayan bir damgası, mührü vardır. Arap halkı ve onların şahsında Müslüman kesim bu dönem bir nevi kendi aydınlanmasını, rönesansını yaşıyor, fakat bu durum süreç içerisinde değişmeye başlıyor. Özellikle İzabella, Kastilla ve Aragon gibi krallıklar birleşerek Endülüs Emevilerini 16. yüzyılda yenilgiye uğratıp İber Yarımadası’ndan, günümüzdeki İspanya’dan sürgün etmeye, çıkarmaya başlıyorlar.
Hristiyanlar bu dönem Müslümanların yapmadığı soykırımı orada Müslüman ve Yahudi halkına yaparak tam bir jenosit politikası izlediler. Osmanlı’nın Yahudilere kapılarını açması yine bu dönemdir. Yoğun bir Yahudi nüfusu bu dönem Osmanlı topraklarına göç etmeye gelmeye başlıyor. Bu konu hakkında bir iki kelam edip tekrardan konuya dönmek niyetindeyim. Bir rivayete göre Osmanlı’nın kapılarını açma nedeni insancıl duyarlılıkları olurken, diğer başka bir rivayete göre ise üretici güçleri gelişkin olan; zanaat, ticaret ve para işlerinde muazzam bir tecrübeye ve birikime sahip olan Yahudilerin, bu özel ve gelişkin durumundan Kanunu Sultan Süleyman’ın faydalanmak istemesi. Özellikle Osmanlı imparatorluk mantığı ve bu mantığın işleyişini bilen insanlar, ikinci şıkkın daha gerçekçi olduğunu bilirler ve insancıl kaygılardan dolayı bu kabulün gerçekleşmediğini tahmin edebilirler.
Bu konu başka bir yazı konusu olmak ile beraber asıl konumuza dönmekte fayda var. İspanya Krallığı buradan aldığı güç ve itilimle dünyanın süper gücü olma hamlesini yaptı. İspanyol krallıklarının Arapları İber Yarımadası’ndan kovduktan sonra gerçekleştirdikleri merkezi güç birliği, İspanya’nın giderek tek merkezi bir çatı altında toplanması, İspanya’nın dönemin dünya ticaretinin vazgeçilmez öğesi olan denizcilik konusunda büyük atılımlar, hamleler yapmasına neden oldu.
Altını kalın bir şekilde çizmek gerekir ki, Araplardan elde ettikleri birikim ve rönesansın etkileri, İspanya’nın bu atılımı yapmasındaki en önemli öğelerdir. O dönem, Avrupa’da bir burjuvazinin oluşmaya, gelişmeye başladığı bir dönem. Pazar arayışı etrafında, sadece pazarda değil ticaret yollarının, işte Hindistan’ı bulmak, aradan Müslümanları çıkarıp aracısız bir şekilde İspanya’nın dünya pazarları ile temas kurması, İspanya’nın iktisadi anlamda giderek büyüyüp güçlenmesine neden oldu. Hepimizin bildiği gibi ilk sömürgeleştirme politikalarını başlatan ülke İspanya’dır; birçok kez de ifade ettiğim gibi buradaki en önemli öğe, İspanya’nın giderek kendi sınırlarını aşıp sömürgeci bir devlet olmasının nedeni, kendi ulusal birliğini gerçekleştirmesidir.
Bu birlik sağlandıktan sonra İspanya, dünyanın ticareten stratejik alanlarını ele geçiriyor ve bütün bunların bileşkesi olarak da dönemin süper gücü oluyor. Dünyanın farklı yerlerinden altın, gümüş başta olmak üzere İspanya’ya müthiş bir sermaye akımı oldu. Bu genişleme ve sermeye birikimi Avrupa’da giderek yükselen bir sınıfın, burjuvazinin gelişmesine ve bir yüz-yüz elli yıl sonra da sanayi devriminin gerçekleşmesine neden oldu. Ulusalcılığın açığa çıkması ise 1800’lerden itibarendir. O zamana kadar bırakalım Katalonya ulusçuluğunu, İspanyol ulusçuluğu da tam gelişmemiştir. Ulusçuluk, Avrupa’da yükselen bir sınıf olan burjuvazinin, kapitalist üretim ilişkileri ile beraber yavaş yavaş ortaya çıkan, oluşmaya başlayan, pre-kapitalist bir yapıya karşıt gelişen yeni ortaya çıkan maddi koşulların bir sonucudur.
Devam edecek…
Bu yazı Marksistorg web sitesinden alınmıştır.