Hemen ulaşabileceğimiz ilk bilgiler Birinci Dünya Savaşı’nın ne kadar korkunç bir kapsamı olduğunu gösteriyor. Savaşa tüm ülkelerden 65 milyon 038 bin 810 asker katılmış. Savaşta 8 milyon 556 bin 315 kişi hayatını kaybederken 21 milyon 219 bin 452 kişi yaralanmış. Bir de kayıp veya esir olan 7 milyon 750 bin 945 kişi var. Yıkılan şehirler, ülke altyapıları, yakılan başkentler, sürekli bombalanan coğrafyalar, hastaneler, okullar, fabrikalar, paramparça olan insan hayatları var.
İstatistiklerin eklemediği, ekleyemediği yok olan insan dışındaki canlılar var, kediler, köpekler, inekler, böcekler, sürüler, ormanlar, ekosistemler.
Dünya Savaşı tanık olan insanları özellikle teknolojinin kitlesel imha için kullanılmasındaki hoyratlık nedeniyle şaşkınlığa uğrattı.
Kapitalizm, George Mombiot’nun yazdığı gibi, “Portekizlilerin 1420’de Madeira’yı sömürgeleştirmesinden birkaç on yıl sonra, bazı açılardan daha önce var olan her şeyden farklı olan bir sistem.” olarak doğdu. “Kapitalizmin klasik yükselme-azalma-terk döngüsü olarak tanımlanacak bu süreçte, Portekizliler sermayelerini yeni topraklara kaydırdılar. Önce Sao Tome’de, sonra Brezilya’da, sonra Karayipler’de şeker kamışı tarlaları kurdular ve her durumda kaynakları sonuna kadar tüketerek yeni coğrafyalara geçtiler. Moore’un dediği gibi, yeni coğrafi sınırların ele geçirilmesi, tüketilmesi ve kısmen terk edilmesi, kapitalizm dediğimiz birikim modelinin merkezinde yer alıyor.”
Kapitalizm küresel bir sistem olarak şekillendikçe görülecekti ki bu birikim modelinin merkezinde bir savaş yer alıyor. Özellikle emperyalist evresiyle birlikte kapitalizmin canlı yaşamının toptan imhası anlamına geldiğini gösteren Birinci Dünya Savaşı burjuva tarih anlatıcılarının iddia ettiği gibi savaşın artık sınırlarına varması nedeniyle değil, Rusya’da gerçekleşen işçi devrimi nedeniyle sona erdi. Küresel ölçekli yıkım, 1917 yılında gerçekleşen ve başarı kazanan ilk işçi devriminin barışçıl karakteri nedeniyle bir çırpıda sona erdi.
Devrimin gerçekleştiği gün iktidarı ellerine alan işçilerin meclisinde konuşan Lenin, “Bizim rutin görevlerimizden biri savaşı derhal sona erdirmektir.” demişti. İşçi hükümetinin Lenin tarafından kaleme alınan ilk kararı, sahiden de barışı savunuyordu:
“Tüm savaşan halkları ve bunların hükümetlerini adil, demokratik bir barış için derhal görüşmeleri başlatmaya çağırır. … Hükümetin böyle bir barışla kastettiği şey, toprak ilhakı (yani yabancı topraklara el konması ve yabancı ulusların zor yoluyla bir başka ulusla birleştirilmesi) ve tazminat olmadan acil bir barıştır … Hükümet, güçlü ve zengin ulusların istila ettikleri zayıf ulusları nasıl paylaşacakları sorunu üzerine yürütülen bu savaşın sürdürülmesini insanlığa karşı girişilmiş en büyük suç olarak değerlendirir, istisnasız tüm uluslar için eşit derecede adil olan ve burada işaret edilen koşullarda derhal barış anlaşması imzalamaya kararlı olduğunu resmen ve açıkça ilan eder …”
1918 yılında dünya savaşını bitiren barış anlaşmasının imzalanması önce “sıradan” kadın ve erkek Rus işçilerinin devrimi, ardından bu devrimden ilham alan Alman işçilerinin barışı talep eden isyanlarıydı.
Ekim Devrimi bugün barış isteyenler açısından çok önemli bir rehber olmaya devam ediyor.
Sosyalist İşçi