Dünyadan Haberler
Tunus’un isyanı bölgeye örnek oldu / Radikal – 16.01.2011
Tunus’un devrik Devlet Başkanı Bin Ali’yi Fransa istemedi, Suudi Arabistan kucak açtı. Ülkedeki isyan otoriter rejimlerin hüküm sürdüğü Arap coğrafyasında sarsıcı etkiler yaratabilir. Tunus’ta Devlet başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin verdiği tüm tavizlere rağmen isyanı bastıramayıp ülkeyi terk etmesinin ardından dün Parlemento Sözcüsü Fuad Mebazza vekaleten devlet başkanı olarak mecliste anayasa üzerine yemin etti. Ardından Başbakan Muhammed Gannuşi’ye hükümet kurma görevini verdi. Öte yandan, Mebazza’yı atayan Anayasa Konseyi 60 gün içerisinde başkanlık seçimi yapılması gerektiği konusunda uyardı. Olası seçimlerin 23 yıllık Bin Ali iktidarını tamamen sonlandırması bekleniyor. Ülkeyi çalkantılı değişim sürecinde yönetecek olan Gannuşi, El Cezire televizyonuna verdiği demeçte sürgündeki Tunuslu muhalifleri “Ne zaman isterlerse gelebilirler. Burası onları ülkesi” diyerek davet etti.
Sosyal ağ etkisi büyük
Bin Ali’nin gidişinin ‘kesin’ olduğunu vurgulayan Gannuşi, geçiş döneminde doğabilecek anlaşmazlıklara atfen ‘yasal sorunlar ülkeyi haklı isteklerine uygun olarak kurtarmaktan daha önemli değildir’ ifadesini kullandı. “Bütün siyasi partilere danışacağım” diyerek geniş katılımlı bir hükümete yeşil ışık yakan Başbakan, “Ülkeye tekrar düzeni getirmek için bütün çabayı gösteriyoruz. Yağmalama eylemlerinin devam etmesi kabul edilemez” diyerek güvenlik sorununa da değindi.
Facebook ve Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde aktif bir biçimde son durumu tartışan Tunuslular ise seçimlere bir an evvel gidilmediği takdirde Gannuşi’nin başbakanlığının ‘yeni bir diktatörlük projesine’ dönüşmesinden duydukları korkuyu dillendiriyorlar.
Öte yandan, Bin Ali’nin devrilmesi Arap dünyasında büyük heyecan yarattı. Sosyal paylaşım sitelerinde kimi Arap kullanıcılar profillerinde Tunus bayraklarını kullanırken Mısır’ın 30 yıldır Hüsnü Mübarek tarafından yönetilmesine isyan eden onlarca Mısırlı eylemci, Tunus’un Kahire Büyükelçiliği önünde dans ederek “Bin Ali, Mübarek’e onun için de bir uçak beklediğini söyle” sloganları attı. Bin Ali’nin kaçmasıyla ilgili bir fıkra ise Mısır sokaklarında çok gözde: “Bin Ali’nin uçağı Şarm El Şeyh’e doğru yaklaşıyor ama iniş yapmaya değil daha fazla yolcu almaya…”
Tunus heyecan yarattı
Mısırlı insan hakları eylemcisi Hüssam Bahgat çoşkusunu “Tunus ile ilgili önemli olan şey, rejim günler önce tam anlamıyla sarsılmaz görünüyordu ve sonunda tek bir Batı ülkesi parmağını sokmadan demokrasi üstün geldi” diyerek dile getirdi. Ürdün’ün başkenti Amman’daki Tunus büyükelçiliğinin önü de ‘devrim yayılacak’ sloganları atan 50 kadar sendikacı tarafından dolduruldu. Sendikacılar büyükelçiliğin kapısına ‘Tunus’un büyük halkına diktatör Abidin’i devirdiği için tebrik ederiz’ yazılı çelenk bıraktı. Lübnan gazetesi Ennahar’da ise “Arap dünyasında eşi benzeri görülmemiş bu olayın yankısının bölgede tek bir ülkeden fazlasında duyulacağına şüphe yoktur” ifadesi yer aldı. Ülkede yaşanan ve Yasemin Devrimi olarak anılan isyan ile ilgili analizler de değişim amaçlı gösterilerin özellikle Mısır, Ürdün, Suriye ve Kuzey Afrika ülkelerinde ses getireceği belirtiliyor.
10 Soruda Tunus
Tunus neden karıştı? Seyyar satıcılık yapan üniversite mezunu işsiz Tunuslu genç Muhammed Bouazizi’nin tezgahına el koyulunca Bouazizi kendisini ateşe verdi ve ülkede hükümeti deviren isyanın fitilini de tutuşturdu. Ülkedeki sosyal adaletsizlik, işsizlik ve yolsuzluktan bezmiş olan halk sokaklara döküldü. Bouazizi’nin de dahil olduğu onlarca kişi hayatını kaybetti.
İsyan bekleniyor muydu?
Hükümet dahil hiç kimse bu kadar şiddetli bir isyan çıkacağını tahmin etmiyordu. Halkın çoğunluğu ağır ama istikrarlı büyüyen ekonomiye karşılık, Zeynel Abidin Bin Ali’nin baskıcı, sansürcü ve yolsuzluk sarmalındaki sistemine ses çıkarmıyordu.
Hükümet ne yaptı?
Bin Ali, İçişleri Bakanı’nı görevden alıp, tutuklanan göstericilerin serbest bırakılması talimatını verdi. 300 bin kişiye iş imkanı yaratacağı, gıda fiyatlarını indireceği ve basın ve internet özgürlüğü sağlayacağı sözü verdi ve 2014’te aday olmayacağını söyledi. Meclisi dağıttı, 6 ay içinde erken seçime gideceğini açıkladı. Verdiği tavizler işe yaramayınca da kaçtı.
Şimdi ne olacak?
Bin Ali ve ailesine Fransa kucak açmayınca, aile soluğu Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde aldı. Bin Ali’nin yerine devlet başkanlığı görevine Anayasa Konseyi tarafından Meclis sözcüsü Fuad Mebaza getirildi. Muhammed Gannuşi hükümeti kurma görevini alarak geçici başbakan oldu. Yasalara göre, ülkenin 60 gün içinde seçime gidilmesi gerekiyor.
Tunus tehlikeli mi?
Tunus’un hava sahası önce süresiz olarak kapatıldı ancak dün tekrar açıldı. Gösteriler sırasında herhangi bir turistin yaralandığı ya da etkilendiğine dair bir bilgi yok, zira gösteriler daha çok şehir merkezlerinde yaşanırken turistlerin çoğunluğu sahil beldelerindeki tatil köylerinde bulunuyordu.
Tunus’taki isyan yayılır mı?
Arapların çoğu, işsizlik, yolsuzluk, kısıtlı insan hakları ve baskıcı yönetime isyanı yüzünden kendini yakan Tunuslu Bouazizi ile aynı sorunları paylaşıyor. Tunus’taki isyandan feyz alıp sokaklara dökülen Cezayir halkının ardından protestolar son olarak Ürdün’de patlak verdi. Mısır da sırada olabilir.
WikiLeaks mi etkili oldu?
WikiLeaks’in yayımladığı ABD’nin Tunus Büyükelçisi Robert F. Godec’in 2009 yılında dışişlerine gönderdiği “Tunus’ta yolsuzluk: Senin Olan Benimdir” adlı belgede, Bin Ali’nin eşi Leyla Trabelsi ve ailesi hakkındaki yolsuzluk iddiaları halkı öfkelendirdi. Belgelerde First Lady ve ailesinin halk tarafından sevilmediği de yer aldı.
Türkiye ne yapıyor?
Dışişleri hemen müdahale etti, THY de 312 yolcu kapasiteli Boeing 777 tipi “Anadolu” adlı özel uçağını Tunus’un Enfidha Havaalanına gönderdi ve 333 Türkiye vatandaşını ülkeye getirdi. Türkiye’nin tunus Büyükelçisi Akın Algan, Tunus’un Türkiye dostu bir ülke olduğunu ifade etti.
Sosyal medyanın etkisi ne oldu? Ülkedeki protestolar muhalif gruplar tarafından Twitter ve Facebook gibi sosyal ağlar üzerinden organize edildi. Kendini yakan Bouazizi’nin ölümünün ardından, sosyal paylaşım sitelerinde düzenlenen kampanyalar Tunuslu gençleri harekete geçirdi. Cep telefonuyla çekilen isyan görüntüleri internete koyulunca, halk olanları sansürsüz izledi.
Neden Yasemin Devrimi?
Göstericilere ateş açan polisin şiddet kullanmak yerine eylemcileri koruması gerektiğini savunan Tunuslu blog yazarları, “Polise yasemin verelim” sloganıyla yola çıkarak, devrimi ülkelerinin sembolü olan “yasemin çiçekleriyle” özdeşleştirdi. Bu, sosyal paylaşım ağlarına da yayıldı.
Lübnan krizi için liderlerden ortak açıklama
CNNTürk – 17.01.2011
Lübnan’daki hükümet kriziyle ilgili Şam’da düzenlenen Üçlü Zirve’ye ilişkin yapılan ortak açıklamada, zirveyi gerçekleştiren üç liderin, “Lübnanlı taraflar arasındaki uzlaşmanın sağlanmasını amaçlayan Suriye-Suudi Arabistan iyi niyet çabalarına dayalı olarak sorunun çözüme kavuşturulması ve durumun kötüleşmesinin engellenmesi hususlarının önemini vurguladıkları” bildirildi.
Lübnan’da yaşanan hükümet krizinin aşılması amacıyla Suriye’nin Başkenti Şam’da düzenlenen ve Türkiye, Suriye ile Katar’ın katıldığı 3’lü zirve 2 saat 45 dakika sürdü.
Lübnan’daki hükümet kriziyle ilgili Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Katar Emiri Şeyh Hamad Bin Halife El Tani toplantı yaptılar.
Toplantının ardından üç liderin yaptığı ortak açıklama şöyle: “Görüşmelerde başta Lübnan’da yaşanan kriz olmak üzere bölgedeki son gelişmelerle ilgili konular ele alınmıştır. Görüşmelerde üç lider, Lübnanlı taraflar arasındaki uzlaşmanın sağlanmasını amaçlayan Suriye-Suudi Arabistan iyi niyet çabalarına dayalı olarak sorunun çözüme kavuşturulması ve durumun kötüleşmesinin engellenmesi hususlarının önemini vurgulamışlardır. Üç lider, Lübnan halkının çıkar ve istikrarını sağlayacak ve Lübnanlılara yardımcı olacak siyasi çabalar somutlaşıncaya kadar (yeni hükümetin kurulması için) Lübnan Parlamentosundaki istişarelerin ertelenmesi kararını memnuniyetle karşıladılar.”
Sarkozy’nin çağrısına Erdoğan’dan olumlu yanıt
Bu arada, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de, Lübnan’la yakın bağları olan Türkiye ve Körfez ülkelerine “Lübnan konusunda çabalarımızı birleştirelim” çağrısı yaptı.
Sarkozy’nin Lübnan konusunda Türkiye, Suudi Arabistan, Suriye, Katar ve ABD’den destek aradığı bildirildi.
Erdoğan da, Sarkozy’den yazılı davet mektubu aldıklarını belirterek, mektuba olumlu cevap
verilmesi noktasında talimat verdiğini bildirdi.
Lübnan Cumhurbaşkanı, hükümet görüşmelerini erteledi.
Lübnan Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın hükümet kurmak için bugün başlatacağı girişimin, önümüzdeki pazartesi gününe ertelendiği açıklandı.
Lübnan kaynakları, Suriye’nin başkenti Şam’da bugün başlayacak ve Türkiye’den Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da katılacağı üçlü zirve ve Fransa’nın girişimleri nedeniyle, görüşmelerin erteleneceğini belirtiyordu.
Der Spiegel: “Tüm ümitler Türkiye üzerinde”
Alman “Der Spiegel” dergisi de, Lübnan’daki hükümet krizi ile ilgili olarak verdiği bir haberde, diplomatik çabalarda tüm ümitlerin Türkiye’nin üzerinde olduğunu belirtti.
“Türklerin zamanı” başlığı ile verilen haberde, Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin kurduğu Batı yanlısı hükümetin yıkılmasından sonra Türk yönetiminden, Lübnan’da birbirine düşman olan partileri müzakere masasında bir araya getirmesinin beklendiği ifade edildi.
LÜBNAN’DA SON DURUM
Öte yandan, Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın, yeni hükümette Saad Hariri’nin başbakanlığını desteklemeyeceklerini açıklamasının ardından, Hizbullah’ın, Omar Karami’yi başbakanlık için öne çıkaracağı ileri sürüldü.
Nasrallah, “Şan ve şerefimizin ayaklar altına alınmasına izin vermeyeceğiz. Saad Hariri’nin Lübnan’da yeni bir hükümetin başbakanı olmasını desteklemeyeceğiz” dedi.
Eski başbakan Refik Hariri suikastini araştıran özel mahkemenin ABD ve İsrail tarafından yönlendirildiğini öne süren Hizbullah lideri, “Onurumu, varlığımızı ve şanımızı koruyacak şekilde hareket edeceğiz” diye konuştu.
Reuters’ın haberine göre de, bir üst düzey Hizbullah yetkilisi, müttefikleriyle birlikte, Ömer Karami’yi destekleyeceklerini söyledi.
Trablusşam kökenli ve Suriye yanlısı olarak bilinen Karami, daha önce başbakanlık görevinde bulunmuştu. Eski Başbakan Refik Hariri’nin Şubat 2005’te suikast sonucu öldürülmesinin ardından başlayan protesto gösterileri sonucu, suikasttan 2 hafta sonra istifa etmişti.
Kaynaklar, Hizbullah liderinin sözlerinin iç savaş endişelerini artırdığını söylerken, bazı gözlemciler sert açıklamaların, Hollanda’daki özel mahkemenin Hariri suikastıyla ilgili dosyayı açıklamasından hemen öncesine geldiğini dikkat çekiyor.
Filistin – İsrail
1337 Filistinli çocuk katledildi
Haber Türk – 15.01.2011
2000 senesindeki el Aksa İntifadasından bu yana 1337 Filistinli çocuğun İsrail tarafından katledildiği açıklandı.
İsrail işgal ettiği Filistin topraklarında 2000 senesinde Şaron’un Mescid-i Aksa’yı ziyareti sonrası yaşanan el Aksa İntifadası’ndan bu yana 1337 Filistinli çocuğu katlettiği açıklandı.
el Ahrar Araştırma Merkezi’den edilinen bilgiye göre, cuma günü kurum tarafından yayınlanan raporda Filistinli çocukların, İsrailli askerlerin etrafa rastgele ateş açması ve yerleşim yerlerine yapılan bombardıman sonucu hayatlarını kaybettikleri bildirildi.
Kurum Direktörü Fuad el Khafsh, İsrail kuvvetlerinin her yönden Filistinli küçük mahallelere saldırılar düzenleyerek yerlerinden sürmeye çalıştıklarını ve insan hakları örgütlerinin bu suçlar nedeniyle İsrailli yetkilileri soruşturmaları gerektiğini açıkladı.
İsrail insan hakları örgütlerini hedef aldı
Dünya Bülteni – 12.01.2011
İsrail, insan hakları örgütlerinin edindikleri yabancı mali yardım ve fonlara ilişkin resmi soruşturma açılmasını öngören yasa teklifini onayladı
İsrail’de hükumeti oluşturan koalisyon ortaklarından Dışişleri Bakanı aşırı sağcı Avigdor Lieberman’ın bazı insan hakları gruplarının ekonomik kaynakları konusunda meclis soruşturması açılması talebi İsrail meclisinde onaylandı.
Lieberman, BM’nin hazırladığı Goldstone raporunun hazırlanması sürecinde komisyona bilgi verenleri “terörle işbirliği yapmakla” suçluyor.
Soruşturma istenmesinin nedeni ise bu grupların Filistin’e yapılan saldırılarda suç işlediklerini iddia ettikleri İsrailli askerlerin cezalandırılması için faaliyet göstermesi.
Lieberman’ın “terörist işbirlikçileri” olarak nitelediği bu gruplara soruşturma açılmasını Başbakan Binyamin Netanyahu’nun partisinin engellemesi, koalisyonda yeni bir gerilime neden oldu.
Lieberman’a sert tepki gösteren Başbakanlık Ofisi, Lieberman’a Likud partisinin, demokratik ve çoğulcu bir parti olduğu ve bir görüşün diktatörlüğünde olmadığı hatırlatıldı.
İNSAN HAKLARI ÖRGÜTLERİ TEPKİLİ
120 sandalyeli mecliste, 15 ret oyuna karşılık 41 oyla geçen yasa teklifi, İsrail’de İşkenceye karşı Halk Komitesi (PICATI) gibi yerli insan hakları örgütlerinin de sert eleştirilerini çekti.
PICATI açılan soruşturmayı “sıkı idare yanlısı, ahlaka aykırı ve gayrımeşru” diye niteledi.
Kirshenbaum’un eleştirdiği insan hakları örgütleri arasında B’Tselem, asker itiraflarına yer veren Breaking the Silence ve kontrol noktalarındaki eylemleri gözlemleyen Machsom Watch bulunuyor.
Lieberman, BM’nin Gazze işgalini araştırmakla görevlendirdiği komisyona bilgi veren İsrail’li organizasyonların “amacı İsrail ordusuna ve ordunun İsrail vatandaşlarını koruma iradesine zarar vermek olan terörle açık işbirliği yaptıklarını” söyledi.
Lieberman, konuşmasında çeşitli insan hakları örgütlerinin Goldstone Komisyonu’na gönderdikleri mektuplardan alıntılar yaparak “Mektupta İsrail ordusunun doğrudan camileri, okulları ve evleri hedef aldığını yazmışlar. Sonra da İsrail ordusunun Filistinliler’e yardım etmediğini eklemişler” dedi.
İSRAİL’DE “MAcCARTHYCİLİK” DÖNEMİ
İsrail’de geçen Ekim ayında kabul edilen “Vatandaşlık Yasası”, Yahudi olmayan, ancak İsrail vatandaşlığına geçmek isteyenlerin, “Yahudi ve demokratik İsrail devletine bağlılık yemini” etmelerini öngörüyor.
İşçi Partili milletvekili İshak Herzog, “İsrail, McCarhtyci dönemi anımsatan her tür öneriyi reddetmelidir” diye konuştu.
McCarthycilik, 1940’lı yıllarda ABD’de etkisi yoğun şekilde hissedilen ve Komünist karşıtı politikaları ve kuşkucu eğilimleriyle tanımlamak için kullanılıyor.
Joseph McCarthy ve yandaşlarının, senatodaki 10 yıllık görev süresince çok sayıda kişi, Komünist ya da Komünist parti sempatizanı olmakla suçlanmış, ağır soruşturmalara maruz kalmışlardı.
Bu dönemdeki gözaltılar ve soruşturmalar, “Cadı Avı” olarak da anılıyor.
İsrail’de hükümet bölünerek çoğalıyor
Radikal – 17.01.2011
İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, başkanı olduğu İsrail İşçi partisi’nin liderliğini bırakarak İsrail parlamentosunda (Knesset) yeni bir grup kurdu.
İsrail İşçi Partisi’ndeki iç çekişmelerin dayanılmaz hale geldiğini savunan Barak, Özgürlük” (Haatzmaut) adı verilen yeni oluşumun “merkezde, Siyonist ve demokratik” olacağını belirtti. Barak, Knesset’teki Meclis Komisyonu’na da bu sabah durumu resmen iletti.
Ehud Barak, yeni oluşumun içindeki 4 bakan ve milletvekiliyle birlikte Knesset’te düzenlediği basın toplantısında, “Bizim için önce ülkemiz, sonra parti gelir. En son biz geliriz” dedi ve önlerinde kolay olmayan birçok öncelik bulunduğunu belirterek, bunları “Arap dünyası ve Filistinliler’le barış, ekonomi ve ulusal birliğin sağlanması” olarak sıraladı.
Geçmişte bazı partilerde bu şekilde ayrılıklar yaşandığını belirten Barak, eski başbakanlar Ariel Şaron ve Ben Gurion ile Şimon Peres’i örnek verdi.
Bugünü “zor bir gün” olarak nitelendiren ve “evlerini, dostlarını terkettiklerini” belirten Barak, yine de parti içindeki çekişmelerin dayanılmaz hale geldiğini, İşçi partisinin de “post-modernizme, post-Siyonizme ve daha sola yöneldiğini” iddia etti.
Barak, “Bugünden itibaren sürekli birilerinden özür dilemek ve kendimizi izah etmek durumunda kalmayacağız. Yeni bir yola çıkıyoruz. Bu yeni yolun doğru bir yol olduğuna da inanıyoruz” diye konuştu.
ORTADA ZATEN İKİ GRUP OLUŞUMU VARDI
Barak, Meclis Komisyonu’na gönderdiği yeni grup oluşumu başvurusunda da İşçi partisi üyeleri arasındaki ideolojik görüş farklılıklarının büyük olduğunu belirtip, “gerçekte ortada iki farklı grubun var olduğunu” kaydetti.
Barakla birlikte hareket eden isimlerden İsrail Savunma Bakan Yardımcısı Matan Vilnai de, İşçi Partisi’nin üyelerine gönderdiği yazıyla, partiden ayrılma, demokratik, Siyonist ve Yahudi temelinde bir parti kurma kararlarını tebliğ etti. Yazısında Vilnai, İşçi Partisi’nin Knesset’teki grubunun “parlamenter yaşamın barınamayacağı” bir topluluk haline geldiğini, “Parti üyelerinin, partinin ve başkanının aleyhine çalıştıklarını, hiçbir toplantıda kimin sizle olduğunun, kimin terkedip bir başka partiye katılacağının kestirilemediğini” belirtti.
Filistinliler’le barış görüşmelerinin çıkmaza girmesinin ardından, İşçi Partisi Başkanı Barak, partili bakanlar ve milletvekillerinin, barış süreci olmazsa, partinin de koalisyondan çekilmesi yolundaki baskıları ile karşı karşıya idi. Yapılan tahminlere göre Barak, koalisyondan çıkmak zorunda kalmamak için partiyi bölmeyi kararlaştırdı.
Mevcut durumda İşçi partisinin koalisyondan çekilebileceği yorumları da yapılmasına rağmen, henüz bu konuda bir görüş belirten olmadı. Ancak, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun istifalar olacağı beklentisini taşıdığı ifade ediliyor. İşçi partisi, 120 üyeli İsrail parlamentosunda 13 üyeye sahip. Koalisyonda ise 5 bakanlığı bulunuyor. Bakan yardımcıları da var.
NETANYAHU TEŞVİK ETTİ İDDİASI Bu arada, Barak’ın ayrılma planlarıyla ilgili olarak, Başbakan Binyamin Netanyahu’nun bu adımdan haberli olduğu ve teşvik ettiği, hatta Başbakanlık’taki yardımcılarının, Barak’ın bu girişimi planlamasında kendisine yardımcı oldukları öne sürülüyor.
Netanyahu’ya yakın bir kaynak, Ynet haber sitesine, bölünmenin koalisyonda küçük ama uyumlu bir grup yaratarak bir “kararlılık adası” oluşturacağını söyledi.
Bu yeni oluşumun hızlandırılmasında, İsrail Dışişleri Bakanı ve Yisrael Beiteniu (Evimiz İsrail) Partisi Başkanı Avigdor Lieberman hakkında uzun süredir yürütülen yolsuzluk davasında, mahkemenin önümüzdeki iki hafta içinde karar vermesinin beklenmesinin de etken olduğu da kaydediliyor.
Ancak, İşçi Partisi’nin koalisyondaki önde gelen bakanları, Sanayi ve Ticaret Bakanı Binyamin Ben-Eliezer ile Sosyal Güvenlik Bakanı Izak Herzog ve Avişay Braverman’ın durumdan habersiz oldukları ve Barak’ın adımını şaşkınlıkla karşıladıkları da belirtildi. Ben-Eliezer, gelişmeler üzerine, “partisinden ayrılmayacağını” ifade etmekle yetindi.
Geçen hafta, eski Savunma Bakanı Amir Peretz’in de İşçi partisinden ayrılıp Kadima’ya geçeceği yolunda haberler yer almıştı.
Partili milletvekillerinden Daniel Ben-Simon da, partisinin Netanyahu koalisyonundan ayrılmaya ikna olmaması nedeniyle, geçen hafta İşçi partisinden ayrılacağını ve mecliste, tek kişilik bir grup kurmayı planladığını duyurmuştu. Ben-Simon, “Bu koalisyonla olmaz” demişti.
Irak
Irak’ta ABD karşıtı protesto
Dünya Bülteni – 14.01.2011
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Irak ziyareti kılınan Cuma namazı sonrası Sadr taraftarları tarafından protesto edildi.
Irak’ta önde gelen Şii lider Mukteda el Sadr taraftarları, Cuma namazı sonrası düzenledikleri gösteride Irak’ı ziyaret eden Joe Biden’i protesto ettiler.
ABD karşıtı slogan atan göstericilerden Muhammed Abbas, “Protestomuzun amacı Biden gibi işgalcilerin ülkemize gelmesini engellemektir” dedi.
Biden Perşembe günü Iraklı yetkililer ile temaslarda bulunmak üzere bu ülkeyi ziyaret etmişti.
500 bin kişi çöpten besleniyor
Akşam – 14.01.2011
500 bin kişi, günlük beslenme ihtiyaçlarını çöpe atılan yiyeceklerden karşılıyor…
Irak’ın başkenti Bağdat’ta 500 bin kişinin, günlük beslenme ihtiyaçlarını çöpe atılan yiyeceklerden karşıladığı belirtildi.
Irak resmi ajansı INA, yayımlanan bir rapora dayanarak verdiği haberde, başkentin çevresindeki çadır kentlerde yaşayan yoksulların günlük öğünlerini çöplerden topladıkları yiyeceklerle sağladığını aktardı.
Haberde, başkentin çevresinde bulunan 42 adet çadır kentte 500 bin kişinin yaşadığı kaydedildi.
Bağdat Valisi Salih Abdürrezzak da olayla ilgili şunları söyledi: “Çadır kentlerdeki insanlar elektrik, temiz su, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yoksun olarak yaşıyorlar. Biz bunları daha elverişli bir bölgeye taşımak istedik. Fakat çadır kentlerde yaşayanlar günlük yiyeceklerini, yakınlarındaki çöplüklerden temin ettikleri için buradan ayrılmak istemiyorlar.
Afganistan – Pakistan
NATO Afganlara tazminat ödedi
Star – 14.01.2011
NATO, Afganistan’da NATO komutası altında görev yapan yabancı askerlerin düzenlediği operasyonlar sonucu zarara uğrayan Afganlara son iki ay içinde 1,4 milyon dolar tazminat ödedi. Afganistan’ın güneyinde görev yapan Uluslararası Güvenliğe Destek Gücü (ISAF) komutanı Orgeneral James Terry imzasıyla yayımlanan yazılı açıklamada, 2 Kasım 2009’dan itibaren 800’den fazla tazminat talebinde bulunulduğunu ve bu taleplerin yarısından fazlasının ödenmesi konusunda anlaşmaya varıldığını belirtti.
Terry, aralarında Kandahar’ın da bulunduğu 6 vilayeti kapsayan, güney bölge komutanlığı denetimindeki bölgede son iki ay içinde 1,4 milyon dolarlık ödeme yapıldığını belirtilerek, ”Bölge sakinlerinin talepleri çok ciddiye alınıyor. Bir zarar verirsek bunu tazmin etmek bizim yükümlülüğümüz ve sorumluluğumuzdur” ifadelerini kullandı.
Açıklamada, tazminat taleplerinin içeriği konusunda daha ayrıntılı bilgi verilmedi.
ISAF’tan yapılan açıklamada, Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai’ye 11 Ocak Salı günü bir hükümet heyeti tarafından sunulan, ”Afgan ve yabancı güçlerce düzenlenen operasyonlar sonucu, Kandahar vilayetinin güneyindeki meyve ürünleriyle evlere verilen zararın 100 milyon dolar olduğu” şeklindeki rapora da değinildi.
Daha önce yapılan tüm ısrarlara karşın, sözkonusu rapor hakkında doğrudan bir yorumda bulunulmamasına karşın, bugün yayınlanan ISAF açıklamasında, Kandahar’daki yetkililerin sözlerinden alıntılara yer verilerek, sözkonusu rapor, ”aşırı abartılı” olduğu gerekçesiyle kınandı. Açıklamada, Kandahar Valisi Toryalai Visa ile ilçe liderlerinin, Karzai’ye sunulan, Argandeb, Zari ve Pencvei ilçelerinde meydana gelen zarar için düzenlenen heyet raporu için, ”abartılmış” ifadesini kullandıklarına dikkat çekildi.
Türkiye
Türkiye CIA uçaklarına izin vermiş!
CNN TÜRK – 17.01.2011
Alman “Die Welt” gazetesi WikiLeaks belgelerine dayanarak, “Türk hükümetinin 2002-2006 yılları arasında, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) terör zanlılarını taşıdığı uçaklara izin verdiğini” iddia etti.
Amerika’nın Irak ve Afganistan savaşlarının en tartışmalı sayfalarından biri.
Gizli CIA operasyonlarında gözaltına alınan, hukuken “yok” sayılan, üçüncü ülkelerde işkence altında sorgulanan terör şüphelileri.
“Sıradışı iade” olarak uluslararası ilişkiler sözlüğüne giren o operasyonlarda, Amerikan uçakları Türkiye’den geçti mi?
WikiLeaks’in sızdırdığı Amerikan Dışişleri Bakanlığı’na ait belgelerden biri, bu soruyu gündeme taşıdı.
İddiayı ortaya koyan Alman Die Welt gazetesi.
Habere göre, dönemin Amerikan Büyükelçisi Ross Wilson imzalı, 8 Haziran 2006 tarihli bir belgede, “Türkiye’nin, 2002-2006 yılları arasında, CIA’in terör zanlılarını taşıdığı uçaklara uçuş izni verdiği” belirtiliyor.
Büyükelçi notta, “Türk Silahlı Kuvvetleri İncirlik’i, 2002 yılından itibaren tutuklu nakillerinde yakıt ikmali için kullanmamıza izin veriyordu. Ancak bu izni 2006 yılının şubat ayında kaldırdı” diyor.
Belgeye göre, söz konusu süre zarfında İncirlik’e 24 CAI uçağı indi. Bu inişler sadece yakıt ikmalinden mi ibaretti, yoksa havaalanında sorgulama yapıldı mı, belli değil.
Ross Wilson’ın notu, bugün Amerikan Hava Kuvvetleri Komutanı olan Norton Schwartz”ın, 2006 yılındaki Ankara ziyaretine hazırlık niteliğinde.
Die Welt’in haberine göre, o dönemde Amerikan Genelkurmay’ı, CIA uçuşları için iznin uzatılmasını istemeyi düşünmüş. Ancak Schwartz’ın ziyaretinde konunun açılmamasına karar verilmiş.
İddialar neydi?
Türkiye, CIA uçuşlarını yalanlamıştı. CIA’in terör şüphelilerini hukuken “yok” ettiği “sıradışı iade” uygulaması, Amerikan basınında detaylı olarak işlenmişti.
Bulundukları ülkelerden kaçırılan şüphelilerin, Ortadoğu ve Doğu Avrupa’da 8 ülkeye gizlice götürüldüğünü, buralarda işkence altında ifade verdikleri yazılmıştı.
Türkiye CIA’in işkence uçaklarına 4 yıl boyunca geçiş izni vermiş
Radikal – 17.01.2011
Alman “Die Welt” gazetesi, Wikileaks belgelerine dayanarak, “Türk hükümetinin 2002-2006 yılları arasında, Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatının (CIA) terör zanlılarını taşıdığı uçaklara izin verdiğini” iddia etti. Norveç gazetesi “Aftenposten”in elinde bulunan Wikileaks belgelerini bu gazeteyle birlikte değerlendiren Die Welt, “ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Wilson’un yazdığı ve yabancıların okumasının yasak olduğu ifade edilen bir raporda, Türk hükümetinin 2002 yılında söz konusu uçuşlara izin verdiği ve 2006 yılının Şubat ayında bu izni kaldırdığı, bu dönemde İncirlik’teki üsse CIA’in 24 uçuş yaptığı” kaydedildi.
Büyükelçi Wilson’un 8 Haziran 2006 tarihinde, bugün ABD Hava Kuvvetleri Komutanı olan Norton A. Schwartz’a gönderdiği tahmin edilen raporda, “Türk Silahlı Kuvvetleri bize İncirlik’i, 2002 yılından itibaren ‘Fundamental Justice’ operasyonu çerçevesinde tutuklu nakillerinde yakıt ikmali için kullanmamıza izin veriyordu. Ancak bu izni 2006 yılının Şubat ayında kaldırdı” şeklinde ifade kullanıldığı belirtildi.
“Raporun, Schwartz’ın 14 Haziran 2006 tarihinde Ankara’ya yapmayı planladığı bir ziyaret için hazırlanmış olduğu” ifade edilen haberde, “rapora göre ayrıca, ABD Genelkurmay Başkanlığının, yeniden böyle bir izin alabilmek için neler yapılması gerektiğini düşündüğünün, ancak bu konunun Schwartz’ın Ankara ziyareti sırasında ele alınmasının uygun görülmediğinin kaydedildiği” bildirildi.
“Schwartz’ın 15 Haziran 2006 tarihinde yaptığı Ankara ziyareti sırasında, dönemin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan’ın söz konusu uçuşları yalanladığı” belirtilen haberde, “raporda, söz konusu uçuşlar sırasında havaalanında terör zanlılarına işkence yapılıp yapılmadığının ise belli olmadığı” kaydedildi.
NAMIK TAN YALANLAMIŞTI
Uluslararası Af Örgütü’nün 2005 yılındaki raporuna göre, CIA’in terörle mücadele çerçevesinde çok sayıda insanı işkence üslerine nakletme operasyonuna Türkiye de suç ortağı olmuş, Türkiye’den Guantanamo’ya 11 uçak kalktığı iddia edilmişti.
Avrupa Konseyi’nin soruşturma için görevlendirdiği İsviçreli Senatör Dick Marty’nin açıkladığı CIA raporunda Türkiye dahil 14 Avrupa ülkesi ABD’nin “işbirlikçisi” olmakla suçlanmıştı. Uluslararası Af Örgütü’nün açıkladığı rapor da, Türkiye’nin aralarında bulunduğu 7 ülkeyi daha “suç ortağı” olarak göstermesine rağmen Türkiye bu iddiaları yalanlamıştı.
Dönemin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, CIA’in yasadışı operasyonlarında Türkiye’nin de rol oynadığı iddialarını yalanlamış, Uluslararası Af Örfütü’nün bu yöndeki iddialarını ısrarla sürdürdüğünün hatırlatılması üzerine Tan, İncirlik Üssü’nün Türkiye’nin bilgisi olmadan kullanılmasının da söz konusu olmadığını söylemişti.
“Dünyada özgürlükler geriliyor”
CNN TÜRK – 13.01.2011
ABD’de 70 yıl önce kurulan insan hakları ve özgürlükleri izleme örgütü Freedom House’un yıllık raporuna göre, dünya çapında özgürlükler ve siyasi haklarda gerileme sürüyor.
Rapora göre, dünya çapında geçen 4 yılda kaydedilen özgürlüklerdeki gerileme, bu yıl da tespit edildi.
İzleme örgütünün yöneticisi David J. Kramer, “Hasımlarımız sadece yaygın bir baskı uygulamıyor, bunu görülmemiş bir saldırganlık ve özgüvenle yapıyor” diyerek, demokratik toplumun baskılara yeteri kadar karşı durmadığını belirtti.
25 ülke demokraside önemli gerileme gösterdi
Raporda, 2010’da aralarında Fransa’nın bulunduğu 25 ülkede demokraside gerileme görülürken, baskılara demokratik toplumun da az direniş gösterdiği kaydedildi.
Dünya çapında 194 ülkede yapılan araştırmaya göre, aralarında Çin, Mısır, İran, Rusya ve Venezuela’nın bulunduğu 14 ülke, baskıcı uygulamaları artırmaya devam ederken, demokratik toplumdan az tepki gördü.
Seçimli demokrasilerin sayısının 2005’de 123’e çıkmasının ardından, 1995’den bu yana en alt düzeye inerek 115’e düştüğü belirtildi.
“Dünyanın en güçlü otoriter rejimlerinin 2010’da artan bir sıkılmazlıkla hareket ettikleri” ifade edilen raporda, buna örnek olarak Çin’in Nobel Barış ödülüne layık görülen hapisteki Çinli demokrasi savunucusu Liu Şiaobo’nun ödül törenini boykot etmeleri için yabancı hükümetlere çağrısı ve Rusya’da Yukos petrol şirketinin eski başkanı Mihail Hodorkovskiy’nin düzmece olduğu yorumları yapılan yargılamayla ceza alması gösterildi.
Raporda, ABD’de Başkan Barack Obama yönetiminin insan hakları için tavır alırken, dünyanın en büyük petrol, gaz ve mineral üreticilerinden olan Rusya ve Çin ile ilişkilerini geliştirmeyi sürdürdüğüne işaret edildi.
Freedom House’un araştırma müdürü raporu duyururken yaptığı açıklamada, “Otoriter rejimler, eğer dışardan direniş görmezse, içerde kendi muhaliflerini susturmada daha serbest olurlar” dedi.
Raporda, demokrasilerinde gerileme kaydedilen 25 ülke de şöyle sıralandı:
Afganistan, Bahreyn, Burundi, Kamboçya, Fildişi Kıyısı, Cibuti, Mısır, Etiyopya, Fiji, Fransa, Gine Bissau, Haiti, Macaristan, İran, Kuveyt, Letonya, Madagaskar, Meksika, Ruanda, Sri Lanka, Swaziland, Tayland, Ukrayna, Venezuela ve Zambiya.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 17 Ocak 2011
İletişim: www.kureselbak.org, kureselbak@gmail.com; 00905362196341