Konusunu ‘Rus Edebiyatında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VII. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 10 Şubat Çarşamba akşamki toplantısında, Ekim Devrimi ve sonrası Rusya’yı Faruk Sevim, dönemin yedinci kitabı olan Maksim Gorki’nin (Aleksey Maksimoviç Peşkov (1868-1936) İnsanlar arasında’sını (Ekmeğimi kazanırken-1914) bize Kamer Badur Eğilmez sundu ve tartışmaya açtı.
19.yüzyıl sonu, 20. Yüzyılın başı itibariyle Rusya çoğunluğu topraksız olan köylülerden oluşan bir toplum ve asiller sınıfının egemen olduğu büyük bir feodal despotik devletti. Büyük şehirlerde, gelişmekte olan sanayiyle çok kötü koşullarda çalışan ve yaşayan işçi sınıfı da ortaya çıkmaya başlamıştı.
Avrupa’da Fransız Devrimi sonrası gelişmekte olan özgürlükçü fikirler ve akımlar, önce aristokrat ve aydınlar arasında daha sonra da yavaş yavaş tüm Rusya’da yayılmaya başlamıştı. Pek çok sol parti ve örgüt faaliyetini sürdürüyor, Çarlık rejimi ile mücadele ediyordu. Ağır baskı ve sansür koşullarına rağmen özellikle işçiler arasında yaygın muhalif örgütlenmeler vardı.
Dönem, 1894 yılında iktidara gelen Çar II. Nikolay dönemiydi. Çarın, 1904 yılında başlayan Japon savaşında aldığı hatalı kararlar nedeniyle Rusya yenilgiye uğramış, toplumda gelişen her türlü muhalif harekete karşı acımasız tepkiler göstermeye başlamıştı.
Rusya’da Çarlık rejimine karşı ilk örgütlü tepki onun döneminde, 1905 yılında yaşandı. 1904 yılı Aralık ayında başkent Sen Petersburg’da başlayan işçi grevleri kısa sürede tüm kente yayıldı, 80 bin işçi greve çıktı. Grevler sırasında işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi yönündeki isteklerini iletmek için Moskova’da, Papaz Gapon önderliğinde Çar’ın Kışlık Sarayı’nın önünde toplanmıştı. Göstericilere ateş açıldı, binlerce kişi öldü. Tarihe Kanlı Pazar olarak geçen bu gösteri ve Çarın bu gösteriye acımasızca saldırması, şiddetli bir toplumsal patlamayı tetikledi. Ardından tüm Rusya’da ve Rus egemenliğindeki Azerbaycan, Polonya gibi bazı bölgelerde grev ve gösteriler başladı.
Şubat ayında Çar, göstericilerin bazı taleplerini karşılamayı kabul etti, Duma açıldı, ama grev ve gösteriler yıl boyu devam etti. Haziran ayında ilk askeri ayaklanma olarak Potemkin Zırhlısındaki askerler, subaylara karşı ayaklandı, gemiyi ele geçirdi. Ekim ayında St.Petersburg’da işçi ve köylü temsilcilerinden oluşan bir konsey kuruldu, Troçki Sovyet başkan yardımcısı oldu. Ardından Sovyet örgütlenmeleri hızla diğer şehirlere yayıldı. 1905 devriminde oluşturulan Sovyetler, bir özyönetim organı olarak işlev gördü, kendinden sonraki devrimler için önemli bir deneyim oldu. Elektrik santralleri, demiryolları, telgraf, posta hizmetleri gibi can alıcı sektörlerde, Sovyetlerin emri olmadan, işçiler hizmet vermez oldu.
1905 Kasım ayında Sivastopol’de, ardından Aralık ayında Moskova’da ayaklanmalar ve silahlı çatışmalar başladı. Çarlık ordusunun sert müdahaleleri ile ayaklanmalar bastırıldı ama gerginlikler devam etti.
Bütün bu gelişmeler üzerine Çar anayasayı, parlamentoyu ve emekçileri koruyan bir dizi yasayı, demokratik bir seçim hakkını onaylamak zorunda kaldı. 1906 yılı Mart ayında Duma seçimleri yapıldı. 1906 yılı Nisan ayına gelindiğinde ayaklanmalarda 15 bin kişi öldürülmüş, 75 bin kişi ise tutuklanmıştı.
Rusya’da diğer önemli ayaklanma 1917 yılında 1.Dünya Savaşı sürerken yaşandı. Baskıcı rejim devam ederken savaşta askeri yenilgiler arttıkça kitlelerin huzursuzluğu da artmıştı. 24 Şubatta başkent Petrograd’da düzenlenen bir gıda dağıtım eylemi kısa sürede tüm kente yayıldı. Çar bu barışçı gösterilere şiddetle karşılık verdi, çevresindeki muhalif sesleri dikkate almadı. Ama bazı askeri birlikler bu emre uymadı, göstericilerin tarafına geçti, askeri birlikler arasında isyan yayıldı. Bunun üzerine Çar hükümeti değiştirmek ve daha ılımlı bir hükümeti atamak zorunda kaldı, ancak gösteriler bitmedi. 27 Şubatta göstericiler 1905 devrim deneyiminden yararlanarak önce Petrograd Sovyet’ini, ardından da diğer şehirlerde Sovyetler kurularak Şubat Devrimi gerçekleşmiş oldu.
Ekim devrimine kadar sürecek olan bir ikili iktidar dönemi (hükümet ve Sovyet) başladı. Sovyet yönetimine başlangıçta Sosyalist devrimciler ve Menşevikler egemenken bu grupların Mayıs ayında hükümete de katılmalarıyla dengeler bozuldu ve Sovyet yönetiminde giderek Bolşevikler etkili olmaya başladı. Ağustos ayında bir askeri darbe girişimiyle Sovyet yönetimi hükümetten aldığı silahlarla işçileri silahlandırdı. Bolşeviklerin temsilcisi olarak Lev Troçki Eylül ayında Sovyet başkanı seçildi. Ekim başında Alman ordularının Petrograd’a doğru ilerlemesiyle Devrimci Askeri Komite kurularak Petrograd’daki tüm önemli silahlı unsurlar Bolşeviklerin denetimine geçti. 24 Ekim’de Devrimci Askeri Komite, Bolşevik Parti kararı gereği Petrograd’da yönetime el koydu. 25 Ekim’de toplanan tüm Rusya Sovyetleri Kongresinde yönetime Bolşevikler ve Sol Sosyalist devrimciler seçildi ve Rusya’da V.I.Lenin başkanlığında ilk Sovyet iktidarı kabul edildi.
Sovyet İktidarı ilk olarak Barış ve Toprak Kararnameleri’ni yayınlayarak savaştan çekilme ve toprakların topraksız köylülere dağıtılması kararını aldı. Ancak yine de,
Bolşevik ve sol sosyalist devrimci partilerle Menşevik ve sağ sosyalist devrimci partilerin etkin oldukları bölgelerde 1922 yılına kadar sürecek olan bir çatışma dönemi, bir iç savaş başladı ve bu iç savaşta milyonlarca insan öldü. Bolşevikler 1922 yılında denetimi sağladılar ve Rusya’ya egemen oldular. Aynı yıl Rusya Federasyonu, Belarus, Ukrayna ve Kafkasya Federasyonu birleşerek Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliğini kurdu.
1918-1922 yılları arasında iç savaş koşullarında savaş komünizmi denen sert bir ekonomik program uygulanmıştı. 1922 yılında tarımsal üretimi artırmak ve sanayileşmeyi hızlandırmak için Yeni Ekonomik Plan (NEP) dönemi başlatıldı. 1927 yılında tüm topraklar devlet çiftlikleri altında birleştirilerek I.Beş Yıllık Plan Dönemi başlatıldı. 1940 yılına kadar ekonomik alanda önemli büyümeler sağlandı.
Lenin’in 1924 yılında ölmesiyle yerine Sovyetler Birliği Komünist Parti Sekreteri Stalin Sovyetler Birliği Başkanı oldu. Stalin döneminde Parti içindeki başta Troçki, Kamanev, Zinovyev, Buharin olmak üzere tüm muhalif unsurlar temizlendi. Özellikle 1930-1938 yılları arasında milyonlarca insan muhalif oldukları gerekçesi ile Gulag toplama kamplarına sürgün edildi, öldürüldü. Yalnızca siyasi suçlular değil, hükümetin belirlediği ekonomik hedefleri gerçekleştiremeyen her türlü işletme yöneticisi de bu kamplara gönderildi.
II. Dünya Savaşı’nda Rusya büyük bir yıkıma uğradı. Nüfusunun %10’u olan 20 milyon insan öldü. Ekonomisinin, kaynaklarının üçte biri tahrip oldu, savaş öncesi durumuna ancak 1955 yılında ulaşabildi.
Stalin’in 1953 yılında ölümü sonrası başkan olan Kruşçev, Stalin döneminde sosyalizme aykırı işler yapıldığını resmen ilan etti. 1960’lı yıllarda Batılı ülkelerle nükleer ve uzay alanında rekabet başladı. 1963 yılında başkan olan Brejnev döneminde SSCB önemli ekonomik ilerlemeler sağladı. Ancak 1979 yılında başlayan Afganistan işgali sonun başlangıcı oldu. 1989 yılında SSCB Afganistan’dan çekilirken 15 bin askeri ölmüştü.
Sosyalist blokta ilk değişim Polonya’da gerçekleşti. 1980 Yılında başlayan gösteriler sonucu 1989 yılında Dayanışma Hareketi serbest seçimleri kazandı. SSCB’de ise 1985 yılında başkan olan Gorbaçov, Glasnost ve Perestroyka Hareketlerini başlattı. 1991 yılında Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin yönetici rolü iptal edildi, tüm SSCB’de çok partili seçimler yapıldı, Rusya Federasyonu devlet başkanlığına Boris Yeltsin seçildi. 1991 Aralık ayında Gorbaçov’un görevi bırakması ile SSCB resmen dağılmış oldu.
Bolşevik Parti yöneticileri, başta Lenin olmak üzere sıklıkla edebiyatın devrimin hizmetinde olması gerektiğini ifade ederek yeni ‘sosyalist insanın’ yetiştirilmesi için edebiyatın kullanılması gerektiğini, başka tür davranışların burjuva kültüre hizmet edeceği düşüncesini benimsemişlerdi. Bu nedenle devrim öncesi gelişen fütürizm, akmeizm, imgecilik gibi akımlarda eser veren sanatçı, devrim sonrası büyük hayal kırıklıkları ve giderek artan baskılar yaşarlar. Sosyalist sanatçılar yeni yaşam biçiminin yeni bir insan yaratmakta olduğunu söylerken, bu akımı destekleyen sanatçılar tam tersine yeni yaşama yol göstermek için yeni sanat biçimlerine ihtiyaç olduğunu, dolayısıyla sanatsal üretimin yaşamdan bağımsız kılınması gerektiğini söylerler ancak rejim tarafından tasfiye edilirler. Anna Ahmatova eserlerini 1940’lara kadar yayınlayamaz, eşi kurşuna dizilir, Mayakovski 1930’da intihar eder, Pasternak ağır baskılara maruz kalarak aldığı Nobel ödülünü reddetmek zorunda bırakılır.
Devrim sonrası ilk Halk Eğitim Komiseri olan Lunaçarsky, Bogdanov ile birlikte Proleter Kültür Hareketi başlatır. Bu hareket yeni insanın yaratılması için, eski dönemden kalma tüm eserlerin, müzelerin, heykellerin yıkılmasını önerir, yüzlerce tiyatro, sinema, roman, resim, heykel vb. atölyeler kurulur.
1934 yılında kurulan Sovyet Yazarlar Birliği sosyalist gerçekçilik akımını başlatır. İlk başkanı Maksim Gorki, bu akımını dünya çapında en önemli temsilcisi olarak görülse de, bu rejimin güvenilir müttefiki olsa da şüpheli bir biçimde ölür.
Sonuç olarak Sovyet devrimine gönül veren sanatçılar ve edebiyatçılar, edebiyatı ve sanatı baskı altına alan, körü körüne itaat, methiye bekleyen, eleştiriye tahammül edemeyen, farklı söz söyleyeni ihanetle suçlayan siyasal devrim yönetimi döneminde büyük hayal kırıklıkları yaşar. Rusya’da, Çarlığın ağır baskı koşullarında pek çok usta yazar ve sanatçı ortaya çıkıp eser verirken, Sovyet dönemi sanat yönünden kısır bir dönem olarak tarihe geçer. Akılda kalan tek romancı, 1965 yılında Nobel alan Şolohov olur. Diğer Nobel alanlardan Bunin (1933) ve Soljenitzin (1970) yurt dışına çıkar, Pasternak (1958) baskı altında yaşamak zorunda kalır.
Sovyet Rusyası, edebiyatçı ve sanatçıların, siyasal görüşleri iktidarda olsa bile, kendi muhalif konumlarını koruyabilmelerinin, özerkliğine sahip çıkmalarının, sanatsal üretim için olmazsa olmaz koşul olduğunun iyi bir örneğidir.
Atölye’nin incelediği Maksim Gorki, zengin XIX. yüzyıl Rus edebiyatının ve Puşkin, Gogol, Turgenyev, Çernişevski, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov gibi yazarlarının mirasçısı bir yazardır.
4-5 Yaşlarında emekçi babasını, 11 yaşında da annesini kaybeder ve anneannesi ile büyük babası tɑrɑfındɑn büyütülür. Mɑsɑllɑrıyla büyüdüğü ɑnneɑnnesinin üzerinde büyük etkisi vardır. Birkaç ɑy okulɑ gidebilir, doğru dürüst bir eğitim alamaz. 8 Yɑşındɑn itibaren çɑlışmɑyɑ bɑşlɑr ve bu sɑyede Rus işçi sınıfının yɑşɑmına yɑkındɑn tɑnıklık eder. Girip çıkmadığı iş kalmaz; boyacılık, bulaşıkçılık, odun kırıcılığı, liman işçiliği, çıraklık aşçı yamaklığı, tezgâhtar yamaklığı, balıkçılık, şimendifer bekçiliği, kantar memurluğu, yol işçiliği gibi çoğu zaman boğaz tokluğuna çalışır.
Onu kitapla ilk tanıştıran komşu kızı Ludmilla olur ama asıl bir gemide bulɑşıkçılık yɑpɑrken okumɑ merɑkı canlanır Bu Gorki’nin acı dolu yaşamında ona nefes aldıran önemli bir sığınak olacaktır. ‘Bambaşka bir yaşamı, insanları başarılara veya suçlara götüren büyük duyguların, isteklerin dünyasını gösteriyordu bana. Çevremdeki insanların başarılara, suçlara yeteneksiz olduklarını görüyordum; kitapların yazdığı her şeye uzak, yaşamlarında ilginç nelerin olduğunu anlayamadan bir köşede yaşıyorlardı. Ben böyle bir hayat istemiyordum… İstemediğimi açıkça biliyordum.’
Gezgin işçi olarak Rusya’yı dolaşırken, toplumun dışına itilmiş insanların davranışlarını çok daha yakından tanıma fırsatı bulur. Hırsızları, katilleri, seks işçilerini, delileri, avukatları, mimarları, sirk oyuncularını, sarhoşları, ülkenin pek çok insanını yakından tanır, gözlemler, olağanüstü bir gözlem gücüyle tanıklık ettiklerini öyküleştirir.
İlk gençlik yıllɑrını Kɑzɑn’dɑ geçirir. 1887 Yılında öğretmen olmak için Kazan Üniversitesi sınavlarına girer, başarılı olamayınca da silahla intihɑr girişiminde bulunur. Aldığı kurşun yarası, onun daha sonraki yıllarda ciğerlerinden uzun süre tedavi görmesine neden olacaktır.
Ukraynalı ünlü yazar Korolenko ile tanışması, yaşamını değiştirir ve onun yönlendiriciliğinde, edebiyat dünyasına yazar olarak adım atar. 1892 yılında Tiflis’te, Kafkasya Gazetesi’nde çalışmaya başlar. Yoksullukla ve acıyla dolu biɾ hayat süɾdüğü için Rusça’da acı anlamına gelen Goɾki takma adını kullanmaya başlar. İlk öyküsü Makar Çudrayı Gorki adıyla yayınlanır.1895’te St. Peteɾsbuɾg’da yayınlanan biɾ deɾgide çıkan Çelkaş adlı öyküsü ile ünlenir. Aɾdından Lenin’in en sevdiği öykü olan ‘Yiɾmi Altı Eɾkek ve Biɾ Kız’ yayınlanır ve ünü hızla yayılır.
Yaşamının farklı zaman dilimlerinde farklı kentlerde yaşar. Onun bu gidiş gelişleri aslında Rusya’daki sosyo-politik değişim ve dalgalanmaların da bir yansımasıdır.
Çaɾ rejimine açıkça karşı çıkmış ve bu yüzden birçok kez tutuklanmış, Çarlık polisi tarafından kontrol ve baskılara maruz kalmıştır. 1901’de “Fırtına Habercisinin Türküsü isimli kısa şiiri yüzünden tutuklanır ama kısa süɾede seɾbest kalıp, Kıɾım’a gider.
‘Küçük Burjuvalar’ ve ‘Ayaktakımı Arasında’ oyunları, 1902’de Moskova Sanat Tiyatrosu’nda sahnelenir. ‘Ayaktakımı Arasında’ Rusya’da yasaklanmasa da onu bütün dünyaya tanıtır. Aynı yıl Petersburg Bilimler Akademisi, Gorki’yi fahrî üyeliğe seçer ancak Çar II. Nikolay bu üncanı geri aldırınca Çehov ve Korolenko, bu tutumu protesto etmek için, akademi üyeliğinden istifa ederler.
Gorki bu yıllarda biɾçok devɾimci ile tanışır. Lenin’le tanıştığı andan itibaɾen de aɾalaɾında yakın biɾ aɾkadaşlık kurulur. 1905 Devrimi‘nde önemli bir rol oynayacak olan Bilgi isimli bir yayınevi kurar. 1905 Moskova Ayaklanması‘nda da kilit bir rol oynar, ayaklanmaya katılan işçiler için gereken malzeme ve erzak temin eder, ayaklanmada kullanılacak askeri teçhizatlar Gorki’nin dairesinde hazırlanır.
Kanlı Pazar’da işçi katliamına tanık olan Gorki, Çarlık rejimine karşı bir bildiri yayınlar, bunun üzerine tutuklanır ve kısa biɾ süɾe hapis yatar. Bu sürede, ‘Güneşin Çocuklaɾı’ adlı oyununu yazaɾ ve dünya demokratik kamuoyunun baskısı üzerine serbest bırakıldı.
1906-1913 Yılları arasında Lenin’in de ısrarıyla yurtdışına çıkıp, başta Amerika olmak üzere, pek çok ülkeyi gezer.1906 yılında yazdığı ve Rus Devrimi’ne adadığı ‘Ana’ romanı, dünyada büyük yankılar yaratır.
1913‘te genel af üzerine yaşamakta olduğu Napoli’deki Capri adasından Rusya’ya döner ve Rusya’nın I. Dünya Savaşı‘na girmesine karşı çıkar. I.Dünya savaşı sırasında Petrograd‘daki dairesi Bolşeviklerin ofisi gibi çalışmaya başlar. Yine de devrimi erken bulduğu ve 1918‘de yazıp yayınladığı ‘Bolşeviklerin Vakitsiz Düşünceleri’ isimli eleştirel makalesi Lenin tarafında hoşnutsuzlukla karşılanır ve muhaliflerin ekmeğine yağ sürmekle suçlanır. Lenin, Komünist Enternasyonal Dergisi’nde yazdığı bazı yazıları yakışıksız bularak 1920‘de Politbüro‘ya bu tür makalelerin dergide yayınlanmaması gerektiğini belirten bir mektup gönderir. Gorki’nin Parti ile ilişkisi hem destek hem de köstek biçiminde tanımlanır.
1921–1929 arasındaki yıllarını Napoli’nin Sorrento kentinde yaşar ve çok sayıda ünlü kişinin portresini yazar. 1929 Yılından sonra SSCB‘ni birçok kez ziyaret eder. Haziran 1929‘da artık batıda kötü bir üne sahip olan Gulag Kampı hakkında olumlu şeyler yazar, 1932‘de Stalin tarafından ülkeye kesin dönüş yapmaya çağrılır ve ülkesinde ‘büyük bir memnuniyetle karşılanacağı’ garantilenir. Gorki’nin Faşist İtalya‘dan geri dönüşü Sovyet zaferinin büyük bir propagandası olur, Lenin Nişanı verilir ve bir çok biçimde onurlandırılır.
Maksim Gorki, devrimci yazarları etkin mücadeleye çağırır. Romail Rolland, Anatole France, Henri Barbusse, Theodor Dreiser, Jack London ve Martin Andersen-Nexö başta olmaz üzere pek çok yazarla yakın dostluklar kurar. 1934’te Sovyet Yazarlar Birliği Başkanı olur. Birliğin düzenlediği bir kongrede önemli bir konuşma yaparak ilk kez sanat ve edebiyatta ‘sosyalist gerçekçilik’ kavramını ortaya attı.
Ancak Stalinist baskı arttıkça ve özellikle 1934 yılının aralık ayındaki Sergey Kirov suikastından sonra Gorki, Moskova’daki evinde bir çeşit hapis hayatı yaşamaya başlar. Hem oğlunun 1935’teki ani ölümü, hem de kendisinin 1936 yılındaki ölümü şüphelidir. 1938’de Buhaɾin’in mahkemesinde Gorki’nin NKVD başkanı Yagoda taɾafından öldüɾüldüğü itiɾaf edilmiştiɾ.
Sosyalist Gerçeklik Gorki’nin görüşlerine göre şöyle tanımlanır: ‘Sosyalist gerçekçi sanatçı olmak, yalnızca bir sınıfın işçi ve emekçilerin savunucusu olmayı, onların mücadelesini, onların hayatını eksen almayı, onlarla düşünmeyi ve onların kurtuluşunu kendi kurtuluşu olarak görmeyi gerektirir. Sosyalist gerçekçiliğin amacı, eski dünya kalıntılarıyla mücadele ederek onların etkilerini ortadan kaldırmaktır. Ama temel görev, yaşamı sosyalist ve devrimci bakış açısıyla tanımaktır. Sanat toplum için yapılır.’
Atölye’de incelediğimiz kitap, Gorki’nin ‘Çocukluğum, İnsanlar Arasında ve Benim Üniversitelerim’den oluşan ünlü otobiyografik üçlemesinin ikinci kitabıdır.
Kitapta Gorki kendi hayatından yola çıkarak yirminci yüzyılın başında Rusya’nın gergin, zorlu toplumsal hayatını, bir çocuğun gözünden, son derece yalın bir dille anlatır. Büyük kentlerin uzağında, dünyaları küçük, hayata yönelik talepleri ve ihtiyaçları sınırlı, basit, dini inanç ile batıl inancın karışımı bir tutuculuk zemininde ayakta durmak için çalışan bu insanların arasında var olma ve oradan çıkışın öyküsünü anlatır.
1938 yılında Mark Donskoy tarafından sinemaya da uyarlanan eser, insan ilişkilerinin duygusal eğitimini anlatan en büyük klasiklerden biri kabul edilir.
Kitapta çok sayıda aşağılayıcı, ötekileştirici, baskılayıcı, şiddeti betimleyen cümle ve tanım yer alır. Yazarın devrimci kişiliğine karşın kadınlara bakış açısı ataerkil, muhafazakar görülebilir. Kadınlara dair tanımlar aşağılayıcıydı. ‘Tanrı kadın kısmını alay olsun diye yaratmışsa?’, ’domuz suratlı şıllık’, ‘kancık fino’, ’kadınlar yemek pişirir’, ‘dünyaya bir kadın olarak gelmiş olsaydım kendimi bulanık sulara atardım, canıma kıyardım’, ‘kadın kısmının aklı başında değildir’, ‘çevremde amaçsız, anlamsız, kötülükler görüyordum. İnsanlar bundan bir yarar beklemeden, sırf hoşlandıkları için kötü oluyorlardı’.
Yalnız erkeklerin bakış açısı değil kadınların kadınlara karşı düşünceleri de sorunludur. ’Öğretmen olunca evde kaldı demektir’, ‘kadın kısmının aklı başında değildir. Ne kadar çabalarsan çabala kiminle dost olursan ol eninde sonunda bir kadınsın sen’.
Şiddete şiddetle karşılık verme yaygındı. ‘İnsanların bu vahşi sevinci bende pis kafalarına odunla vurma isteği uyandırmıştı’. Hayvanlara yapılan işkenceler çokça betimleniyordu. ‘Asyalılar, Yaba Yakut, Yabani Yakut, Yahudileri sevmiyorum onların millet sayılmasını aklım almıyor bile’ gibi ötekileştirmeler yaygındı.
Barışçıl cümleler de eksik değildi. ‘Savaş berbat bir şeydir dostum’, ’bu anlaşılmaz acımasızlığın anlamı neydi?’, ‘ölmek ne kötü, gurur kırıcı bir şey’, ‘insanların bu vahşi sevinci çok yaralayıcı’, ‘daha sonraları onun gibi iyi, yapayalnız, insanlardan kopmuş çok insanla karşılaştım’, ‘insan boş şeyler için yaşamaz’, ‘insanın istediği gibi yaşamasına iki gücün engel olduğu anlaşılıyordu; Tanrı ve insanlar.
Kitap, Atölye tarafından, nefes alınmasını güçleştiren, ciddi şiddet içerikli bir eser olarak değerlendirildi. ‘Hepimiz aşağılık, iğrenç bir hayatın içindeyiz, asıl önemli olan bu!’. Bunun, Rusya’nın ya da dünyanın belirli bir döneminin koşulunun kabulü, bu koşulların bir sonucu olarak kaleme alınması, edebiyat atölyesinde sekiz dönemdir gözlemlediğimiz, tartıştığımız, edebiyatın böyle bir yazım anlayışının aslında şiddeti normalleştirmeye, sürdürmeye katkı sağladığı düşüncemizi güçlendiriyor. ‘Şiddet koşulların sonucudur’ demek, bunu benimsemek, bu amaçla ürün vermek savaşın ve şiddetin sürdürülme tehlikesini arttırıyor. Atölyemiz açısından bu şekliyle edebiyat, belki de çatışmalara, şiddete ve savaşa destek veren, belki onu yeniden yaratan kaynaklardan biri olarak değerlendirilebilir yönünde bir görüşü güçlendiriyor.
Ancak yine de Gorki’nin dediği gibi ‘İnsanlara karşı her zaman onlarla alay etmek, onlara acı çektirmek, onları rahatsız etme duygusu besliyorlardı ve tuhaftı, okuduğum kitapların hiçbirinde insanların birbiriyle sürekli alay etme eğitiminde söz edilmiyordu’ diyerek şiddete karşı önemli bir dayanma, direnme, iyiyi üretme eylemi olarak edebiyata sarılıyoruz.
‘Bu iğrenç şeyleri neden mi anlatıyorum? Çünkü sayın efendilerim, böyle şeylerin bitmediğini, günümüzde de sürüp gittiğini bilesiniz diye!’
‘İnsanları çok seviyorum, hiç kimseye acı çektirmek niyetinde değilim…Hayata! Hayata! Onda olan her güzel şeyi, kalplerimizde, beynimizde olan insancıl her şeyi ortaya çıkarmak gerekiyor.’