Tarihsel bir süreç olarak çok sayıda ülkenin yaşamını etkilemiş olan kolonyalizm, genellikle bir ülkenin diğer bölgeleri veya toprakları ele geçirerek, onları politik, ekonomik, kültürel, dini ve sosyal olarak kontrol etme süreci olarak tanımlanır. Bu süreç, söz konusu ülkenin egemenliği altındaki bölgelerde genellikle doğrudan veya dolaylı bir yönetim kurmasıyla gerçekleşir.
Süreç sömürgecilerin, kendi ülke sınırları dışında farklı toprakları işgal etmeleri, bu topraklar ve halklar üzerinde egemenlik kurmaları, bu ekonomik kaynakları kendi ülkelerine götürerek ya da işgal edilen topraklarda kalarak sömürmeleri, yerel kültürleri etkilemeleri, kendi değer ve ideolojilerini yaymaya çalışmaları biçiminde işler. Sömürgeci güçlerin ekonomik çıkarlarını gözeten bu süreç siyasi, kültürel ve toplumsal etkiler doğurur; sömürülen bölgelerdeki yerel halkın kültürünün, dil ve inanç sistemlerinin, yaşam tarzlarının değişmesine neden olurken sıklıkla yerel halkın haklarına saygı duyulmamasına, aşağılanmasına yol açar.
Günümüzde birçok ülke sömürgecilik döneminden bağımsızlık kazanmış olarak çıksa da kolonyalizmin etkileri yaşamaya ve hissedilmeye devam etmekte, bu bölgelerdeki kültürel, siyasi ve ekonomik yapılar, sömürgecilik döneminden kalma mirası taşımaktadır.
Kolonyalizm, keşifler çağı olarak bilinen 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalı denizcilerin yeni kıtalar ve topraklar ‘keşfetmeye‘ başlamasıyla birlikte ortaya çıkar ve ardından süreç şekillenmeye başlar. Portekiz ve İspanyol denizcilerinin başlattığı ‘yeni kıtalar ve topraklar keşfetmeye’ çıkmalarını maceraseverliklerine bağlamak doğru değildir; elbette ekonomik nedenleri vardır:
- Baharat Yolu ve Ticaret yollarının kontrolünü ele geçirmek: Doğu Asya’dan özellikle de Hindistan ve Çin gibi ülkelerden gelen baharatlar, değerli metaller ve ipek gibi malların Avrupa’ya akması için, Osmanlı İmparatorluğu ve Orta Doğu topraklarından geçen ticaret yolu olarak bilinen güzergahı, deniz yolu ile değiştirerek ticaret yolunu kontrol edenlerin rota değişikliği ile karlarına ortak olmak.
- Kolonileşme ve Kaynaklara el koymak: Avrupalılar için büyük ekonomik fırsatlar sunan bu yeni ticaret rotasıyla o bölgelerdeki kaynakların, özellikle altın, gümüş, değerli taşlar ve diğer doğal kaynakların Avrupa ekonomilerini zenginleşmesi ve güçlerini artırabilmesi olasılığını değerlendirmek.
- Yeni Ticaret Yolları ve Pazarlar bulmak: Yeni kıtaların keşfi, Avrupalı tüccarlar için yeni pazarlar oluşturma fırsatı sağlayacağından yeni bölgelerdeki yerli halklarla yapılan ticaret, Avrupalı tüccarların daha geniş bir müşteri kitlesi ve ticaret potansiyeline ulaşmasını sağlamak.
- Kolonileşme ve Tarım: Tarımsal potansiyel açısından büyük bir çekicilik taşıyan yeni keşfedilen bölgeler, Avrupalıların buraya yerleşerek tarım ürünleri yetiştirerek, bu ürünleri Avrupa’ya ihraç ederek ekonomik refah sağlamak, nüfuslarını genişletmek vb.
Bu ekonomik arka planın yanında 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalı denizcilerin yeni kıtalar ve topraklar keşfetmeye çıkmalarının diğer nedenleri de şöyle açıklanabilir:
- Coğrafi Keşiflerin Prestiji ve İmparatorluk Gücünü arttırması: Yeni toprakların keşfi, Avrupalı devletlerin güçlenmesine ve genişlemesine olanak sağlayacaktır. Yeni keşfedilen bölgelerin kontrolü, bir devletin gücünü artırabilir, zenginleşmesini sağlayabilir ve siyasi prestijini yükseltebilirdi.
- Bilimsel ve Kültürel İlgi: Rönesans dönemiyle birlikte bilimsel ve kültürel bir canlanma yaşandığı bu dönemde coğrafi keşifler, yeni yerlerin ve farklı kültürlerin keşfi bilimsel ve entelektüel ilgiyi artırıyordu. Yeni bitki ve hayvan türlerinin keşfi, coğrafya ve astronomi alanındaki bilgiler ‘doğu’da ileri düzeydeydi. ‘Orient’ gizemli, egzotik bir yerdi; hayaller ve rüyalar gerçekleşebilirdi. Oryantalizm birden Avrupa’da moda akımı oldu.
Portekiz, bu dönemde denizaşırı keşifler ve ticarette öncü bir rol oynar. Portekiz Krallığı, o dönemde monarşik bir yapıya sahiptir ve yönetimi genellikle kral ve kraliyet konseyi tarafından yürütülüyordu. Keşifler ve denizaşırı kolonileşme, Portekiz’in ekonomisini ve gücünü artırır. Portekizli denizciler, özellikle Hindistan’a ulaşma ve Afrika kıyıları boyunca ticaret rotaları oluşturma konusunda önemli başarılar elde ederler. Bu keşifler, Portekiz Krallığı’nın zenginliğini ve uluslararası etkisini artırır.
İspanya ise o dönemde Aragon ve Kastilya Krallıklarının birleşmesiyle oluşan birleşik bir krallıktır. İspanya’da da monarşi hakimdir ve bu dönemde İspanyol Krallığı, Katolik Krallar İspanyası olarak bilinir. İspanya’nın Altın Çağı (16. ve 17. yüzyıllar) olarak da bilinen dönem, Amerika’nın keşfiyle başlar. Amerika’dan gelen altın ve gümüş gibi zenginlikler İspanya’nın ekonomisini büyük ölçüde etkiler ve İspanya’nın Avrupa’daki gücünü artırır.
Her iki ülke de bu dönemde keşifler ve kolonileşme yoluyla büyük ekonomik, politik ve kültürel değişimler yaşar.
Kralların desteğiyle yola çıkan Portekizli ve İspanyol denizcilerin ‘keşifleriyle’ birlikte yeni kıtalarda kaynaklara ulaşmak ve bu kaynakları kontrol etmek için koloniler kurulmaya başlar ve yeni keşfedilen topraklar, Avrupa’nın dışında geniş birer imparatorluk oluşturma fırsatı sunar.
Özellikle, Altın Çağ olarak bilinen dönemde, İspanyol İmparatorluğu Amerika kıtasında geniş bir sömürge ağı oluşturur. Portekiz Brezilya ve çevresindeki bölgelerde sömürgeci etki alanları kurar. Daha sonra da diğer Avrupa güçleri, özellikle Hollanda, İngiltere ve Fransa, kendi kolonilerini oluşturmak için sürece ortak olur.
Kolonyalizm, Avrupa’nın çeşitli bölgelerde egemenlik kurması ve bu bölgeleri sömürmesi anlamına gelirken, aynı zamanda Avrupa kültürünün, dili, dini ve yönetim biçiminin bu topraklarda yayılmasına da yol açar. Bu süreç, Avrupa’nın jeopolitik ve ekonomik gücünü genişletirken, sömürgeleştirilen bölgelerdeki toplulukların, kültürlerin ve ekosistemlerin değişmesine, hatta bazı durumlarda yerli halkların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine yol açar.
16.Yüzyıldan itibaren sömürülen ya da sömürgeleştirilen ülkelerin en önemlileri şunlardır:
- Afrika Ülkeleri: Nijerya, Gana, Kenya, Cezayir, Demokratik Kongo Cumhuriyeti gibi birçok Afrika ülkesi sömürgeci güçlerin yönetimi altında geçer.
- Asya Ülkeleri: Hindistan, Endonezya, Vietnam, Malezya gibi birçok Asya ülkesi, İngiliz, Fransız, Hollandalı ve Portekizli sömürgecilerin egemenliği altına girer.
- Orta ve Güney Amerika Ülkeleri: Meksika, Brezilya, Peru, Kolombiya gibi birçok Orta ve Güney Amerika ülkesi, İspanyol ve Portekizli sömürgecilerin kontrolü altında bulunur.
- Orta Doğu ve Asya: Ortadoğu’da Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve sonrasında, ayrıca Asya’da başta Hindistan olmak üzere Çin ve birçok bölge de sömürgeci etkilerin veya işgallerin etkisi altına girer.
En fazla sömürgesi olan ülkeler şunlardır:
- İngiltere: ‘Toprakları üzerinde güneşin batmadığı‘ İngiltere, tarih boyunca dünyanın farklı bölgelerinde geniş bir sömürge imparatorluğu kurar; Afrika, Hindistan, Amerika, Okyanusya ve Asya’da birçok ülkeyi kontrol eder ve yönetir.
- Fransa: Geniş bir sömürgeci imparatorluk oluşturur ve Afrika’nın birçok bölgesi, Asya ülkeleri ve bazı Karayip adaları Fransız sömürgeleri olarak yönetir.
- İspanya: İspanya, özellikle Güney Amerika kıtasında geniş bir sömürge imparatorluğu kurar.
- Portekiz: Portekiz, özellikle Brezilya ve Afrika’nın bazı bölgelerinde geniş bir sömürgeci etki alanına sahip olur.
- Hollanda: Hollanda, Doğu Hint Adaları ve bazı Afrika bölgelerinde sömürgeci etkisini gösterir. Özellikle Endonezya’da geniş bir sömürge imparatorluğu kurar.
Sömürgecilik faaliyetleriyle zenginleşen ve gücü artan ülkeler yüzyıllar içinde Avrupa’nın ve Dünyanın ağırlık merkezlerini değiştirir.
- 16.yüzyıl: Dünyayı bölüşen, sömürgeciliği başlatan İspanya ve Portekiz. Gemilerin kalktığı önemli limanlar: Venedik, Sevilla ve Lizbon Limanları
- 17. Yüzyıl: Fransa ve Hollanda (Flaman, Hollanda ve İngiliz korsanlarının egemenliği). Anvers Limanı ve Amsterdam
- 18. yüzyıl: Fransa ve İngiltere
- 19.yüzyıl: Sanayi Devrimi’nden sonra İngiltere
- 1870’den sonra: Sanayileşme süreçleri hızlanan, ekonomileri hızla büyüyen, dünya pazarlarına çıkıp pay almak isteyen, gelişmekte olan diğer ülkelerce tehdit edilmeye başlayan Almanya, Fransa, Rusya, Japonya ve ABD ve nihayetinde Çin.
Aslında bu anlatılan kapitalist ekonomik modelinin gelişimidir. Kapitalizmin çıkışı ve gelişimi şu evrelerle olur:
- Kapitalizm öncesi dönem: Feodalizm (15.Yüzyıl öncesi)
- Kapitalizmin ortaya çıkışı 15.Yüzyıl: Merkantilizm, yani ticari kapitalizm
- Kapitalizmin 17. ve 18 Yüzyılı: Fizyokrasi yani tarımsal kapitalizm
- Kapitalizmin asıl çıkışı ve yükselişi: Sanayi Devrimi (1750-1850) ve Sanayi Kapitalizmi
Kapitalizmin uluslararası ekonomik alanının oluşumu ise şöyle gelişir:
- Kapitalizm öncesi dönem (15.Yüzyıl öncesi)
- Kapitalizm/Liberalizm sonrası dönem
Sanayi Devrimi,Klasik İktisadi Düşüncenin ve Liberalizmin doğuşu.
Hukuk Devletinin ortaya çıkışı ve gelişmesi
- I. Küreselleşme Evresi (1870-1914) Liberalizm
- II. Küreselleşme Evresi (1970’lerde başlayan ve 2000 sonrası dünya sistemi olan) Neo-Liberalizm
Kapitalist ekonomik model ve küresel ekonomi Avrupa’da doğar, dünya ekonomisi, Avrupalı bir dünya ekonomisi, Avrupa merkezli ekonomik bir dünya olur. Bugünkü gelişim de bu dinamiğin giderek yayılan bir uzantısı olduğunu göstermektedir. Peki neden gelişme Avrupa’da olmaktadır?
- 15. Yüzyıldan daha uzun bir süre Çin, teknolojik anlamda Avrupa’nın ilerisindeyken,
- Tüccar sınıfı ve uluslararası ticaret Antik Mezopotamya’dan beri varken, ticari ve finansal teknikler buralarda doğmuşken,
- Klasik çağda Atina, banka ve ticaret şirketlerinin faaliyetlerini Akdeniz ve Karadeniz üzerinde yaydıkları güçlü bir finans merkezi iken,
- İslam dünyası, 8.ve 11.yüzyıla kadar yaygın bir ticari faaliyet içindeyken ve İslam dini tarafından mükemmel bir biçimde düzenlenmiş ve yasalaştırılmışken,
Hangi koşullar Avrupa’daki bu ticarete ivme kazandırdı? 11.Yüzyıldan itibaren Avrupa pazar kapitalizmine nasıl hazırlandı? Batının ve Batı ‘uygarlığının‘ özelliği nedir?
M.S. 5.yüzyılda, Akdeniz’de meydana gelen büyük değişiklik, genelde M.Ö.27 yıllarında kurulan Roma’nın çöküşü (kuruluşu) olarak adlandırılır. Yüzyılın başında Roma İmparatorluğu, İngiltere‘den Büyük Sahra’ya, İspanya’dan Ortadoğu’ya kadar uzanmaktadır. Uygarlık bu çöküşün yıkıntıları üstüne kurulur. Avrupa:
- Kültürel olarak homojendir.
- Siyasi güç tek elde toplanmamış, aşırı dağılmıştır.
- Derebeylikler, krala/prense bağlı ancak siyasi ve ekonomik olarak özerktir.
- Toprak miras yoluyla intikal etmiştir. Biriken veraset, kapitalizmin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar.
- Servet biriktirmenin; kamu hayatına girmek ve güce yaklaşmak için bir araca dönüşmesi teşvik edilir.
- Merkezi monarşilerden uzak özerk kentlerin varlığı, bu kentler arasında ticaretin gelişmesine ve bir süre sonra bu ticaretin uluslararasılaşmasına yol açar.
- 12.Yüzyılda kurulan fuarlarla, özellikle Champagne Bölgesindeki fuarla tüccarlar ve malların değiş tokuşundaki artış sermaye birikimine yol açar.
- Antik Yunan ve Roma’dan beri para ve bankacılık faaliyetlerinin, yasa ve kurallarının gelişmiş olması, ticari ilişkilerin artmasına yol açar.
Bu olgulara ek ve daha da önemli olarak gelişmiş denizcilik kapılarıyla (Genova, Venedik, Pisa, Lubeck, Hamburg, Palais, Lizbon, Porto, Cartagena) dünyanın diğer köşeleriyle iletişim ve etkileşim içinde olunması Avrupa’da sermaye birikimini hızlandırır. Tarihçiler, bu baş döndürücü yayılmanın kaynağının, kıtlığıyla tüccarı sıkıntıya sokan altın açlığı olduğunda birleşir. Nadide taşlar (inci, yakut, zümrüt), değerli madenler (altın, gümüş), beslenme alışkanlıklarını değiştirecek ürünler (kahve, kakao, şeker, patates, domates, mısır, pirinç, tropik meyveler vb.), baharatlar, mamul mallar (pamuk, çivit, Brezilya ahşabı, fildişi) ve köleler Avrupa’ya büyük bir zenginlik getirir.
I. Dünya Savaşı, birçok koloni ve sömürgeci gücün üzerinde etkili olduğu ve bazı durumlarda bu savaşın sonuçlarıyla bağlantılı olarak kolonyal dönemin sona erdiği bir dönem olarak görülebilir. Savaş, bazı sömürgeci güçlerin ekonomik ve askeri gücünü zayıflatır, bu da bazı kolonilerin bağımsızlık mücadelelerine destek sağlar.
Örneğin, savaş sonrası dönemde, sömürgecilerin savaşta zayıflaması ve ekonomik olarak sıkıntıya düşmeleri bazı kolonilerdeki bağımsızlık mücadeleleri için bir fırsat yaratır. Savaş, sömürgeci güçler arasındaki dengeleri değiştirir ve bazı durumlarda bağımsızlık taleplerini destekler.
Ancak, kolonyal dönemin sona ermesi süreci her ülke için farklı gelişir; bazı bölgelerde bağımsızlık mücadeleleri savaştan çok önce veya sonra başlar ve devam eder. Dolayısıyla, I. Dünya Savaşı’nın doğrudan bir sonucu olarak kolonyal dönemin sona erdiğini söylemek genelleme olur; ancak, savaşın etkileri bazı kolonilerin bağımsızlık mücadelelerini etkilemiştir denilebilir.
İspanya’nın sömürgeleri farklı zamanlarda bağımsızlıklarını kazanırlar. İspanyol sömürge imparatorluğu oldukça geniş bir alana yayılmıştır, her bir bölge farklı zamanlarda bağımsızlık mücadelelerini başlattır ve sonuçlandırır. Güney Amerika’da bulunan İspanyol kolonileri genellikle 19. yüzyılın başlarında bağımsızlıklarını kazanırlar. İspanyol Amerika Savaşları (1810-1825) sürecinde, birçok Güney Amerika ülkesi bağımsızlığını ilan eder; Arjantin, Şili, Kolombiya, Meksika, Venezuela gibi. İspanya’nın Asya ve Afrika’daki sömürgeleri ise genellikle daha sonra, 20. yüzyılın başlarında veya ortalarında bağımsızlıklarını kazanırlar. En son Fas 1956’da bağımsızlığını elde eder.
İngiltere’nin sömürgeleri de farklı zamanlarda bağımsızlıklarını kazanırlar. İngiltere’nin sömürgeleri dünya çapında geniş bir alana yayıldığından her bir bölge farklı zamanlarda bağımsızlık mücadelelerini sürdürür. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri’nin temeli olan 13 Koloni, Amerikan Devrimi sürecinde 1776’da bağımsızlık ilan eder. Diğer bazı İngiliz sömürgeleri de benzer şekilde, 20. yüzyılın başlarında veya ortalarında bağımsızlıklarını kazanır:
Hindistan, 1947’de bağımsızlığını kazanır ve bu, o dönemdeki en büyük ve en önemli İngiliz kolonilerinden birinin bağımsızlığını elde etmesidir.
Nijerya, 1960’ta bağımsızlığını kazanır.
Kenya, 1963’te bağımsızlığını elde eder.
Gana, 1957’de bağımsızlığını ilan eder.
Elbette bütün bu gelişmeler uzun süreli ve kanlı toplumsal mücadelelerle yaşanır. Kolonyalistler çekildikten sonra geriye ne kalır? Tarihi süreçte postkolonyal dönem başlamış olur.
Postkolonyalizm, sömürgecilik döneminden sonra gelen ve sömürgeleştirilmiş toplumların, kültürlerin ve kimliklerin nasıl etkilendiğini, değiştiğini ve yeniden yapılandığını inceleyen bir akademik ve düşünsel yaklaşımdır. Bu yaklaşım, sömürgecilik sonrası dönemin etkilerini ve sürecini analiz ederken aynı zamanda mevcut güç ilişkilerini de sorgular.
Postkolonyalizm, genellikle farklı disiplinlerde, özellikle edebiyat, sosyoloji, antropoloji, tarih, kültürel çalışmalar ve siyaset bilimi gibi alanlarda incelenir. Bu yaklaşım, sömürgecilik sonrası dönemin karmaşıklığını anlamak ve sömürgecilikle mücadele etmenin yollarını bulmak için bir çerçeve sunar.
Postkolonyal dönemde, sömürgecilik sonrası siyasi, ekonomik, kültürel ve toplumsal değişimlerin etkisiyle yeni ulusal kimliklerin oluşumu ve yeniden yapılanma süreçleri ön plana geçer. Bu dönemde, eski sömürgeler genellikle kendi iç işlerini yönetme hakkını elde ederken, bağımsızlık sonrası birçok zorlukla da karşılaşırlar. Dünya geneline yayılan sömürgecilik dönemi sonrasında ülkelerarasında farklılıklar yaşansa da, postkolonyal dönem çalışmaları, incelenen ve dönemi yaşayan ülkelerin ortak bazı özelliklerine göz atmakta fayda vardır. Şöyle ki:
- Sömürgecilik Sonrası Değişim ve Kimlik Arayışı: Kültürel, dilsel, sosyal ve politik kimliklerin nasıl şekillendiği araştırılır.
- Batı Merkezli Bakışın Eleştirisi: Postkolonyal yaklaşım, genellikle Batı’nın egemen bakış açısını sorgular ve eleştirir. Sömürgecilik dönemindeki sömürgecilerin yerli halkları nasıl gördüklerini, temsil ettiklerini ve etkilediklerini araştırır.
- Kültürel Çeşitlilik ve Heterojenlik: Postkolonyalizm, kültürel çeşitliliği ve heterojenliği vurgular. Birçok kültürün, dilin ve deneyimin bir arada var olduğu, çatıştığı veya etkileşimde bulunduğu bir dünya görüşü sunar.
- Güç İlişkilerinin İncelenmesi: Bu yaklaşım, toplumsal, ekonomik ve politik güç ilişkilerini inceler. Sömürgecilik dönemindeki güç dinamiklerini, sömürgecilerle sömürgeleştirilmiş toplumlar arasındaki ilişkileri sorgular.
- Yerellik ve Evrensellik Dengesi: Postkolonyalizm, yerel kültürlerin ve deneyimlerin önemini vurgularken, aynı zamanda evrensel insan deneyiminin ortaklıklarını da araştırır.
- Edebiyat, Sanat ve Medya Araçlarıyla İfade: Bu yaklaşım, edebiyat, sanat, film, medya gibi araçları kullanarak sömürgecilik sonrası deneyimleri, kimlik arayışlarını ve değişimi anlatır, inceler.
Her ne kadar postkolonyal çalışmalar akademik çevrelerde sürerken aynı çevrelerde kolonyalizmin 21.yüzyılda biçim değiştirerek devam ettiği tartışılmaktadır. Küreselleşmenin yarattığı kuzey-güney ülkeleri arasındaki uçurumun derinleşmesi kolonyalizmin çehresini değiştirir çünkü bu süreçte bazı ülkeler küresel ekonominin getirdiği fırsatları daha fazla kullanabilirken, diğerleri bu süreçten daha az fayda sağlamışlardır. Bu durum, gelir eşitsizliği, kaynak dağılımı ve sosyal adalet gibi konularda tartışmalara sebep olur.
Genellikle gelişmiş ekonomilere, yüksek gelir seviyelerine, gelişmiş altyapıya, teknolojiye ve güçlü sosyal hizmetlere sahip olan ülkeleri temsil eden kuzey ülkeleri küresel ekonominin getirilerinde büyük bir pay daha fazla siyasi ve ekonomik güce sahip olurlar.
Güney ülkeleri ise genellikle gelişmekte olan veya az gelişmiş ekonomilere, düşük gelir seviyelerine, sınırlı altyapıya, teknolojiye ve sosyal hizmetlere sahip olan ülkeleri temsil eder. Bu ülkeler genellikle Afrika, Latin Amerika, Asya’nın bazı bölgeleri gibi yerlerde bulunur. Küresel ekonomide daha zayıf bir konumda olabilirler ve kuzey ülkelerine kıyasla daha az siyasi ve ekonomik güce sahip olurlar.
21. yüzyıl kolonyalizm kavramı, genellikle bazı devletlerin veya güç odaklarının ekonomik, politik veya kültürel nüfuzlarını sürdürmek, genişletmek veya başka ülkeler üzerinde kontrol sağlamak amacıyla, sömürgecilik benzeri yöntemleri kullanmalarını ifade ederek özün değişmediğini biçimini değiştirdiğini anlatır. Özellikle ekonomik bağımlılık, kaynak sömürüsü, politik etki altına alma veya kültürel hegemonya oluşturma gibi yollarla, bazı ülkelerin diğerleri üzerinde güçlü bir etki bırakmaya çalışması durumları bu etkinin göstergeleridir. Bu durumlar genellikle ‘neo-sömürgecilik’ ya da ‘yeni emperyalizm’ gibi terimlerle de tanımlanır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin kaynakları üzerindeki kontrolü ele geçirmek veya onları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmek için çeşitli yöntemler kullanıldığına tanık olunur. Bu yöntemler, doğal kaynakların kontrolünü ele geçirmek, ekonomik bağımlılığı artırmak veya politik kararları etkilemek biçiminde geliştirilir.
Bu etkiler ve ilişkiler her zaman açık bir şekilde tanımlanmaz veya kolayca algılanmaz. Bununla birlikte, bazı durumlarda bazı ülkelerin diğerleri üzerinde belirgin bir etki bırakma veya bu ülkeleri kontrol etme çabaları, bu kavramların kullanılmasına sebep olmaktadır. Yeni sömürgecilik, geleneksel kolonyalizm ile benzerlik gösteren ancak farklı yollarla gerçekleşen bir dizi etkileşim ve kontrol biçimini de içerir. Buna örnek yaygın yeni sömürgecilik tipleri olarak şunlar söylenebilir:
- Ekonomik Bağımlılık: Güçlü ülkelerin, ekonomik olarak zayıf ülkeler üzerindeki kontrolü. Borç verme, ticaret ilişkileri, kaynak sömürüsü gibi yollarla ekonomik bağımlılık oluşturmaları. Güçlü ülkelerin ekonomik açıdan zayıf ülkeler üzerinde kontrol sağlayarak kaynaklarına ve pazarlarına hâkim olmaları. Borç verme, ticaret anlaşmaları veya kaynak sömürüsü gibi yollarla ekonomik bağımlılık oluşturmaları.
- Kültürel Hegemonya: Bir ülkenin; kültürel değerler, dil, eğitim ve medya yoluyla başka ülkelerde egemenlik kurması. Bunun sonucunda, o ülkenin kültürü diğerlerini etkileyebilir veya baskın hale gelebilir. Kültürel olarak üstün bir konuma gelme, başka ülkelerdeki kültürleri şekillendirme veya değiştirme çabalarını içerir.
- Yatırım ve Kaynak Kontrolü: Güçlü ülkelerin diğer ülkelerdeki doğal kaynakları, altyapıyı veya endüstriyel faaliyetleri kontrol etmesi, stratejik yatırımlar yaparak ya da kaynakları kontrol ederek gerçekleşebilir.
- Askeri ve Politik Müdahale: Bir ülkenin başka bir ülkenin politikalarını etkileme veya askeri müdahalesi aracılığıyla kontrol sağlamaya çalışması; askeri üsler kurarak, siyasi liderleri destekleyerek veya baskı uygulayarak olabilir. Güçlü ülkelerin diğer ülkelerin iç politikalarına veya dış ilişkilerine müdahale etme girişimleri; diplomatik baskı, askeri müdahale veya siyasi liderlere destek sağlama gibi yollarla gerçekleşebilir.
- Dijital Kolonizasyon: Bilgi ve iletişim teknolojilerinin kullanımıyla, bir ülkenin veya şirketin diğer ülkeler üzerindeki etkisini artırması. Dijital veri, teknoloji şirketlerinin ve diğerlerinin başka ülkelerde etki sahibi olmasına olanak tanır. Teknoloji şirketlerinin veya güçlü ülkelerin dijital altyapıyı kontrol ederek, veriye erişim sağlama veya teknolojik etkileşimlerle diğer ülkeler üzerinde etki sahibi olması.
- Uluslararası Kuruluşlar ve Kontrol: Uluslararası kuruluşlar veya finansal kurumlar aracılığıyla güçlü ülkelerin diğer ülkeler üzerinde etki sahibi olması. Bu kuruluşlar aracılığıyla politikaları belirleme veya kaynak akışını kontrol etme amaçlanabilir.
Yeni sömürgecilik, genellikle daha gizli veya sofistike yöntemlerle gerçekleşebilir ve doğrudan askeri işgaller veya koloni yönetimleri gibi açık biçimlerden farklı olabilir. Bu tür etkileşimler genellikle karmaşıktır ve ülkeler arasındaki ilişkilerin çok boyutlu olduğunu gösterir. Yeni kolonyalizm terimi, geleneksel kolonyalizmin yerine geçen veya onun yerini alan modern etkileşim biçimlerini tanımlamak için kullanılır. Bu yeni kolonyalizm tipleri, genellikle ekonomik, politik, kültürel veya teknolojik alanlarda ülkeler arası ilişkilerde belirgin hale gelebilir.
En görünen ve yaygın biçimi olan dijital kolonizasyon, güçlü teknoloji şirketlerinin veya ülkelerin, diğer ülkelerin dijital altyapısını kontrol etme, veriye erişim ve kontrol sağlama amacıyla faaliyet göstermesini ifade eder. Bu terim, geleneksel sömürgecilik kavramına atıfta bulunarak, bilgi ve iletişim teknolojileri üzerinden egemenlik veya kontrol kurma sürecini tanımlamak için kullanılır. Dijital kolonizasyon, diğer ülkeleri ekonomik, politik ve kültürel olarak bağımlı hale gelmesine yol açar. Örneğin, bazı teknoloji şirketleri büyük veri toplama ve işleme kapasitesine sahip oldukları için, başka ülkelerde bu veriye erişim sağlayarak o ülkelerin dijital altyapısını etkileyebilir, kontrol ve manipüle ederler. Bu, bilgi akışı üzerindeki kontrol, veri gizliliği, çevrimiçi içerik erişimi ve dijital haklar gibi konularda önemli bir etkiye sahip olur. Bu durumda, dijital altyapının kontrolü, güç dengelerini etkileyebilir ve diğer ülkelerin bağımsızlık ve özerkliğini etkileyebilir.
Günümüzde kolonyalizm üzerine yürütülen bir diğer tartışma, kolonyalizm kavramının farklılıklarını ortaya koyan dekolonyalizm ve anti kolonyalizm üzerinden yürümektedir.
Dekolonyalizm ve antikolonyalizm
Dekolonyalizm, genellikle bir ülkenin diğer ülkeler üzerindeki egemenliğini ve kontrolünü ele alarak sömürgecilik dönemlerinde oluşan etkileri ve kalıntıları ortadan kaldırmayı amaçlayan bir düşünce ve hareket biçimidir. Sömürgecilik dönemlerinin getirdiği kültürel, ekonomik, siyasi ve sosyal etkileri analiz ederken, bu etkilerin devam etmesine neden olan yapıları ve zihniyetleri değiştirmeyi hedefler.
Sömürgeci güçlerin yerel kültürleri bastırma, kaynakları sömürme, yerel halkları aşağılama gibi eylemlerinin ürettiği eşitsizlikleri ve haksızlıkları vurgular ve bu hareket, sömürgeci mirasın sürdürülebilirlik, adalet ve eşitlik temelinde ele alınmasını savunur. Amacı, bu mirasın etkilerini azaltmak veya tamamen ortadan kaldırmak için tarih, siyaset, ekonomi, eğitim ve kültür gibi alanlarda değişiklikler yaparak, eski sömürgeci ilişkileri ve yapıları yerine daha adil ve eşitlikçi bir düzen oluşturmayı amaçlar. Bu süreçte yerel bilgi, kültür ve değerlerin önemini vurgular ve yerel toplulukların kendi kaderlerini belirleme haklarını destekler.
Antikolonyalizm ise sömürgeciliğin ve sömürgeci egemenliğin karşıtı olan bir düşünce ve hareket biçimidir. Bir ülkenin diğer ülkeler üzerindeki egemenliğini ve kontrolünü reddeder, sömürgecilik döneminde yaşanan sömürü, baskı, kültürel asimilasyon ve adaletsizlik gibi durumları eleştirir, sömürgeciliğin insan haklarına, yerel kültürlere ve topluluklara zarar verdiğini savunur, sömürgecilik altında yaşayan toplulukların özgürlüklerini, kendi kaderlerini belirleme hakkını ve kimliklerini koruma taleplerini destekler. Antikolonyalist hareketler genellikle bağımsızlık mücadeleleri, kültürel yeniden dirilişler, sömürgecilik karşıtı siyasi ve entelektüel çalışmalar gibi çeşitli biçimlerde ortaya çıkar ve sömürgeci egemenliği reddetmek ve sömürgecilik sonucu oluşan eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ve kültürel baskıyı ortadan kaldırmayı amaçlar.
Dekolonyalizm ve antikolonyalizm, benzer temellere dayanan ancak farklı odaklara sahip olan iki farklı kavramdır.
Dekolonyalizm, sömürgecilik döneminin bıraktığı mirası ele alarak, bu mirasın etkilerini ortadan kaldırmayı ve değiştirmeyi amaçlar, sömürgecilik sonrası dönemde, sömürgeciliğin getirdiği eşitsizlikleri, kültürel asimilasyonu ve sömürüyü azaltmak veya ortadan kaldırmak için çaba gösterir, mevcut yapıları değiştirerek, sömürgeci zihniyetleri ve kalıntılarını yok etmeyi hedefler. Oysa antikolonyalizm, sömürgecilik ve sömürgeci egemenliğe karşı çıkar, sömürgeciliğin kendisini, sömürgeci güçlerin diğer ülkeler üzerindeki egemenliğini ve kontrolünü reddeder, sömürgecilik döneminde yaşanan baskıyı, adaletsizliği ve kültürel asimilasyonu eleştirir ve bu durumların sona ermesini savunur. Kısaca, dekolonyalizm mevcut etkileri ortadan kaldırmayı amaçlarken, antikolonyalizm sömürgeci egemenliği ve kontrolü reddeder ve sömürgecilik karşıtı bir duruş sergiler. İkisi de sömürgecilik ve onun beraberinde getirdiği olumsuz etkilerle mücadele eder, ancak odaklandıkları alan ve stratejileri farklılık gösterir.
Dekolonyalizm düşüncesi çeşitli yollarla uygulanabilir:
- Eğitim ve Bilinçlendirme: Dekolonyalizm, insanları sömürgecilik döneminin etkileri konusunda bilinçlendirmeyi hedefler. Tarih kitapları, ders programları ve eğitim materyalleriyle insanların bu konuda doğru bilgi edinmesi sağlmaya çalışır.
- Toplumsal Yapıda Değişiklik: Dekolonyalist bir yaklaşım, toplumsal yapıda ve kurumlarda değişiklikler yapmayı gerektirir. Adalet, eşitlik ve çeşitlilik temelinde politikaların oluşturulması, etnik, kültürel veya sosyal grupların haklarının korunması ve temsilinin sağlanması bu kapsamda önem kazanır.
- Kültürel Yeniden Diriliş ve Özgünlük: Sömürgecilik döneminde baskılanmış veya etkilenmiş olan yerel kültürlerin güçlenmesi ve yeniden canlanması önem kazanır. Yerel dillerin korunması, geleneksel sanat, müzik ve diğer kültürel unsurların desteklenmesi dekolonyalist bir yaklaşımın bir parçası olur.
- Sömürgecilik Mirasını Değiştirme: Dekolonyalizm, sömürgecilik döneminin mirasını değiştirmeyi hedefler. Bu, sömürgecilik döneminin yarattığı ekonomik, siyasi ve kültürel etkileri azaltmayı veya ortadan kaldırmayı, bu süreçte adaleti ve eşitliği gözetmeyi içerir.
- Küresel Adalet ve Dayanışma: Dekolonyalizm, küresel düzeyde adalet ve dayanışmayı teşvik eder. Sömürgecilik sonrası dönemdeki ülkeler arasında iş birliğini, sömürgecilik döneminin yarattığı eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin giderilmesi için çabaları destekler.
Sömürgecilik ve sömürgeci egemenlik karşıtı bir duruş sergileyen antikolonyalizm düşünce biçimi de çeşitli yollarla uygulamaya geçer:
- Politik Mücadele: Politik alanda bağımsızlık mücadeleleri, sömürgeci güçlere karşı politik direniş ve özgürlük talepleri bu çerçevede karşı duruş biçimidir.
- Kültürel Yeniden Diriliş: Sömürgecilik döneminde bastırılmış veya etkilenmiş olan yerel kültürlerin yeniden canlanması ve güçlenmesi amacıyla kültürel çalışmalar yapılır, dil, sanat, edebiyat gibi unsurların korunması ve yeniden değer kazanmasında tavır geliştirilebilir.
- Eğitim ve Farkındalık: İnsanları sömürgecilik döneminin mirası ve etkileri konusunda bilinçlendirmeyi amaçlar; eğitim, seminerler, kitaplar, konferanslar gibi faaliyetlerle insanların bu konuda farkındalık kazanması sağlanabilir.
- Sosyal Adalet ve Eşitlik: Toplumsal eşitsizliklere ve adaletsizliklere karşı mücadele eder. Bu bağlamda, toplumda adaletin sağlanması, fırsat eşitliğinin desteklenmesi ve sömürgecilik döneminin yarattığı eşitsizliklerin giderilmesine önem verir.
- Uluslararası İlişkilerde Aktiflik: Sömürgecilik karşıtı bir duruş, uluslararası arenada sömürgecilik sonrası dönemdeki ülkeler arasında dayanışmayı ve iş birliğini teşvik eder. Sömürgecilik sonrası dönemde yaşanan adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin uluslararası platformlarda gündeme getirilmesine çaba harcar.
Tarihi süreçte kolonyalizm biçim değiştirse, dekolonyalizm ve antikolonyalizm gelişse de, ekonomik temelli çıkarlar ve üretim güçleri arasındaki sömürü ilişkisini değiştirmemektedir.
Bugün dünyanın birçok yerinde farklı sömürgecilik tipleri görülmektedir. Bunların içinde en keskin, sert ve acımasız kolonyalizm, toprak altı kaynakları ve rezervleri zengin olan Afrika kıtasının farklı ülkelerinde yaşanmaktadır. Afrika kıtası Fransa başta olmak üzere eski sömürgecilere ek olarak Çin ve de Türkiye’nin sahneye çıktığı kanlı bir alana dönüşmüş durumda. Yaşananlar Afrika geneline yayılan politik ve ekonomik açılımlarla, gelecek dönemde Türkiye’nin de Afrika ile Avrupa arasındaki ticaretin stratejik oyuncusu konumuna getirme potansiyelini gösteriyor. Bu potansiyel dahi, başta Fransa olmak üzere, Afrika’nın eski sömürgecilerinin daha şimdiden endişelenmesine ve ‘milli çıkarları’ olarak gördükleri adımları atmalarına neden oluyor.
Fransa başta olmak üzere Afrika’daki eski ve yeni kolonyal güçlerin amaçları açıktır; Ekonomik sömürü ve kaynak kontrolü (altın, elmas, petrol, tarım ürünleri gibi doğal kaynakların kontrolü), siyasi ve askeri egemenlik (askeri harcamaların arttırılması, silah özellikle de yeni teknolojilerin uygulandığı örneğin insansız hava araçları gibi ürünlerin satışı), kültürel asimilasyon (dil, din ve kültürel üzerinden).
Türkiye’nin Afrika’daki tarihsel etkisi ve kolonyal amaçları, Fransa ve benzeri kolonyalist ülkelerinki kadar geniş kapsamlı sayılmaz. Türkiye’nin tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğu, Türkiye Cumhuriyeti olarak Afrika’da bazı etkileri olmuş, geçtiğimiz yıllarda Türkçe dilinde eğitim yapan okulların açılmasıyla pekişmiştir. Bu süreçte diplomatik ve ekonomik işbirliklerini güçlendirmek amacıyla çeşitli projeler gerçekleştirilmiş ve yardım faaliyetlerinde bulunmuştur.
Afrika kıtasında en dikkat çeken ülkelerden birisi önemli miktarda altın, titanyum, platinyum, nikel, potasyum ve soda yatakları olan, ayrıca rezerv durumları henüz tam olarak kestirilemeyen mermer, granit, kalker, kalay, alçıtaşı, değerli taş, demir cevheri, kömür, bakır, silis, diyotomit madenleri, jeotermal enerji dışında doğal gaz ve petrol potansiyelinin de olduğu tahmin edilen Etiyopya’dır. Ülke çok sayıda kolonyalistin çatışma alanına dönüşmüş durumdadır. Ülkede bir yandan federal hükümet ile Tigray Halk Kurtuluş Cephesi (TPLF) arasındaki savaş şiddetiyle devam ederken kolonyalistler de silah ticareti alanında sert bir rekabetle kolonyalistler çatışmaktadır. Ülke insansız silah araçları üreticisi ülkelerin ticaret alanı olmuş durumdadır.
Tigray’da yaklaşık 5 milyon kişinin yardıma ihtiyacı olduğu bildirilmektedir. Ne yazık ki bu ülkelerde açlık bir silah olarak kullanılmaktadır. Açlıktan ölenlerin sayısı bilinmemektedir.
TPLF lideri Debretsion Gebremichael, savaşın arifesinde uluslararası liderlere gönderdiği açık mektupta şunları söylemişti: “Ne tarafa dönersek dönelim ölümle yüzleştiğimiz noktaya hızla yaklaşıyoruz. Seçimimiz açlıktan mı yoksa haklarımız ve onurumuz için savaşarak mı öleceğimizden ibaret.”
Tigray’da açlık yüzünden toplam kaç kişinin öldüğünü kimse bilmiyor ama Belçika liderliğindeki bir akademik ekip tarafından 2022 yılının başlarında yapılan bir araştırmada, Kasım 2020’de iç savaş başladığından itibaren 500 bin kadar Tigraylı’nın açlıktan ve buna bağlı nedenlerden öldüğü tahmin edilmişti. Her yerde olduğu gibi Etiyopya ve Tigray’daki savaşın askeri bir çözümü yoktur.
Etiyopya hükümet sözcüleri “Nerede olduğunu söylemesek de hükümet farklı zaman ve yerlerde SİHA kullandı” açıklamaları yapmaktadır. Etiyopya’ya silah ambargosu yoktur ve çatışma bölgelerinde giderek daha yoğun kullanıldığı görülmektedir. Uluslararası düzenlemeler ve anlaşmalar açısından SİHA’ların ihracatı henüz sınırları belli olmayan gri bir alandır. Uluslararası hukukun ihlaline ilişkin iddialar nedeniyle Etiyopya örneğinin ciddi soru işaretleri doğurduğu bilinmektedir. Bu ülkeye insansın hava araçlarını satan ülkelerden birisi de Türkiye olduğu bilinmektedir. Bu da Türkiye’nin bir devlet politikası olarak Afrika kıtasında kolonyalizmi uyguladığını göstermektedir.
16.Yüzyıldan başlayarak günümüze kadar, kapitalist üretim modelindekine parallel olarak biçim değiştirerek gelen kolonyalizme, dekolonyalizasyon çabalarına, postkolonyal revizyonlara yeniden bakmak, değerlendirmek ve antikolonyal tavır ve duruşlarımızı, bu dönüşümleri dikkate alarak yeni tutumlarla güçlendirmemizin gerektiği bir dönem içinde olduğumuzu söylemek yanlış olmaz görüşündeyim.