Hrant’ın arkadaşları haykırdı: Sistem, kusuru olanları canla başla koruyor! / Radikal – 07.02.1011
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuklu sanıklardan Erhan Tuncel ve Yasin Hayal ile tutuksuz sanık Salih Hacı Salihoğlu katıldı. Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin 2’si tutuklu 19 sanığın yargılandığı davanın 16. duruşması görüldü. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal ile tutuksuz sanık Salih Hacısalihoğlu katıldı. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, kardeşi Hosrof Dink ve kızı Delal Dink de müdahil olarak duruşmada hazır bulundu.
BAŞKAN VE ÜYE HAKİM İLK KEZ GÖREV ALDI
Mahkeme Başkanı Erkan Canak’ın tayin edilmesinden sonra yerine atanan Başkan Rüstem Eryılmaz ile üye hakim olarak atanan Nurullah Çınar bu duruşmada ilk kez görev aldı. Mersin Baro Başkanı Halil Ülkü Özel ile Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar’ın davaya müdahil olarak katılmasına karar verildi.
Avukat Fethiye Çetin’in taleplerini alan mahkeme heyeti yaklaşık iki saatlik aranın ardından kararlarını açıkladı. Taleplere ilişkin kararlarını açıklayan Mahkeme, sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.
Hrant Dink cinayeti ile ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda halen devam eden soruşturmaların geldiği aşama hakkında bilgi verilmesi için yazı yazılmasına karar veren mahkeme, dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’ün de aralarında bulunduğu bazı kamu görevlileri hakkında Trabzon 2. Sulh Ceza ve Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaların, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dava ile birleştirilmesi talebini reddetti.
BIÇAK OLAYI SORUŞTURULDU MU?
Mahkeme ayrıca, bir önceki duruşmada nezarethanede bıçak bulduğunu söyleyerek, “Biz Yasin ile birlikte nezarethanede bıçak bulduk. Mahkemede benim üzerimdeydi. Size vermeyi düşündük ancak vermedik. Sonra komutana veririz diye konuştuk. Ama daha sonra ben tuvalete attım” diyen Erhan Tuncel’in iddialarıyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ne tür işlem yapılıp yapılmadığının sorulmasına hükmetti.
SAVCIDAN MÜTALAA İSTENDİ
Tutukluluk süresini sınırlayan CMK’nın 102. maddesinin yürürlüğe girmesi nedeniyle kovuşturmanın genişletilmesi talebi olmadığı takdirde esas hakkındaki görüşünü hazırlaması için dosyanın Cumhuriyet Savcılığı’na verilmesine hükmeden mahkeme duruşmayı 28 Mart’a erteledi.
HRANT’IN ARKADAŞLARI ORADAYDI
Hrant Dink Davası’nın 16. duruşması öncesinde “Hrant’ın Arkadaşları” adlı grup, Dolmabahçe’de toplanarak adliyeye kadar yürüdü. Suikastın aydınlanması için her dava öncesi Beşiktaş Meydanı’nda toplanarak adliyeye yürüyen grup bu kez Dolmabahçe önünden yürümeye başladı.
Yürüyüş boyunca gruba çevik kuvvet polisi eşlik etti. Aralarında Yavuz Bingöl, Mustafa Alabora gibi sanatçıların da bulunduğu “Hrant’ın Arkadaşları” isimli yaklaşık 300 kişilik grup, saat 09. 30’da Dolmabahçe Meydanı’nda toplandı. Burada, “4 Yıldır Yüzleri Yok, 4 Yıldır Yürekleri Yok” yazılı pankart açan grup Beşiktaş Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Başbakanlık ofisinin bulunduğu kaldırımda yürümelerine izin verilmeyen grup karşı kaldırıma geçerek yürüyüşlerine devam etti.
Yürüyüş sırasında onlarca çevik kuvvet polisi, caddeyle grup arasında etten duvar oldu. Bu yıl Bandista isimli müzik grubu da enstrümanlarıyla birlikte gruba destek verdi. Başbakanlık ofisi önüne gelen grup, burada yavaşlayarak sloganlarını artırdı. Ofisi geçen grup tekrar şerit değiştirdi. Bu sırada trafik kesilince bazı sürücüler klakson çalarak gruba tepki gösterdi. Beşiktaş Meydanı’na gelen gruba Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, milletvekili Ufuk Uras, Uğur Mumcu’nun oğlu Özgür, kızı Özge de katıldı. Her yıl farklı bir ismin okuduğu basın açıklamasını bu yıl sanatçı Yavuz Bingöl okudu.
YARGI SİSTEMİ, KUSURU OLANLARI CANLA BAŞLA KORUYOR
Üzerinden dört yıl geçmesine rağmen davanın doğru dürüst soruşturulmadığını belirten Bingöl şunları söyledi:
“Cinayet davası niyetine, gerçek sorumluların yanına bile yaklaşmayan bir müsamere sürdürülüyor. Hrant’ın öldürülmesinin yolunu açan, buna yardım eden, göz yuman, katili kahraman yapmaya çalışan, soruşturmayı karartmak için düzmece rapor düzenleyen, mahkemeye düzgün bilgi vermeyen, velhasıl elinden geleni ardına koymayan devlet görevlileri soruşturulmasın, yargılanmasın diye hala herkes seferber. Seferberlerin başında da yargı sistemi geliyor. Hrant’ı söylemediği sözlerden ötürü mahkum ederken en ufak rahatsızlık duymayan yargı sistemi, bu işte kusuru olan valileri, emniyet müdürlerini, polisleri, askerleri korumak için canla başla çabalıyor.
Hükümetin bu cinayetin sahiden aydınlatılması, böylece devletin temizlenmesi için parmağını oynatmaya niyeti yok. Hangi gizli ve kirli ittifakın icabıdır, bilemiyoruz ama gerçek katilleri saklayan ve koruyan mekanizmaya halkın oylarıyla iktidar gelmiş hükümet de dahildir. Hrant’ın öldrülmesinden bu yana yaşananlar, hepsini gayri meşru kılıyor, farkında bile değiller. Ya da belki umursamıyorlar. Televizyonlarını açıp Mısır’da olup bitenleri seyretsinler; günün birinde umursatırlar insana.”
Bingöl yaptığı açıklamayı son olarak Mahatma Gandhi’nin “Önce seni görmezden gelirler, sonra seninle alay ederler, sonra seninle mücadele ederler, sonra sen kazanırsın” cümlesiyle bitirdi.
Grup açıklamanın ardından sloganlar eşliğinde adliyeye yürüdü. Gruba Beşiktaş’ta, Toplumsal Bellek Platformu üyelerinden Turan Dursun’un oğlu Abid Dursun, Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz, Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, Uğur Mumcu’nun çocukları Özgür ve Özge Mumcu, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ve kardeşi Orhan Dink, Necdet Bulut’un eşi Neşe Erdilek, İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost, Akın Özdemir’in kızı Deniz Kırçir, Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini Canan Kaftancıoğlu katıldı. Rakel Dink ve bazıları duruşmayı izlemek için mahkeme salonuna girdi. Dışarıda kalanlar da Bandista Müzik Grubu’nun müziklerini dinledi.
Dünyadan Haberler
Türkiye, Ortadoğu’nun kilit aktörü
Star – 04.02.2011
Brandeis Üniversitesine bağlı Crown Ortadoğu Çalışmaları Merkezi ve German Marshall Fund uzmanı Joshua Walker, “Türkiye’nin, Ortadoğu’nun kendi kendine atanmış kilit aktörü ve uluslararası oyuncu” olduğunu belirterek, “Ortadoğu’da en büyük ve en hızlı büyüyen ekonomi olarak Türkiye’nin, benzersiz bir şekilde, (yaşanan son gelişmelerle birlikte) bölgede yeni ortaya çıkmakta olan hükümetler için alternatif modeller sunmada belirleyici rol oynayabileceğini” kaydetti.Walker, Foreign Policy Dergisi’nde “Türklerin Ortadoğu’nun Kilit Aktörü Olarak Dönüşü” başlıklı yazı kaleme aldı.
Yazısına, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye olarak, kardeş Mısır ve Tunus halkının yanında olmaya, her iki halkla hüzünleri olduğu kadar sevinçleri ve umutları paylaşmaya devam edecekleri ve kararın Mısır ve Tunus haklarına ait olduğu” sözlerine yer vererek başlayan Walker, Erdoğan’ı “kendine güvenli bir Başbakan” olarak tanımladı ve sözlerinin bölge medyasında da geniş yer bulduğunu kaydetti.
Tunus’taki rejimi deviren olayların Mısır, Yemen ve Ürdün’deki protestolara ilham olduğunu, Lübnan’da istikrarsızlık bulunduğunu hatırlatan Walker, “analistlerin, Arap dünyasındaki bu olay ve devrimleri, daha çok Soğuk Savaşın izlerinin en son örneği” olarak gördüğünü belirtti.
Ancak “uzun vadeli daha önemli küresel eğilimlere aslında Türklerin aşina olduğunu” ifade eden Walker, “En fazla Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek tarafından temsil edilen, geleneksel otoriter rejimlere karşı daha önce hiç görülmemiş düzeyde ve birbirine bağlı protestolar, Ortadoğu’yu Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülüşü ve Arap milliyetçiliğini yükselişini hatırlatan döneme geri döndürdü” ifadesini kullandı.
-“TÜRKLER ARAP DÜNYASINDA HİÇ BU KADAR AKTİF OLMADI”-
Walker, Arap dünyasındaki uzmanların açıklama ve tahminlerinin, ABD’nin konuya dahiliyetiyle ilgili tartışmalarla birlikte protestolara yol açan “bastırılmış öfkelere” ve halk hareketlerine odaklandığını belirterek, “Aslında, üzerinde durulması gereken bir o kadar önemli konu, bölgesel dinamiklerin bu etkisinin, Ortadoğu’daki büyük iktidar mücadeleleri oyunlarına yeni bir oyuncunun kayda değer bir şekilde gelmesi ve geleneksel oyuncuların oyun dışı kalmasına öncülük etmesi” değerlendirmesinde bulundu.
Bu noktada, “Osmanlı İmparatorluğunun başta olduğu dönemlerden bu yana Türklerin hiçbir zaman bu kadar Arap dünyasına, diplomatik, ekonomik ve siyasi düzeyde aktif dahiliyeti olmadığına” işaret eden Walker, “Geçmişin hatıraları, Türk-Arap ilişkilerine gölge düşürmeye devam etse de bugünün çıkarları geçmişin üstesinden gelmiş gibi görünüyor” dedi.
-“TÜRKİYE, BÖLGENİN KİLİT AKTÖRÜ”-
Erdoğan’ın, Mübarek’e “halkının sesine kulak vermesi” sözlerini hatırlatan Walker, bunun, Türkiye’yi Ortadoğu’nun “kendi kendine atanmış kilit aktörü” haline getirdiğini yazdı. Walker, “Erdoğan, Türkiye’yi Ortadoğu genelindeki rejim karşıtı hareketlerin tarafına koyarak, dış politikasına yönelik ülke içi eleştirilere açık ve güçlü bir yanıt verdi” dedi.
Walker, Başbakan Erdoğan’ın “Türkiye’nin bölgedeki tüm taşları yerinden oynatan ve tarihi değiştiren bir rol oynadığını ilan ederek, AK Parti’nin karakterli bir dış politika izlediğine dikkati çektiğini” ifade etti.
-“ANKARA, ÇÖZÜMLER İÇİN EN BÜYÜK EKONOMİK TEŞVİKLERİ SUNUYOR“-
Joshua Walker, “bölgeden bakıldığı kadarıyla, Türkiye’nin diplomatik ve ekonomik diyalog stratejisinin memnuniyetle karşılandığı”, “Ankara’nın, mezhepsel olmayan, faydacı bir odakla, Ortadoğu’da bugünün sorunlarına şiddet içeren çözümler yerine, siyasi ve sürdürülebilir çözümler bulmaya yönelik en büyük ekonomik teşvikleri sunduğu” ifadesini kullandı.
Walker, “Ankara için fırsat kısmen, Araplar arasında liderliğin eksikliği, kısmen de bir zamanlar görmezden geldiği bir bölgede oynadığı pro-aktif politikaları” dedi.
Mısır ve Suudi Arabistan gibi öncü Arap ülkelerinin, “bölgedeki öncü konumlarını yitirmekten korkarak, protesto hareketleri ve Türkiye’nin özellikle İran, Irak, Lübnan, Filistin ve Araplar arası meselelerde yükselen rolünden pek memnun olmasa da fazla bir seçeneklerinin bulunmadığı” görüşünü dile getiren Walker, “bu ülkelerin, serbest seçimlerle iktidara gelen bir partinin liderliğindeki yerli demokrasi ve ekonomik fırsatlar karşısındaki zayıflığının, Türkiye için durumu daha güçlü hale getirdiğini” ifade etti.
-“TÜRKİYE ÖNEMLİ BİR OYUNCU”-
Walker, yine de “genel olarak Türklerin, Türk diplomasisinin faydacı, iş bilen doğasını memnuniyetle karşılayan Arap devletleri ve hakları tarafından kabul gördüğünü, hem Avrupa hem de ABD’ye açılan bir kapı olarak Türkiye’nin bölgenin aktörleri açısından, kendini önemli bir oyuncu olarak kabul ettirdiğini” kaydetti.
“Arap dünyasında Erdoğan ve Türkiye’nin popülerliğinin, AK Parti’ye, geleneksel Türk dış politikasını, handikap olmaktan ziyade, gücünü Ortadoğu komşularıyla olan ortak tarih ve mirastan alan bir şekle dönüştürmesine izin verdiğini” ifade eden Walker, “AK Parti yönetimindeki Türk dış politikasının, tüm komşularıyla ilişkilerini geliştirmek için bir vizyon ortaya koyduğunu” kaydetti. Walker, bu vizyonun özellikle, “serbest ticaret bölgesi ve nihayetinde bir Ortadoğu Birliğinin tartışmasının yapıldığı Lübnan, Ürdün, İran, Irak ve Suriye gibi Ortadoğu’da eski Osmanlı sınırları içerisinde yer alan bölgeye öncelik verdiğini” ifade etti.
Walker, Türkiye’nin Ortadoğu ile artan ekonomik ve siyasi ilişkisinin bölgede önemli çapta yeni düzenlemeye yol açtığını kaydetti. Türkiye’nin bölgeyi ileri götürebilecek bir ekonomik motor olduğunu belirten Walker, “Bugünün Ortadoğusunda İran ve İsrail gibi ülkelerin sürdürülebilir bir ekonomik ve siyasi başarı sunmadığını, ancak Türkiye’nin bunların tersine, girişimci bir serbest piyasa olarak, ikili ilişkiler ve bölgesel entegrasyon yoluyla tüm partilerle ilişkilerini güçlendirmeye çalıştığını” kaydetti.
-“TÜRKİYE, MODEL SUNMADA BELİRLEYİCİ ROL OYNAYABİLİR”-
Walker, “Ortadoğu’daki en büyük ve en hızlı büyüyen ekonomi olarak Türkiye’nin, benzersiz bir şekilde, bölgede yeni ortaya çıkmakta olan hükümetler için alternatif modeller sunmada belirleyici bir rol oynama konumunda” olduğunu belirtti.
“Batının köklü bir müttefiki, İran ve Suriye’nin yeni bir ortağı olarak” Türkiye’nin Mısır, Lübnan ve Tunus da dahil olmak üzere her ortamda arabulucu ve model olma rolü oynama çabası gösterdiğini ifade eden Walker, Türkiye’nin uluslararası kuruluşlarda etkin bir konuma sahip olduğunu belirterek, bunlarla Ankara’nın, “kendisini bölgesine kayda değer nüfuz ve etki ortaya koyma yeteneğine sahip, uluslararası bir aktör haline dönüştüğünü” kaydetti.
Walker, Türkiye’nin “Atatürk tarafından öncülük edilen, Osmanlı sonrası devletten, gelişmekte olan piyasa demokrasisine bir gecede dönüşmediğini, bunun neredeyse bir yüzyıl aldığını, bu bağlamda Türkiye tarafından Arap dünyası ve Mısır’a sunulan fırsatlar ve derslere, dikkatle kulak verilmesi gerektiğini” kaydetti.
Rumsfeld’den 1 Mart Tezkeresi İtirafı
Aktifhaber.com – 07.01.2011
ABD’nin eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, 2003’teki 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’nden dönmesiyle ilgili süreci anlatırken kararın ABD’yi Irak’ta nasıl zora soktuğunu anlattı.
ABD’nin eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, anılarını kaleme aldığı kitabında 2003’teki 1 Mart Tezkeresi’nin TBMM’nden dönmesiyle ilgili süreci anlatırken kararın ABD’yi Irak’ta nasıl zora soktuğunu anlattı.
ABD’nin eski Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, TBMM’nin, “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yabancı ülkelere gönderilmesi ve yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması için Hükümet’e yetki verilmesine ilişkin başbakanlık tezkeresi”ne yönelik “kritik oylamasına uzanan aylarda, Amerikan yönetiminden hiç kimsenin tezkerenin geçmeyeceğini beklemediğini” ifade ederek, “Bölgedeki kilit bir NATO müttefikinden destek alınamamasının operasyonel açıdan ciddi terslik olmasının yanısıra siyasi utanç olduğunu, ve öncesinde kendisiyle birlikte dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell’ın Türkiye’yi ziyaret etmesi durumunda büyük ihtimalle bundan kaçınılabileceğini” bildirdi.
Rumsfeld’in anılarını kaleme aldığı, merakla beklenen yeni kitabı “Known and Unknown” (Bilinen ve Bilinmeyen) bugün piyasaya çıktı.
Kitabının bazı bölümlerinde Türkiye ile ilgili konuları da ele alan Rumsfeld, örneğin, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan sorunlara değiniyor. Washington’ın “Watergate” skandalıyla çalkalandığı dönemde, NATO’nun, iki müttefiki Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlardan kaynaklı ciddi krizin içinde olduğunu ifade eden Rumsfeld, iki ülkenin Kıbrıs’la ilgili olarak geçmişe dayanan anlaşmazlıklarının bulunduğuna dikkati çekerek, “Bu anlaşmazlıklar, Türkiye’nin Kıbrıs’ı işgal etmesiyle 1974 yazı sırasında kaynama noktasına ulaştı” ifadesini kullandı.
Rumsfeld, bu sorunun NATO için “zor çıkmaz” doğurduğunu kaydederek, NATO’nun, kendisine üye devletler arasındaki sorunlarla ilgili değil, bu üye devletleri dış tehditlere karşı korumak amaçlı bir askeri ittifak olarak kurulduğunu anımsattı.
-“ABD’NİN KAMUOYU ÖNÜNDE TÜRKİYE’YE DAHA ÇOK DESTEK VERMESİ GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİM”-
Kitapta Türkiye’nin adı, ABD’nin 11 Eylül sonrası Afganistan’a operasyon hazırlıklarından bahsedildiği bölümde de geçiyor.
O dönemin Ekim ayında, Suudi Arabistan, Umman, Mısır, Özbekistan ile birlikte Türkiye’yi de ziyaret ettiğini ve bu ülkelerin hükümet yetkilileriyle, ABD’nin Afganistan’a yönelik planları konusunda istişarede bulunduğunu, onların tavsiyelerini dinleyerek ne tür destekler sunabilecekleri hakkında bilgi aldığını anlatan Rumsfeld, “Potansiyel müttefiklerimize iki konuda garanti verdim: Birincisi, ABD, onların özel ya da kamuoyu önünde verebilecekleri her tür desteği takdir edecek. İkincisi, ABD, terörist tehdide karşı, geçmişte olduğundan çok daha geniş çapta ve yoğunluk düzeyinde, kuvvetli karşılık verecek” ifadesini kullandı.
Rumsfeld, o dönemki Türkiye ziyaretine bir paragraf ayırdığı kitabında, Ankara’daki temaslarında Türk yetkililerin, askeri tesisleri içeren yardım önerdiğini anlatarak, şunları kaydetti:
“Türkler, Kuzey İttifakı’nı silahlandırma ve onlara malzeme temin etme planımızın güçlü destekçisiydi, Taliban’ın dünya genelindeki Müslümanların çıkarlarını tehdit ettiğini biliyorlardı. Yıllar boyunca Türkiye’yi, ABD için kilit bir ülke, Batı’ya yönelen bir Müslüman demokrasi ve Doğu ile Batı arasında bağlantı işlevi görebilecek bir NATO üyesi olarak gördüm. ABD’deki siyasi olarak aktif Yunan-Amerikalı nüfusun çokluğu ve Kongre’deki temsil düzeylerinin de kısmen etkisiyle, ABD’nin Yunanistan’ı Türkiye’nin üzerinde tercih etme eğiliminden her zaman endişe duydum. Aralık 2001’deki bir notumda, ihtiyacımız olduğunda onların yardımını alacaksak, ABD’nin kamuoyu önünde Türkiye’ye daha çok destek vermesi gerektiğini söyledim.”
-“AMERİKAN YÖNETİMİ TEZKERENİN GEÇECEĞİNDEN EMİNDİ“-
Kitapta, Irak savaşı ve öncesindeki hazırlıklar ile 2003 yılı Mart ayında ABD ve Türkiye arasında yaşanan “tezkere krizi”nin anlatıldığı bölümlerde de Türkiye’nin adı sıkça geçiyor.
“Amerikalı diplomatların iyimserliğine rağmen, ABD’nin Türkiye’yi, kuzeyden Irak’a giriş yapmak üzere topraklarından geçiş izni vermeye ikna etmede zorluklar yaşadığını” belirten Rumsfeld, şunları kaydetti:
“TBMM’nin kritik oylamasına uzanan aylarda, Amerikan yönetimi, istediğimiz onayın bize verileceğinden emindi. Hiç kimse, tezkerenin geçmeyeceğini beklemiyordu. (ABD’nin eski başkanı George) Bush döneminin ilk aylarında, Türklerle yakından çalışmanın bizim için önemli olduğunu, çünkü onların işbirliğine ihtiyacımız olabileceğini düşündüğümü hatırlıyorum. O gün gelmişti. Ancak TBMM, jilet farkıyla ABD’nin geçiş talebini onaylamamıştı.
Bölgedeki kilit bir NATO müttefikinden destek alınamaması, operasyonel açıdan ciddi terslik olmasının yanında, siyasi bir utançtı ve büyük ihtimalle de bundan kaçınılabilirdi. (ABD Dışişleri Bakanı Colin) Powell, durumumuzu şahsen izah etmek için Ankara’yı ziyaret ederek çabalarımıza yardımcı olabilirdi. Ben de bu kritik haftalarda Türkiye’yi ziyaret edebilir ya da Başkan Bush’u veya (o dönemki) Başkan Yardımcısı Dick Cheney’yi Türk yönetimine kişisel çağrıda bulunmaları için teşvik edebilirdim.
Saddam’ın ülkenin kuzeyi ve batısındaki güçlerine karşı, Türk topraklarından ilerleyecek Amerikan askerlerinin tehdidinin olmaması, düşman savaşçılara, kuzeye kaçma ve o dönemde hiçbir koalisyon askerinin bulunmayacağı Sünni ağırlıklı bölgelerde faaliyet gösterme fırsatını verebilecekti. Irak’ı Türkiye’den işgal edemememiz, büyük muharip operasyonların sona ermesinden sonraki Sünni destekli isyanın yükselişinde kilit bir faktör olmuş olabilir. Türkiye’nin kararı, (dönemin ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Tommy) Franks’ın koalisyon güçlerinin Bağdat’a ve Irak’ın kuzeyine mümkün olduğu kadar erken ulaşmasının ve Irak ordusunun kaçış rotalarını kapatmanın başka yollarını bulmasını gerekli kıldı”.
-“BELGELERİ SIZDIRANLARIN ÇOCUKLARI ASKERDE OLSA NE HARİKA OLURDU”-
Rumsfeld, 2002 yılında New York Times’ın, ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığının (CENTCOM) Irak’a savaş planını ele geçirdiği ve bunu yayımlayacakları yönünde bir bilginin kendisine ulaştığını belirterek, planı gören Saddam güçlerinin daha iyi hazırlık yapabileceği ve daha fazla Amerikalının yaşamının riske atılabileceği ihtimali karşısında, hemen ABD Genelkurmay Başkan Yardımcısı Peter Pace’den gazeteyi arayıp haberi yayımlamamalarını rica etmesini istediğini, ancak gazetenin bazı değişikliklerle haberi yayımladığını anlattı.
O dönemde kendi kendine, “gizli belgeleri sızdırmayı sevenlerin, askeri operasyonlarda görev alan kızları ya da oğulları olsa ne harika olurdu. O zaman da böyle yaparlar mıydı?” diye düşündüğünü ifade eden Rumsfeld, şöyle devam etti:
“Gazetenin haberinde, CENTCOM’un planının, Amerikan askerlerinin Irak’a kuzey ve batıdan, Türkiye üzerinden gireceği yazıyordu. Türkiye’nin, bizim askeri çabalarımıza yardım etmeme yönünde oy kullanmış olması, herkes gibi Iraklılarca da biliniyordu, ancak New York Times tam tersini yazdı. Bu haber yüzünden, Saddam’ın generalleri, yine de kuzeyden bir saldırıyı püskürtmeye karşı hazırlık yaptılar. Öyle görünüyor ki, basında gördüğünüz herşeye inanmamanız gerektiğini henüz öğrenmemişler.”
-“TBMM İKİ TÜMEN ASKER GÖNDERMEYİ KABUL ETTİ AMA IRAKLI LİDERLER REDDETTİ”-
Kitabın ilerleyen bölümlerinde, “1 Mart tezkeresinin” sonuçlarına tekrar değinen Rumsfeld, direnişin merkezinin, Irak’ın batısındaki Sünni bölgelerde toplandığını belirterek, “Çünkü 3’üncü Piyade Tümenine Türkiye üzerinden Irak’ın kuzeyine giriş izni verilmediği için, savaşın ilk günlerinde Sünni bölgelerin çoğu Amerikan askerlerinin kapsamı içine girmemişti. ABD askerleri buralara ulaştığında büyük çaplı muharip operasyonlar sona ermişti. Bu şu anlama geliyordu, Felluce, Tikrit ve Ramadi gibi (Sünni) kentler, Amerikan askerleriyle büyük muharebeler yaşamamıştı ve isyancılar için barınak olmuştu” ifadesini kullandı.
Rumsfeld, “Irak operasyonu devam ederken El Cezire kanalında yayınlanan, ‘Amerika, İslam’a karşı savaş yürütüyor’ şeklindeki propogandayı yalancı çıkarmak için, bir Müslüman askeri birliğin Irak’a gitmesi için büyük gayret gösterdiğini” kaydederken, bir noktada TBMM’nin iki tümen asker göndermeyi kabul ettiğini, ancak Iraklı liderlerin, Irak’ın güvenliği ve Türk-Amerikan ilişkilerinin zararına olacak şekilde, bunu reddettiğini belirtti.
-KİTAPTAN DİĞER NOTLAR-
Kitabında, Irak savaşıyla ilgili olarak “özür dilemez” bir tavır sergilediği gözlenen Rumsfeld, savaşın, maliyetine değdiği görüşünü dile getirdi. Rumsfeld, 800 sayfalık kitabında, ”Saddam Hüseyin yönetiminin iktidarda kalmış olması durumunda, Ortadoğunun bugün olduğundan çok daha tehlikeli olacağı” fikrini savundu.
Irak savaşının mimarlarından biri olarak görülen Rumsfeld kitabında, “Bush’un, Irak savaşı konusunda verilen çabalara zararı dokunan şekilde, karar alma süreçlerinde tutarsızlıklara sahne olan bir ulusal güvenlik sürecine başkanlık ettiğini” belirtti ve Bush’u, “üst düzey danışmanları arasındaki anlamazlıkları çözmek için daha fazlasını yapmamakla” eleştirdi. Rumsfeld, Bush’un, “bir karar almadan önceki seçeneklerinin zamanlıca değerlendirildiğini ve aldığı kararların etkin şekilde uygulandığını her zaman görmediğini” kaydetti.
Kitabında ABD yönetiminin savaş tutuklularına muamelesine de geniş yer ayıran Rumsfeld, “Ebu Garib skandalından sonra, 2004 yılı Mayıs ayında görevinden istifa etmemiş olmaktan büyük pişmanlık duyduğunu” belirtti. Rumsfeld, “Geçmişe baktığımda, savaş sırasındaki gözaltılarla ilgili olarak, ABD yönetiminin daha farklı ve daha iyi yapabileceği şeyler olduğunu görüyorum” ifadesini kullandı.
Rumsfeld kitabında, Bush yönetiminde görev alan bazı isimlere de eleştiriler yöneltti. Rumsfeld örneğin, eski dışişleri bakanlarından Condoleezza Rice’ı, bazı ülkelerle ilişkilerde demokrasi ve insan haklarını ABD’nin güvenliğinin üzerinde çok fazla tutmakla, Irak’taki eski Amerikalı sivil yönetici Paul Bremer’i de, niyetleri konusunda ABD Savunma Bakanlığını bilgilendirmemekle eleştiriyor.
‘Füze kalkanı Türkiye’ye değil Gürcistan’a yerleştirilsin’
Hürriyet – 08.02.2011
Bir grup ABD’li senatör, Türkiye’nin NATO füze kalkanı projesine ev sahipliği yapmak için bazı ön şartlar koymasını gerekçe gösterek, tartışmalı savunma sisteminin Gürcistan’a yerleştirilmesini önerdi.
FÜZE KALKANI KÖR ÇIKTI
Foreign Policy dergisinin haberine göre, Jon Kyl, James Risch, Mark Kirk ve James Inhofe adlı dört Cumhuriyetçi senatör, Savunma Bakanı Robert Gates’e bir mektup yazarak, “ABD toprakları, müttefiklerimiz ve ülke dışında görev yapan askerlerimize koruma sağlayacak bu füze savunma sisteminin, müttefiklerimizle işbirliği içerisinde konuşlandırılması gerektiğine inanıyoruz. Bu çerçevede, İran’ı hedef alan radar sistemlerinin Gürcistan topraklarına yerleştirilmesinin, Türkiye’den daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyoruz” dedi.
Senatörler, Gürcistan’ın gelecekte daha yakın bir ABD müttefiki olması açısından da bu kararın daha yerinde olacağını ifade etti.
ABD’li senatörler, ayrıca, Gürcistan’ın söz konusu radar sistemi için muhtemel bir ev sahibi olarak değerlendirilip değerlendirilmediğini veya Pentagon’un başka alternatifleri olup olmadığını öğrenmek istediklerini belirtti.
Senatörlerin gönderdiği mektubu yorumlayan Foreign Policy dergisi, NATO veya Obama yönetiminin Gürcistan’a radar yerleştirmeleri olasılığının düşük olduğunu ifade etti. Dergi, Gürcistan’ın NATO üyesi olmamasının ve böyle bir adımın, ABD-Rusya ve Rusya-NATO ilişkilerini son derece olumsuz yönde etkileyeceğinin altını çizdi.
Füze kalkanının bir ayağının Türkiye’ye kurulma olasılığı geçtiğimiz yılki NATO zirvesinde sert tartışmalara yol açmış, Ankara hedef olarak İran’ın telaffuz edilmemesinde ısrar etmişti. Türkiye, ayrıca, söz konusu radar sisteminin komuta ve kontrolünün kendisinde olmasını, sistemden sağlanacak istihbaratın da İsrail’le paylaşılmamasını şart koşmuştu.
GÜRCİSTAN’DAN İLK TEPKİ
Gürcü yetkililer ise ABD’li senatörlerin önerisi hakkında yorum yapmak için çok erken olduğunu belirtti. İngilizce yayın yapan Gürcü haber sitesi “Civil”in bildirdiğine göre, Tiflis’teki bir basın toplantısında gazetecilerin konuya ilişkin sorularını yanıtlayan Gürcistan Dışişleri Bakan Yardımcısı David Jalagania, “Bu çok kısa bir süre önce ortaya atılan bir öneri. Bu yüzden Gürcistan’ın bu konuda henüz somut bir duruşu yok. Ama getirilen öneri, bölgesel istikrar ve güvenlik açısından değerlendirilmesi gereken bir teklif. Ancak yine de bu konu hakkında siyasi bir yorum yapmak için çok erken” diye konuştu.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 7 Şubat 2011
İletişim: www.kureselbak.org, kureselbak@gmail.com; 00905362196341