Kemal Can
İran’da başlayan, önümüzdeki günlerde ayrıntıları netleştikçe üzerine konuşulmaya devam edecek olaylar, ekmek-hürriyet ilişkisi üzerine oturuyor. Destekleyen, karşı çıkan, muhalif, iktidar yanlısı, bilen, tahmin eden herkes protestoların asıl gerekçesinin ekonomik sıkıntılar olduğunda birleşiyor. “Kim destekledi” tartışmaları açıklığa kavuşmamış olsa da, meydanlarda hürriyet talebine dair slogan ve işaretlerin ortaya çıktığını da izliyoruz.
Ekmek-hürriyet, demokrasi-ekonomi ilişkisi, gündelik dilde sayısız popülist slogana, bazen çok incelikli göndermelere, bazen aşırı kaba indirgemeciliğe maruz kalan, aslında derin ve tamamlanmamış tartışmaların konusu. Ekmek için hürriyet (demokrasi) neden lazımdır? (şart mıdır?) Ekonomik ve demokratik gelişmişlik arasında paralellik var mıdır? Ekonomik sorunlar her zaman hürriyet talebini yükseltir mi? Hürriyet alanının genişlemesi daima ekonomik büyümeyi tetikler mi? İnsan fıtratı ve ekonominin temel yasası özgürlüğü getirir mi? Bu konuda, hem veriler ve örnekler, hem de güçlü ideolojik arka plan tartışmanın zeminini genişletiyor. Kavramlara farklı anlamlar yükleyerek de olsa, en uç liberaller de, radikal solcular da bu ilişkinin doğrudanlığı hakkında benzer şeyler söyleyebiliyor. Başka konularda birbirine çok yakın uzmanlar, bu konuda çok sert kavgalara tutuşabiliyor. Dünyadaki ekonomik tercih dalgalanmaları ve döneme rengini veren baskın yaklaşıma bağlı olarak, ilişkinin yönü konusundaki öngörüler de değişiyor. Makro ekonomik verilerle konuşulduğunda, teknik bir tartışmaya dönüştüğünde mesele daha da karmaşıklaşıyor. Konuyu güncel ve gündelik bir alana çekince durum biraz daha berraklaşıyor.
Geçen yılın son haftasında İran’da başlayan, önümüzdeki günlerde ve dönemde ayrıntıları ve etkileri netleştikçe üzerine konuşulmaya devam edecek olaylar, tam da bu ekmek-hürriyet ilişkisi üzerine oturuyor. Destekleyen, karşı çıkan, muhalif, iktidar yanlısı, bilen, tahmin eden herkes protestoların asıl gerekçesinin ekonomik sıkıntılar olduğunda birleşiyor. Hatta, bizzat İran devlet yetkilileri bile bu yoruma katılıyor. “Kim destekledi, kim tetikledi” tartışmaları açıklığa kavuşmamış olsa da, meydanlarda hürriyet talebine dair slogan ve işaretlerin ortaya çıktığını, oluşan zeminde sözünü haykırma imkanını herkesin kullanmayı denediğini izliyoruz. Bu çeşitliliğin içinde, Hamaney’i yeterince muhafazakar bulmayanlara, Şah’ın ruhunu geri çağıranlara bile rastlamak mümkün. Ama içinde yer alanlar dahil herkes olanların gerisinde kalıyor. Yakın ve uzak tarihte, yakın ve çok uzak coğrafyalarda yaşanmış binlerce benzer olayda olduğu gibi, “ekmek davasının” yarattığı “meşruiyet”, “cesaret” ve kalabalıklaşma, otomatik olarak hürriyet talebine dönüşmüyor olsa da, elverişli bir zemin yaratabiliyor. Fakat, tersinin, yani özgürlük talebinin “ekmek davasıyla” ve kalabalıklarla ilişki kurması bu kadar kolay değil. Hatta, “kaba faydacılık” ve sağ popülizm, ekmek davasını özgürlük taleplerinin karşısına yerleştirebiliyor.
ABD’de Trump’ın seçilmesi, İngiltere’de Brexit, Avrupa genelinde ırkçılığın-yabancı düşmanlığının artması, dünya genelinde otoriter-totaliter şahlanış gibi gelişmelerin arkasında, sadece çıkarlarını maksimize etmeye çalışan üst sınıflar değil, daha çok “ekmek davasının” peşindeki alt sınıflar var. Neo liberalizmi, uzantısı olduğu iddia edilen siyasi liberalizm ayak bağından kurtararak ihya etme vaadi, “ekmek davası” ile fazla kolay ilişki kuruyor. Küreselleşmenin yarattığı “iktisadi küresel iklim bozulması”, tıpkı gerçek iklim bozulmasında yaşandığı gibi ani fırtınalar, kontrolsüz patlamalar, kuraklıklar ve seller şeklinde öngörülemeyen ama süreklilik kazanan krizler yaratıyor. Dünya müesses nizamı da, yapısal sorunuyla yüzleşmek yerine (buna zorlayan da olmadığı için), kriz yönetiminde yetkinleşmeye çalışarak çözüm üretmeyi deniyor. “Gelişmiş demokrasi” olma ve yayma iddiasındaki “Batı’nın” dünyayla ilişkisinde, demokrasi, özgürlük gibi kavramlar giderek içeriksizleşiyor. “Karşı kamp” sayılabilecek tarafın da, bu meselelerle söylem düzeyinde bile bir derdi olduğunu görmüyoruz. Egemenlerin kriz yönetme veya bazen faydalanma becerisi, kalabalıkların “ekmek davasını” yönlendirebilmeleriyle çok alakalı. İran örneğinden bakarsak, 2009’daki özgürlük taleplerinin geniş kitlelere ulaşamayıp kolay ezilmesiyle, bugün yaşananların güçlü bir özgürlük talebine evrilip evrilmeyeceği, aktörler kadar kurulan nedensellik ilişkisine de bağlı.
Türkiye’de 1993 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın “çay-simit” hesabı üzerinden kurduğu “ekmek davası”, izleyen yıllardaki 28 Şubat süreciyle “dindar-muhafazakar” hayat tarzına ilişkin “hürriyet talebiyle” irtibatlanmıştı. Ama aradan on yıl geçince, “ekmek hesabının” aynı, özgürlük talebinin de “bana kadar hürriyet” sınırında olduğu anlaşıldı. “Sadece kendi için ve kendine kadar hürriyete razı” olanlar, payındaki sorunu değil, verilen ekmeği görmeyi de tercih etti. Asgari ücreti lütuf olarak gören ve itiraza “gözüne dizine dursun” diyebilen iktidara paralel, parayı verene duayla minnetini ifade eden ve ona yakınlığıyla övünen sendika anlayışı doğabildi. “İstikrarla” daha fazla para kazanmaya devam edenler, kutsalları olan mülkiyet hakkının ihlal edilmesini görmezden gelebildi. İşi ve ekmeği için mücadele edenler her gün düzenli biçimde dayak yerken sessizlik sürdü. 90’lı yıllarda köyleri yakıldığı için şehirlerine, kasabalarına gelen Kürtleri “ekmeğinin düşmanı” görüp saldıranlara bugün de evleri yakılıp yıkılan Suriyeliler hedef gösterilebildi. Gelir dağılımı, sosyal gelişmişlik ve refah seviyesi açısından yaşanan gerileme, kıskanç dış düşmanlar, dolar ve faiz lobisi gibi odaklara ihale edilebildi. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de, siyaset iklimindeki bozulma hürriyet talebini de, “ekmek davasını” da “sahipsiz” bıraktı.
2017’nin verilerinden anlaşıldığı kadarıyla kalıcılaşmaya başlayan enflasyon, giderek bozulan gelir dağılımı, kamuoyu gündeminde birinci sıraya yerleşen ekonomik endişeler, “ekmek davasında” bir hassasiyet oluştuğunu gösteriyor. Adalet, özgürlük ve barış taleplerinde de, inatçı bir direnç hattının varlığına ilişkin göstergeler hâlâ canlı. Fakat bunları sürükleyen ama çok daha önemlisi aralarında ilişki kuran söz ve sözcüler konusunda büyük boşluklar mevcut. Ayrıca, uygun aktörlerin kendini göstermesi veya ortaya çıkması da tek başına yetecek gibi değil. “Dönüştürmeye kendinden başlama” ön koşulu, politik bilinç ve siyaset kurma açısından da geçerli. Hürriyet ve ekmek meseleleri arasında kurulan, kurulacak nedensellik bağı ve bunun üreteceği düşünce biçiminin süreklileşmesi çok önemli. Dünyada ve Türkiye’de siyasal iklim bozulmasını yaratan / besleyen -bazen çok liberal görünümlü- fikri diktatörlükleri, mahkumiyetleri kırmak; belki de düşünsel inovasyonlarla değil en temel çelişkiye geri dönmekle, hatırlamakla mümkün olabilir. “Uygulanabilir-sürdürülebilir” demokrasi ve ekonomi kısıtlarına, “verilen izinden” daha radikal bir pencereden bakabilmek ilk özgürleştirici adım sayılabilir. Çünkü, aksi durumda elinde sörf tahtasıyla ne zaman nasıl çıkacağı ve nereye gideceği belirsiz dalgalar beklemekten, o dalgalara binmeye hazırlananlardan daha şanslı olmayı ummaktan başka yol kalmıyor.
Bu yazı Gazete Duvar web sitesinde yayınlanmıştır.