13 Aralık 2018 – Redux 1930’lar, 1930’lar yeniden mi? I – Nilüfer Uğur Dalay

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak “Redux 1930’lar, 1930’lar Yeniden mi?” konulu söyleşiyi 5 Aralık Çarşamba günü Kadıköy Mim Sanat Merkezinde yaptık. Nilüfer Uğur Dalay’ın sunumunu bölümler halinde yayınlıyoruz.

Redux 1930’lar 1930’lar yeniden mi? I.Bölüm

Redux Latinceden türeyen uzun bir süre sonra tehlikeli, zorlu bir serüvenden, özellikle de savaştan, sürgünden geri dönmüş, yeniden yol gösteren, yeniden kurgulanan, nükseden anlamına gelen bir sözcük.

 Avrupa’da faşist hareketler gelişiyor

26 Ağustos 2018 gecesi, kuruluşunun 875. yılının kutlandığı Almanya’nın Chemnitz kasabasında, gece yarısından sonra saat üç sıralarında iki grup arasında bilinmeyen bir nedenle çıkan kavgada, David isimli Alman-Kübalı bir genç, Suriye doğumlu Yusuf ve Irak doğumlu Alaa isimli iki sığınmacı genç tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Bu durum büyük infial yarattı. Başta AfD Partisi ve Pegida hareketi olmak üzere, aşırı sağ örgütler, David’in bir kadını tecavüzden kurtarmaya çalışırken öldürüldüğünü yaymaya başlamıştı. Birkaç saat içinde 1000’e yakın neo-Nazi sempatizanı sokaklara çıkmış, polisle çatışmış, yabancı görünüşlü insanlara saldırmıştı. Polisin etkin olamadığı olaylar Meclis’e taşınmış, ertesi gün AfD’nin çağrısıyla düzenlenen gösteriye yaklaşık 7.000 kişi katılmış, göstericiler Hitler selamı verirken ‘Hepinizin hakkından geleceğiz’ gibi o dönemi anımsatan sloganlar atmışlar, hafta sonunda yapılan gösteriye 10.000’in üstünde faşist ve ırkçı katılmıştı. Faşist hareketin geldiği düzeyi gösteren korkutucu gelişme, devletin güvenlik örgütleriyle faşist hareket arasında artık gizlenemeyen ilişkileri de gözler önüne sermişti.

Chemnitz ve toplanan binlerce faşist, Macaristan Başbakanı Victor Orban, Mussolini’nin mirasçısı La Liga Partisi Başkanı ve İtalya İçişleri Bakanı Matteo Salvini ve ABD’de Trump destekçileri dikkate alındığında, yaşananların zamanın ruhunun dışavurumu olduğunu söylemek çok yanlış olmaz. Patlak veren kitlesel faşist gösteriler, göçmenlere yönelik saldırılar, ‘1930’lara mı dönüyoruz’ tartışmalarını alevlendirdi. Soru akademik bir tartışma olmaktan öte bir tehlikeyi yansıtmaya başlayınca ‘faşist hareketin yükselişi nasıl durdurulabilir’ sorusu, yanıtlanması gereken önemli bir soru olarak önümüze gelmiş oldu.

Kapitalizmin ve sanayi devrimlerinin geldiği bu noktada bir dizi soru daha yanıtlanmayı bekliyor

  1. Teknolojik gelişmeler, Sanayi Devrimi 4.0, düşünüldüğü gibi daha eğitimli toplumlara ve daha nitelikli emeğe ihtiyaç duymuyorsa, yeni bir teknolojik atılımın eşiğindeyken yükselen sağ-popülizmler, bu süreçle uyumludur denilebilir mi?
  2. Hem emek piyasasından dışlanan hem de vasıfsız ve eğitimsiz olan milyonları hangi siyasi rejim altında yönetmek daha kolay olabilir?
  3. Toplumsal vasıf düzeyi ya da Marks’ın işaret ettiği ‘genel zekâ’, çalışanlardan makinelere aktarılıyorsa, vasıfsızlaşma ve vasatın iktidarı giderek yeni normal haline geliyor olabilir mi?

Üretim araçlarının özel mülkiyeti, nasıl kapitalist sınıfa sermaye birikimini denetleme olanağı veriyorsa, toplumun genel zekâsının denetimi de teknolojik gelişmenin ana kulvarlarının belirlenmesi olanağını vererek sermaye sınıfının denetimine veriliyor demektir.

Adolf Hitler’in  “İnsanların çoğunun muhakeme yeteneğinin olmaması, muktedirler için ne büyük bir nimettir,” cümlesine bir kez daha dikkatimizi yöneltmemiz gerekiyor.

‘Yeniden mi 1930’lar?’ sorusunu sorduran, biraz da sanayi devrimlerinin ardından gelen kaygı verici gelişmelerdir

1.Sanayi Devrimi’nin (Endüstri 1.0), 1870’lerde yarattığı kriz,  I.Dünya Savaşı ile 2.Sanayi Devrim’inin (Endüstri 2.0), 1929’lerde yarattığı kriz, II. Dünya Savaşı ile sonuçlandıysa; 3. ve 4.Sanayi Devrimlerinin (Endüstri 3.0 – Endüstri 4.0), 2008 ABD merkezli, 2010-2013 Avrupa sıçramalı, 2015 yükselen piyasalara yayılmalı krizleri yaratıp, 10 yıldır bu krizden çıkılamıyorsa, o zaman…

24 Ekim 1929’da ABD’de patlak veren finansal kriz ve ardından gelen Büyük Buhran, kapitalizm tarihinin en sarsıcı kriziydi. I. Dünya Savaşı, imparatorlukları yıkan bir paylaşım ve dünyanın yeniden biçimlendirilmesi savaşıydı. Dünya kapitalist sistemi, yaşanan ekonomik, hukuki ve siyasal sorunları çözememişti. Bu sorunlar yeniden gündeme gelmeyi bekliyordu ve o sıralarda 1929 yılında Büyük Buhran patlak verdi.

New York Borsası’nın yıllarca süren borsa spekülasyonu sonucunda çöküşü büyük bir güven krizine yol açtı, güven krizi bankacılık krizi olarak devam etti ve yıllarca süren bir depresyona yol açtı. 1930-1933 Yılları arasında 9.000 den fazla bankanın işlemleri durduruldu. Pek çoğu iflas etti. Mudilerin ve banka hisselerine sahip olanların paraları pul oldu. Ekonomik daralma başladı. Kapitalizmin önemli ağırlık merkezlerinde bir kriz sarmalı üretilmeye başladı.

1929 Finansal krizi, yaygın sermaye birikimi rejiminin ve finansallaşma olarak kendisini gösteren düzenleme sisteminin iflası anlamına geliyordu. Ekonomik durgunluktan çıkılamıyor, gelir dağılımında kutuplaşma ve yoksulluk derinleşiyor, küreselleşme süreci sona eriyor, dünya pazarı parçalanıyor, dönemin hegemonya sistemi (İngiliz hegemonyasındaki altına bağlı para sistemi) krizi yönetmekte zorlanarak dağılıyor, küresel çapta yükselen yeni güçler, iktidar boşluğunu doldurup güçler dengesini yeniden kuruyordu.  II. Dünya Savaşı’nı hazırlayan tüm koşullar olgunlaşmıştı.

Almanya’da 2.savaş öncesi faşizmin yükselişi önlenemedi

O sıralarda Almanya’da, I. Büyük Savaş’taki yenilgi sonrası başlayan ve Nazilerin iktidarı ele geçirmesine kadar devam eden Weimar Cumhuriyeti (1918-1933) vardı. ‘Weimar Cumhuriyeti’, çökmüş eski bir düzenle, doğamayan bir yeni düzen arasında kalanların düş kırıklıklarını, umutlarını, fantezilerini, toplumsal çalkantıları betimleyen ‘türlü canavarların tarih sahnesine çıktığı’ bir dönemdi.

Siyasi anlamda, emperyalizm aşamasına girmiş, yükselen işçi sınıfı hareketiyle yüz yüze bir kapitalist ülkede, liberal demokratik bir düzenin kurulabileceği yanılgısına düşüldü, borçlarla finanse edilen bir ekonomik büyüme ve refahın sürdürülebileceğine karar verildi, ‘Bir daha savaş çıkmaz’ fikri yaygınlaştı.

Ekonomik anlamda da önemli değişiklikler yaşanıyordu. Yeni bir kesimin elinde kayıt dışı servetler birikti, halk yoksullaşmaya devam etti, taşra kentlerinden Berlin’e nüfus akımı sürdü, yasalar gitgide işlevini yitirdi, güvenlik güçleri hızla kutuplaştı, siyasi suikastlar sıradanlaştı, popüler kültürde ‘Biz ve dünyanın geri kalanı’ hezeyanları egemen oldu.

1930-1932 yılları arasında iktidarda olan muhafazakâr Heinrich Brüning hükümetinin krizden çıkış için uyguladığı vergi artışları ve kamu harcamalarını kısan kemer sıkma paketi toplumdaki kırılmaları derinleştirerek faşizmin yükselişine yardımcı oldu. Faşizmin yükselişi, 1929 krizinin yaşanmasının yanı sıra bu krize çözüm olarak uygulanan ekonomi politikalar ve bunların zamanlamasıyla hız kazandı.

1930’larda Almanya’da, örgütlenme düzeyi ve toplumsal tabanı, faşist hareketten çok daha büyük olan sosyal demokrat ve komünist partiler, birlikte mücadele etmeyi başaramadıkları için faşizmin yükselişini engelleyemediler.

 Faşizmin yükselişi salt ekonomik sorunlar nedeniyle olmaz

Faşizmin yükselişi salt ekonomik sorunlara bağlanamaz. Faşist propagandanın ilgilendiği kültürel ve psikolojik sorunlar boyutu azımsanırsa egemenlik söyleminin üretildiği alanı faşist harekete terk etme riski ortaya çıkar. Sağ popülizm ve faşist hareketin düzen partileri olarak nitelediği yapılanmaların bir araya gelmesi, faşist harekete yeni propaganda malzemesi sağladı.

Bu noktada ‘faşizm nedir?’ sorusunu sorup yanıtını aramak gerekir. Umberto Eco  ‘Beş Ahlak Yazısı’ kitabında şöyle tarifler.

“Faşizm, gelenekçi, modernizm ve din karşıtı, entelektüellik ve eleştiriden hazzetmeyen, farklı olana duyulan doğal korkuyu kullanan, ırkçı, düş kırıklığındaki orta sınıflara hitabeden, barışı sevmeyen, sürekli eylemi kutsayan, hiyerarşik yapısından dolayı alttakini hor görmeye dayalı, kitlesel seçkinci, ölümle taçlanan kahramanlık kültürüne sahip, kadını küçümseyen ve bekârlığa/homoseksüelliğe varabilen düzeyde maço tavırlı, birey hakkını küçümseyen, teatral bir lider sözcülüğünde somutlanan, parlamentoyu gereksiz bulan bir ideolojidir.”

Faşizm, toplumun, mevcut rejime yabancılaşıp yeni bir tercih yapma noktasına geldiği anlarda, onları demokratik ikna yöntemleriyle yönlendiremeyen burjuvazinin, kitlelerin iradesini kırmak için militer (ordu, polis, istihbarat, kanunlar, ekonomi, milis kuvvetler vb.) araçları devreye soktuğu diktatörlük rejimidir.

Faşizm, liberalizme düşman gibi gözükse de, onun düşüncelerinden, aygıtlarından yararlanan, düşünce, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel hakları kapsayan siyasal özgürlükleri yadsıyan, tekelci burjuva egemenliğinin en gerici, en terörist, en kanlı biçimidir.

Faşizm, herhangi bir zamanın değil, kapitalizmin son/yüksek aşaması olan emperyalizm çağının bir ürünüdür ve tekelci/oligopolcü burjuvazinin sömürüsünün baskıyla, zorla sürdürülmesinin bir ifadesi, tekelci burjuvazinin kriz ortamında başvurduğu gerici bir silahtır.

Propagandasını basın yoluyla, az kelimeli, basit dilbilgisini, Orwell tarzında dil kullanarak, sivil giysileri içerisinde, demokrasi ve refah toplumunun işlememesi halinde doğacak fırsattan yararlanıp, bilinen giysilerini giymeye hazır şekilde bekleyen baskıcı bir devlet yönetimidir.

Faşizmin yeniden yükselmeye başlaması çağımızın en tehlikeli özelliklerinden biri olduğundan, ‘Faşizmin 1930’larda yükselme koşullarıyla bugünün koşulları benziyor mu?’  sorusu da yanıtlanması gereken önemli bir soru olarak önümüzde duruyor.

  • 1930’larda emeğin ve sermayenin örgütlenme biçimleri, analog teknolojiye dayanan kültür ve iletişim endüstrisi, hazlara değil de işlevselliğe dayanan tüketim normlarının yarattığı öznellikler bugünden farklıdır.
  • Bugünkü faşizm, o dönemin geniş kitlelerine, devleti kontrol etmenin standart aracı olan dikey bürokratik örgütlenmelere, sokaklarda ‘ötekine’ saldıran, halkı sindiren üniformalı milislere gerek duymayabilir.
  • Bugünkü faşizmi düşünürken, onun sergilediği biçimleri değil, hep sabit kalan, zamanla değişmeyen, onu kendisi yapan özelliklerini tanımlamaya çalışmak gerekir.
  • Bu özelliklerin hepsi birden bir araya gelmiyor olabilir, belli bir ‘oluş süreci’ yaşanabilir, çoğu kez, özellikle liberal demokrasi bu oluş sürecinin ayırdına zamanında varamayabilir.

Faşizm, kapitalizmin andaki durumunun damgasını taşır

Faşizm, kapitalizmin belli bir ‘durumunun’ (yapısal krizinin) içinde, giderek egemen sınıfın tercihine dönüşen bir siyasi-toplumsal hareket olarak ortaya çıkar. Kaçınılmaz olarak faşizm, kapitalizmin andaki durumunun, (sermayenin örgütlenme biçimlerinin, değerlendirilen coğrafyanın, teknolojik altyapısının, düzenini doğallaştırmak için dayandığı ideoloji ve kültürün, bu ideoloji ve kültürün üretim/ yeniden üretim süreçlerinin) en önemlisi, işçi sınıfının, orta sınıfların yapısal özelliklerinin, egemen sınıfın gereksinimlerinin damgasını taşıyacaktır.

Bugünün kapitalizminde;

  • Egemen sermaye ulusal merkezlerini korumakla birlikte, alt merkezler, tedarik zincirleri, edinimler ve birleşmeler üzerinden uluslararası, kimi durumlarda çokuluslu özellikler sergiliyor.
  • Fordist üretimin dikey ve bürokratik yapıları, büyük üretim birimleri, homojen piyasaları büyük ölçüde parçalanarak, yerini yatay örgütlenmiş üretim ve yönetim gruplarına, ‘kalite çemberlerine’ bıraktı.
  • Bu gelişmeler işçi sınıfının parçalandığını, yapısının ve mekânlarının değişmekte olduğunu gösteriyor.
  • Tüketim alanında, işlevsel değil hazlara dayalı, reklamcılık sektörü üzerinden kültür endüstrisiyle bütünleşmiş bir yapılanma gelişiyor.
  • Sanayi üretiminde maddi emek hâlâ yaygın biçimde kullanılıyor olmakla birlikte, artık stratejik sanayiler, bilişim, iletişim, eğlence sektörü olarak ortaya çıkıyor.
  • Emek biçimi dijitalleşmeye paralel gelişen gayri maddi, programlanabilen, kendini programlayan emeğe dönüşüyor.
  • Bu yeni emek biçimleri yeni sınıf şekillenmelerini gösteriyor.
  • Gerek üretimin, gerekse de tüketimin yönetiminde dikey değil, ‘düğüm’ noktalarını birbirine bağlayan, ağlar üzerinde yaşayan yatay bir örgütlenme gelişiyor.
  • Kültür endüstrisinin, sermaye birikiminin belki de en stratejik parçasını oluşturması, televizyon yayınlarının ötesinde, cep telefonlarıyla ofisi, yüzlerce kanal ile sinemayı internet üzerinden ev içine sokan, Amazon, Sky, Netflix gibi hizmet sunucuları, Googe, Facebook, Twitter gibi, ‘veri hasadı’ yapan sosyal medya şirketleri, en önemli gelişmeler olarak ortaya çıkıyor.
  • Artık ‘gösteri toplumunun’ etkisinin (izleme/eğlence) dışına veya devlet ve şirket izlenme ağlarının dışına düşebilmek son derecede zor hale geliyor.
  • Bugün, faşist partinin, hareketin her yerinde var olmasının aracı artık, toplumu oluşturan bireylerin izlemekte olduğu ‘gösteri toplumunun’ ekranlarıdır.
  • Milislerin işlevini, satın alınmış, sindirilmiş bir medya, tüm izlenme zamanlarını doldurarak, yaygın biçimde simgesel şiddet uygulayarak üstlenmiştir.
  • Artık muhalefeti susturmak için, özel durumlar dışında fiziki şiddet gerekmez.
  • Muhalefetin kendini ifade etme olanaklarının, hatta yaşama alanlarının yok edilmesi yeterlidir.
  • Aynı yöntem parlamenter sistem için de geçerlidir. Parlamenter sistemin ortadan kaldırılması, partinin devletin yerine geçmesi gerekmemektedir.
  • Güçler ayrılığının, seçimlerin ve parlamentonun işlevsizleşmesi, idari ve ekonomik kararların, yasa yapma pratiğinin bir merkezde birleştirilmesi yeterlidir.
  • Fiziki şiddet uygulama sorunu da, yargıda ve polis-ordu gibi şiddet araçlarındaki kadroların, harekete sadık olanlarla değiştirilmesiyle, milislere gerek kalmadan çözülür.
  • Faşist partiler bugün bir lider ve lider kadrosu etrafında, ancak toplumun tüm hücrelerinde var olacak biçimde, bir ‘hakikat rejiminin’ desteklediği maddi ve manevi ödüllendirme/cezalandırma pratiği üzerinde yaşayan network tarzı bir örgütlenmeyle

Tarihi deneyimler, faşizmin üç oluş biçiminden söz eder

  1. Bir grup faşist entelektüelin, belli bir ‘toplumsal kesimi’ etki altına alarak onların, öfke, tepki ve arzularını bir toplumsal harekete dönüştürmeye başladıklarındaki durumda siyaset merkezinin sağ ve sol kanatlarının erimeye başlamasıyla toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi.
  2. Siyasetin merkezinin ‘düzeni’ koruma ve yönetme becerisini kaybetmesiyle oluşan durum. Bu durumda egemen sınıfların liderliği, faşist hareketle, ‘kaos’ (belirsizlik) olarak algıladığı durum arasında bir seçim yapmak zorunda kalır ve faşizmi seçer.
  3. Faşizmin, çoğu kez parlamenter seçimler yoluyla, hükümete gelerek, devletin yönetimini ele geçirmeye, rejimi değiştirmeye başladığı durum.

Doğal olarak faşizme karşı duruş da bu üç ‘oluş durumuna’ göre şekillenecektir. Tarihsel deneyler bütün durumlarda geçerli bir formül olmadığını söylüyor.

Faşizm, demokratik duyarlıkların (ekonomik krizin, toplumsal kutuplaşmanın ve faşist ideolojinin saldırılarının altında) henüz zayıflamaya başlamadığı birinci yani toplumsal harekete dönüşmeye başladığı durumda,  demokratik rejimin olanaklarıyla durdurulabiliyor. Faşizme karşı geniş bir ittifak, faşist hareketin her kitleselleşme çabasını, çok daha büyük bir kitleyle sokakta durdurabiliyor, destekçilerini yıldırarak siyaset dışına itebiliyor.

Toplumda ve egemen sınıflarda bir kaos algısının yerleştiği ikinci durumda, egemen sınıfların tercihleri belirlendikten sonra demokratik araçlar hızla tükeniyor ve artık direnebilmek için yaratıcı olmak, yeni, daha önce denenmemiş araçlar geliştirmek gerekiyor.

Tarih, rejimin değiştirildiği üçüncü durumda faşizme karşı mücadelenin araçlarına, yöntemlerine ilişkin, pratikte sınanmış, başarılı bir örnek sunmuyor. Almanya ve İtalya’da faşizm bir savaşın sonunda, dış etkenlerin basıncı altında yıkıldı. Ancak bu aşamada dahi faşizme karşı direnmenin yollarını, skolastisizme, şablonculuğa düşmeden, toplumun ‘sınıflar matrisinin’ ve kültürel şekillenmesinin özelliklerini değerlendirerek bulunabilir.

Faşist ideoloji, faşist propaganda alt sınıfları etkiler

Faşist ideolojinin (propagandanın) etkilerine, ‘Hangi toplumsal tabakalar ve sınıflar ekonomik koşulları, kültürel eğilimleri açısından) daha çok ya da az dirençlidir’ sorusuna cevap vermek gerekir.

Faşist ideolojinin bileşenlerinin büyük çoğunluğu, ekonomik krizden, hızlı değişimlerden en çok zarar gören kesimlerin haklı kaygılarına, arzularına cevap verir.

Faşist ideoloji, bu cevaplar, bir ‘ana göstergenin’ belirleyiciliği altında anlam kazandığında şekillenmiş olur. Bu ‘ana gösterge’ hem geçmişteki güzel günlere özlemi, hem de bugün toplumun mutlu ve ahenkli bir yaşam kurmasını önlediği iddia edilen ‘ötekiye’ (Yahudi, yabancı, Müslüman göçmenler, hatta ateistler, modernist seçkinler) yönelik nefret ve düşmanlığı temsil ediyor.

Çözülmekte olan ekonomik etkinlik alanlarında yaşayanların, toplumdaki statüleri ve refah düzeyleri gerilemekte olan kesimlerin, durumlarını koruma refleksleri, onları, bu nostaljiyi ve ‘öteki’ düşmanlığını kabul etmeye, toplumun geri kalanından daha eğilimli kılıyor.

Brookings Institue’nün yaptığı bir araştırma, ABD’de son seçimlerde, Trump taraftarlarının, Cumhuriyetçi Parti’ye oy verenlerin ezici çoğunluğunun, gittikçe küçülmekte, sönmekte olan, geleneksel imalat sanayisinde, tarımda, maden-mineral çıkarma sektörlerinde çalışan, eğitim düzeyi görece düşük seçmenden oluştuğunu gösteriyor. Buna karşılık, Demokrat Parti seçmeni, esas olarak, finans sektörüyle beslenen profesyonel hizmetlerde, dijital inovasyon alanında çalışan, görece iyi eğitimli kentlilerden oluşuyor.

Faşizme karşı mücadeleye, karşıt hareket yaratma çabalarına, ancak ve öncelikle, işçi sınıfının (çalışanların) gelişmekte olan sektörlerde çalışan, iyimser, özgüveni ve özgürlük refleksi güçlü, faşizmin propagandasının içeriğini kolaylıkla görebilen, nostaljiye kapılmayan kesimleriyle kurulabilir gibi gözüküyor.

Sonuç olarak; Hayır 1930’lar değil ama evet, bu yükselen faşizm diyebiliriz.

Ve bundan sonra; Yapılacak hiçbir şey olmadığında yapabileceklerimizi, değişen koşullara uygun stratejiler geliştirmeyi konuşmamız gerekecektir.

 

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.