08 Haziran 2010 – Edebiyat Atölyesi X – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.
Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi X

Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin onuncu ve bu dönemin sonuncusununda 8 Haziran salı akşamı, Ülkü Burhan ve Evren Ergeç’in sunumlarıyla Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir kitabı tartışıldı.

Kitap 1941 – 1946 yılları arasında, yazarın birkaç kez gittiği, yaşadığı 5 şehir üzerine yazılmış denemelerinden oluşmaktadır; Bursa (1941), Ankara (1942), Erzurum (1944), İstanbul (1945), Konya (1946).

Edebiyatta savaş ve barışı ararken, tüm bildiğimiz, tanıdığımız, sevdiğimiz yazarlara farklı gözle bakarken, farklı okumalar yaparken, neredeyse kural haline gelen şaşırmalarımız, Tanpınar’da yaşandı.

Daha önsözde “Beş Şehir’in konusunu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen özlem” olacağını söylese de,”eski bir Garpçı” olarak “canlı hayata, yaşayan ve duyan insana, cansız madde karşısındaki bir mühendis gibi değil, bir kalb adamı olarak yaklaşmayı istedim” dese de, denemelerde şehirler, yoğun bir biçimde geçmişe özlem, yeniye karşı durma duyguları ile ve insansız, canlıların olmadığı,yalnızca geçmiş fetihleri,savaşları,Türk – Müslüman kimlikleri ile birer mimari, mühendislik baş yapıtları olan şehirler olarak sunulmuştu.

Tanpınar beş şehri, yalnızca askerleri, hükümdarları, kahramanlıkları,fetihleri ile görmüş, savaş terminolojilerinin hemen hemen tümünü kullanarak o şehirlere anlamlar, sıfatlar yüklemişti.

Ankara; muharip görünüyordu, şehirde bir istihkam manzarası vardı, geniş sanrısını rüzgara vermiş bir harp gemisi gibiydi, mağrur bir muharipti, er meydanında çekilen emek, dökülen kan, nesillerin ızdırabının boşa gitmediği bir şehirdi.

Erzurum; savaş endüstrisinin şehri kalkındırdığı, savaş musikisinin duyulduğu, fethetme hakkının yalnızca Osmanlıya ait olduğu, Türk ve Müslümanların dışında “kayda değer” kimsenin yaşamadığı bir şehirdi ve kadınları muhafazakardı ama “ Bulgar komitacıları ceplerinde Abdülaziz’e hitap eden istidalarla Balkan dağlarında Türk vatanının birliğine pusu kurarken Anadolu kadınları redif, ihtiyat, müstahfaz adlarıyla evlerinden alınan bir daha memleketlerine dönmeyen erkeklerine ağlıyorlardı”.

Konya; hükümdarların “muhteşem saltanatı ile şehre girişi ile halka bayram havasının yaşatıldığı”, “etnik çehresinin bizce az çok meçhul olduğu” “Türk olan büyük halk kitlesinin yanı başında henüz Hristiyan kalmış Rum ve Ermeni gibi yerli kavimlere mensup bir kalabalığın…Haçlı döküntülerinin Ortaçağın bazı Anadolu şehirleri gibi büyük yekun tuttuğunu tahmin edebileceğimiz” bir şehirdi.

Bursa; zamanın başka aktığı, rüyada yaşadığımız bir şehirdi. “Kahramanlık ve ruhaniyet devrinin” şehriydi. “Türk ruhunun en halis ölçülerine” sahipti. “Gaza ve ganimet” peşindeki hükümdarların, “birinci sınıf devlet ve harp  adamlarının” şehriydi.”Ölümün sırrına sahip” Şarkın şehriydi.”Cedlerimizin inşa etmediği adeta ibadet ettiği” yapılarla bezeliydi.”Yarım asır içinde Bursa ve İstanbul’u halis Türk ve Müslüman yapan” hükümdarların, kahramanların, mimarların şehriydi.

Ve İstanbul. Yalnızca İslami yapılarından oluşmuş,”imparatorluk mimarisinin” yerleşmiş olduğu, Türk ve Müslümanların yaşadığı müze şehir.”Gümrükten geçen her şeyin Müslümanlaştığı”,”güneşin ruhani doğduğu”, “Fatih’in pazusunun kapılarını açtığı”, “yalnız bize ait olan bir manzarasının” olduğu “Türk İstanbul’u”.

“İstilalar, harpler, karışıklıklar içinde bile bünyelerin muazzam şekilde yapıcı” olduğu bu şehirlerde gördük ki Ahmet Hamdi Tampınar yeniliğe, yeniliklere dövünmüş. Batıdan gelen “bir yığın ahmaklığa hayran oluyoruz” diye yerinmiş.”Masal yüzlü komutanları”, “kışı kovmak için bahar ordusunun üç koldan” akın ettiği, “aşk şehidi” olduğumuz maziyi özlüyor. Hele o ekonomik yaşama damgasını vuran Ahilik, o çarşı adabı ve ahlakı…

8 Kitapta savaş ve barışı aradığımız atölyenin böylece sonuna geldik. Bu zorlu, yapıcı, şaşırtıcı, öğretici, aydınlatıcı ve değerli süreçte edebiyatın iki işlevini fark ettik; edebiyatın savaşı efsaneleştirerek normalleştirdiğini, yıkımını ört pas ettiğini, diğer yandan da estirdiği bahar rüzgarı ile savaş kasırgasının önünü kestiğini, açtığı yaraları sardığını.

Dört aylık bu şaşırtıcı deneyimi Atölye Notları şeklinde mail guruplarında paylaştık. Ancak Atölye’nin başında da konuştuğumuz gibi, bu değerli deneyimimizi kitaplaştırarak daha geniş bir okur kitlesi ile paylaşma arzumuz güçlendi.

Dün Atölye’de bunun yöntemi üzerinde konuşarak ortak bir karara vardık. Şöyle ki;

Her katılımcı, okuma eşi ile ya da arzu ediyorsa bağımsız olarak, derinlemesine inceleme yaptığı eseri 10 kitap sahifesinde, Atölye’de irdelediğimiz gibi 31 Temmuz tarihine kadar editörlere teslim edecek. Editörler gurupta bu yazıları yayınlayacak ve isteyen katkı sunabilecek.

Yine arzu edenler, kitabın ikinci bölümünde bu Atölye ile ilgili ya da başkası tarafından incelenmiş ve kitap yazısı yazılmış bir eser ya da yazarı hakkında görüşlerini yazabilecek.

Kitapta ilk söz olarak bir uzmanın (örneğin bir edebiyatçının), son söz olarak başka bir uzmanın (örneğin bir eğitimcinin, bir pedagogun) görüşlerine yer verebileceğiz.

Kitabı eylül ayında tamamlamayı ve dosyayı yayıncılara sunmayı planlıyoruz.

Aslı Tohumcu ve Burcu Aktaş editörlerimizdir.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, savaş ve barış kültürünün yerleşmesindeki değerli katkıları için tüm Atölye katılımcılarına, tüm okurlara teşekkür eder. Dünyadaki savaş ve şiddet bitene kadar başka Atölye’lerde barış arayışlarımızı sürdüreceğiz.

“Savaşa ait ne varsa savaşı da alıp gitsin”.

Pablo Neruda

“Bir gün gelecek, oh diyecek insanoğlu. Silahları bırakın, artık ihtiyaç kalmadı”.

Bertolt Brecht

Dünyanın yüzünde yara izleri kapanırken

ağaçlar diktiğimizde

havan mermilerinin kazdığı çukurlara;

Yangının kavurduğu yüreklerde

ilk tomurcuklarını açarken umut

… işte budur barış

Yannis Ritsos

AtölyeBAK

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.