Dünyadan Haberler
Nükleer deneme yapan ABD protesto edildi / Cumhuriyet – 14 Ekim 2010
Dünyanın atom bombası atılan iki kenti Hiroşima ve Nagazaki’nin belediye başkanları, kısa bir süre önce Nevada Çölü’nde nükleer deneme yapan ABD’yi protesto etti.
Amerikan hükümetinin geçen ay çölde yerin altında deneme yaptığını açıklamasının ardından, ABD’nin Tokyo Büyükelçiliği’ne bir protesto mektubu gönderen Hiroşima Belediye Başkanı Tadatoshi Akiba, ”A(tom) bombasından kurtulanların umut ve beklentilerini alaya alma biçiminiz beni çileden çıkarmıştır. A bombası kurbanı Hiroşima Kenti adına, sizi şiddetle protesto ederim” ifadesini kullandı.
Atom bombasının bir başka kurbanı Nagazaki kentinin Belediye Başkanı Tomihisa Taue de, internetteki sitesinde yaptığı açıklamada, ”Bu deneme nükleer silahların olmadığı bir dünya yararına sürdürülen uluslararası harekete karşıdır. Bunu çok üzücü buluyorum” ifadesini kulandı.
ABD’nin ise bu protestolara herhangi bir yanıt vermediği belirtiliyor. Atom bombasının atılmasının 65. yılında, ABD’nin Tokyo Büyükelçisi John Roos Hiroşima ve Nagazaki’de düzenlenen törenlere katılmıştı. ABD’nin Nevada Çölü’ndü yaptığı son deneme, kendini nükleer silahlardan arınmış bir dünyanın ”avukatı” olarak tanıtan ve bu tutumundan dolayı Nobel barış ödülüne layık görülen ABD Başkanı Barack Obama’nın görevi dönemindeki ilk deneme oldu.
Rusya’dan Chavez’e nükleer güç
Taraf – 16 Ekim 2010
Rusya’nın, Venezuela’nın ilk nükleer güç santralini kurması konusunda mutabakat sağlandı.
Rusya’yı ziyaret eden Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez fosil yakıtlarına bağımlılığı azaltmak için nükleer santral kurulmasını istediğini söylüyor. Chavez’in ‘düşmanı’ ABD’nin anlaşmadan hoşlanmayabileceğini ima eden Rusya Devlet Başkanı Medvedev, santralin barışçıl amaçlı olacağını söyledi.
Soğuk Savaşı hatırlattı
Soğuk Savaş’ın tüm hızıyla sürdüğü 1962 yılında Sovyetler Birliği tarafından Küba’ya yerleştirilmek istenen nükleer füzeler, dünyayı bir nükleer savaşın eşiğine getirmişti. Ekim 1962’de ABD casus uçakları Küba’da hazırlanan nükleer füze üslerinin fotoğrafını çekmiş, bunun üzerine gerilim hat safhaya çıkmış ve Küba, ABD tarafından ablukaya alınmıştı. Dönemin ABD Başkanı John F. Kennedy ve Sovyetler lideri Nikita Kuruşçev arasında gizli bir anlaşmayla kriz sona ermişti.
Suriye’ye gidiyor
Bu arada Chavez’in, Rusya, Ukrayna, İran ve Libya’yı da kapsayacak olan ziyaret programı çerçevesinde önümüzdeki hafta Suriye’ye gitmesi bekleniyor. Chavez’in dün Rusya ziyareti ile başlayan ve 12 gün sürecek olan gezisinde, söz konusu ülkelerle Venezuela ilişkilerinin yanı sıra nükleer enerji ve petrol konularının değerlendirileceği kaydediliyor.
Füzeyle kalkıp radarla oturursak vay halimize!
Radikal – 18 Ekim 2010 / Ceyda KARAN
Radarın tespit ettiği düşman füzesi kara veya denizden harekete geçirilen füzelerle yok edilebiliyor.
Obama, ‘Avrupa’ya İran tehdidi var’ söylemiyle füze kalkanını NATO’ya mal etti. Bu söylem Türkiye’nin tüm dış politika mimarisine aykırı.
‘Kılıç kalkan’ havası estirmeye pek meraklıyız. Lakin ABD’nin sonunda NATO’ya mal etmekte olduğu ‘İran hepimizi tehdit etmekte’ tezine dayandırılan şu ‘füze kalkanı’ projesi insanı telaşlandıracak hale geliyor. Rivayet o ki kurulacak füze savunma sisteminin göbeğine Türkiye’yi yerleştirme arzuları var. Bu durum ise Türk dış politikasının yönelimi açısından son derece ürkütücü.
Obama ‘yumuşattı’
Soğuk Savaş sonrası kendisine ‘yapacak işler yaratan’, misyonunu dünyaya yayıp Afganistan’a fena halde ‘batmış’ NATO, yeni savunma konsepti çerçevesinde bir güvenlik mimarisi şekillendirmek peşinde. İşte ABD Başkanı Barack Obama bu mimarinin çerçevesine, selefi W. Bush’un saldırgan üslubu yüzünden Avrupalı müttefiklerin yüz çevirdiği ‘füze kalkanı’ planlarını yerleştirmeyi pek güzel başardı. Yumuşatarak elbette… Obama ‘aşamalı uyarlanabilir yaklaşım’ ile (Phased Adaptive Approach) 2020’ye dek kıtalararası balistik füze tehdidine karşılık verecek bir sistem kurgusu getirdi. Ve en mühimi işin içine NATO’yu da kattı.
Bush yönetimi ‘İran’ı hedef alıyorum’ sayıklamasına karşın karambolde Rusya’yı da menzile soktuğundan ‘füze kalkanı’ planları Moskova’ya toslamıştı. (Bkz. 2008’deki Münih konferansında Vladimir Putin’in Rus füzelerini Avrupa başkentlerine çevirme tehdidi.) Obama ise Rusya’yla ‘reset’ (yeniden başlangıç) düğmesine bastı, Bush’un Rusya’nın burnunun dibine (Çekya ve Polonya) kalkan yerleştirme planlarından ‘vazgeçti’. Dolayısıyla kalkana temel itirazları Rusya’yı tedirgin etmemek olan Avrupalıların gönlünü kazandı. Misal NATO’nun askeri kanadı için hep sorun teşkil etmiş Fransızlar, bırakın itirazı, kalkana mali destek dahi vaat etti. Almanya’nın da itirazı yok. İki ülkenin tek arzusu sürece Rusya’nın da ‘katılması’. Bu hafta Almanya ve Fransa liderleri Angela Merkel ile Nicolas Sarkozy’nin Rusya lideri Medvedev’i ağırlayacağı güvenlik zirvesini izlemekte fayda var.
Durum bizim için daha sorunlu. Türkiye’nin henüz hiçbir şeyi kabul etmediği ve her türlü planı etkileme potansiyeli olduğunu not düşelim. Lakin Amerikalılar alenen sistemin Türkiye topraklarına kurulmasını istiyor, özellikle radar kısmının. Sistem şu haliyle Türkiye’nin tümünü korumaktan ziyade Avrupa’yı koruma amaçlı. Diğer yandan hava savunma sistemlerine dair zafiyetleri bilinen Türkiye için mali açıdan cazip. Zira pahalı füzeler almak gerekmeyecek.
Asıl dert başka
Ama asıl dert başka. ABD Dışişleri Sözcüsü Philip Crowley, açıkça “ABD’nin ‘Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşım’ modelinin temelinde, İran’dan yükselen füze tehditlerine karşı koyulması amacı yatıyor. Avrupalı müttefiklerimizin de İran füzelerinin Avrupa’ya yönelttiği açık tehdidin farkında olduğunu düşünüyorum” dedi. Pentagon yetkilisi Jim Townsend geçen hafta açıkça “Balistik füze tehditlerinin nereden gelebileceğine baktığımızda, bize göre Türkiye çok fazla ön cephelerde. Coğrafi açıdan, Türkiye, füze savunma sisteminin bazı bölümlerine ev sahipliği yapmada iyi bir yer” buyurdu!
Durup bir düşünelim: ‘21. yüzyılda bölgesinde ağırlığı artan Türkiye’ saptamasıyla ‘komşularla sıfır sorun’ vizyonu geliştirmişsiniz. Etrafınızda barış ve istikrar havzası yaratarak siyasi, ekonomik ve kültürel etkileşim içinde nüfusunuz ve ekonomik potansiyelinizle bir güç olmak istiyorsunuz. Komşu ülkelerle vize duvarlarını yerle yeksan etmekteyken, o da ne (!) gökkubbenizde bir ‘füze kalkanı ağı’ germeniz istenmekte!
‘Canım bunlar saldırı silahı değil, savunma silahları’ deseniz neye yarar. ‘Kime karşı’ diye sorarlar. İran elbette Türkiye’nin en sıkı dostu değildir, tarihi rekabet ve bir sürü meselede güvensizlik vardır. Ama yüzyıllardır şuna güvenilir: ‘Bu iki millet birbirine tetik çekmez’. Şimdi eğer bir blok adına kendinizi başka birilerine karşı ‘savunma’ pozisyonunda görüyorsanız, karşınızdakini de ‘tehdit’ sayıyorsunuz demektir. Peki Türkiye bunu ‘açılım’ yaptığı komşularına da kendi ahalisine de izah edebilir mi? Edemez elbette. Olsa olsa, esasen psikolojik bir kavramlaştırma olan ‘sıfır sorun politikasını’ birebir anlamıyla algılayarak yerden yere vuran ve ‘Zaten tekin bir coğrafyada yaşamıyoruz, herkes kötü, bu füzeler de kalkanlar da bize lazım. Hem Batılı müttefikleri küstürmemek lazım’ diyenler zil takıp oynamaya başlarlar!
Bu açıdan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘Türkiye’nin Soğuk Savaş’taki gibi cephe ülkesi olmayacağı’ vurgusu eşliğinde ‘hiçbir komşudan tehdit algılaması içinde olmadıklarını’ söylemesi mühim.Ama aynı zamanda bu sözler kasımdaki NATO zirvesinin Türkiye için çetin geçeceğine işaret…
Radar haber salıyor, füze vuruyor
ABD’nin fikir babası olduğu ‘füze savunma kalkanı’, düşman füzelerini tespit edecek radar sistemi ile bunları yok edecek ‘önleyici’ füzelerden oluşuyor. Sistem gereği bazı ülkelere radar sistemleri, bazılarına da ‘önleyici füzeler’ yerleştirilmesi gerekiyor. Radar olası düşman füzeyi yolda tespit edip haber salıyor, önleyici füzeler derhal yok ediyor. Yani sistem ayrılmaz bir bütün. Dolayısıyla ‘radar’a evsahipliği yapmakla ‘önleyici füzelere’ yapmak arasındaki fark nedir, orası meçhul. NATO siyasi kararı 19-20 Kasım’da ittifakın Lizbon zirvesinde verecek. Proje onaylanırsa gelecek yıl devreye sokulacak. Sistem Avrupa’yı İran’dan koruma üzerine bina ediliyor. Maliyetin çoğunu ABD karşılayacakken, diğer NATO ülkeleri için sisteme bağlama maliyeti 10 yılda 200 milyon dolar olarak hesaplanıyor.
NATO yeni görev tanımını tartışıyor
BBC Türkçe – 14 Ekim 2010
NATO, yeni tehditler çerçevesinde yeni misyonunu konuşacak. NATO’ya üye ülkelerin dışişleri ve savunma bakanları Brüksel’de toplanıyor.
Toplantının merkezinde, birliğin hedef ve stratejilerinde yapılacak uzun dönem değişiklikleri var.
NATO genel sektereteri Anders Fogh Rasmussen, bakanların balistik füze ve sanal savaş gibi yeni tehditlere yoğunlaşacağını açıkladı. Nükleer silahsızlanmanın da gündemde olacağı düşünülüyor.Bakanlar, toplantıda bizzat Rasmussen tarafından kaleme alınan “Yeni Stratejik Konsept” belgesini tartışacak. On sayfalık belge, NATO’nun değişen dünyada yerinin ne olacağını anlatıyor.
‘Yeni görev tanımı lazım’
BBC güvenlik ve savunma muhabiri Nick Child’s a göre “Soğuk Savaş ortamında doğan NATO’nun, Afganistan’da hayatının en büyük savaşını verirken yeni bir görev tanımına ihtiyacı var.” Childs, “belki de Afganistan’daki çatışmanın sonucu hala belirsiz olduğu için, liderler birliğin bundan ibaret olmadığını söylüyor. Bu yüzden de birlik imajını yenilemek ve tazelemek istiyor” diye ekliyor. Toplantıların seyrine dair ise Childs “birliğin yakın bölgelerdeki güvenliğe odaklanmak isteyen Avrupalı üyeleriyle, uzaklara dair de hedefleri olan Amerika arasında gerilimler olduğunu” açıklıyor.
NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in bu iki yaklaşım arasındaki dengeyi sağlamaya çalışacağı düşünülüyor. Bazı üyelerin kafasında balistik füze savunmasına dair ne yapılacağına ve bunun NATO’nun nükleer silahsızlanma programlarına uygunluğuna dair soru işaretleri var. Bütün bu tartışmaların arka planında bir de İngiltere dahil olmak üzere bir sürü üye ülkede beklenen savunma kesintileri var. 1999’dan sonra bir ilk Birliğin stratejisi en son 1999’da bu kadar kapsamlı olarak yeniden düşünülmüştü. Ancak 1999’dan beri 11 Eylül saldırıları ve Afganistan başta olmak üzere, önemli gelişmeler yaşandı. NATO komutasındaki Afganistan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü ISAF’a bağlı 120.000 asker var. Toplantıda konuşulacak değişikliklerin önümüzdeki ay yapılacak zirvede kabul edilmesi bekleniyor.
ABD Türkiye’ye Füze Sistemi Kurmakta Israrlı
BİA Haber Merkezi – 14 Ekim 2010
“İran’dan korunmak” için planladığı füze kalkanını NATO çerçevesine sokan ABD, Türkiye’nin de önde yer almasını istiyor. Ankara’ysa çekinceli. Bakanlar Brüksel’de toplandı.
Brüksel’de toplanan Kuzey Atlantik Paktı (NATO) üyesi ülkelerin dışişleri ve savunma bakanları birliğin stratejisinin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) kurmak istediği füze kalkanını konuşacak. Bugün başlayan görüşmeler 19-20 Kasım’da devlet ve hükümet başkanlarının yapacağı toplantının gündemini oluşturacak.
Haberlere göre, ABD, İran’dan gelecek tehditlere karşı kurulması planlanan füze kalkanı projesinde Türkiye’nin ön saflarda yer almasını istiyor.
ABD Başkanı Barack Obama, seçilmesinin ardından önceki dönem oluşturulan projeyi revize etmiş, daha esnek bir savunma sistemi oluşturulmasına karar vermişti. Bu durumda, İran’ın komşusu olan Türkiye’nin önemi de artmıştı. Mart 2008’de Türkiye’yi ziyaret eden ABD savunma bakanı Robert Gates konuyu gündeme getirmişti. Nisan 2008’de savunma bakanı Vecdi Gönül, Türkiye’nin füze kalkanı sistemine katılmayacağını öne sürmüştü.
Türkiye İran’ı karşısına almak istemiyor
Bununla birlikte, ABD projeyi NATO çerçevesine yerleştirerek geliştirmeye yöneldi.
Amerika’nın Sesi’nin haberine göre, ABD bu çerçevede Türkiye’nin rol üstlenmesinde ısrarlı. Türkiye ise sistemin İran’ı hedef almasından dolayı çekinceli.
Radikal’den Deniz Zeyrek’in haberine göre Ankara’nın itirazları iki noktada toplanıyor:
* Sistem “tehditlere karşı” gösterilmesin ve bu tehditlerin İran ve Suriye gibi ülkeler olduğu NATO belgelerine yansımasın. Böyle olursa Türkiye hedef haline gelebilir. Komşularımızla füze kalkanı krizi yaşamak istemiyoruz. Bunun yerine NATO’nun bir müttefike saldırı, bütün müttefiklere saldırıdır, konseptinin yer aldığı 5. madde çerçevesinde ve caydırıcılık kapsamında kurulsun.
* Sistem Türkiye’nin tamamını balistik füze saldırılarından koruyamayacak. Bu, Türkiye’nin sisteme ev sahipliği yapmasını da anlamsız kılıyor.
Aktivistler tepkili
George Bush döndeminde sistem Avrupa’yı uzun menzilli füze saldırılarından korumak üzere Polonya ve Çek Cumhuriyeti’ne kurulmak üzere planlanmıştı. Rusya bunun kendisine karşı olduğunu söyleyerek tepki göstermiş, Obama’nın değişikliğini de memnuniyetle karşılamıştı.
Türkiye’dekiler de dahil olmak üzere, savaş karşıtları bu füze kalkanı projesine karşı çıkıyor; projenin saldırı amaçlı da kullanılabileceğini belirtiyor; Adana’da bulunan İncirlik askeri üssünü örnek veriyordu.
Dış Politikada Özerkliğin Testi: ABD’nin Füze Kalkanı
BİA Haber Merkezi – 14 Ekim 2010 / Erhan ÜSTÜNDAĞ
ABD’nin İran’ı hedefleyen kalkanın altına Türkiye’yi de sokmaktaki ısrarı hükümetin dış politikada geliştirdiği “görece otonomi”nin sarsılmasına yol açabilir. Yrd. Doç. Dr. Çalışkan değerlendirdi.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) İran’a karşı kurmak istediği füze kalkanı projesine Türkiye’yi de katmak için bastırıyor.
Boğaziçi Üniversitesi Siyasal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Koray Çalışkan’a göre bu durum dış politikada “göreceli bir otonomi” kazanmış Türkiye’yle ABD arasında gerilime yol açacak.
ABD’nin bu otonomiden rahatsız olduğunu söyleyen Çalışkan, Türkiye’nin Irak işgaline katılmayarak ve Ahmet Davutoğlu’nun dışişleri bakanı olmasıyla geliştirdiği bu pozisyonu sonuna kadar korumasının zor olduğunu; “kırmızı çizgilere yaklaşamayacağını” öngörüyor.
Devlet Bakanı Mehmet Aydın’ın projeye karşı çıkarken “Savunmamızı başka ellere emanet edemeyiz” demesini gülümseyerek karşılayan Çalışkan “NATO’da yer alırken, İncirlik’te nükleer başlıklar barındıran ABD üssü dururken, askerleri, polisleri ABD’de eğitirken bunu söylemek komik” diye ekledi.
Kalkan NATO’ya girdi
ABD yaklaşık 10 yıldır gündemde olan füze kalkanı projesini Barack Obama’nın başkanlığa seçilmesiyle birlikte revize ederek Polonya ve Çek Cumhuriyeti yerine Türkiye’nin de içinde olduğu daha geniş bölgeye yayılmış bir sisteme dönüştürdü.
Son dönemde İran, Suriye gibi komşularıyla diplomatik ve ekonomik ilşkilerini güçlendiren Türkiye’yse buna mesafeli yaklaştı. ABD yönetimi, projeyi NATO çatısı altına alarak destek bulşmaya çalışıyor.
Kasımda yapılacak NATO hükümet ve devlet başkanları buluşması öncesinde bugün Brüksel’de toplanan dışişleri ve savunma bakanları bu konuyu tartışıyor.
“İran’a baskı otoriterliği besliyor”
Çalışkan, ABD’nin İran’ın nükleer silah kapasitesini geliştirmesini engellemeye çalıştığını, ancak bölgedeki bir diğer nükleer güç olan İsrail hakkında kimsenin konuşmadığını vurguladı. Bu durumda İran’ı hedef alan bir kalkan kurulmasının “gel silahlarımızı bırakalım ama ben önce bir çelik yeleğimi giyeyim” demek olduğunu belirtti.
Uluslararası ilişkilere “Irak’ın işgaline katılalım da milli gelir bin dolar artsın” gibi salt çıkar ilişkisi şeklinde bakılmamasını savunan Çalışkan “Baskı otoriterleşmeyi getirir. İran’daki insanlara mümkün olduğunca karışmamak gerekir. Irak’tan yabancı askerlerin bir an önce çekilmesi gerekir” dedi.
“Türkiye’nin komşularıyla sıfır sorun politikası izlemesi yerine herkesi birbiriyle sıfır sorunu hedeflemeyeceği bir uluslararası ilişkiler düzeni kurulması lazım.”
Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, füze kalkanı projesiyle ilgili konunun karşılıklı müzakere edildiğini belirterek, “Bunu çekince şeklinde değil, karşılıklı müzakerenin şartları olarak mütalaa etmek lazım” dedi.
Füze kalkanı bu gemide
Türkiye kabul ederse Akdeniz’de görev yapacak
Habertürk -15 Ekim 2010
HABERTÜRK “Füze kalkanı” projesinde sistemlerin bir bölümünü Türkiye’ye konuşlandırmak istediğini resmen açıklayan ABD’nin, bu projede görevlendirmek üzere hazırladığı USS STOUT savaş gemisine konuk oldu.
ABD Başkanı Barack Obama’nın göreve gelmesinin ardından, Pentagon tarafından güncellenen füze kalkanı projesinde, düşman füzelerine karşı koyacak füzesavar fırlatma ünitelerinin gemilere konuşlandırılması kararlaştırıldı. Bu amaçla, 75 savaş gemisi füzesavar özelliğine kavuşturuldu.
BOYU 150 METRE
Eğer Türkiye, ABD’nin füze kalkanı projesi davetine olumlu yanıt verirse, bu gemilerden bir ya da ikisi Türkiye denizlerinde ve Akdeniz’in uluslararası sularında olası bir İran tehdidine karşı bekleyecek. Bu gemilerinden biri olan USS STOUT, dünyanın en büyük deniz üssü olan Norfolk’ta, kısa süre önce HABERTÜRK’ü ağırladı. 8300 ton ağırlığa ve 151 metre uzunluğa sahip bu gemide 255 personel görev yapıyor. Personelin 200’ü erkek, 55’i kadın.
4 GÜNDE AKDENİZ’DE
Gemi ABD’den yola çıkmasının ardından, acil durum halinde 4 gün sürede Akdeniz’e ulaşabiliyor. Gemide SPG-62 ve SPY-D radarlar, MK53, MK15, MK141 Harpoon, MK32 Torpido, MK 41, MK 137, MK 37 Tomahawk, MK 7, SQQ- 89 silah sistemleri ile deniz altını tarayan sonar sistemleri bulunuyor. USS STOUT, aynı anda çok sayıda füzeye karşılık verebiliyor. Gemi komutanı Yarbay Mark Oberley, 120 gün ikmal yapmadan görev yapabildiklerini anlatırken, düşman topraklarından fırlatılan bir balistik füzeye 8-10 dakika içerisinde karşılık verebildiklerini de vurguladı.
DOĞU’YA RADAR
Ankara onay verirse, Güneydoğu ya da Doğu Anadolu’da, ABD tarafından x-band radar sistemi kurulacak. Sistem, İran’dan ateşlenecek füzeyi anında tespit edip Akdeniz’deki gemilere bildirecek. Düşman füzeler, bu gemilerden ateşlenecek füzeler ile etkisiz hale getirilecek.
MSB: “Çekince değil, müzakere…”
CNN Türk – 14.10.2010
Bakan Gönül, TSK personelinin Genel Sağlık Sigortası kapsamına alınmasına ilişkin protokolün imzalanmasından sonra basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
Bir gazetecinin, Türkiye’de füze kalkanı kurulması konusuyla ilgili olarak basında çıkan ve ABD’nin “Artık bir karar verin” dediği şeklindeki haberleri hatırlatması üzerine Bakan Gönül, “Hayır öyle bir şey yok, karşılıklı müzakere ediyoruz. Bildiğiniz gibi füze kalkanı, vaktiyle ABD’nin milli projesiydi. Bu proje, Çek Cumhuriyeti ve Polonya’ya konacaktı. Sonradan gelişmelere göre, bütün NATO ülkelerinin de talebiyle bu NATO projesi haline geliyor, şimdi bu nasıl bir NATO projesi olur, bunu karşılıklı görüşüyoruz” dedi.
Gönül, kalkanın nereye kurulacağıyla ilgili bir soruyu yanıtlarken, müzakerelerin sürdüğünün altını çizdi ve Türkiye’ye kurulup kurulmayacağını bile henüz belli olmadığını söyledi.
“Çekince değil, karşılıklı müzakere”
Türkiye’nin, çekince bildirip bildirmediğiyle ilgili bir soru üzerine, görüşmelerin sürdüğünü ve karşılıklı fikir alışverişinde bulunulduğunu söyleyen Bakan, bu durumun ‘çekince’ değil ama karşılıklı müzakerenin şarları olduğunun altını çizdi.
Sürdürülmekte olan müzakerelerin, Lizbon Zirvesi’nde sonuca ulaştırılacağını söyleyen Bakan Gönül, Türkiye’nin de kendi alçak, orta ve yüksek füze savunma sistemleri olduğunu hatırlattı.
Gönül, “Bunların bir kısmı milli ve bir kısmı ortak üretim olarak düşünülüyor. Şimdi bizim önem verdiğimiz hususlardan birisi de, bu NATO füze kalkanının, bizim sistemimizi nasıl etkileyeceği ve mümkünse bu sistemde bize maliyet bakımından nasıl bir fayda sağlayacağıdır. Çünkü bu da, milyarların üzerindeki bir projedir. Binaenaleyh, NATO savunma kalkanın tam Türkiye’yi kapsaması halinde belki maliyette de önemli bir tasarruf sağlayabiliriz” dedi.
“Suriye ve İran hedef mi?”
Bakan Gönül, söz konusu kalkanla, Suriye ve İran’ın hedef alınmasıyla ilgili bir soruyu yanıtlarken de, “Bizim, herhangi bir ülkeyi hedef alma konusunda görüşümüz olamaz ama NATO, savunmada ne gerekiyorsa, onu hep beraber vereceğimiz kararlarla alacaktır” dedi.
Bakan Gönül başka bir soru üzerine, geçmişte Rusya’nın da kurulmak istenen bir kalkana ‘Beni mi hedef alıyor?’ diye bir rahatsızlık duyduğunu ve böyle bir şeyin olmadığının bu ülkeye söylendiğini hatırlattı. Gönül, NATO’nun hiçbir ülkeyi hedef alan bir teşkilat olmadığını, genel savunmayla ilgili bir teşkilat olduğunu söyledi.
Karar kasım ayında
Daha önce Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde oluşturulması planlanan ancak Rusya’nın karşı çıkması nedeniyle Romanya ve Türkiye üzerine odaklanan NATO projesi, 19-20 Kasım’daki Lizbon zirvesinde karara bağlanacak.
Türkiye onay verirse önce denize SM-3 füze önleyici füzeler, ardından Karadeniz, Doğu ve Kuzeydoğu Anadolu’ya Patriot PAC-3 balistik savunma füzeleri yerleştirilecek.
Türkiye, “Füze kalkanı tüm NATO topraklarına yayılmalı” ve “NATO belgelerinde İran ve Suriye tehdit olarak geçmemeli” diyor.
İran’la görüşme olacak mı?
Füze Kalkanı Projesi müzakereleri sürecinde İran’la bir görüşme olup olmayacağı yönündeki soru üzerine Vecdi Gönül, bu savunma sisteminin herhangi birülkeyi hedef almadığını kaydetti.Daha önceden Rusya’nın da “Acaba beni mi hedef alıyor?” diye bir rahatsızlığı olduğunu, ancak Rusya’ya böyle bir şey olmadığının açıkça söylendiğini belirten Gönül, “NATO hiçbir ülkeyi hedef alan bir teşkilat değildir. NATO Avrupa-Atlantik’in savunması ile ilgili bir teşkilattır. Genel savunma ile ilgili bir teşkilattır. Herhangi bir ülkeyi hedef almaz” dedi.
Olası bir ev sahibi ülke olarak Türkiye’nin kendi güvenliği için NATO’danbağımsız olarak bu sistemi kullanma hakkı olup olmayacağı sorusuna da Bakan Gönül, “Müzakere edilmekte olan bir konuda bana soru sormayın” yanıtını verdi.
Tek tip askerlik
Tek tip askerlik konusundaki soru üzerine de Gönül, bu konudaki çalışmaların devam ettiğini bildirdi.
Gönül, konuyla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’nca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a verilecek brifingin tarihinin belli olup olmadığı sorusuna da Genelkurmay’ın Başbakan’a müsait olduğunda brifingi arz edeceği yanıtını verdi.
Genelkurmay’da ‘İsrail odası’ var mı?
Bir milletvekilinin, Genelkurmay’da “İsrail odası” olduğu konusunda bir sorusu bulunduğunu da hatırlatan Gönül, Genelkurmay’da “İsrail odası” diye bir oda bulunmadığını kaydetti.
Milli Savunma Bakanı Gönül, “Genelkurmay’ın İsrail ile ilgili herhangi bir elektronik istihbarat, herhangi bir özel, tek İsrail’e mahsus teşkilatı dayoktur. Vaktiyle bunlar gizlilik taşıyan bilgiler olduğu için kısa cevap verilmişti. Şimdi bunu açıkça söylemekte fayda görüyorum” dedi.
Bir gazetecinin, Milli Savunma Bakanlığı’nın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’ne terfileri olmayan üç generalle ilgili görüşünü gönderip göndermediğini sorması üzerine, Gönül, bu görüşün gönderildiğini bildirdi. Bakan Gönül, görüşün içeriği hakkındaki soruyu ise yanıtlamadı.
Irak’ta 4.5 yılda 77 bin kişi öldü
Türkiye – 15 Ekim 2010
Amerikan ordusu, 2004’ün başından 2008’in ortalarına kadar Irak’ta 77 bin dolayında sivil ve güvenlik görevlisinin öldürüldüğünü bildirdi. Amerikan Merkez Komutanlığı sözcüsü Yarbay Michael T. Lawhorn, toplam sayıya nasıl ulaşıldığını ya da bu sayının neden açıklandığını henüz bilmediğini söyledi.
Amerikan ordusu, 2004’ün başından 2008’in ortalarına kadar Irak’ta 77 bin dolayında sivil ve güvenlik görevlisinin öldürüldüğünü bildirdi.
Irak’taki ölü sayısına ilişkin rakamların, Amerikan Merkez Komutanlığı’nın internet sitesinde Temmuz ayında hiçbir yorum ya da açıklamada bulunulmadan yayımlandığı, ancak AP’nin bu bilgiyi rutin tarama sırasında bu hafta ortaya çıkardığı belirtildi.
Amerikan Merkez Komutanlığı sözcüsü Yarbay Michael T. Lawhorn, toplam sayıya nasıl ulaşıldığını ya da bu sayının neden açıklandığını henüz bilmediğini söyledi.
Sözcü, sayının militanları ya da hükümet destekli Sü nni milisleri kapsayıp kapsamadığına da açıklık getirmedi.
Amerikan açıklamasında, ocak 2004 ila ağustos 2008 döneminde 76 bin 939 sivil ve güvenlik mensubunun öldürüldüğü, 121 bin 649 kişinin de yaralandığı ifade edildi.
Amerikan ordusunun, Irak savaşının en kanlı dönemini kapsayan rakamlarının, Irak İnsan Hakları Bakanlığının geçen yıl yayımladığı, 2004’ün başından 31 Ekim 2008’e kadar olan tarihi kapsayan sayının altında olduğuna dikkat çekildi.
Irak İnsan Hakları Bakanlığı, bu dönemdeki ölü sayısının 85 bin 694, yaralı sayısının ise 147 bin 195 olduğunu bildirmişti.
Her iki açıklamada da Irak savaşının başladığı 2003 dönemindeki kayıplarla ilgili bilgi yeralmadı.
Irak’ta ölenlerin sayısını tespit eden, merkezi İngiltere’de bulunan özel bir grup ise, savaşın başladığı Mart 2003 ile 19 Eylül 2010 arasında ölen sivillerin sayısının 98 bin 252 ile 107 bin 235 arasında olduğunu belirtiyor.
ABD’liler seçim öncesi savaş değil ekonomi diyor
Hürriyet – 18 Ekim 2010
ABD’nin Afganistan Savaşı dokuz yıldır aralıksız sürüyor. Şu an cephede yaklaşık 100 bin Amerikan askeri var. 1,300’den fazla görevli ise hayatını kaybetti. Dahası ABD savaş için bugüne kadar toplam 300 milyar doların üzerinde para harcadı. Yine de anketler, araseçimler öncesi savaşın seçmenin umurunda olmadığını gösteriyor.
Ekonominin durumu ve yüksek işsizlik rakamları düşünüldüğünde, ABD’lilerin çoğunluğunun ülkenin en büyük sorunları olarak bu noktalara işaret etmesi şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan ankete katılanların neredeyse hiçbirinin savaştan bahsetmemiş olması.
New York Times ve CBS News’ün geçtiğimiz ay ülke genelinde düzenlediği bir anket, Amerikalıların yüzde 60’ının ülkenin karşı karşıya olduğu en önemli sorunların ekonomi ya da istihdam olduğunu, sadece yüzde 3’ün Afganistan’dan ya da savaştan bahsettiğini gösterdi.
Bu ay Pew’ün yaptırdığı bir başka anket ise Amerikalıların yüzde 23’ünün Afganistan’daki durumu yakından izlediklerini söylediğini göstermişti. Ekonomi için aynı şeyi söyleyenlerin oranı yüzde 43 olmuştu.
Eylül başında ABC News/Washington Post tarafından düzenlenen ankette ise katılımcılara Kasım’da yapılacak seçimlerde hangi konuların oylarına etki yapacağı soruldu. Çoğunluk ekonomi, sağlık hizmetleri ve bütçe açığını ilk sıralarda sayarken savaşı listeye alan ya da tek seçenek olarak dile getirenlerin oranı çok aşağılarda kaldı.
DÖRT YILDA DURUM DEĞİŞTİ
Buna karşın 2006 araseçimleri öncesinde yapılan anketler Irak Savaşı ve terörle ilgili kaygıların diğer bütün konulardan daha önemli olduğuna işaret ediyordu. O dönemde Irak Savaşı’yla ilgili yaşanan memnuniyetsizlik, seçmenlerin verdiği oylara yansıyarak Kongre’de Demokrat Partili bir çoğunluk oluşmasını sağlamıştı.
Ancak 2008’de ekonomiye vurulan ağır darbeyle Amerikalıların da öncelikleri değişti. Seçim günü yapılan bir Edison/Mitofsky anketi, ekonominin her 10 seçmenden altısı için ülkenin karşısındaki en büyük sorun olduğunu, yüzde 10’luk kesimin Irak Savaşı’nı, yine aynı orandaki seçmenlerin terörizmi öne çıkardığını gösterdi.
Ohio State Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü John Mueller, savaşa dair ilgisizliğin “paket lastiği teorisi”yle açıklanabileceğini söyledi. Mueller, “İnsanlar çoğunlukla iç meselelere, özellikle de ekonomi konusuna kafa yorar. Zaman zaman uluslararası konular dikkat çekici boyutlara ulaşır ancak doğal olarak asıl ilgilendikleri konulara hızlı bir dönüş yaparlar” dedi.
SAVAŞLA İLGİLİ BEKLENTİLER DÜŞÜK
Bu arada savaşın ilgi odağı olmaması, gündemden düştüğü anlamına gelmiyor. Aksine ABD’lilerin savaşla ilgili ciddi tahminleri var. New York Times/CBS News’ün anketine katılanlar arasında ABD’nin Afganistan’da bir savaşa girmemesi gerektiğini düşünenlerin oranında Aralık’tan bu yana yüzde 15’lik bir artış yaşandı. Katılımcıların çoğunluğu da savaşın kötü gittiğini belirtti.
Demokrat Parti savaş konusunda kendi içinde bölünmüş durumda. Demokrat temsilci ve senatörlerin çoğu Obama’nın daha fazla asker gönderme kararından rahatsız ya da karara karşı. Bu da Demokrat adayların konuyu seçmenin kararına bırakacağı anlamına geliyor.
Ekonomideki zayıflık sayesinde elleri güçlenen Cumhuriyetçilerin, savaştan bahsetmek gibi bir ihtiyaçları söz konusu değil ancak Cumhuriyetçi liderlerin savaşa verdiği destek açık. Cumhuriyetçi seçmenler ise ABD’nin savaşarak doğru işi yaptığını belirterek savaşa en çok destek veren kitle.
İşsizlik oranları ciddi anlamda gerileyene kadar Amerikalıların çoğunluğu savaşa odaklanacak gibi görünmüyor. Ankete katılan bir seçmenin sözleri bunu çok net anlatıyor: “Afganistan’daki savaşla ilgili şu an ne yapabiliriz bilmiyorum, ama buradaki işsizlikle ilgili yapabileceğimiz kesinlikle bir şeyler var.”
Afganistan savaşı 10 yaşına girdi
Hürriyet – 7 Ekim 2010
Amerikan B1 ve B52 bombardıman uçaklarının 7 Ekim 2001’de başkent Kabil’e bombaları bırakmasıyla başlayan Afganistan Savaşı bugün 10 yaşına girdi.
Çokuluslu gücün bir çıkış stratejisi arayışında olduğu, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai hükümetinin ise Taliban ile müzakereler yürüttüğü bir dönemde 10. yaşına giren savaşın ikinci ayında Taliban rejimi düşmüştü. Ancak 9 yıl geçtikten sonra, 11 Eylül saldırısını düzenleyenlerin izini sürmekten başka birşey olmaması beklenen savaş içinden çıkılmaz siyasi-askeri bir soruna dönüşmüş durumda.
Geçen 9 yılda uluslararası kuvvet askerlerinin sayısı 10 katına çıkarken, Afganlar başkan ve milletvekillerini seçmek için 4 kez sandığa gitti, ülkeye milyarlarca dolar uluslararası yardım yağdı, ancak son 3 yılda direniş yayıldı ve yoğunluk kazandı. Ayrıca hem uluslararası güç bünyesindeki askerlerin hem de sivillerin ölümleri rekor düzeye ulaştı.
Bu arada, “direnişçilerle müzakere çatışmaya son vermek için tek yol” fikri, hiç bugünkü kadar benimsenmemiş, hatta Amerikan ve uluslararası kuvvetlerin komutanı David Petraeus, eylül sonunda Taliban’ın hükümete “yaklaşmaya” başladığını ve yabancı savaşçıların da silah bırakabileceğini söylemiş ve “Bazıları hükümete bazıları da bize geliyor” demişti.
Washington Post gazetesi de ilk kez Taliban lideri Molla Muhammed Ömer’in izin verdiği temsilcilerin hükümet ile gizli görüşmeler yürüttüğünü yazmıştı. Guardian’daki haberde de, Afgan ve Amerikan hükümetlerinin Taliban’a yakın Hakkani grubuyla temasta bulunduğu belirtilmişti.
Karzai de, iş ve para karşılığında silah bırakan Taliban militanlarına yönelik planını uygulamaya koymuş bulunuyor ve savaşın 10 yaşına girdiği bugün resmen Yüksek Barış Konseyi’ni açarken de, Afgan topraklarına barış getirmek için her vilayet, her kasaba ve her köyden çaba beklediğini söylüyor.
Afganistan’da bombalı saldırı: 10 ölü
Star – 12 Ekim 2010
Afganistan’da roket saldırısında 6 sivilin, yol kenarına yerleştirilen bombayla düzenlenen saldırıda da 4 kişinin öldüğü bildirildi.
İçişleri Bakanlığı açıklamasında, ülkenin doğusundaki Paktika vilayetinde sivilleri taşıyan bir araca roket isabet etmesi sonucu ölen 6 kişinin 2’sinin çocuk, 1’inin kadın olduğu kaydedildi.
Zabul vilayeti yetkilileri de bölgede, içinde sivillerin bulunduğu bir aracın yol kenarına yerleştirilen bombaya çarpması sonucu 4 kişinin öldüğünü açıkladı.
Afganistan’da hemen hemen her gün düzenlenen bombalı saldırılar ve şiddet olaylarında sivil can kayıpları da oluyor. BM’nin bir raporuna göre, Afganistan’da bu yılın ilk altı ayında yaklaşık 2000 sivil öldü ya da yaralandı.
İtalya Afganistan’daki askerlerini bu yaz çekmeyi düşünüyor
Hürriyet – 12 Ekim 2010
İtalya Dışişleri Bakanı Franco Frattini, Afganistan’daki askerlerini gelecek yazdan itibaren çekmeye başlayabileceklerini söyledi.
Frattini, Le Repubblica gazetesine yaptığı açıklamada, bu konuda henüz kesin kararın verilmediğini, ancak 2011 yazında aşamalı olarak başlayacak çekilmenin, 2014’te tamamlanabileceğini belirtti.
Muhalefet, Afganistan’ın batısında hafta sonunda 4 İtalyan askerin öldürülmesinden sonra, Başbakan Silvio Berlusconi’nin hükümetine askerlerin çekilmesi için baskılarını artırmıştı.
İtalya’nın Afganistan’da, çoğu ülkenin batısında konuşlandırılan 3 binden fazla askeri bulunuyor.
Irak’ta ABD önderliğindeki savaşa da destek veren İtalya, 2003’teki bir saldırıda 19 askerini kaybetmiş ve 2006’daki Irak’taki askerlerinin tamamını çekmişti.
ISAF’ın görev süresi uzatıldı
Cumhuriyet – 13 Ekim 2010
BM Güvenlik Konseyi, Afganistan’da NATO komutasında görev yapan Uluslararası Güvenlik Destek Gücü’nün (ISAF) görev süresini 1 yıl uzattı.
Konsey, bugün yaptığı toplantıda oybirliğiyle aldığı kararla, ISAF’ın bugün dolan görev süresini 13 Ekim 2011 tarihine dek uzattı.
Konsey kararında ayrıca, Afganistan’da Taliban ve El Kaide tarafından düzenlenen terörist saldırılarda giderek artan sivil ölümlerden ve yaralanmalardan büyük endişe duyduğunu belirtti. Konsey bu kapsamda, sayısı 140 bini aşan ISAF’tan, Afganistan’da sivillerin ölümünü önlemek için yürüttüğü çabaları güçlendirmeye devam etmesini istedi.
ISAF, Güvenlik Konseyi tarafından 20 Aralık 2001’de alınan kararla kurulmuştu.
NATO, Afganistan’dan Ayrılmayı Düşünmüyor
Turkishny.com – 13 Ekim 2010
NATO, Afganistan’da güvenliğin Afgan güçlerine devrinin tamamlanacağı 2014’ten sonra da bu ülkede özel kuvvet bulunduracağını duyurdu.
NATO dışişleri ve savunma bakanlarının yarın yapacağı toplantı öncesinde, Afganistan’daki NATO ve ABD güçlerinin komutanı Orgeneral David Petraeus ile birlikte, NATO büyükelçilerine brifing veren NATO’nun Afganistan’daki sivil temsilcisi Mark Sedwill, güvenliğin Afgan güçlerine devrine 2011’in ilk yarısında başlanacağını ve devrin 2014 sonuna kadar tamamlanacağını söyledi.
Sedwill, brifingin ardından basına yaptığı açıklamada, güvenliğin devrinin Afganistan genelinde tamamlanmasının ardından da bu ülkede yıllarca devam edecek terör tehdidine karşı ve Afgan güvenlik güçlerinin eğitimi için, özel kuvvet bulundurulmasına gerek duyulduğunu vurguladı.
Güvenliğin Afgan güçlerine devrinde bir takvime göre hareket edilmeyeceğini, güvenlik durumu değerlendirilerek ve kademeli olarak şehir ve eyalet bazında devir kararları alınacağını kaydeden Sedwill, bu sayede boşa çıkacak NATO güçlerinin diğer sıkıntılı bölgelere ya da eğitim faaliyetlerine kaydırılacağını, eşzamanlı olarak bazı askerlerin de evlerine dönebileceğini bildirdi.
Sedwill, sayıları 300 bine ulaşması planlanan Afgan güvenlik güçlerinin finansmanı için ihtiyaç duyulan yıllık 6-8 milyar doların uluslararası toplum tarafından karşılanması gerektiğini ifade etti.
Afganistan’da 98 bin olan asker sayısını 2011 Temmuz’undan itibaren azaltmaya başlayacağını açıklayan ABD’nin, Taliban’ın faaliyetlerinin etkisini artırması nedeniyle, ilk aşamada sembolik sayıda askerini geri çekebileceği belirtiliyor.
İsrail tartışmalı yasayı kabul etti
Radikal – 11 Ekim 2010
İsrail kabinesi, Yahudi olmayanların vatandaşlığa kabulünde devlete bağlılık yemini edilmesini öngören “Vatandaşlık Yasası”ndaki değişikliği, tartışmalı ve gerilimli bir oturumla kabul etti.
Bakanlar Kurulunda 8’e karşı 22 oyla kabul edilen yasa değişikliğinin, önümüzdeki günlerde Knesset’e (İsrail parlamentosu) getirilmesi bekleniyor.
Düzenlemeye İşçi Partisinden Savunma Bakanı Ehud Barak dahil toplantıya katılan diğer İşçi Partili bakanlar ile Netanyahu’nun partisi Likud’dan, daha önce de değişikliğe karşı olduğunu bildiren bakanlar Beni Begin, Dan Meridor ve Michael Eytan’ın karşı oy kullandıkları bildirildi.
Yeni düzenleme Yahudi olmayan, ancak İsrail vatandaşlığına geçmek isteyenlerin, “Yahudi ve demokratik İsrail devletine bağlılık yemini” etmelerini öngörüyor.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, geçen hafta sürpriz bir şekilde tasarıyı bazı yeni düzenlemelerle kabinenin gündemine getireceğini açıklamasından bu yana bağlılık yemini düzenlemesi, İsrail’in siyasi gündeminin de en önemli tartışmalarından biri oldu.
Siyasi yorumcular, bağlılık yemini edilse bile bunun uygulamada bir geçerliliği olmayacağını belirtiyor.
Yeni düzenleme, 26 Eylülde süresi dolan Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimleri inşaat yasağını ABD’nin de baskıları sonucu bir süre daha uzatma amacındaki Netanyahu’nun, koalisyon ortağı olan aşırı sağcı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ı ikna etmek için bir sus payı olarak değerlendiriliyor.
ORTADOĞU’NUN TEK DEMOKRASİSİ”
Başbakan Netanyahu, tartışmalı ve saatlerce süren kabine toplantısının açılışında, yasa değişikliğine verdiği desteği tekrarlayarak, “Ortadoğu’da kendilerinden başka demokratik bir ülke bulunmadığını”, dünyada da başka Yahudi devleti olmadığını vurguladı.
Netanyahu, “Bu iki yüce değerin kombinasyonu, ulusal yaşamımızın temelini ifade ediyor. Bize katılmak isteyen herkesin de bunu kabul etmesi gerekir” diye konuştu.
Daha önce yasa değişikliğine olumlu oy vereceğini söyleyen, koalisyonun liberal kanadından İşçi Partisi Genel Başkanı ve Savunma Bakanı Ehud Barak, kendi partisinden bakanların yönelttiği ağır eleştiriler karşısında tavır değiştirdi. Barak, metne, İsrail’in bağımsızlık deklarasyonuna ilişkin ifadelerin yerleştirilmemesi halinde karşı oy kullanacağı ifade etti. Ancak metin, Başbakan Netanyahu’nun hazırlattığı şekliyle, kabinede üzerinde herhangi yeni bir düzeltme yapılmadan kabul edildi.
Tasarıya şiddetle karşı çıkanlardan İşçi Partili Devlet Bakanı Avişay Braverman, tasarıya önce “evet” diyen Barak’ın partinin temel değerlerini terk ettiğini belirterek, değişiklik tasarısını “İsrail hükümeti üzerinde bir leke” olarak tanımlamıştı.
Netanyahu’nun partisi Likud’dan yasa aleyhine oy kullanan Dan Meridor’sa, böyle bir düzenlemenin İsrail’in Arap toplumu ile ilişkilerine büyük zararları dokunacağını dile getirdi.
MECLİS BAŞKANI: “BÖYLE BİR YASAYA İHTİYACIMIZ MI VAR”
Yasa değişikliğinin karşıtları arasındaki bir diğer isim, Likudlu Meclis (Knesset) Başkanı Reuven Rivlin oldu.
Rivlin, İsrail tarihinin önde gelen Siyonist liderlerinden Zeev Jabotinsky’ye atıfta bulunarak, “Jabotinsky’nin öğrencilerinin böyle bir yasaya ihtiyaçları yok. Ben sıkı bir Siyonistim, inançlarımı güçlendirmeyi de gereksiz buluyorum. İsrail yurdunda, dünyanın tanıdığı bir Yahudi devletinin kurulması etik bir hareketti. Biz ülkemizi Yahudi ve demokratik olarak tanımladığımızda büyük saygı gördük. Bu, bağımsızlık deklarasyonu ve seçim yasasında da tanımlandı. Artık, bu tip şeylerin ilavesi sadece zarar verir” dedi.
Meclis Başkanı Rivlin, söz konusu değişikliğin hem toplum hem de devlet olarak kendilerine bir yarar sağlamayacağının altını çizerken, tam tersine dünyada “İsrail’de ayırımcılık ve hatta ırkçılık eğilimi olduğunu gündeme getirme çabaları içindeki İsrail’in düşmanları ve karşıtlarının eline koz vereceğini” vurguladı. Rivlin, “Sabah akşam, ‘Biz Yahudi ve demokratik bir devletiz’ denmesine karşı değilim, ama bunun için niye bu yasaya ihtiyacımız olsun” diye sordu.
Söz konusu yasa değişikliği, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun, Yisrael Beiteniu (İsrail Evimiz) partisi lideri Lieberman’a, koalisyon protokolünde verdiği taahhütlerden biri. İsrail Evimiz partisi, daha önce de mevcut vatandaşlık yasasında bağlılık yemini getirilmesini öngören bazı tasarı ve öneriler getirmişti.
Yasa düzenlemesinin kabulüyle ilgili memnuniyetini açıklayan Dışişleri Bakanı Lieberman, bunun bağlılık ve vatandaşlıkla ilgili düzenlemelerde başlangıç olduğunu belirtti, “Ama önemli bir adım” dedi.
Başbakan Yardımcısı ve koalisyonun aşırı dinci kanadı Şas Partisi lideri Eliyahu Yişai de “terör örgütleriyle bağlantılı tüm işbirlikçilerin vatandaşlıktan atılmasını öngören bir yasa tasarısı” getireceklerini söyledi.
Yişai, 31 Mayısta İsrail donanmasının baskın düzenlediği ve 9 Türk’ün öldüğü Mavi Marmara gemisinde yer alan İsrail parlamentosunun Arap milletvekillerinden Hanen Zuabi’yi örnek vererek, “Hanen Zuabi gibi, devlete ihanet edenlerin vatandaşlıklarının kaldırılması ve konumlarının yabancı bir işçi ile aynı olması gerektiğini” ifade etti.
Filistinli kadına işkence
Star – 17 Ekim 2010
Batı Şeria’da elleri ve gözleri bağlı haldeki genç bir Filistinli kadının etrafında göbek atarken çekilen görüntüleri paylaşım sitesi Youtube’de yayımlanan İsrailli eski asker, olayla ilgili olarak “Belki onu küçük düşürmüş olabilirim, ama suç işlediğimi sanmıyorum” açıklamasında bulundu.
İbranice yayımlanan Maariv gazetesi adının Avi Yakubov olduğu belirlenen eski askerle bir söyleşi yayımladı. Yakubov, olayı şöyle anlattı:
“Bu hiç hesapta olmayan bir olaydı… O gün çavuşum benden kızı gözetim görevini devralmamı istedi, bir askeri bıçaklama teşebbüsünde bulunduğu için kızın gözaltına alındığını söyledi. Olay sırasında yalnızdım. O sırada bir arkadaşım da yanıma geldi ve oynamamı istedi. ‘Telefonumda Arap müziği de var’ dedi. Başta kabul etmedim, ama sonunda ‘hadi olsun’ dedim. O (Filistinli kadın) müziği duyuyordu, ama neler olduğunu pek anlamadı.”
Daha sonra yanlarına bölük komutan yardımcısının geldiğini belirten asker, bu davranışından dolayı mahkum olduğunu ve 21 gün hapis cezası aldığını söyledi. İsrailli eski asker, olay yerinde İsrail basınında bahsedildiği gibi 10 asker olmadığını, alkol almadıklarını ve kadına da hiçbir şekilde el kaldırmadıklarını ifade etti.
Yakubov, “Bizden su istedi, verdik, içmesine de yardım ettik. Ama şimdi o bunun alkol olduğunu iddia ediyor. Dövmedik, elimizi bile sürmedik” dedi.
İsrailli eski askerin adı, videonun yayımlanmasının ardından bir internet blogunda yayımlanmıştı.
Adının ortaya çıkmasından sonra çok tepki aldığını dile getiren Yakubov, “İnsanlar bana bir savaş suçlusuymuşum gibi davranıyorlar. Küçük bir şakaydı. Eninde sonunda bir dakikalık bir göbek atma filmi bu… Aslına bakarsanız, salak bir danstı” diye konuştu.
İsrailli eski asker, özür dilemek isteyip istemediğinin sorulması üzerine de “Neden, niye ki” diye sordu ve olayları basının abarttığını ifade etti. Yakubov, “Nasıl ben onun karşısında dans etmekle yanlış yaptıysam, o da bir askeri bıçaklamaya kalktığı için yanlış yaptı” sözleriyle kendini savundu.
Askerin görüntüleri iki yıl kadar önce çekilmiş, geçen ay Youtube’dan bulunarak İsrail’in Kanal 10 televizyonunda yayımlanmış ve İsrail askerlerinin gözaltındaki Filistinlilere tacizlerinin yeni bir örneği olarak büyük tepki almıştı.
Olayın 2007 Aralık ayında, Batı Şeria’da Hatmar Etzion askeri üssünde meydana geldiği belirlenmişti.
Görüntülerde yer alan Filistinli kadın tutsak İhsan Dababşe, El Cezire’de görüntüleri izlediğinde, kendisini aşağılanmış hissettiğini anlatmıştı. Dababşe, ayrıca askerlerin kendisine şarap içme teklifinde bulunduklarını, tüfeklerinin dipçikleriyle bayılana kadar vurduklarını belirtmiş ve İsrail ordusunu dava etmeyi planladığını söylemişti.
İsrail askerleri Hamas milletvekilini tutukladı
Star – 18 Ekim 2010
İsrail askerleri, Hamas milletvekillerinden Hatim Kafişa’yı, El Halil’deki evine bu sabah düzenledikleri baskınla tutukladı.
Bölgedeki yerel kaynakların verdiği bilgiye göre, Filistin meclisinin Hamaslı üyesi Kafişa’nın (49), El Halil’in güneyindeki bir mahallede bulunan evi sabah erken saatlerinde İsrail askerlerince sarıldı.
Askerlerin, Kafişa’ya giyinmesini söyledikten sonra götürdükleri bildirildi. Kafişa’nın nereye götürüldüğü konusunda ise herhangi bir bilgi verilmedi.
Hamaslı milletvekili, Batı Şeria’da Hamas milletvekili ve üst düzey yöneticilere yönelik tutuklama operasyonları sırasında da tutuklanmış ve 1,5 yıldan fazla bir süre cezaevinde kaldıktan sonra, 2009 Kasımında tahliye olmuştu.
Bu arada, El Halil’de bu sabah düzenlenen operasyonlar sırasında, Özgürlük Forumu (Manbar El Huriya) adlı yerel bir radyonun çalışanlarından, gazeteci Raed El Şerif’in de İsrail askerlerince evinde tutuklandığı bildirildi.
Özgürlük Forumu radyosu, önceki yıllarda da İsrail askerlerinin çeşitli baskınlarına maruz kalmış ve yayınları zaman zaman kesilmişti.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 18 Ekim 2010
İletişim: www.kureselbak.org, kureselbak@gmail.com; 00905362196341