11 Haziran 2014 – Edebiyat Atölyesi V. Dönem Son Toplantısı – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

V. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin on altıncı ve sonuncu toplantısında Emre Arda bize Ephrem-İsa Yousif’in  Dicle ve Fırat Destanı’nı tanıttıktan sonra Yalçın Akyıldız Ürdün ile ilgili genel bir bilgi sundu. Ardından Didem Arslanoğlu, Ürdünlü yazar Abdurrahman Münif’i ve kitabı Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti tanıttı ve tartışmaya açtı.

 Ephrem-Isa Yousif, Suudi baba,Iraklı anneden, 1944’de, bir  Asur-Keldani kasabası olan Sanate’de doğmuş.  Eğitimi Musul’da başlayıp Nice’de sona ermiş. Felsefe ve Uygarlıklar doktorası yapmış. 1981 Yılından bu yana Toulouse Üniversitesi’nde  felsefe ve  Arap edebiyatı profesörü olarak dersler vermekte.  

19.09.2013 Tarihinde Nusaybin Belediyesi’nce düzenlenen iki günlük  ‘Mezopotamya Tarihinde Nusaybin-2 Nisibis Okulu’ sempozyumuna katılmaküzere Mardin’e gelmiş ve bildiri sunmuş.

     Yazarın Fırat ve Dicle’nin Destanı’nın dışında Süryani Vakanüvisler, Mezopotamya’nın Yıldız Şehirleri, Sanate’de Çocukluk Kokularıda içinde olmak üzere çok sayıda yayınlanmış kitabı bulunmaktadır.

     Çalışmalarını, Sümerlilerden bu yana uygarlıklar beşiği olan Antik Mezopotamya’nın kentlerinin keşfine adamış olan yazar, Ermenilerin, Süryanilerin, Ezidilerin, Mihellemilerin, Arapların, Kürtlerin bir arada, yüzyıllarca yaşadığı bu kadim topraklardaki kentlerin, Ortadoğu başta olmak üzere tüm insanlığa model olması temennisinde bulunuyor.

     Sümerliler, Akaadlılar, Babilliler, Asurlular, Mezopotamya’nın yüzünü şekillendiren, astronomi, astroloji, matematik ve hukuk alanında, uygarlıkları, sanatları, dilleri ve dinleriyle değerli eserler bırakmış devletler. Ancak bu kavimlere ait arkeolojik eserlerin ortaya çıkışları çok öncelere dayansa da, 20.yüzyılın başına kadar, semavi dinleri etkileyeceği kaygısıyla gizli tutulmuş.

     Fırat ve Dicle’nin Destanı, V.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’ne kaynaklık eden Orta Doğu  uygarlığının köklerinin destanı gibi.

     Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği olarak adlandırılır. Bereketli toprakları, uygun iklim koşulları nedeniyle çok eski zamanlardan beri yerleşmeye sahne olmuş ve birçok istilaya uğramış. Bilinen ilk okuryazar toplulukların yaşadığı bölgede birçok medeniyet gelişmiş. Mezopotamya olarak anılan belirli bir siyasi mevcudiyet olmasa da, sınırları belirli bir idari bölge değilse de, Yunanlı tarihçileri bu bölgeyi anmak için buldukları bir isim bize kadim bir uygarlıklar yatağını çağrıştırır.

     Dicle ve Fırat nehirleri arasında yer alır.Geniş anlamda, Dicle ve Fırat nehirlerinin vadileri ile bu iki nehrin arasında kalan topraklar için kullanılmaktadır. İki nehir, birleştikten sonra Şattü’l Arap ismini alır ve Basra Körfezi’nden denize dökülür. Nehirlerin oluşturduğu dar toprak şeridinin iki yanı çöldür. Dicle ve Fırat’ın sürükleyip getirdiği topraklar, Mezopotamya’nın güneyinin çok verimli olmasına sebeb olmuştur. Dümdüz uzanan ova, Mezopotamya’nın kuzeyinde oldukça bereketli ve ılıman iklimli bir yaylaya dönüşür.

     Tarım gelişiminden ve kırsal yaşamının başlangıcından yazının ortaya çıkışına kadarki dönemin ünlü yerleşim bölgeleri Samarra, Tell Halaf ve Hasuna’dır. Bu dönemde her kent aynı zamanda ayrı bir kültürel tarz ortaya sunmuştur. Bu kentlerin ortak yönü, mimari tarzları farklı konutların ortaya çıkmış olmasıdır.

     Bölgenin bir sonraki evresinde Uruk Kenti, sulu tarımın geliştiği bir dönemde, madencilik ve teknoloji dallarında da ortaya çıkan gelişmelerin kenti olur. Uruk kenti Mezopotamya kahramanı Gılgamış’ın doğduğu yerdir.  

     Mezopotamya’da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerliler olur. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplumdur.  ‘Yaratılış’ ve ‘Tufan’a ilk kez Sümerlerde rastlanır. Sümer döneminde Mezopotamya’da 18’i büyük, yaklaşık 35 şehir ve kasaba vardır

     MÖ 2400-2350 yıllarında Sümerler düşüşe, Akadlar yükselişe geçer. Sümerler sonrasında Mezopotamya’nın lideri konumuna gelen halk, Mezopotamya’daki medeni gelişimin öncüsü olur. Akadlardan sonra Mezopotamya’da güçlü konuma ulaşacak yine Sami kökenli Asur ve Babil halkları olur. Zafer Anıtı’nı inşa eder, çok tanrılı dinlere inanır, ‘Evren veya Dünya Krallığı’ kavramını Mezopotamya’ya getirirler.

     Akadlardan sonra, kuzeyde büyük bir siyasi güç olarak Asur, güneyde ise din ve kültür merkezi olarak Babil öne çıkar. İkinci binyılın başlarında yükselen kavimlerden Asurlular, özellikle oluşturdukları geniş ticaret ağıyla onların Mezopotamya kültürünü farklı bölgelere yayılmasına ve farklı kültürlerin de Mezopotamya’ya taşınmasına neden olurlar.  Anadolu’ya yazının gelmesi de yine bu dönemdeki Asurlu tüccarlar sayesinde olur.

     Diğer yükselen kavmin, güneyli Babil’in, 5. Kralı Hammurabi, yazılı kanunlarıyla ünlüdür. Daha sonrasında Büyük İskender, Persler, Araplar, Osmanlılar bölgede egemenlik kurar.

     I.Dünya Savaşı’nın sonunda Mezopotamya kısa bir süre için İngilizlerin yönetimine geçer ve İngilizler bugünkü Suriye ve Irak’ı bir Haşimi yöneticiye bağlı bir devlet olarak kurarlar. 1920’de İngilizler tarafından Irak ulus devleti, 1961 yılında Kuveyt bağımsız devleti ilan olur.

     Hikâyeleri, tarihi ve bazı olayları anlatan tabletlere çizilmiş resimler, ilkyazı denemeleri olan piktogramlar, bu bölgede geliştirilmiştir. Daha sonraları, çivi yazısı denilen farklı harfler için farklı işaretler geliştirmeye başlarlar. Harfler, kil tabletler üzerine çizilir ve pişirilir.

     Mezopotamyalılar iki sayı sistemine sahipken,Sümerler, zamanı altmış dakikalık saatlerde ölçen ilk insanlar olurlar. Ayrıca haftada yedi gün olan bir takvimi de onlar oluştururlar.

     Babilli astronomlar gündönümü ve tutulmaları hesaplarlar. Astronominin gelişimi din ve mitoloji ile iç içedir zira insanlar astronominin bir amacı olduğuna inanır ve ona bazı dini veya mistik unsurlar yüklerler. Tıbbi tanı listeleri oluşturmuş, hastalıkları gözlemlemişlerdir.

     Mezopotamya büyük oranda göç almış, birçok kavme ev sahipliği yapmıştır. Fakat göç eden toplulukların çoğu var olan Mezopotamya kültürünü benimsemiş, ayrı bir kültür veya dil olarak barınamamış. Bu nedenle Mezopotamya’da var olmuş çoğu halkın, yazılı kayıtlar sayesinde, sadece isimleri bilinmektedir.

     Hammurabi Kanunları(MÖ 1780,bulunmuş en eski kanunlar olup eski Mezopotamya’dan günümüze en iyi korunarak gelebilmiş eserdir. Kanunlar 282 adet yasa içerir. Hukukun temelinin atıldığı Mezopotamya’da, Hammurabi kanunlarında yer alan evlilik ile ilgili kurallar da  medeni kanunların temeli oluşturmuştur.

     Antik Mezopotamya dini, kayıtları bilinen en eski dindir ve temelleri Sümerliler tarafından atılmıştır. Daha sonra oluşan uygarlıklar ve bölgeye yerleşen kavimler bu dini yapıyı benimsemiştirler. Her ne kadar bölgenin bölümleri arasında farklılık gözlense de temel dini figürler, destanlar ve inanışlar aynı kalmıştır. Destanlar çoğu zaman hem tarihi, hem de dini/mitolojik öğeler taşır, tarihi kayıtlarda da dini ve mitolojik unsurlara rastlanır. Çok tanrılı bir din olan Mezopotamya dininin tanrı ve tanrıçaları zaman içinde isim değiştirse de özellikleri genelde aynı kalmıştır. Kil ve balçıktan Ziggurat adı verilen tapınaklar yapmışlardır.7 Katlı olarak inşa ettikleri bu tapınakların ilk katları erzak deposu, orta katları okul ve tapınak, son katları ise gözlemevi olarak kullanılmıştır.

    

     Resmi adıyla Ürdün Haşimi Krallığı, Orta Doğu’da, Akdeniz sahilindeki küçük Arap ülkelerinden birisidir. Arap, Memluk, Osmanlı egemenliğinde yaşayan ülke I.Dünya Savaşı’ndan sonra, 1921 yılında İngiliz mandası olarak Mavera-i Ürdün Emirliği adını almış ve ülkenin yönetimine I.Abdullah geçirilmiştir.

I. Abdullah,  İngilizlerden bağımsız hareket etmek isteyince öldürülür, yerine oğlu Tallal, Tallal akli dengesini yitirince oğluHüseyin, Hüseyin’in vefatından sonra ise Kral II. Abdullah geçirilir. Ürdün,  II. Dünya Savaşı’nın ardından bağımsız bir krallık olur.

     2012 yılındaki arkeolojik araştırmalar sonunda, tarihteki ilk anfitiyatronun Ürdün’ün Faynan Vadisi’nde MÖ 9600 yılı civarında yapıldığı ortaya çıkmıştır. Ayrıca kömünal binaların bulunduğu bir yerleşim merkezi de bulunmuştur.

     Ürdün isminin aslı Ürdün Nehri’nden gelir.Ürdün kelimesinin aslı olan Jordan’daki ‘Jor’ kelimesi, Ürdün’deki Kutsal Elmar nehrinden, ‘Dan’ ise, bazı dillerde o bölgedeki yaşayan halka verilen isimden gelir. Ürdün kelimesinin ise güç ve azamet anlamı vardır ve bu ismin Nuh’un torunlarından birinin adı olduğu söylenir.

     Çok eski yüzyıllarda Ürdün insan bakımından sürekli ıssız bir bölgeyken sonrasında çeşitli medeniyetlerin etkisinde kalır. Daha sonralarda Kenanilerin soydaşları olan Amoriler yerleşir  ve Filistin devletini kurarlar. Ürdün’de ilk düzenli yerleşim M.Ö. yaklaşık 2000 senesinde ortaya çıkar. Ardından Enbad Krallığı kurulur. Aramiler yazıtlarında, Enbadlıların sosyal yaşantılarından bahsetmiş ve onların Arap Aristokratları, özgür vatandaşlar, köle sınıfı ve yabancı sınıfı olarak ayırdıklarını söylerler.

     Romalılar M.S.62 yılında Ürdün’ü,  Suriye ve Filistin’i işgal etmiş ve 400 yıl boyunca bu topraklarda egemenlik kurmuşlardır. Hristiyanlık bölgede bir din olarak kabul edilir. Bu dönemde Kuzey Ürdün’e, Arap kabileleri yerleşir. Bu kabileler önce Romalıların daha sonra da Bizanslıların Sasaniler ile olan savaşlarında Sasanilere karşı savaşırlar.

     Gassaniler, 600 sene, M.S. 1.yüzyılın başlarından İslam’ın ortaya çıkışına kadar hüküm sürerler. Başkentleri güneydeki ‘Golan’ şehri olur.542 yılında veba, Ürdün halkının büyük bir kısmını yok ederken 614 yılında Sasaniler geri kalan halkı öldürür. Sasanilerin Ürdün, Filistin ve Suriye’yi işgali 15 sene sürer ve 629 yılında İslam’ın yükselişi karşısında geri çekilmek zorunda kalırlar.

     Ürdün, Roma İmparatorluğunun egemenliğine, İslam Ordularının Şam Devletini fethedip Arap yarım adasından Roma İmparatorluğunu temizleyinceye kadar boyun eğer. Ardından Emeviler, Fatimiler, Eyyubiler, Memlüklüler, Osmanlı egemenliğisürer. Hicaz Demiryolu hattı Osmanlıların Ürdün’de yaptığı en önemli icraatlardan biri olur.

     Birinci Dünya Savaşı sırasında, 1916 yılında imzalanan McMahon Antlaşması’yla  İngiltere’nin desteklediği bir Arap devleti kurulmasına ve bu devlete para ve silah yardımı yapılmasına, buna karşılık Arapların da İtilaf Devletlerini arasında yer almayıp, Osmanlılara karşı savaşmaması üzerinde mutabakata varılır. Bu anlaşmayla İngilizler de Arapların kurmuş olduğu Ürdün Devleti’ni tanıma sözü verirler.

     Ürdün’de halkın yaklaşık %92’lik kesimi Sünni Müslümandır. Hristiyanlar 1950 yılında nüfusun %30’unu oluşturmaktalarken şimdilerde sayıları azalmıştır. Diğer din azınlıklar Bahailer ve Dürzilerdir.

     Ürdün Haşimiyye Krallığı II.Abdullah’ın krallığında bir  monarşi rejimidir. Monarşi hükumeti olsa da bir kral ile yönetilir ve bu kral aynı zamanda ülkenin askerinin komutanıdır. Kralın, başbakan, bakanlar kurulu ya da kabinede otoritesi bulunmaktadır. Kabine, senato olarak da bilinen Ürdün Parlamentosunun demokratik olarak seçilmesinden sorumludur. Çok partili sisteme sahiptir. Siyasi partiler 40 sandalyeden daha fazla sayıda üyeye sahip iken geri kalan üyeler bağımsız adaylardan oluşur.

     Ürdün’de 2010 sayımlarına göre okuma yazma oranı %92.6 dir.  Devlet harcamalarının %20.5’ini eğitim alanında yapması ile Türkiye ve Suriye’den önce gelmektedir. 2011 Global büyüme oranına göre, Ürdün, Orta Doğu’da Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden sonra 3. sıradadır.

 

     Yazar Abdurrahman Münif Suudi asıllı baba ile Iraklı annenin son çocuğu olarak 1933’te Ürdün-Amman’da doğar. 1952’de Bağdat’ta başladığı hukuk öğrenimini bitiremeden, siyasal nedenlerle, Baas içinde aktif eylemci olduğu için, 1955’te Bağdat Paktı protestoları sonrası okuldan çıkartılır. 1958 Yılında Belgrad Üniversitesi’nde iktisat bölümünden mezun olup 1961’de petrol ekonomisi doktoru olur.

     Munif, 1989 senesinde romancılık alanında Sultan bin Ali Uveys Kültür Ödülünü ve 1998’de ilk kez verilmeye başlanan Kahire Yenilikçiler Ödülünü almaya hak kazanır.

     Munif’in en belirgin özelliği ‘haksızlık’ üstüne yaptığı mücadelelerdir. 1973 yılında başlayan petrol gelirindeki artışa rağmen Arap dünyası iki zıt kavramla tarif edilir; Orta Asya çöl ülkelerindeki yaşantı ve birkaç kişideki büyük mali bolluk ile yoksulluk, mahrum bırakma, işkence, işçi sınıfı, siyasi işkence… Bu haksızlıklara karşı yapmış olduğu çalışmalar, Suûdi Arabistan dâhil bütün Arap ülkelerinde yasaklanır. Bunlara karşın Munif, hayali yerleri betimleme ve bu yerleri yazma konusunda ısrarlı davranır. Bu hayal ürünü yerlerin içine gerçek olayları ve karakterleri yerleştirir. Ona göre yazdığı siyasi hikâyeleri, Arapların alışmış̧ olduğu şeyleri ve özellikle de sıradan insanları değiştirecektir.

Munif, romanlarında sadece petrol ve haksızlık konularına değil, şehirler ve orada yaşayan insanların hakkında da bilgi vermeyi amaçlar.

     Londra’da dördüncü kanal için yaptığı bir röportajında Suûdi Arabistan’ın içinde bulunduğu durum için şunları söylemekten çekinmez; ‘ “20. yüzyıl neredeyse sona ermek üzere. Batı, bize baktığı zaman sadece petrol görüyor. Halbuki Suûdi Arabistan’ın hala bir anayasası bile yok ve insanlar temel haklarından yoksun. Kadınlara üçüncü sınıf insan muamelesi yapılıyor. Böyle bir durum ilerleyen günlerde ciddi vatandaşlık sorunlarına yol açacaktır.’

     20. yüzyılın en önemli Arap yazarlarından biri olan Abdurrahman Münif, aynı zamanda yaşadığı coğrafyanın politik karakterlerinden biri olarak da görülür. Irak’ta Petrol ve Gelişme dergisinde yöneticilik yaparken, bu derginin yayınları nedeniyle petrol krallarını kızdırır, kitapları birçok ülkede yasaklanır. Petrolün serüvenini anlattığı ‘Tuz Kentleri’ üst başlığını taşıyan beş kitaplık roman dizisinin bu tepkilerde büyük bir etkisi olduğu söylenir.

     Munif, Arap Edebiyatında yirminci yüzyılın en yetenekli romancılarından biridir. 19. yüzyılın sonlarına doğru Necip Mahfuz’la birlikte Arap dünyasının yaşamış̧ olduğu kültürel ve siyasi kaygıları esas alarak bu bölgenin edebî çevresini değiştirmeye çalışır ve kısa bir süre içerisinde Arap Edebiyatının iki önemli lideri olurlar.

     Munif, bir romancı olarak ismini ilk kez 1973 senesinde yazmış̧ olduğu el-Eşcâr ve’l-İğtiyâlu’l-Merzûk adlı eseri ile duyurur.

     Çölde yaşayan küçük gruplar arasındaki geri kalmışlığa ve bu yüzden ortaya çıkan sorunlara birkaç romanında değinmeye çalışır. Bu romanların en çok ilgi göreni, 1978’de kaleme almış̧ olduğu en-Nihâyât ve Mudunu’l-Milh adlı eserleridir. En-Nihayet romanındaki olayların geçtiği yer, coğrafi özelliğe sahip, sınırları belli olan Taybe isimli bir köydür. O günlerde Taybe de dâhil Arap ülkelerindeki ve belki de dünya üzerindeki bütün köyler aynı durumdadır. Yazar, dünyayı saran kıtlıktan ve ölümden kurtulmak için insanların vermiş̧ olduğu mücadeleyi dile getirmeye çalışır.

     Munif, kendisiyle olaylar arasında geçen yer ve zaman ilişkisini sıkı tutmaya çaba harcamıştır. Eserlerinde sadecesınırları belirli bilinen yerleri vermekle yetinmemiş̧; aksine kendisinin de içinde yaşamış̧ olduğu, gerçekten pek de iyi bilinmeyen en küçük köyleri tasvir etmiştir. Ona göre olayların geçtiği mekânlar durağan ve tarafsız yerler değildir. Aksine bu yerler, düşüncelerin ve ilişkilerin kucaklaştığı, aralarında benzerliklerin bulunduğu, insanların ve ağaçların süslediği yerlerdir.

     ‘Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti’ yazarın ilk romanıdır. Bir yol hikâyesidir. Roman kahramanı Mansur Abdüsselam’ı evinden uzaklara götüren bir tren yolculuğu anlatılır.  Siyasi görüşleri onu bu yolculuğu yapmaya mecbur bırakmıştır. İşten çıkarılmış, çevirdiği kitapların yayını yasaklanmış, üç yılda ancak edinebildiği bir pasaportla ülkesinin dışına, arkeolojik kazılar yapacak bir Fransız ekibe çevirmenlik yapmaya gitmektedir. Tren yolculuğunda tanıştığı İlyas ve onun yaşamıyla kendi geçmişine yolculuk yapar.

     ‘Hayat nedir’, ‘Vatan nedir’ soruları, jandarma, gümrükçüler ve din adamlarının baskıları, Hıristiyanlık, Müslümanlık, tarım, Arap isyanları, kadın, doğa, hayvanlar gibi pek çok konuya değinir.

     Yazarın otobiyografik hikayesi olarak da düşünülebileceğimiz bu yolculukta İlyas’ın tutkuları  ve tutkularından vaz geçen Mansur’un açmazları ortaya dökülür.

Mansur’un ve İlyas’ın maruz kaldıkları baskılar ve kendi kurdukları baskılar, aşağılamaları ve aşağılanmaları, duydukları ve duyulan öfke, kin, intikam duyguları,  atom bombasıyla, kanlı bir devrimle dünyayı yok etmek isteyecek kadar büyüyen nefret, ülkedeki hava sıcaklığını anlatırken bile nefretle kanla anlatılış, Atölyemiz açısından savaş söylemleri olarak değerlendirildi. Kadınlarla olan ilişkiler, ‘Çingene, ‘İfrit Yahudiler ve İngilizler’ söylemleri de sorunlu, ayrımcı ve ötekileştirici olarak değerlendirildi.

     Ağaçlar ve Merzuk Cinayeti kitabı, ‘Değerler belirleyip ona göre yaşamayı, geleceğini buna göre biçimlendirmeye çalışan bir öznenin, yaşananlar nedeniyle bu idealinden, ölmek pahasına vazgeçmeme’ sinin romanı.

     Acı, kan, ölüm, savaş ve şiddetle yoğrulmuş Orta Doğu topraklarında doğmuş yazılı eserleri irdelediğimiz V.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’si bu iki eserle sona erdi. Biz 17 kitabı okuduğumuz dokuz ay boyunca, Orta Doğu’da yaşam koşulları çok daha kötüleşti, daha çok kan aktı, daha çok insan acı çekmeye başladı. 3.500 Yıl önce, bu topraklarda metne dökülen Avesta’dan bu yana kan ve gözyaşı hiç dinmedi.

     Ama biz yine de ‘Öldürmeyi gerekli kılacak hiçbir şey olamaz’ düşüncemizi savunmaya devam ediyoruz. 3.500 yıldan bu yana yazılan metinlerde, dökülen kanların bir çözüm olmadığını, bu topraklara barışı getirmediğini görüyoruz. ‘Ekmek gelir geçer ama sevgi son anlarına kadar insanla birlikte kalır’ demeye devam ediyoruz. Ülke yöneticileri, iktidar tutkunları, savaş çığırtkanları gibi değiliz. ‘Başkaları gibi yaşamayı reddeden biri olmak’ ne kadar zor farkındayız ama böyle olmaya devam edeceğiz. Barışın ülkeler için, bölge için, dünya için tek çıkar yol, yaşamın tek dayanağı olduğunu görüyoruz. Yoksa, ‘Dünyanın Doğu dediği bu lekede hayatın bitişini göreceğiz’.

     Yeni bir edebiyatta Savaş ve Barış’a kadar barışla kalın.

 

AtölyeBAK

 

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.