Sinemaya uyarlanmış edebiyat eserlerinde savaş ve barış’ Atölye’sinin on altıncı ve son çalışması Bohumil Hrabal’ın Sıkı kontrol edilen trenlerdi. Çek kültürü, yazar ile ilgili bilgileri ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerini bize Nilüfer Uğur-Dalay, filmi ise Faruk Sevim tanıttı ve tartışmaya açtı. Çek Cumhuriyeti tarihi boyunca sık sık işgal edilmiş; Avusturya, Macaristan, Almanya, Rusya tarafından. 5 Ocak 1968tarihinde iktidara gelen Dubcek siyasi bir liberalleşme dönemi başlatmıştı. Ancak Prag Baharı adı verilen bu dönem aynı yılın 20 Ağustosunda S.S.C.B. ve Varşova Paktı üyeleri devletlerinin(Romanya hariç) ülkeyi işgal etmesi ile sona erdi. Kasım 1989′ da Çekoslovakya Kadife Devrim adı verilen kansız bir devrimle kapitalizme dönüş yaptı. Çekler sanatlarında mizahı hiç terk etmemişler. Mizahı gerek kişisel gerekse toplumsal direniş, dayanma için sıkça kullanmışlar, edebiyatlarında önemli bir yer tutmuş. Jaroslav Hasek’in I.Dünya Savaşı sırasında geçen savaş karşıtı, çılgın Aslan asker Şvayk’ı, Milos Forman’ın Guguk Kuşu filmi bu yaklaşımın örnekleridir.
Hrabal, 1959’dan itibaren yasaklanan, yakılan,sansürlenen, yeraltından, samizdat (kendi yayım, kişisel yayım, kendi basım),çoğu da ülke dışında, batılı yayınevleri tarafından tamizdat (orada, oralarda yayınlanan)yayımlanan, el yazısıyla ya da daktiloyla kopyalanan,çoğaltılan, el altından dağıtılan kitapların yazarı. Ancak yazar, tüm baskılara karşın ülkesini hiç terk etmemiş.
Sıkı kontrol edilmiş trenler korkunç olaylarla örülmüş bir light komedi. Öykü, II.Dünya Savaşı’nın son günlerinde, Bohemya bölgesinde, Dresden’e yakın Lodenice istasyonunda geçiyor. Kahramanımız Milos, içsel sorunları olan, genç, utangaç, aşık bir istasyon görevlisi. Almanlar işgal ettikleri topraklarda denetimlerini, hava sahası gücünü yitirmiştirler. Ancak tren yollarında bazı anahtar önemde hat kalmıştır. Bu hatlardan, Alman yetkililerin hat sorunları ya da sinyal hatalarına tahammül edilmeyen, öncelikli, lojistik önemde, ‘sıkı kontrol edilecek’ emri verilmiş trenler geçmektedir.Genç kahramanın kaderinin onun dışında gelişen olaylarla, bu sıkı kontrol edilen trenlerin taşıdığı yüklerle, nasıl beklenmedik bir biçimde örüldüğünü ve bundan kaçınmanın zorluğunu anlıyoruz.
Hikâye ilerledikçe öykü komik ile trajik arasında salınmaya başlıyor. Mizahla kader ağlarını örmektedir. Öykü boyunca ölüm hep yanı başımızdadır. Ölüm zaman zaman kara komedi ile anlatılır. Savaş nedeniyle ‘Haritadaki bir yerde, bir delikle kaybolmuş oğul’dan söz edilir.
Yazar bağırmadan, göze sokmadan, alttan alta direniş ve dayanışmayı örer. Yaşamın hem çok değerli hem de kolayca kaybedilebilinen bir şey olduğunu anlatır. Öykü Milos’un bakirliğini yitirmesi ve kazaen anti-nazi kahraman olması gibi ikili finalle biter.
Okuduğumuz savaşın ironisini yapan bir öyküydü. Kahraman Miloş “Şu kırk beş yılında, Almanlar, bizim kent üzerindeki hava hakimiyetini elden kaçırdılar artık.” diyerek öyküsünü anlatmaya başlıyordu. Halkın savaşı dışladığı bir atmosfer çizilmişti.‘ Biz yaşta herkes eline silah alıp Almanlara karşı koysaydı Almanların hali ne olurdu?’.
Şiddetin her türü insan üzerinden verilmişti. Ancak Atölye, bu erkek merkezli anlatımı, savaşa erkek merkezli göndermeleri ve kadını komedi malzemesi olarak merkeze yerleştirmesini çok sorunlu buldu. ‘Korkmuyor musun? Hayır, erkeğim artık, erkek’,’ Karılarına kiminle evlenmeleri gerektiğini, çocuklarla kalan öteberiyi nasıl yönetmeleri gerektiğini salık veren Alman askeri’, ‘Bizim istasyon şefi bay Hubiçka kadınları öteden beri iki kısma ayırırdı. Belinden aşağısı hürmetli olanlara, kontes gibi olanlara yani, popozella der, belinden yukarıya doğru göğüsleri hürmetli olanlara da memezilla adının verirdi.’
Kahramanın ‘erkek olma’ deneyimini yaşadıktan sonra, erkekliğini ispat ettikten sonra,savaş kahramanı olması da eleştirildi. İstasyon müdürünün ahlak söylevi ise çok faşizanca bulundu.
Öykü aynı zamanda barışçıl vurgularla yazarın barışçıl yanını da açığa çıkartıyordu. ‘Bütün dünyayla savaşmaya karkışmasaydınız böyle…’,’Dresden’den geldikleri sırada Almanlara acımıyordum artık. Acıyacaklarsa kendileri açısınlardı kendilerine. Ve bu Almanlar farkındaydılar bunun. Evinizde oturup kalsaydınız ya götünüzün üstüne’,’O da benim gibi, istasyon şefi gibi bir insandı. Onun da rütbesi, nişanı falan yoktu. Birbirimize ateş edip birbirimizi ölüme yolcu etmiştik. Kimbilir, birer sivil olarak, herhangi bir yerde karşılaşmış olsaydık, birbirimizden hoşlanır, arkadaş olurduk’, ‘ Son ana, kendi kendimi gözden yitirinceye kadar ölü erle el eleydik.’
Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin dördüncü dönemi, ‘Sinemaya uyarlanmış edebiyat eserlerinde savaş ve barış’ irdelemeleriyle sona erdi. Bir sonraki buluşmaya kadar edebiyatla ve barışla kalın.
AtölyeBAK