Küresel BAK Etkinlikleri
Küçük Millet Meclisi Forumu
06.06.2010 – İstanbul
6 Haziran Pazar günü Eyüp Belediyesi Meclis Salonu’nda Küçük Millet Meclisi Forumu düzenlendi. Forum’da moderatörlüğünü Bilgi Üniversitesi’nden Prof.Dr.Asaf Savaş Akat yaptı. Adalet ve Kalkınma Partisi İstanbul Milletvekili Feyzullah Kıyıklık’ın siyasi parti temsilcisi olarak katıldı. Ayrıca Adaleti Savunanlar Derneği / ASDER, Düşünce Suçu’na Karşı Girişim, Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği , Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Medya Derneği , Sosyal Demokrasi Vakfı /SODEV, Sağlıklı Gıda Platformu, Hak ve Özgürlükler Partisi / Hak-Par, One Minute Küresel Barış Platformu Başkanı ve Mavi Marmara Gemisi yolcusu Süleyman Çakmak ise sivil toplum örgütü katılımcısı olarak forumda yer aldılar.
Forumda iki oturumda Anayasa Paketinde Yargı – 2: HSYK ve Askeri Yargı ve Gazze’de Ambargo Krizi. Ne Yapılmalı? Konulara tartışıldı. Anadolu Ajansı’nın da izlediği toplantının tutanakları T.B.M.M.ne iletilmektedir. “Türkiye- İsrail arasındaki askeri anlaşmalar dâhil tüm ikili anlaşmalar iptal edilmeli. İsrail, Filistin halkı özgürleşinceye kadar dünya çapında yalnızlaştırılmalı. İsrail’in yaptıkları uluslar arası savaş suçları mahkemesine taşınmalı. Gizli anlaşmalar ve gizli kararnamelerden haberimiz olmalı. Ambargonun kırılması için insani yardım gemileri sık sık ve ard arda gönderilmeli. Filistin’ verilen destek İslami bir çerçeve ile değil insan hakları perspektifinden verilmeli” gibi önerilerin yapıldığı Forum’da Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına katılan Nilüfer Uğur-Dalay aşağıda özetlenen konuşmayı yapmıştır.
“İsrail’in gücü yalnızca din ve siyaset felsefesinden, ABD’nin desteklerinden değil, askeri gücünden de gelmektedir. Başbakan’ın “Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” sözü yerinde bir söz değil. Onlar öldürmeyi iyi bilir çünkü onlara bunu biz öğrettik; Konya 3 Jet Üssü’nde İsrail pilotlarını Türk Hava Kuvvetleri eğitiyor. İsrail, 1996’da imzalanan ikili askeri anlaşmalar çerçevesinde 2001 yılından bu yana İsrail ve Türkiye deniz suları, kara ve çöllerinde ikili ve ABD’nin de katılımı ile üçlü tatbikatlar yapıyor. Türkiye’de, tarım, enerji, iletişim ve askeri endüstri alanlarında faaliyet gösteren yaklaşık 1.700 İsrailli firmaların ¾ ü Ak Parti iktidarından bu yana kuruldu. Milyarlarca dolarlık silah modernizasyonu anlaşması imzalandı ve bu anlaşmalar çerçevesinde askeri malzeme alınıyor. Bu anlaşmalar ek olarak İsrail ile Türkiye arasında yatırımlarda karşılıklı teşvik ve koruma anlaşması, ekonomik ve teknik işbirliği anlaşması, istihbarati işbirliği anlaşması, serbest ticaret anlaşmaları imzalanmıştır. Başbakanın sözleri iç politikaya yöneliktir ve samimi bir yaklaşımı göstermiyor. Ayrıca Başbakanın son günlerdeki savaş söylemleri çok tehlikeli. Savaş çağrısı yapılıyor. İsrail’in uyguladığı savaş politikasına hukuki zeminde, barış yanlısı ekonomik, siyasi ve insani politikalarla karşı durabiliriz. İsrail’de herkes savaş istemiyor, savaşa hayır diyen barış gönüllüleri de var. Orada bunu söyleyebilmek kolay bir şey değil. İsrail’in elinde yaklaşık 200 adet nükleer silah var. Türkiye’de de 2005’ten beri biliyoruz, İncirlik’te 90 adet nükleer silah var. Başbakan’ın söylemi nükleer savaşı körükleyebilir, dikkatli olunmalıdır. İncirlik Üssü , Meclis onayı aranmaksızın yabancı ülkelere askeri üs olarak kullandırılarak hükümet savaş suçu işliyor ve saldırı hukukuna taraf olarak uluslar arası anlaşmaları çiğniyor. 2003’ten itibaren her yıl haziran ayında süresi uzatılan gizli bir Bakanlar Kurulu kararnamesi ile ABD’ye bu Üs Irak ve Afganistan savaşları için lojistik üs olarak kullandırılıyor. Biz Küresel Bak olarak bilgi edinme hakkımızı kullanarak Başbakanlığa bu kararnamenin içeriğini soruyoruz ama hiçbir yanıt alamıyoruz. Danıştay’dan geçmiş dönem Kararname’lerin iptali kararını aldırdık. Barış söyleminde samimi olmamız gerekir”.
Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi X
08.06.2010 – İstanbul
Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin onuncu ve bu dönemin sonuncusunu 8 Haziran salı akşamı, Ülkü Burhan ve Evren Ergeç’in sunumlarıyla Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir kitabını tartışarak yaptık. Kitap 1941 – 1946 yılları arasında, yazarın birkaç kez gittiği, yaşadığı 5 şehir üzerine yazılmış denemelerinden oluşmaktadır; Bursa (1941), Ankara (1942), Erzurum (1944), İstanbul (1945), Konya (1946). Edebiyatta savaş ve barışı ararken, tüm bildiğimiz, tanıdığımız, sevdiğimiz yazarlara farklı gözle bakarken, farklı okumalar yaparken, neredeyse kural haline gelen şaşırmalarımız, Tanpınar’da yaşandı.
Daha önsözde “Beş Şehir’in konusunu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen özlem” olacağını söylese de,”eski bir Garpçı” olarak “canlı hayata, yaşayan ve duyan insana, cansız madde karşısındaki bir mühendis gibi değil, bir kalb adamı olarak yaklaşmayı istedim” dese de, denemelerde şehirler, yoğun bir biçimde geçmişe özlem, yeniye karşı durma duyguları ile ve insansız, canlıların olmadığı,yalnızca geçmiş fetihleri,savaşları,Türk – Müslüman kimlikleri ile birer mimari, mühendislik baş yapıtları olan şehirler olarak sunulmuştu.Tanpınar beş şehri, yalnızca askerleri, hükümdarları, kahramanlıkları,fetihleri ile görmüş, savaş terminolojilerinin hemen hemen tümünü kullanarak o şehirlere anlamlar, sıfatlar yüklemişti.Ankara; muharip görünüyordu, şehirde bir istihkam manzarası vardı, geniş sanrısını rüzgara vermiş bir harp gemisi gibiydi, mağrur bir muharipti, er meydanında çekilen emek, dökülen kan, nesillerin ızdırabının boşa gitmediği bir şehirdi.
Erzurum; savaş endüstrisinin şehri kalkındırdığı, savaş musikisinin duyulduğu, fethetme hakkının yalnızca Osmanlıya ait olduğu, Türk ve Müslümanların dışında “kayda değer” kimsenin yaşamadığı bir şehirdi ve kadınları muhafazakardı ama “ Bulgar komitacıları ceplerinde Abdülaziz’e hitap eden istidalarla Balkan dağlarında Türk vatanının birliğine pusu kurarken Anadolu kadınları redif, ihtiyat, müstahfaz adlarıyla evlerinden alınan bir daha memleketlerine dönmeyen erkeklerine ağlıyorlardı”.Konya; hükümdarların “muhteşem saltanatı ile şehre girişi ile halka bayram havasının yaşatıldığı”, “etnik çehresinin bizce az çok meçhul olduğu” “Türk olan büyük halk kitlesinin yanı başında henüz Hristiyan kalmış Rum ve Ermeni gibi yerli kavimlere mensup bir kalabalığın…Haçlı döküntülerinin Ortaçağın bazı Anadolu şehirleri gibi büyük yekun tuttuğunu tahmin edebileceğimiz” bir şehirdi.
Bursa; zamanın başka aktığı, rüyada yaşadığımız bir şehirdi. “Kahramanlık ve ruhaniyet devrinin” şehriydi. “Türk ruhunun en halis ölçülerine” sahipti. “Gaza ve ganimet” peşindeki hükümdarların, “birinci sınıf devlet ve harp adamlarının” şehriydi.”Ölümün sırrına sahip” Şarkın şehriydi.”Cedlerimizin inşa etmediği adeta ibadet ettiği” yapılarla bezeliydi.”Yarım asır içinde Bursa ve İstanbul’u halis Türk ve Müslüman yapan” hükümdarların, kahramanların, mimarların şehriydi. Ve İstanbul. Yalnızca İslami yapılarından oluşmuş,”imparatorluk mimarisinin” yerleşmiş olduğu, Türk ve Müslümanların yaşadığı müze şehir.”Gümrükten geçen her şeyin Müslümanlaştığı”,”güneşin ruhani doğduğu”, “Fatih’in pazusunun kapılarını açtığı”, “yalnız bize ait olan bir manzarasının” olduğu “Türk İstanbul’u”. “İstilalar, harpler, karışıklıklar içinde bile bünyelerin muazzam şekilde yapıcı” olduğu bu şehirlerde gördük ki Ahmet Hamdi Tampınar yeniliğe, yeniliklere dövünmüş. Batıdan gelen “bir yığın ahmaklığa hayran oluyoruz” diye yerinmiş.”Masal yüzlü komutanları”, “kışı kovmak için bahar ordusunun üç koldan” akın ettiği, “aşk şehidi” olduğumuz maziyi özlüyor. Hele o ekonomik yaşama damgasını vuran Ahilik, o çarşı adabı ve ahlakı…
8 Kitapta savaş ve barışı aradığımız atölyenin böylece sonuna geldik. Bu zorlu, yapıcı, şaşırtıcı, öğretici, aydınlatıcı ve değerli süreçte edebiyatın iki işlevini fark ettik; edebiyatın savaşı efsaneleştirerek normalleştirdiğini, yıkımını ört pas ettiğini, diğer yandan da estirdiği bahar rüzgarı ile savaş kasırgasının önünü kestiğini, açtığı yaraları sardığını. Dört aylık bu şaşırtıcı deneyimi Atölye Notları şeklinde mail guruplarında paylaştık. Ancak Atölye’nin başında da konuştuğumuz gibi, bu değerli deneyimimizi kitaplaştırarak daha geniş bir okur kitlesi ile paylaşma arzumuz güçlendi.Dün Atölye’de bunun yöntemi üzerinde konuşarak ortak bir karara vardık. Şöyle ki;Her katılımcı, okuma eşi ile ya da arzu ediyorsa bağımsız olarak, derinlemesine inceleme yaptığı eseri 10 kitap sahifesinde, Atölye’de irdelediğimiz gibi 31 Temmuz tarihine kadar editörlere teslim edecek. Editörler gurupta bu yazıları yayınlayacak ve isteyen katkı sunabilecek.Yine arzu edenler, kitabın ikinci bölümünde bu Atölye ile ilgili ya da başkası tarafından incelenmiş ve kitap yazısı yazılmış bir eser ya da yazarı hakkında görüşlerini yazabilecek.Kitapta ilk söz olarak bir uzmanın (örneğin bir edebiyatçının), son söz olarak başka bir uzmanın (örneğin bir eğitimcinin, bir pedagogun) görüşlerine yer verebileceğiz.Kitabı eylül ayında tamamlamayı ve dosyayı yayıncılara sunmayı planlıyoruz.Aslı Tohumcu ve Burcu Aktaş editörlerimizdir.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, savaş ve barış kültürünün yerleşmesindeki değerli katkıları için tüm Atölye katılımcılarına, tüm okurlara teşekkür eder. Dünyadaki savaş ve şiddet bitene kadar başka Atölye’lerde barış arayışlarımızı sürdüreceğiz.
“Savaşa ait ne varsa savaşı da alıp gitsin”. Pablo Neruda
“Bir gün gelecek, oh diyecek insanoğlu. Silahları bırakın, artık ihtiyaç kalmadı”. Bertolt Brecht
“Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken
ağaçlar diktiğimizde
havan mermilerinin kazdığı çukurlara;
Yangının kavurduğu yüreklerde
ilk tomurcuklarını açarken umut
… işte budur barış.” Yannis Ritsos
Küresel BAK’tan Haberler
“Erdoğan Samimiyse İncirlik’e de El Atsın”
BİA Haber Merkezi – 10.06.2010 / Erol ÖNDEROĞLU
Küresel BAK sözcüsü Yıldız Önen, Türkiye-Brezilya-İran anlaşmasına karşı çıktıkları gibi BM Konseyi’nin yaptırım kararına da karşı: “BM içinde en etkili beş ülkenin nükleer silahları ne olacak peki?”
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) sözcüsü Yıldız Önen, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde etkili ABD ve Rusya gibi ülkelerin kendi nükleer silahlarını tartışma konusu yapmadan İran’a yaptırım uygulamalarını doğru bulmadıklarını açıkladı. “Zaten Afganistan’dan sonra, Irak Savaşı ve işgalinden dolayı olağanüstü bir savaş, işgal ve kıyım halinin hakim olduğu Ortadoğu’da bir kez daha gerginlik yaratılmasını da yanlış buluyoruz.”
Önen: İran tehlikeyse Türkiye değil mi?
Iran kadar tehlike oluşturabilecek bir ülkenin de Türkiye olduğunu bianet’e ifade eden Önen, dünyanın en büyük beşinci askeri üs olarak İncirlik Askeri Üssü’nde ABD’nin 90 tane nükleer başlığının bulunduğunu kaydederek Türkiyeli yetkililere seslendi: “Silahsızlanma ve barış konularında samimiyseniz İsrail’le tüm askeri ve ekonomik anlaşmaları iptal edin” diye konuştu.
“Bu üssün kapatılması için ABD’li yetkililerle görüşme başlatılmalı. Eğer İran Ortadoğu açısından bir tehditse Türkiye de bu açıdan bir tehdittir. Öncelikle nükleer silahlar imha edilerek bu tehdidin ortadan kaldırılması gerekiyor.
“BM, kendi içinde en etkili ülkelere karşı işlevsiz olduğu gibi onların güdümünde çalışıyor. BM’de etkili bu ülkelere başkaldıran ve Ortadoğu’daki politikalarına yanaşmayan diğer ülkelere baskının yöneltmiş olmasını da ikiyüzlü buluyoruz.”
Önen, Brezilya ve Türkiye’nin İran’a yaptığı teklifi de, İran’daki uranyumun Türkiye’ye getirip depolanmasının yol açacağı tehlike ve tehditler nedeniyle de desteklemediklerini hatırlattı.
Türkiye’den karşı oy
BM Konseyi, dün (9 Haziran) akşam, İran’ın nükleer silahlanmasını engellemek üzere oylamaya soktuğu yeni yaptırım kararını ikiye karşı 12 oyla kabul etmişti.
Oylamada, geçtiğimiz haftalarda İran’la nükleer anlaşması imzalayan Türkiye ve Brezilya “hayır” dedi; Lübnan ise çekimser kaldı.
Kayıp Yakınları Meclis’e Doğru Yola Çıktı
BİA Haber Merkezi – 12.06.2010 / Tolga KORKUT
Kayıpların ve faili meçhullerin akıbetinin ortaya çıkmasını, sorumluların bulunup yargılanmasını isteyen kayıp yakınları ve hak savunucuları İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıktı. Grup 21-22 Haziran’da milletvekillerinden Kayıplar Sözleşmesi’nin imzalanmasını da isteyecek.Kayıp yakınları kaybedilen ve öldürülen sevdiklerinin akıbetinin ortaya çıkarılması, sorumluların yargılanması için milletvekilleriyle görüşmek üzere İstanbul’dan yola çıktı.Bugün Galatasaray’daki basın açıklamasının ardından yola çıkan grup Kocaeli, Bursa, Eskişehir’den geçerek 19 Haziran’da Ankara’da olacak. Burada birçok ilden gelen kayıp yakınları ve hak savunucuları İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi’ndeki iki günlük forumun ardından 21-22 Haziran’da parlamentoya gidecek. Bianet’in edindiği bilgilere göre, kayıp yakınlarının Barış ve Demokrasi Partisi’yle (BDP) ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Milletvekili Zafer Üskül’le randevuları kesinleşmiş durumda. Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuyla görüşme için iletişim sürüyor.
“Kayıplar Sözleşmesi’ni imzalayın”
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nİn bianet’e verdiği bilgiye göre, kayıp yakınları milletvekillerinden öncelikle Kayıplar Sözleşmesi’nin imzalanıp onaylanmasını isteyecek. Zorla kaybetmeleri yasaklayan bu sözleşme hükümetlere kayıpların akıbetini ortaya çıkarma ve zararın tazmini yükümlülüğünü de getiriyor. Türkiye 83 ülkenin imzaladığı bu sözleşmeyi hâlâ gündemine almış değil.Yurtsever kayıplara ait olduğu düşünülen kalıntılardan kimliklerin saptanmasını, ailelere bilgi verilmesini, kayıplar ve faili meçhullerle ilgili buluntuların olduğu düşünülen yerlerin koruma altına alınıp delillerin korunmasını da parlamenterlerden isteyeceklerini dile getirdi.
Aydınlardan ve sivil toplumdan destek
“Bizler hiçbir zaman öç peşinde olmadık. Sadece evrensel hukuka uygun adalet aradık. Bizi görmeyen, taleplerimize sessiz kalan yönetenlere sesimizi duyurmaya gidiyoruz” diyen kayıp yakınlarına birçok meslek örgütü, sendika ve siyasi örgüt temsilcisinin yanı sıra, sanatçı, yazar ve aktivistler de meydana gelerek destek verdi.
Küresel BAK adına sanatçı Zeynep Tanbay “Ben kayıp yakını değilim. Ama buradayım. Bu sorun hepimizin utancı, mücadele hepimizin mücadelesi. TBMM bu taleplere ciddi yanıt vermek zorunda. Yoksa Cumartesi İnsanları’nın mücadelesi dünya kamuoyunun gündeminde olacak. Bu meydan utanç meydanı olacak” diye konuştu.
Oyuncu Nur Sürer de “Burası zaten 15 yıldır utanç meydanı. Çocuklarının ölülerini bulamadan ölüp giden anne babalar oldu; onlara rahmet diliyorum. İsrail’in saldırdığı Gazze’ye yardım gemilerindekilerle dayanışma gösterenler buradakilere göstermedi. Bu kadar iki yüzlü bir ülkedeyiz” dedi. Yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybedenlerin oluşturduğu Toplumsal Bellek Platformu’ndan, Ümit Kaftancıoğlu’nun kızı Canan Kaftancıoğlu da “Bu yürüyüşten somut sonuçlar alacağınıza inanıyorum” diye konuştu. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nden (DSİP) Şenol Karakaş “Kayıp yakınlarının mücadelesi halkların kardeşliği için çok önemli. Anaların öfkesi katilleri boğacak. Tüm ezilenlere moral oluyorsunuz”; Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nden (ESP) Figen Yüksekdağ “Bu yürüyüşün adalet mücadelesinde yeni yollar açacağını umuyorum”; Barış ve Demokrasi Partisi’nden (BDP) Dursun Yıldız “Gerçek özgürlüğü, eşitliği, adaleti savunan insanların çoğalmasıyla toplum, devlet demokratikleşecek. Kirli savaşlar son bulacak” dedi.
İHD’den Abdülbaki Boğa “İnsanlarımızı kaybettiler. Yapanların ‘Biz yaptık’ demesi, faillerin ortaya çıkması, adil yargılama için yürüyoruz”; GÖÇDER’den Abdülhalim Gümüş “Milletvekilleri duyarlılık göstermeleri gerekirken hâlâ savaşta ısrar ediyor”; DİSK’e bağlı BANKSEN’den Önder Atay “12 Eylül’ün aramızdan aldıklarını geri alıncaya kadar mücadeleye devam. Yol boyunca DİSK sendikaları yanınızda olacak” diye konuştu. Yürüyüş boyunca “Kaybedenler kaybedecek”, “Kayıplar bulunsun, hesap sorulsun”, “Kayıpların adresi JİTEM’in merkezi” sloganları atan gruba destek verenler arasında, Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, sinema ve televizyon emekçilerinin sendikası SİNE-SEN, emekli sendikası EMEKLİ-SEN’in üyeleri, Barış Anneleri, kayıp yakınlarının derneği YAKAY-DER, yazar Erdoğan Aydın, Toplumsal Bellek Platformu’ndan Cüneyt Cebenoyan, Kürsel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan (Küresel BAK) Yıldız Önen, Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları’ndan Mehmet Atak da vardı.
Dünyadan Haberler
İran’ın mektubuna cevap geldi
Star – 09.06.2010
ABD, Rusya ve Fransa, İran’ın uranyum takasına ilişkin mektubuna bugün ayrı ayrı yanıt verdiler.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) Başkanı Yukiya Amano’ya verilen mektuplara ek olarak ortak bir not sunan üç ülke, İran’ın uranyum takasına ilişkin İran, Türkiye ve Brezilya arasında Tahran’da imzalanan belge hakkında “ciddi kaygıları” olduğunu bildirdiler.
Amano, üç ülkeden aldığı cevabi mektupları ve ekindeki ortak metni Tahran yönetimine iletilmek üzere İran’ın UAEK nezdindeki daimi temsilcisine gönderdiğini söyledi. Amano, üç ülkenin mektuplarına ek olarak “kaygılarını” dile getirdikleri ek notun içeriğini açıklamadı.
ABD daimi temsilcisi Büyükelçi Glyn Davies, toplantıda yaptığı ve basına da dağıtılan konuşmasında, İran’ın uranyum takasını öngören Tahran mutabakatının (İran, Türkiye ve Brezilya arasında imzalanan metin) “olumlu bir adım olduğunu, ancak önemli bazı belirsizlikler içerdiği için ciddi kaygıları bulunduğunu” söyledi.
Davies, Tahran mutabakatına ilişkin kaygılarını şu şekilde özetledi:
“Tahran deklarasyonu bir dizi belirsizlik içeriyor ve İran’ın yükümlülüklerini yerine getirmesini tam olarak karşılayacak nitelikte değil. Örneğin, İran elindeki uranyumu ülke dışına çıkartıp karşılığında yakıt (zenginleştirilmiş uranyum) almayı taahhüt ederken, bir yandan kendisi de uranyumu yüzde 320 oranında zenginleştirmek üzere faaliyette bulunuyor.”
Tahran deklarasyonunda İran’ın 5 1 (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya) ile görüşmelere devam edeceğini ve nükleer programındaki gelişmeleri uluslararası toplumla paylaşacağını ilan ettiğini belirten Davies, “İran’ın uranyum takası konusunda kesin bir tarih vermediğini ve ‘bir yıl içinde’ gibi teknik bakımdan gerçekçi olmayan bir ifade kullandığını” söyledi.
Davies, İran’ın bir yıl içinde dışarıdan yakıt alacağını beyan etmesine karşın, sahip olduğu 120 kilogram uranyumu ne zaman ülke dışına çıkaracağını kesin olarak beyan etmemiş olmasının da “güven sarsıcı” olduğunu savundu.
Amerikalı daimi temsilci, İran, Türkiye ve Brezilya arasında imzalanan Tahran mutabakatının hayata geçirilmesine yönelik “ciddi kaygıları” bulunduğunu belirterek, “İran yönetiminin bu kaygıları giderici adımlar atmasını beklediğini” bildirdi.
ABD, Rusya ve Fransa’nın İran’ın uranyum takasına ilişkin 24 Mayısta UAEK başkanına sunduğu mektuba, İran’a yönelik sert yaptırımları öngören karar tasarısının BM Güvenlik Konseyinde oylanacağı saatlerde yanıt vermeleri de toplantıdaki diplomatlar arasında “çok manidar bir zamanlama” olarak değerlendirildi.
İran’ın UAEK nezdindeki daimi temsilcisi Büyükelçi Ali Asker Sultaniye’nin, ülkesinin uranyum takası ile ABD, Rusya ve Fransa’nın bugün verdikleri cevabi mektuplarına ilişkin basın toplantısı yapması bekleniyor.
Kurumun Viyana’daki merkezinde Pazartesi günü başlayan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) yönetim kurulu olağan toplantısının 11 Hazirana kadar devam etmesi öngörülüyor.
Mitingde, vinçlere asılan dev ekranlarda Mavi Marmara gemisinde çekilen görüntüler müzik eşliğinde kalabalığa izletildi. Gazze’ye yardım götüren gemi filosuna katılan Musevi din adamları da Filistin bayraklarıyla platforma çıkarak halkı selamladı.
“Türkiye İstemese de İran’a Yaptırım Uygulayacak”
BİA Haber Merkezi – 10.06.2010 / Erol ÖNDEROĞLU
AB uzmanı Cengiz Aktar, Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a yaptırım öngören kararına karşı çıksa da uygulamak zorunda olduğunu söyledi; “Oylamayla, Batı’da Türkiye’nin başka sulara doğru yelken açtığı imajı da pekişti” dedi.
Avrupa Birliği uzmanı Dr. Cengiz Aktar, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran’a yaptırım uygulanmasına karşı çıkmasını, “Türkiye strateji okyanusunda yüzerken taktik deresinde boğuldu” sözleriyle değerlendirdi.
Aktar, bianet’e Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’nin oyçokluğuyla benimsediği kararı istemese de uygulamak zorunda olduğunu vurgulayarak, “Yaptırımlar uygulanacak. Üstelik Türkiye, Batı’da başka sulara doğru yelken açtığı imajını da pekiştirmiş durumda. Bu bariz bir beceriksizliktir” şeklinde konuştu.
“Türkiye’nin hareket kabiliyeti sınırlanacak”
BM Güvenlik Konseyi, dün (9 Haziran) akşam, İran’ın nükleer silahlanmasını engellemek üzere oylamaya soktuğu yeni yaptırım kararını ikiye karşı 12 oyla kabul etmişti. Oylamada, geçtiğimiz haftalarda İran’la nükleer anlaşması imzalayan Türkiye ve Brezilya “hayır” dedi; Lübnan ise çekimser kaldı.
Vatan gazetesi yazarı Aktar, “dilde ve duruşta yapılan hatalar”ın Batı’daki Türkiye ve İslam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmeye devam ettiğini söyledi: “Türkiye, doğru yaptığı işleri yüzüne gözüne bulaştırıyor. Kimseye yaranamayan Türkiye’nin bölgedeki siyasi hareket kabiliyeti sınırlanacaktır.”
“İran’la yapılan anlaşma çöpe gitti”
“Brezilya ve Türkiye’nin İran’la kotardığı nükleer takas anlaşması bugüne kadar alınan yaptırım kararlarının hiçbir işe yaramadığı göz önünde bulundurulursa, farklı bir çare arayan önemli bir anlaşmaydı.
“Türkiye, Mavi Marmara faciasından sonra tamamen Hamas yanlısı bir tavır takınarak tarafsız olmadığı algısı yarattı. Bu algı sonucunda İran’la yaptığı anlaşma da çöpe gitti.
Erdoğan: Kendimizi inkar etmiş olurduk.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son olarak Türk Arap Forumu’nda, BM Güvenlik Konseyi’nin kararıyla ilgili, ”Biz ‘hayır’ dememiş olsaydık, kendimizi inkar etmiş olurduk, imzalarımızı inkar etmiş olurduk, bu onursuz bir davranış olurdu. Biz bu onursuzluğu kabul edemezdik. Meselenin diplomatik yollarla çözülmesini sağlıyoruz…” dedi.
Rusya da, İran’la yaptığı füze anlaşmasını dondurduğunu açıkladı. ABD Savunma Bakanı Robert Gates de oturumdan önce yaptığı açıklamada, “Türkiye’nin Doğu’ya kaydığını” savunmuştu.
Ankara’nın İran Açılımı BM Güvenlik Konseyi’ni İkna Etmedi
BİA Haber Merkezi – 09.06.2010
Güvenlik Konseyi İran’dan uranyum zenginleştirme etkinliklerini askıya almasını istedi; ülkelerin İran’a silah ve askeri malzeme satışını yasakladı. Türkiye ve Brezilya hayır dedi; Lübnan çekimser kaldı. Ahmedinecad “Kararın bir anlamı yok” dedi.
Brezilya ve Türkiye’nin BM Büyükelçileri, Maria Ribeiro Viotti (solda) ve Ertugrul Apakan oylamadan sonra. İki ülke oylamada hayır oyu verdi.
Birleşmiş Milletler’in yürütücü organı olan Güvenlik Konseyi, İran’ın nükleer silahlanmasını engellemek üzere yeni yaptırım kararını ikiye karşı 12 oyla onayladı. Oylamada Türkiye ve Brezilya “hayır” derken Lübnan çekimser kaldı.
1929 sayılı yaptırım kararında, BM Güvenlik Konseyi İran’dan nükleer silahlar için uranyum zenginleştirme etkinliklerini askıya almasını, nükleer programıyla ilgili kaygıları barışçıl yollarla gidermesini istedi.
Kararın getirdiği yaptırımlar özetle şöyle:
İran bir başka ülkedeki uranyum madenciliği, üretimi veya nükleer malzeme veya teknoloji kullanımıyla ilgili hiçbir ticari faaliyetten çıkar elde edemeyecek.
Bütün ülkeler İran’a şu malzemelerin tedariğini, satışını ya da aktarılmasını engellemekle yükümlü: Savaş tankları, zırhlı çatışma araçları, büyük ölçekli topçu sistemleri, çatışma hava araçları, saldırı helikopterleri, savaş gemileri, füzeler veya füze sistemleri.
Bütün devletler, nükleer silahların üzerinde taşınabileceği balistik füzelerle ilgili teknoloji ya da teknik yardımın İran’a aktarılmasını engellemek üzere gerekli önlemleri alacak.
İran’ın silahlanma ve nükleer etkinlikler için Uluslar arası finans sitemini, özellikler de bankaları kullanmasının önüne geçilecek.
İran’ın enerji sektörü gelirleri, enerjiye ilişkin teknolojileri ve silahlanma arasındaki olası bağla ilgili bütün devletler uyarılırken, yaptırımların uygulanması ve izlenmesiyle ilgili uluslararası bir uzmanlar paneli kuruluyor.
Ahmedinecad: Bir anlamı yok
Kararla ilgili Tacikistan’dayken basına yorum yapan İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad “İran için bu tür kararların hiçbir anlamı yok” dedi. Ahmedinecad, atom bombalarına sahip olanların ve ellerindeki nükleer silahları başka ülkeleri tehdit etmek için kullananların yaptırım kararı aldırdıklarını, bunun için de Tahran’ın ileride nükleer silah geliştirebileceği bahanesine dayandıklarını söyledi. Ahmedinecad “Siyaset alanı aldatma, saldırganlık ve yayılmacılık alanı oldu” diye konuştu.
İran’a dördüncü yaptırım
Bu karar, 2006’dan bu yana İran’ın nükleer programıyla ilgili BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı dördüncü yaptırım kararı. Süreç 2003’te İran’ın nükleer silahların engellenmesiyle ilgili BM sözleşmesine aykırı olarak 18 yıldır nükleer etkinlik yürüttüğünün anlaşılmasıyla başlamıştı. Daha önceki yaptırımlar, İran’ın zenginleştirmesine katkıda bulunacak her türlü malzemeye yasak getirilmesini de içeriyordu.
Geçen ay Türkiye, Brezilya ve İran arasında imzalanan anlaşmaya göre İran stoklarındaki 1,2 ton düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyumu verecek ve karşılığında nükleer enerjide yakıt olarak kullanmak üzere 120 kilogram yüksek düzeyde zenginleştirilmiş uranyum alacaktı. Türkiye Dışişleri yetkilileri bu anlaşmanın İran’a yönelik yeni yaptırım kararlarını engelleyeceğini düşünüyordu.
Tüm liderler saldırıyı kınadı, İsrail yalnız kaldı
Zaman – 09.06.2010
Türkiye’nin dönem başkanlığını üstlendiği Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı’nın (AİGK/CICA) üçüncü liderler zirvesindeki ‘İsrail krizi’ ara formülle aşıldı.
Türkiye ile birlikte diğer üyeler, zirve sonunda yayımlanacak ortak bildiride Gazze’ye yardım götüren sivilleri öldüren İsrail’in kınanmasını istedi. Ancak konferans üyesi olan Tel Aviv yönetiminin de onayı gerektiğinden buna teknik olarak imkân bulunamadı. Sorun, dönem başkanı sıfatıyla Türkiye’nin İsrail’i kınaması ve diğer ülkelerin buna destek vermesiyle aşıldı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün okuduğu başkanlık açıklamasında “Bir üye hariç (İsrail) diğer tüm üye ülkeler bu hareketi kınamışlardır.” denildi.
CICA zirvesi boyunca katılımcı ülkeler Gazze’ye yardım götüren Türk vatandaşlarının İsrail tarafından katledilmesine tepkilerini açıkça dile getirdiler. Türkiye ve diğer tüm ülkeler kanlı saldırının sonuç bildirisinde kınanmasını istedi. Bir çok lider basın açıklamalarında İsrail’i sert sözlerle eleştirerek sivil katliamını kınadı. Ancak, bildiri oybirliğiyle yayımlanacağından ve İsrail’in veto etmesi hakkı bulunduğundan sonuç deklarasyonunda kınamaya yer verme imkanı bulunamadı. İkinci en güçlü seçenek ise dönem başkanının “başkanlık açıklaması” yapmasıydı. Bunu gerçekleştirmek de bu toplantıda Kazakistan’tan dönem başkanlığını devralan Ankara’ya düştü. Böylece diğer tüm üyelerin kınaması kağıda dökülmüş oldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül toplantı sonunda yazılı olarak yapılan Türk Dönem Başkanlığı Açıklaması’nı kameralar önünde okudu. İsrail saldırısının kınandığı başkanlık bildirisi şöyle: “Uluslararası ve bölgesel barış ve güvenliği tehlikeye atma potansiyeli taşıyan tehditleri ele almak sorumluluğu tahtında, bir üye ülke hariç, tüm diğer üye ülkeler, 31 Mayıs sabahı Doğu Akdeniz’de uluslararası sularda seyretmekte olan ve Gazze Şeridi’ne insani yardım taşıyan uluslararası yardım konvoyuna İsrail Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen eylem karşısında derin endişelerini ifade etmişler ve bu hareketi kınamışlardır.” Kınamaya itiraz eden tek üyenin İsrail olduğunu önce dillendirmeyen Gül bir soru üzerine bunu gizlemek değil o ülkenin adını sık sık anmamak için yaptığını belirtti ve ardından İsrail’in adını verdi. Üye ülkeler, ayrıca İsrail’e “bölgesel barış ve güvenlik için son derece yıkıcı olan Gazze Şeridi’ne yönelik insanlık dışı ambargonun derhal kaldırılması” çağrısında bulundu.
Gül: İsrail saldırısı iç siyaset malzemesi yapılmasın
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İsrail’in, yardım gemisine saldırısının iç siyaset malzemesi yapılmaması tavsiyesinde bulundu. Gül, basın toplantısında konuya ilişkin bir soru üzerine şu karşılığı verdi: “Kimse bunları ne şekilde olursa olsun iç siyaset malzemesi yapmasın. Bunlar ulusal meselelerdir. Bunlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkesin hep beraber sahiplenmesi ve hep beraber aynı çizgide gitmesi gereken konulardır. Bunlar polemik haline gelirse acısı daha çok hissedilir. Bir kere siyasi polemik haline gelirse insan girdiği sokaktan çıkamaz. O nedenle diğer konularla yeteri kadar karşılıklı polemik konusu var. Böyle bir konuda polemik yapılmamalı. Böyle bir konuda siyaset hiç yapılmamalı.” Cumhurbaşkanı, Yüksek Mahkeme’nin, anayasa paketini şeklen inceleme kararına ilişkin bir soruya ise Anayasa Mahkemesi’nin kararlarıyla ilgili şu anda herhangi bir yorum yapmanın doğru olmadığını söyledi. Gül, “Anayasa Mahkemesi’nin kararını beğeniriz ya da beğenmeyiz ama hukuk kuralları çerçevesinde gereği neyse o yapılır.” dedi.
AP’den İsrail’in Gazze saldırısına büyük tepki
Cumhuriyet – 09.06.2010
Devlet Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış’ın İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren gemilere saldırısı hakkında bilgilendirdiği Avrupa Parlamentosu (AP) üyeleri, Türkiye’nin tutumuna büyük destek vererek İsrail’i kınadılar.
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu (KPK) AP kanadı tarafından İsrail saldırısı hakkında görüş alışverişi için davet edilen Bağış, yaptığı konuşmada, uluslararası hukuku hiçe sayan İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren gemilere uluslararası sularda gerçekleşen kanlı saldırısına “Avrupalı bir cevap vereceklerini” söyledi.
“İki yanlış bir doğru etmez” diyerek Türkiye’nin İsrail ile savaşmasının beklenmemesini isteyen Bağış, sorunun iki ülke arasında değil, tüm dünyayla İsrail arasında olduğunu, uluslararası hukukun herkesi ilgilendirdiğini vurguladı.
KPK dışından da çok sayıda milletvekilinin katıldığı toplantıda, AP’nin İsrail saldırısını kınayarak tarafsız ve bağımsız soruşturma yapılması için destek vermesini isteyen Bağış’a, Hollandalı aşırı sağ milletvekili Barry Madlener dışında tüm AP üyeleri destek verdi.
Türkiye’yi ilgilendiren her konuda olumsuz tavır takınmalarıyla bilinen Rum ve Yunan milletvekilleri de Gazze’ye İsrail ablukasının kaldırılması konusunda Türkiye’nin öncü rolünü “alkışladıklarını” bildirdiler.
AP’nin İsrail saldırısına karşı alacağı karar metnine dahil etmek için Bağış’tan “Mavi Marmara” gemisinde katledilen Türk insani yardım gönüllülerinin isimlerini isteyen milletvekillerinin, her söz aldıklarında İsrail’i kınadıkları gözlendi.
Toplantıda İsrail’in sözcülüğüne soyunan aşırı sağcı Madlener ise İsrail büyükelçiliğinden aldığı, gemilerde ele geçirildiği iddia edilen silahların listesini okudu. Bunun üzerine Bağış, “bu yalanlara cevap vermeye gerek görmediğini, İsrail’in kendine güveniyorsa uluslararası bağımsız soruşturmayı derhal kabul ederek işbirliği yapması gerektiğini” söyledi.
Bu arada Madlener, geçen ay Türkiye’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen KPK toplantısında kendisine “ırkçı” dediği gerekçesiyle Bağış’tan sözlerini geri almasını istedi. Madlener’e cevap veren Türkiye-AB KPK Eşbaşkanı Helene Flautre, “Bağış size ‘ırkçı’ dememişti, sadece ‘ırkçılığın Avrupa’da hastalık olduğunu’ söylemişti. Sizin konuşmalarınız Bağış’ın bu tespitini doğruluyor” şeklinde konuştu.
Toplantının ardından Bağış, yanına gelerek KPK toplantısındaki sözlerini soran Madlener’e, “Ben ırkçılığın Avrupa’da hastalık olduğunu söylerken, genel ifade kullandım. Irkçılık gerçekten tehlike verici, sizin gibi bir dostumuzu kaptırmak istemeyiz” dedi.
İsrail ablukası hafifliyor
Cumhuriyet – 09.06.2010
AP ajansı, İsrail’in bazı gıda maddelerine yönelik ablukayı hafiflettiğini bildirdi.
İstanbul- İsrailli ve Filistinli yetkililer, İsrail’in İsrail, Gazze’ye meyve suyu, kurabiye ve baharat gibi gıdalar üzerindeki kısıtlamaları hafiflettiğini belirtti.
İsrailli ve Filistinli yetkililer, İsrail’in İsrail, Gazze’ye meyve suyu, kurabiye ve baharat gibi gıdalar üzerindeki kısıtlamaları hafiflettiğini belirtti. Açıklama Filistinli yetkili Raed Fattouh’tan geldi.
Hamas’ın 2007’de kontrolü elde etmesinden bu yana, İsrail Gazze’de sadece temel insani yardımların iletilmesine izin verirken, İslamcı örgütün tarafından askeri amaçlar için kullanılabileceğini öne sürdüğü elektronik ve inşaat malzemelerinin büyük bir bölümünün geçişini engelledi.
Ünlü İngiliz gazetesi Daily Telegraph, İsrail’in, yaşanan son kanlı baskınla ilgili ilgili ululararası soruşturma baskısının hafifletilmesi karşılığında Gazze’deki ablukayı kısmen azaltmayı kabul ettiğini iddia etti.
Gazetedeki iddiaya göre, konuyla ilgili müzakerelere önderlik etme hevesinde olan İngiltere’nin konuyla ilgili planı İsrailli yetkililere sunduğu belirtildi.Bunun karşılığında Gazze’deki durum nedeniyle giderek artan uluslar arası eleştirilerle karşı karşıya kalan İsrail’de yetkililerin, Hamas kontrolündeki bölgeye daha fazla miktarda temel ihtiyaç malzemelerinin İsrail üzerinden geçişine izin vermeyi prensipte kabul edecekleri kaydedildi.Planın gerçekleşmesi, İsrail’in 9 Türk’ü katlettiği saldırının sorumululuğundan hiç bir şekilde hesap vermeksizin kurtulması anlamına geliyor.Bu durumun başta Türkiye olmak üzere pek çok ülkenin tepkisini çekeceği kaydediliyor.
Kimin işi çok zor? Türkiye’nin mi, İsrail’in mi?
Radikal – 09.06.2010 / Cengiz ÇANDAR
İsrail’in kendi hükümetini yerden yere vurabilecek cesaret sahibi saygın gazetesi Haaretz’de dün Tayyip Erdoğan’a yönelik, tanınmış köşe yazarlarından Yoel Marcus’un imzasını taşıyan çok ağır bir eleştiri yazısı yayımlandı. Bununla birlikte yazının son paragrafı dikkat çekici; İsrail’in sürüklendiği durumu gözler önüne seriyor:
“Şimdi kendimize sormamız gereken soru şu olmalıdır: Bize tokadı patlatmanın ve her vesilede kınamanın meşru hale geldiği bir duruma nasıl ulaştık? İsrail Filistinlilerle en sonunda ciddi görüşmelere başlamaya arzulu bir çoğunluğu oluşturacak türden hükümetini yeniden oluşturmalıdır. Zira sürekli (kalıcı) sınırlar üzerinde bir anlaşma olmadan, Suriye ile bir anlaşma olmadan ve hem Türkiye ve hem de Avrupa ile stratejik bağlarımızı tekrar kurmadan, (dünyadaki) cüzzamlı devletler listesine ekleneceğiz.”
İkili düzeyde Türkiye ile İsrail, daha genel çerçevede “uluslararası camia” ile İsrail arasında, Yahudi devletinin uluslararası sularda Türk sivillerinin kanını döken saldırganlığının ertesinde meydana gelen “kriz ve gerilim”in en hızlı sonucu, İsrail’in dünyada artan “yalnızlaşması” oldu.
İsrail liderleri bin dereden ne kadar su getirseler, ABD’deki güçlü lobileri resmi tersine çevirmek için ne kadar gayret ederlerse etsinler. Amerikan yönetimi mahçup biçimde İsrail’i kollamaya her şeye rağmen ne kadar özen gösterirse göstersin, Washington’da Türkiye ve Tayyip Erdoğan hükümetine karşı ne kadar zehir akıtılıyor olursa olsun, şu gerçek değişmiyor: İsrail, 31 Mayıs saldırısı sonucunda daha yanlız, daha sıkıntılı bir ülke haline gelmiştir.
Alman Der Spiegel’in tanımlaması şöyle: “Geçen pazartesinin trajedisi iki şeyi gösterdi: İsrail artan ölçüde siyasi tecrit içine giriyor; ve Gazze Şeridi’ne uygulanan abluka yersiz olduğu kadar etkisiz de.”
Gelinen noktada Gazze ablukasının bugüne dek olduğu gibi devamı neredeyse imkânsız hale geldi. 31 Mayıs saldırısının harekete geçirdiği dinamiklerin sonucunda İsrail’in “Gazze ablukası işbirlikçisi” Mısır, Rafah sınır kapısını “geçici” olsa da “insan ve insani yardım girişi”ne açmaya mecbur kaldı. İsrail liderleri, Amerikan yönetiminden yükselen “ablukanın sürdürülemezliği” sesleri üzerine “abluka rejimi” nasıl değiştirilebileceği üzerinde, ister istemez, düşünmeye başladılar.
Gazze ablukası şöyle ya da böyle, bir süre içinde kalkmak zorunda.
Bunun sağlanması halinde Türkiye’nin “kriz” karşısında sıraladığı şartlardan biri daha yerine gelmiş olacak. Türkiye’nin “işin peşini bırakmayacağını” deklare ettiği şartları şunlardı:
1.Yardım konvoyuna saldırıda ölenlerin cenazelerinin, yaralıların ve İsrail’in tutukladıklarının yargılanmaksızın derhal, 24 saat içinde Türkiye’ye iadesi. (Bu, sağlandı!)
2. 31 Mart saldırısına ilişkin olarak İsrail’in hesap vermesinin ve sorumlulularının cezalandırılması ve bu amaçla ilk iş olarak uluslararası bağımsız ve tarafsız bir soruşturma komisyonunun kurulması. (Bu yönde, BM İnsan Hakları Konseyi’nden karar çıktı.)
3. Gazze ablukasının kaldırılması.
İkinci şarta ilişkin, İsrail, kendi “soruşturma komisyonu”nu kurma kararı aldığını “saldırının baş faili” Savunma Bakanı Ehud Barak’ın ağzından dün açıkladı. Söz konusu “Komisyon”a biri Amerikalı olmak üzere iki kişilik uluslararası katılım da öngörülüyor.
Bu, İsrail manevrası, Türkiye’nin BM’ye taşıdığı öneriyle çelişkili. “Üçüncü şart” yani Gazze ablukasının kaldırılması şartı için kat’edilecek hayli karmaşık ve çetin bir yol var. Gazze ablukasının kaldırılması, Filistinlilerle İsrail’in barış müzakerelerine başlamasıyla eş zamanlı ya da ona girizgâh olmak zorunda. Bu da Filistin Yönetimi (Mahmut Abbas) ile Hamas arasındaki “kan davası”nın sona ermesi ve tarafların “uzlaştırılmasını” zorunlu kılıyor.
Bu, sanıldığından çok daha zor bir iş ve Tayyip Erdoğan, önceki gün bunun sağlanabileceğini söyleyerek ön alıyor. Bunu başardığı noktada, Türkiye’nin “bölgenin lider gücü” olma konumu ürün vermiş olacak ve Türkiye’yi uluslararası politika zemininde görülmemiş ölçüde işlevselleştirecek.
Tayyip Erdoğan’ın buna özellikle ihtiyacı var. Çünkü, İsrail’in dünyada yalnızlaşmaya başladığı ölçüde, İsrail’in başını çektiği, özellikle Washington’da çok güçlü destekler bulan ve Türkiye’nin içinde de “yaygın müttefikleri” olan etkili bir koalisyon, onu ve hükümetini “imha etmeyi” gündemlerinin en üst sırasına yerleştirmiş durumda.
Bir bakıma Türkiye hükümeti ile İsrail hükümeti arasında “saate karşı yarış” gibi bir durum söz konusu. Her ikisinin dış dünyada hasımları ve hasımlarının ciddi ölçüde “iç dayanakları” var.
Türkiye ile İsrail arasındaki sözde “stratejik işbirliği”nin tabutuna 31 Mayıs 2010 günü son çivi çakıldıktan sonra, “stratejik olarak” Türkiye’nin İsrail’den çok daha avantajlı olduğunu söyleyebiliriz.
Yeter ki, Tayyip Erdoğan temel hata yapmasın, iyi hesaplanmış bir siyaseti serinkanlılıkla izleyebilsin.
Türkiye’nin İsrail’e oranla Ortadoğu’daki “kalıcılığı” yani “yeni yetme bir devlet” olmadığı olgusu bir yana, “stratejik avantajı”, İsrail’in ufkunun hayli sisli olmasıyla ilgili.
New York Times’da dün İsrail’i 12. Yüzyıl’ın Ortadoğu topraklarında merkezi Kudüs ve Filistin olan- “Haçlı Krallıkları”na benzeten çok ilginç bir yazı yayımlandı. Son bölümlerini izleyelim:
“Bundan on yıl öncesine oranla, İsrail’in sadece askeri avantajı devam ediyor. Diplomatik ve demografik olarak, İsrail, artan ölçüde 12. Yüzyılda Kudüs krallarının başını ağrıtan aynı sorunlarla karşı karşıya.
Gazze ve Lübnan savaşlarının ertesine ve şimdiyse abluka uygulama fiyaskosunun ertesinde, Yahudi devleti dünya sahnesinde Siyonizm ırkçılıktır denkleminin kurulduğu 1970’ler kadar tecrit durumda. Bu arada, Arap yurttaşlarıyla ilişkileri giderek gerginleşti ve Filistinli Batı Şeria’nın işgalinin sürekli olacağı görünüyor ve her iki yandaki Arap nüfusları öyle hızla büyüyorlar ki, Yahudiler Şeria (Ürdün) Irmağı’nın batısında azınlığa düşecekler.
İsrail, Amerikan kamuoyu güçlü biçimde onun yanında durdukça diplomatik tecrit içinde yaşayabilir. Ama topraklarındaki demografik dönüşüm karşısında ayakta kalabilmek için çok zorlanacak. Eğer Yahudi devleti kendisini Batı Şeria’dan ayıramaz ise, sürekli bir işgalin yol açacağı bir tür Apartheid devleti olmak ile İsrail politikasında Filistinlilere güçlü bir temsil verecek şekilde (İsrail devletinin bilinen haliyle) sona erişi arasında tercihe mecbur kalacak.”
Yani, şu “küresel çağ”da Akdeniz ile Nehir arasındaki daracık alanda Siyonist devlet modeli, bir “Yahudi ulus-devleti”nin yaşaması imkânsız hale gelecek.
Tayyip Erdoğan’ın ve Türkiye’nin işi zor. Ama, sağlam durabilen bir Türkiye’ye ters düşen İsrail’in işi çok ama çok zor.
Mavi Marmara ile olmayınca Gazze’ye Refah’tan girdiler
Zaman – 09.06.2010
İsrail ordusunun Gazze Şeridi’ne yardım götüren gemilere düzenlediği kanlı baskın sonrası Refah Sınır Kapısı’nı geçişlere açan Mısır, dün yeni bir açılıma daha imza attı. Kahire yönetimi, Gazze’yi kontrol eden Hamas ile siyasi bağları bulunan Müslüman Kardeşler’e mensup 7 milletvekilinin bölgeye girişine müsaade etti.
İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı kanlı baskının ardından Gazze Şeridi’yle sınır kapısı olan Refah’ı geçişlere açan Mısır, dün yeni bir adım daha attı. Kahire, günlerdir Refah Sınır Kapısı’nda bekleyen 7’si Müslüman Kardeşler, 2’si Nasırist Parti’ye mensup 9 milletvekilinin Gazze’ye girişine izin verdi. Gazze’ye geçenler arasında Mavi Marmara gemisi öncülüğünde yardım götüren ‘Özgürlük Filosu’nda yer alan 2 Müslüman Kardeşler milletvekili Hazım Faruk ve Muhammed el Baltacı da bulunuyor. İsrail’in 31 Mayıs’ta Gazze’ye yardım götüren gemiye düzenlediği ve 9 Türk’ün ölümüyle sonuçlanan saldırısından bir gün sonra Mısır, Refah Sınır Kapısı’nı açtığını ve kapının sürekli açık tutulacağını duyurmuştu. Mısır sınır güvenlik birimleri son bir hafta içinde Gazze’den Mısır’a 5 binden fazla Filistinlinin giriş yaptığını, aynı şekilde Mısır’dan da Gazze’ye çok sayıda Filistinli ve yabancının geçtiğini öne sürüyor.
Gazze’nin kontrolünü elinde bulunduran Hamas ile siyasi bağları bulunan Müslüman Kardeşler, bölgeye yardım götürmek için Mısır ve uluslararası arenada yardım kampanyaları yürütüyor. Ancak yardımlar Mısır hükümetinin izin vermemesinden dolayı sınır kapısına yakın en büyük şehir olan El Ariş’te bekletiliyordu.
Mısır, yardımların ancak İsrail üzerinden Gazze’ye girişine izin verebileceğini belirtiyordu. Ancak yardım gemilerine yönelik İsrail saldırısından sonra sınır kapısını açan Kahire, çimento ve demir gibi İsrail’in Gazze’ye girişine kesinlikle karşı çıktığı yardım maddelerinin dışındaki temel gıda maddeleri ve ilacın bölgeye girişine izin veriyor.
Bu arada tünellerle mücadele etmek amacıyla ABD’nin, Mısır-Gazze sınırına yerleştirdiği uyarıcı sensörlerin kurulması işlemlerinin tamamlandığı bildirildi. Filistin Ma’an Haber Ajansı’na göre geçtiğimiz yılbaşından beri sensörlerin yerleştirilmesiyle ilgilenen 4 Amerikalı uzman geçtiğimiz günlerde ülkelerine döndü. Mısır ile Gazze arasındaki 13,5 kilometrelik Filadelfi Koridoru’nun altından uzunlukları 500 metre ile 2 kilometre arasında değişen tünellerle Gazze’ye kaçak yollardan materyal sokuluyordu.
Ancak İsrail’in şikayet etmesi ve ABD’nin de önerisiyle geçtiğimiz yıl başından itibaren Mısır hem sınıra duvar örmeye başlamış ve hem de toprak altına, tünel kazınmasını önleyecek, hatta tünellerden mal sevkiyatını haber verecek sensörler yerleştirmeye başlamıştı. İsrail’in Gazze’yi terk ettiği 2005 yılından itibaren sayıları hızla artan tünellerin sayısının 2008 yılı sonunda başlayan Gazze Savaşı önceki 3 bine kadar ulaştığı tahmin ediliyor.
Mısır, önümüzdeki günlerde ABD’li uzmanların gerçekleştireceği ziyaretlerle hem Mısırlıların eğitimini gerçekleştireceklerini ve hem de sensörlerin nasıl tamir edileceklerini göstereceklerini belirtiyor. Her 600 metreye yerleştirilen 2 ana ve 18 tali sensör bulunuyor ve her bir sensör 10 metre uzunluğunda dikey inen bir kablonun ucuna takılı. Tali sensörlerde toplanan mesajlar ana sensöre iletilecek ve buradan da alınacak çıkışlarla yer altı hareketleri takip edilecek.
Mısır’ın ördüğü çelik duvarın halihazırda işe yaramadığı, şu ana kadar 450 tünelin bu çelik duvarların delinmesiyle faaliyete geçtiği belirtiliyor.
Geylerden İsrail’e veto
Radikal – 09.06.2010
Gazze’ye insani yardım götüren gemilere saldırarak tepki çeken İsrail’e bir darbe de geyler vurdu. İsrail, 30 Haziran-4 Temmuz tarihlerinde Madrid’de düzenlenecek ‘Gay Pride’ (Eşcinsel Olmanın Gururu) etkinliklerinden atıldı. İspanya Gay, Lezbiyen, Transseksüel ve Biseksüel Federasyonu (LGTB) Başkanı Antonio Poveda, 3 Temmuzda Madrid’deki korteje katılacak 35 TIR arasından İsrail’e ait olanının çıkarıldığını duyurdu. Poveda, “İsrail TIR’ı Tel Aviv belediyesi sponsorluğunda gelecekti. Belediye Gazze’ye yardım filosuna saldırıyı kınamadığından onları korteje almamayı kararlaştırdık” dedi. LGTB yekilileri ‘saldırıyı kınayan, insan haklarını savunan İsrailli grupları kabule hazır olduklarını ekledi. Geçen yılki ‘Gay Pride’da İsrail’den gelenler önemli etkinliklere imza atmıştı. (afp)
İsrail’in ‘teröristi’ meydan okuyor!
Radikal – 09.06.2010
İsrail’in ‘Mavi Marmara’daki teröristler’ diye sunduğu beş kişiden ABD’li eski deniz piyadesi O’Keefe meydan okudu: Tamamen saçma. İthamla yüzleşmek için İsrail’e gitmeye hazırım. O’Keefe iki askerin silahının alınmasına yardım etmiş
İsrail’in kana buladığı Mavi Marmara’nın ‘terörist’ dediği beş yolcusundan 41 yaşındaki Amerikalı eski deniz piyadesi Kenneth O’Keefe, suçlamaları “Tamamen saçma” diyerek reddederken, “Bununla yüzleşmek için İsrail’e dönmeye hazırım” resti çekti.
2003’te ABD saldırganlığını protesto için Amerikan vatandaşlığından çıkıp İrlanda vatandaşı olan ve yerleştiği Londra’da bir Filistinli ile evlenen O’Keefe, İsrail Savunma Bakanlığı’nın ‘İsrail’den nefret eden, radikal Hamas eylemcisi. Amacı Gazze’ye ulaşıp Hamas’a komando birliği kurup eğitmek’ şeklindeki iddiasına Yediot Aharanot gazetesinden yanıt verdi. İsrail’de gözaltındayken feci şekilde dövülen, yüzü yara bere içinde İstanbul’a gelen O’Keefe, İsrail soruşturma komitesi kurarsa hakkındaki suçlamalara yanıt vermek için geri dönebileceğini ancak aleyhine ileri sürülecek delillerin tamamen uydurma olacağından emin olduğunu kaydetti. ABD ordusundan ayrıldığından beri geçen 18 yılda hiçbir şiddet olayına karışmadığını belirten O’Keefe, Hamas’a komando birliği kuracağı iddiası için “Bu bilgiyi nasıl edindiler? Ne zaman öğrendiler? Ben İsrail’den ayrıldıktan iki gün sonra mı” diye sordu. İsrail’in ‘dikkatleri korkunç hatasından başka yerlere çevirmek için saçma iddialar ortaya attığını’ kaydeden O’Keefe, evine döneceğini ama ‘arkasından gelecek çıldırmış insanlar’ yüzünden yaşadığı yeri gizlediğini belirtti.
1991’deki Körfez Savaşı’na katılmış O’Keefe, gemide bir İsrail askerinin tabancası, bir başkasının tüfeğinin alınmasına yardım ettiğini, kullanılmasın diye bu silahların mermilerini boşalttığını anlatırken, İsrail’in uluslararası sularda hiçbir ikaz yapmadan saldırdığını anlattı. Helikoperden indirme yapılmadan ateş edildiğini belirten O’Keefe, ilk iki komando gemiye indiğinde henüz direniş başlamadan yerde üç ceset gördüğünü söyledi. Gandhi pasifizmine inandığını ve bu inançla Mavi Marmara’ya bindiğini belirten O’Keefe, gemidekilerin sopa ve demir çubukla direnmesini ‘meşru müdafada’ diye niteleyip ekledi: “Havadan insanlar silahlarla gelip arkadaşlarınızı öldürüyor. Başka ne yapabilirsiniz ki?”
Gilad Şalit’e sempati
Hamas 2006’dan beri esir tuttuğu İsrailli asker Gilad Şalit’e sempatisini de aktaran O’Keefe, İsrail halkının da Gazze’ye yapılanların yanlış olduğunu ve İsrail’i yıkan bir sürece dönüştüğünü anlamamasından üzgün olduğunu ekledi.
Times O’Keefe’nin 2004’te Gazze’ye girmeye çalışırken yakalanıp 20 gün hapis yattığını, daha önce Hamaslı Başbakan İsmail Haniye ve El Aksa Tugayları temsilcilerle gö-rüştüğünü ama militan eğitimine yardım etmediğini söylediğini aktardı. İsrail’in ‘terörist’ listesinde ABD’de yaşayan 31 yaşındaki İran asıllı Fatima Muhammed, Gazze’ye yasadışı elektronik araç sokmaya çalışmak, 51 yaşındaki Fas asıllı Fransız Ahmed Umimon Hamas üyeliğiyle suçlanıyor. (Ynetnews, Times)
Israil soruşturamaz
Star – 11.06.2010
ALMAN FEDERAL MECLİSİ BUNDESTAG’TAN TARİHİ KARAR
İsrail vahşetini görüşen Bundestag, Gazze ambargosunun kaldırılması çağrısı yaptı, kanlı baskının da uluslararası komisyon tarafından araştırılmasını istedi.
Alman Federal Meclisinde (Bundestag) bugün Sol Parti’nin talebi üzerine, İsrail’in “Mavi Marmara” gemisine saldırısı tartışıldı. Meclisin konuya ilişkin oturumunda muhalefet partileri Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Yeşiller Partisi milletvekilleri, saldırıda insanların ölmesinden büyük üzüntü duyduklarını belirtti ve Türkiye’nin ılımlı tutumunu övdü.
Tek demokratik arabulucu
SPD Milletvekili Rolf Mützenich, saldırıyla ilgili “Türkiye’ye yanlış sinyal verilmemesi gerektiğini belirterek, “Türkiye’ye Orta Doğu konusunda ihtiyacımız var” dedi. Saldırıyla İsrail’in güvenliğinin artmadığına ve Gazze Şeridindeki kötü durumun değişmediğine işaret eden Mützenich, İsrail’in bölgeye uyguladığı ambargonun bir an önce kaldırılması gerektiğini söyledi. Yeşiller Partisi Milletvekili Kerstin Müller de, uluslararası bağımsız bir komisyon tarafından saldırının araştırılmasını isteyen Müller, “İsrail’in Türkiye ile ilişkileri bozuldu. Halbuki Türkiye Orta Doğu’daki tek demokratik arabulucu ülke” şeklinde konuştu. Müller, İsrail’in Gazze Şeridine yönelik ambargosunun ne insancıl ne de İsrail’in çıkarına olduğunu kaydetti.
Ambargo süremez
Devlet Bakanı Werner Hoyer, Alman hükümeti adına yaptığı konuşmada, saldırı sırasındaki ölümlerden derin üzüntü duyduklarını belirterek, “31 Mayısta yaşanan olay Gazze Şeridinin açılması zorunluluğunu göstermiştir. Gazze’deki mevcut durum kabul edilemez” diye konuştu. İnsanlık Filosu ile Gazze’ye giden Sol Parti Milletvekili Annette Groth da, İsrailli askerlerin kendilerine kötü muamele yaptığını ve tek yanlı yayınlarla kamuoyunu yanıltmaya çalıştığını belirtti. Oturum sırasında söz alan tüm milletvekilleri, uluslararası bir komisyonun kurulması ve saldırının araştırılması gerektiğini, aksi takdirde İsrail’in yapacağı araştırmanın inandırıcı olamayacağını ifade etti.
İsrail en kötü teröristtir
İsrail’in Gazze’ye yardım konvoyuna saldırısı sırasında “Sofia” adlı gemide bulunan İsveçli yazar Henning Mankell, “en kötü teröristin İsrail olduğunu” belirtti. Mankell, Alman Stern dergisinde yayımlanan röportajında, “Terörizme inanıyorum. Bu durumda en kötü terörist İsrail. ABD de çok sayıda terörist davranışta bulunuyor. Teröristlerin hapse atılması lazım” ifadesini kullandı. İsrail’in Somalili korsanlar gibi davrandığını ve korsanlık suçlamasıyla Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanında yargılanabileceğini belirten Mankell, “Eylemciler yukarı tırmanarak helikoptere saldırmadı. Askerler zarar vermek için aşağıya indi” dedi.
İsrail Yardım Kovoyuna Saldırıyı Kendi Soruşturacak
BİA Haber Merkezi – 14.06. 2010
Uluslararası soruşturmayı reddeden İsrail hükümeti, iki uluslararası gözlemcinin katılacağı bir komisyon kurma kararı aldı. Komisyon Türkiye’nin tavrını da inceleyek.
Birleşmiş Milletler’in (BM) bağımsız, uluslararası bir soruşturma talebini reddeden İsrail hükümeti, Gazze’ye yardım konvoyuna yönelik saldırıyla ilgili kendi iç soruşturmasını başlatıyor.
Hükümet, iki uluslararası gözlemcinin de soruşturma ekibinde yer almasını kabul etti.
31 Mayıs’ta uluslararası sularda İsrail ordusu Gazze’ye yönelik ambargoyu delmek isteyen gemi filosuna operasyon düzenlemiş; operasyonda dokuz Türkiye vatandaşı ölmüştü.
Haaretz’in haberine göre, İsrail başbakanı Benyamin Netanyahu “Hükümetin kararı İsrail’in hukuk içinde, sorumlulukla ve tam bir şeffaflık içinde davrandığını tüm dünyaya gösterecek” dedi.
Soruşturma kararı, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin dışişleri bakanlarının olayla ilgili toplanmasıyla aynı güne denk geldi.
Soruşturma komisyonun başında Yüksek Mahkeme yargıcı Yaakov Tikel olacak. Diğer üyelerse emekli komutan Amos Regev ve uluslararası hukuk profesörü Shabbtai Rosen. İrlandalı Nobel Barış Ödülü sahibi David Timble ve Kanadalı askeri yargıç Ken Watkin de gözlemci olarak komisyonda yer alacak.
Komisyon, Türkiye’nin tavrını ve özellikle de eylemin düzenleyicilerinden İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) durumunu da inceleyecek.
Bilgi Üniversitesi Çalışanları İsrail’e “Yeter Artık” Dedi
BİA Haber Merkezi – 09.06.2010
Bilgi Üniversitesi’nde çoğunluğunu akademisyenlerin oluşturduğu 140’a yakın kişi ortak bir bildiriyle İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırısını kınadı; Gazze ablukasının kaldırılmasını istedi; Yahudi düşmanlığına dönüşen tepkilere karşı uyardı.
Bilgi Üniversitesi çalışanları ortak bir bildiriyle İsrail’i kınadı.
Gazze’ye yardım götüren gemilere saldırılması ve dokuz kişinin ölmesiyle ilgili soruşturma yürütecek uluslararası mekanizmanın derhal devreye girmesini isteyen imzacılar, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı da kaldırmasını istedi.
İsrail hükümetine tepkilerin Yahudi düşmanlığına dönüşmemesi gerektiğini de vurgulayan Bilgi Üniversitesi çalışanlarının açıklaması şöyle.
Biz, aşağıda imzası olan İstanbul Bilgi Üniversitesi çalışanları olarak Türkiye ve İsrail toplumlarına ve uluslararası kamuoyuna bildirmek isteriz ki:
Israil devleti bu son saldırıyla uluslararası hukuk normlarını birçok açıdan, bilerek ve isteyerek, ihlal etmiştir. Bu korsanlık eylemi İsrail’in ‘haydut devlet’ kimliğini bir kez daha pekiştirmiştir.
İsrail’in Filistin halkına yönelik onyıllardır sürdürdüğü işgal, baskı ve resmi devlet ideolojisi siyonizm üzerinden yürüyen sistematik ırkçılık politikasının son halkası olan bu saldırı hiç bir şekilde mazur gösterilemez; en ağır şekilde kınıyoruz.
Bu ve benzeri olaylardaki katillerin ve katledilenlerin ulusal, etnik, dini kimlikleriyle değil, katil ya da kurban/mağdur olmalarıyla ilgileniyoruz. Bu anlamda, İsrail/Filistin meselesi her şeyden önce bir insanlık ve adalet meselesidir. İsrail’in Filistinliler ve onları destekleyenler üzerindeki devlet terörü bir an önce durdurulmalı, bu terörün ana kaynağı olan ırkçı siyonist ideoloji ile kapsamlı olarak hesaplaşılmalıdır.
Bir tür ırkçılık olan siyonizmin hiç bir şekilde kabul edilemeyecek olan eylemleri/politikaları, diğer bir tür ırkçılık olan anti-semitizmi meşrulaştırmak için bir gerekçe olarak kullanılamaz. Eleştirinin ve yaptırımın hedefi, İsrail Devleti ve bu haydut devleti destekleyen veya göz yumanlardır; genel olarak Yahudiler değil. İsrail’e yönelik tepkiyi anti-semitizm üzerinden ifade edenleri uyarıyor ve kınıyoruz.
İsrail Devleti’ne yönelik her haklı tepkiyi anti-semitizm gibi göstermeye çalışan ve dolayısıyla İsrail’in ırkçı politikalarının sürmesinden başka bir işlevi olamayanlara da ‘kral çıplak’ diyoruz.
Bu amaçla:
Bu son saldırının her düzeydeki sorumlularını ortaya çıkartıp, cezalandırılmalarını sağlayacak olan uluslararası bir mekanizma hemen devreye girmelidir.
Uç noktada bir insanlık trajdisine neden olan Gazze üzerindeki ablukaya derhal son verilmelidir.
İsrail’in onlarca BM kararına ve uluslararası toplumun geniş çoğunluğunun sürekli rahatsızlığına rağmen, küstahça ve şımarıkça on yıllardır faydalandığı istisnacılığa son verilmelidir. Bunun yolu da uluslararası, tutarlı ve sert yaptırımlardır. İsrail, kendisini istisnai bir devlet olarak görmekten vazgeçene ve diğer toplumlarla eşit olduğunu ve dolayısıyla da aynı kurallara tabi olması gerektiğini kabul edene kadar bu yaptırımlar sürdürülmelidir.
Türkiye, İsrail ve dünya kamuoylarını bu duyarlılıklarla davranmaya davet ediyoruz.
İmzacılar ve destekleyenler
http://bianet.org/bianet/dunya/122624-bilgi-universitesi-calisanlari-israile-yeter-artik-dedi
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 14 Haziran 2010