Reha Ruhavioğlu
Diyarbakır’da beş hak örgütü, İnsan Hakları Haftası münasebetiyle bir günlük bir sempozyum düzenledi. Çocuk, kadın, cezaevi, işkence, ifade özgürlüğü gibi kategorilerin ele alındığı sempozyumda Türkiye’nin son iki yıllık insan hakları karnesi masaya yatırıldı.
10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası vesilesiyle Diyarbakır Barosu, Diyarbakır Tabip Odası, Hak İnisiyatifi Diyarbakır Temsilciliği, İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şubesi, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Diyarbakır Temsilciliği bir ortak etkinlik takvimi açıkladı. Bu takvim çerçevesinde 10 Aralık Pazar günü, Diyarbakır Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği (DESOB) Konferans Salonu’nda gün boyu süren insan hakları sempozyumu düzenlendi.
Dört oturumdan oluşan sempozyumun ilk oturumunda son iki yılın genel değerlendirmesini Rewşen Bataray Saman ve İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) Türkiye Raportörü Emma Sinclair Webb yaptı. İnsan hakları çalışmalarının geçen iki yılda çok büyük zorluklarla karşılaştığını sahadan örneklerle aktaran konuşmacılar; haksız gözaltı, işkence ve kötü muamele, hak savunucularının kriminalize edilmesi gibi durumların hukuka aykırılığını vurgulayarak yeni dönemde belirgin olan uygulamaları “keyfilik” olarak değerlendirdiler.
Seher Akçınar: Ümit verici olan, sivil darbeye maruz kalmış hak savunucularının mücadeleyi terk etmemiş olmalarıdır.
Yaklaşık bir yıl önce KHK ile kapatılan Gündem Çocuk Derneği’nden Esin Koman’ın geçten iki yılda hak ihlallerinin çocukları nasıl etkilediğini çarpıcı bir şekilde gözler önüne seren sunumunun ardından İHD Diyarbakır Şubesi Cezaevi Komisyonu üyesi Muhterem Süren, çıplak aramaya karşı çıkan mahpusların, işkenceye uğradığını belirtti. TİHV Diyarbakır Temsilcisi Barış Yavuz, işkencenin ciddi oranda artış gösterdiğini dile getirerek, 2002 yılında “işkenceye sıfır tolerans” vaadiyle iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti), bugün işkenceyi doğal gören yaklaşımını eleştirdi. 2003 yılında bir soruşturmadan bahseden Yavuz, “O dönem valilik, emniyet, genelkurmay soruşturma izni vermemişti, Recep Tayyip Erdoğan, soruşturma için önümüzü açmıştı. Bugün ne oldu da böyle bir duruma geldi!” dedi.
Sempozyumun son oturumunda Seher Akçınar, Veli Saçılık ve Ayhan Bilgen; ifade ve örgütlenme özgürlüğünün durumunu ele aldılar.
Türkiye’de insan hakları mücadelesinin hep zor zamanlar geçirdiğini ama mücadeleye de devam ettiğini vurgulayan Seher Akçınar, “İfade ve örgütlenme özgürlüğünün üzerinde bugün de yoğun baskılar var ama burada esasen beni korkutan iki şey üzerinde durmak istiyorum: Biri; Hatun Tuğluk’un cenazesine karşı yapılan linç girişimi ötekisi de MAZLUMDER’in (İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği) Kürdistan şubelerinin, içeriden iktidar destekli bir güç tarafından kapatılarak sivil toplum içerisine bir darbe zihniyetinin yerleştirilmiş olmasıdır. Bu ikinci örnekte ümit verici olan, sivil darbeye maruz kalmış hak savunucularının mücadeleyi terk etmemiş olmalarıdır” şeklinde konuştu.
Sözün gücünden korkuluyor
Diyarbakır gibi bir yerde insan haklarını veya baskıları anlatmanın pek ilgi çekici olmadığını, çünkü herkesin bu ihlalleri yerinde gözlemleyip deneyimlediğini vurgulayan Ayhan Bilgen, “İfade özgürlüğüne bu kadar saldırmalarının nedeni sözün gücünden korkmalarıdır. Yine örgütlenme özgürlüğünün bu kadar karşısında konumlanmalarının sebebi örgütlü mücadele karşısında tutunamayacaklarını bilmeleridir” değerlendirmesinde bulundu.
İnsan hakları mücadelesinin sadece Diyarbakır’da değil, Türkiye’nin her yerinde zor olduğunu vurgulayan Veli Saçılık, konuşmasına şöyle devam etti: “Bizler de bu zorluğun her tarafında beraberce bir şeyler yapmaya, direnmeye çalışıyoruz. Bu devlet her gün gittiğim yerde bana ısrarla saldırıyor, gözaltına alıyor ve hakkımda dava açıyor. Hakkımızda o kadar çok dava açıldı ki, en son bize bu davaları açan savcı bile bu durumdan bıkıp isyan etmeye başladı. Bu devlet daha evvel yine cezaevlerine düzenlediği bir operasyon sırasında kolumu kaybetmeme sebep olmuştu. Kolumu köpeklere yem etmişti. Sonrasında kolumun kopmasına neden olan dozerin yıktığı duvarın parasını benden istemişti. AİHM’e gittik ve bu haksızlığı bir şekilde o dönem geri çevirdik. Benim kolumun yokluğu Türkiye’de insan haklarının yokluğunun da en net göstergesidir. Bakın size trajikomik bir şey söyleyeceğim, her gün eylem yaptığımız sokağın başında biz, ortasında insan hakları anıtı, sonunda ise Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu var. Ve biz her gün bu sokakta, yalnızca işimizi istediğimiz için insan hakları çiğnenerek darp ediliyoruz. Nuriye ve Semih de bu sokakta başlattıkları eylemden dolayı tutuklanıyor.”
Sempozyumun yeterli ilgiyi görmemiş olmasına da içerlediğini aktaran Saçılık, “Biliyorum ki Diyarbakır’da işinden, ekmeğinden edilen binlerce kişi var ama bu arkadaşlar sokakta ya da başka bir alanda bir şekilde görünmezler. Arkadaşlara sormak istiyorum yahu işimizden ihraç edildik ama bizi mücadeleden de mi ihraç ettiler?” diyerek sitem etti.
Bu yazı Sivil Sayfalar web sitesinde yayınlanmıştır.