15 Mart 2018 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi, IX. Dönem 10. Toplantı

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Konusunu ‘Edebiyatta adalet arayışları’ olarak belirlediğimiz IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 7 Mart Çarşamba akşamki onuncu oturumunun tartışma konusu Virginia Woolf’un (1882-191) Mrs.Dalloway(1974) isimli eseriydi. Yıldız Önen yazarın yaşamı, yaşadığı dönem hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.

Virginia Woolf İngiltere’nin tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen’ın kızıdır. Annesi ve babasının önceki evliliklerinden olan çocuklarıyla birlikte dokuz çocuklu bir ailede büyür. Virginia Woolf akrabalarını ‘bir makineye sokulmuş ve makinenin öbür ucundan, altmış yaşlarında bir Müdür, bir Amiral, bir Kabine Üyesi, bir Yargıç olarak çıkmış’ olarak betimler. Aile üyeleri, İngiltere’nin seçkin entelektüelleridir, iyi öğrenim görmüş, iyi okumuş kişilerdir ve Krallıkta önemli görevler üstlenirler.

Ablası Vanessa Bell daha küçük bir yaşta iken ressam olmaya, Virginia ise yazar olmaya karar verir. Woolf, o yılların koşullarına uygun olarak okula gönderilmez ancak babasının ve kütüphanesinin yardımıyla kendisini geliştirir. 1895 Yılında gazetede kısa hikâyelerini yayınlatır.

On üç yaşında annesini, 22 yaşında babasını kaybeder. Annesinin erken ölümünü ‘başıma gelebilecek en büyük felakettir,’ diye anlatır. Aile, babanın evde yarattığı derin bir yas dönemine takılıp kalır. Babasıyla duygusal bir dayanışma göstermek için Virginia, ondan daha rahatsız olduğunu kanıtlayan belirtiler sergilemeye başlar ve ailenin en hasta üyesi olur. Derin bir sıkıntı içindedir, başkalarından dehşet duyma derecesinde korkar, kendisine seslenildiğinde kıpkırmızı olur, nabzı hızlı atmaya başlar, ona başkalarının duymadığı bir takım şeyler söyleyip duran korkunç iç seslere kulak verirken dehşete kapılır.

1904’te, babasının ölümünden sonra, ikinci ve daha ağır bir çöküntü yaşar. Yeniden, ona ısrarla çılgınca şeyler yapmasını söyleyen sesler duymaya başlar, bu seslerin, onu geçmişteki ‘serkeşlikleri’ yüzünden cezalandırdığını söyler, onları susturmak için, yemek yemekten vazgeçmeyi dener ve ilk intihar girişiminde bulunur. İntihar girişimi, ciddi olmaktan çok bir tavırdır. Aklı iyice karışmış olarak odasında yatarken, kuşların Yunanca öttüklerini, açelya tarhlarına gizlenmiş VII. Edward’ın oradan ona açık saçık laflar ettiğini söyler.

Virginia 1910’da bir çöküntü daha geçirir. Bu çöküntünün nedeni, öncelikle çok geçmeden bitirmeyi ümit ettiği ilk romanı The Voyage Out’un karşılaşabileceğini düşündüğü olumsuz okur tepkilerinden duyduğu korkudur. Ablası onun özel bir bakım evine girmesini sağlar. Virginia, aynı bakımevine 1912 Şubatında, Leonard Woolf’tan evlenme teklifi aldıktan hemen sonra bir kere daha girer.

1904 Yılında Bloomsbury’ye taşınmış ve Bloomsbury grubu içindeki birçok ünlü edebiyatçı ve cinsel konulardaki özgürlükçü tavırlarıyla tanınan bir grup entelektüelle tanışma fırsatını bulmuştur. Grupta John Maynard Keynes, E. M. Forster, Roger Fry, Duncan Grant ve Lytton Strachey gibi ünlü kişiler vardır. 1912’de, 30 yaşında, Leonard Woolf ile evlenir. Leonard Woolf eşi için bir basımevi kurar ve yazdığı kitapları yayımlar. Evlenerek Virginia sadece bir koca değil, yaşamının geri kalanını tamamen idaresine alabilecek yetenekte bir hemşire-bakıcı, kahya-mabeynci edinir.

Beşinci kez bunalım geçirmesinden sonra Bloomsbury’den Richmond’a taşınmalarına karar veren de Leonard olur. Burası aileden ve dostlardan yeterince uzaktır, olur olmaz zamanlarda uğrayıp onun Virginia için saptadığı rutini bozmaları ihtimali azalacaktır. 1913’te, yalnızca 13 aylık evlilikten sonra, Virginia yaşamını çıkmazda hissederek bir kez daha oldukça ciddi bir intihara kalkışır. 1915’te tekrar toparlanır ama geri kalan yaşamı boyunca Virginia dönem dönem krizler geçirmeye devam eder.

Romanlarını yazarken Virginia çektiği zihinsel acıların anılarından ve kendisini tedavi eden doktorlarla edindiği deneyimlerden yararlanır. Dışa Yolculuk’un kadın kahramı Rachel, ağır ateşliyken Virginia’nınkine benzer sanrılar geçirir. Mrs. Dalloway’de, I. Dünya Savaşı sırasında tanık olduğu cinayet ve katliamların anılarını üzerinden atamayan, savaştan yeni dönmüş genç Septimus Smith sesler duyar ve annesinin ölümünün hemen ardından, Virginia’ya olduğu gibi, duyguları körelir, tatma ve dokunma duyularını yitirir.

1939’da, II. Dünya Savaşı’nın başlamasından hemen sonra, intihar Virginia’nın çok düşündüğü bir konu haline gelir. Bir Yahudi olarak Leonard, Nazi tehlikesinden Virginia’ya oranla daha derinden etkilenir. Savaşın patlak vermesini beklerken, yaşamını ‘insanın kötü, isimsiz bir dehşetten kaçmaya çalıştığı o kabuslardan biri’ne benzetir.

Son kitabı Perde Arası romanını yazarken artık kendisini yeterince yetenekli hissetmemeye başlar, yeteneğini kaybettiğini düşünür, her gün savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stresle, dehşet ve korku sonucu bunalıma girer. 1941 yılında, içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayarak evlerinin yakınlarında bulunan Ouse nehrine ceplerine taşlar doldurup, atlayarak intihar eder. Virginia Woolf, geride iki intihar mektubu bırakır; birisi sevgili ablası Vanessa Bell’e diğeri ise kocası Leonard Woolf’a.

Virginia Woolf hep muhalif, avangarde ve ilginç kimlikli biri olur. 28 Yaşında, kardeşi ve arkadaşıyla, suratını isle karartıp, sakal-bıyık takıp, kaftan ve türban giyip erkek kılığına girer ve Habeşli prens taklidi yaparak donanmada çok ciddi bir diplomatik heyetin içinde, H.M.S. Dreadnought gemisinde törene katılır. 1913 Yılında, Kadın Ortak Çalışma Grubu’ndaki bir toplantıda yüzleri içtenlik dolu, ‘isimleri bile kırlarda, bayırlardaki taşlar kadar ağır’ işçi kadınları dinler. Onlarla ilgili olarak ‘hiçbir şeye hafifçe dokunamıyor bu kadınlar, ‘kurşunkalemleri süpürgeymiş gibi’ kavrıyorlar, ağır kadınlar bunlar, gürbüz, başına buyruklar, kendilerine ait bir mizah duygusuna sahipler’ der ve bu kadınlara boşanmanın, eğitimin, oy vermenin kadınlar için iyi olan her şey’in önemini öğretir.

1930’larda Virginia Woolf’un romanları uluslararası ün kazanmış, önemli bir yazar olmuştur. 1933 Yılında, Londra Kadın Hizmetleri Cemiyeti’ne seslenen ateşli bir feministtir ve onlardan ısrarla yuvadaki Meleği öldürmelerini ister; Viktoria Dönemi’nden kalma, kadınlara her şeyden önce erkeklerini hoş tutmalarını, sevecen olmalarını, pohpohlamalarını, her türlü hile ve marifeti kullanarak kadınların da bir aklı olduğunu gizlemelerini öğütleyen yaratığı!

1934’te, 50 yaşında, uluslararası üne sahip bir kişi, başarılı bir yazar ve eleştirmendir. Trinity Colloge’in müdürü ondan Cambridge’deki Clark derslerini vermesini ister. Bu onura layık görülen ilk kadın, babası, Sir Leslie Stephen’ın da bir zamanlar kabul ettiği bir onur olmasına karşın reddettiği gibi, Manchester Üniversitesi’nden önerilen onur üyeliğini ve Kraliyet Onur Nişanını da reddeder. 1937’de Yıllar romanı kısa sürede Amerika’da bestseller listesinin tepesine tırmanır.

1941’de, ölümünden sonra, arkadaşı E.M. Forster ondaki göz kamaştırıcı çeşitliliği şu benzetmeyle özetler: ‘Bakımlı bir bahçenin tarhında -esoterik edebiyatın tarhında- boy atması beklenen bir bitki ki, köklerini itiyor, çıkıyor, her yerde boy veriyor, girişteki yolun çakıllarını delip geçiyor, hatta mutfak avlusunun taşlarının bile. Her şeyle ilgilenirdi, yaşı arttıkça ilgilendiği şeylerin sayısı da arttı, hayatı merak ederdi; hem de sertti, duyarlı ama sert.’

Roman Özeti:

Mrs.Dalloway romanının başkarakteri Clarissa Dalloway, Westminister’daki evlerinde, akşam, büyük bir parti verecektir. Roman boyunca okur, Clarissa’nın bir gününü yaşarken, bir yandan da geçmişiyle ilgili detayları, kendisi ve hayatı hakkındaki düşüncelerini öğrenir, bu bir gün içinde onun hayatına değen, yakınından geçen Londra halkının da yaşamlarına tanık olur.

Mrs. Dalloway, en yakın çocukluk arkadaşı Peter Walsh ve Sally Seton, kocası Muhafazakâr Parti üyesi Richard Dalloway, kızı Elizabeth ve kızının tarih öğretmeni tutucu, hoşgörüsüz Mrs. Kilman, çiçekçinin bulunduğu sokaktan geçmekte olan, Birinci Dünya Savaşı’na katılmış, çok yakın bir arkadaşının ölümüne şahit olmuş ve bunalım içinde olan Septimus Warren Smith ve kocasına aşık İtalyan karısı Lucrezia, Septimus’u kliniğe yatırarak tedavi etmeyi düşünen ama onu intihara sürükleyen, tanınmış ancak insanları kontrol altına alarak susturmayı yeğleyen psikiyatr Sir William Bradshaw, Doktor Holmes, partiye katılan Başbakan, aristokratlar ve önemli devlet görevlileri, eşleri ve daha birçok kişinin yaşamı bu kısa günde kesişir.

Romanın başarısı ‘şimdiki zaman’ algısına ve anın çok katmanlılığına olan vurgusudur. Yazar romanda olay akışını, parti hazırlıklarından bitişine kadar on iki saat gibi kısa bir süreyi kapsasa da, hem ‘geçmişi’ hem ‘şimdiyi’ bu süreye sığdırmayı başarır. Tüm hayat ‘şimdi ve burada’ olarak resmedilir. Çeşitli bakış açılarıyla (Clarissa Dalloway, Septimus Warren Smith ve Peter Walsh) anın algılanmasındaki farklılıklar ortaya koyulur. Aynı günü, aynı şehirde yaşayan her bir karakterin iç sesleri, yaşamın ve şimdinin zenginliğini yansıtır ve sıradan bir parti düzenleme olayı, müthiş kurgusuyla, yaşamı, ölümü ve tercihleri içeren tüm bir hayat hikâyesine dönüşür.

Bir diğer başarılı nokta, anın birleştiriciliğine olan vurgusudur. Mrs. Dalloway ve Septimus Smith romanda birbirleriyle hiç karşılaşmazlar. Fakat onları birleştiren birçok unsur romanda belirtilir. Sokaktan geçen bir arabanın lastiğinin patlaması, hem çiçekçi dükkânında Mrs. Dalloway’i hem de sokaktan geçmekte olan Septimus ve Lucrezia Smith’i korkutur. Gökyüzündeki reklâm uçağına hem parkta oturan Smithler, hem de eve dönmekte olan Mrs. Dalloway şahit olur. Daha sonra parkta uyuklayan Peter Walsh, Smithler’i görüp “O olsaydı şu mutsuz sevgililerle konuşurdu garanti” diyerek Mrs. Dalloway ile aralarında bir bağ kurar.

Septimus Warren Smith, Mrs. Dalloway’in içinde gizlediği diğer yanını temsil eder. Sonunda ölümü tercih etmiş olması ve ruhunun hapsedilmesine karşı gelişi, Mrs. Dalloway’in onunla duygudaşlık kurmasına ve kendini özdeşleştirmesine neden olur. Savaşın etkisiyle ruhsal bunalıma sürüklenen Septimus, delilikle sağlıklılık arasında gidip gelirken kendini burjuvaziye yem etmemeyi seçer. Clarissa ise, Peter’la bir maceraya atılmak ya da Sally’ye âşık olmak yerine, burjuvanın uygun gördüğü ve beğendiği bir kadın olmayı seçmiştir. Septimus, burjuva toplumuna uymadığı için acı çekerken, Mrs. Dalloway uyduğu için acı çekmektedir. Roman, her seçimin bir vazgeçiş olması üzerine yazılmıştır. Hem Mrs. Dalloway, hem Septimus Smith, dramatik bir seçim yapmıştır. Septimus, hiç bir zaman burjuva toplumu içinde kabul görüp anlaşılmayacağını düşündüğü için, kendi hayatından vazgeçer. Mrs. Dalloway de burjuvada bir yer edinememekten korktuğu için, uçarı ve çılgın hayatından vazgeçmiştir. Mrs. Dalloway, yaşamı seçmiş gibi görünse de aslında ruhunun özünü öldürmüştür.

Virginia Woolf, tüm romana hâkim olan bu ‘şimdi ve burada’ hissini ayakta tutmak için ortak zaman ve ortak mekân öğelerini de başarıyla kullanır. Roman boyunca duyulan Big Ben saat kulesinin çan sesi, her karakter için zamanın kaçınılmazlığına ve değiştirici gücüne vurgu yaparken, diğer yandan tüm güzelliği ile Londra şehri, romandaki bütün karakterlerin çok sevdiği ve vazgeçemediği ana fon olarak karşımıza çıkar.

Romanda en sık karşılaştığımız olgu, Woolf’un yaşamında da önemli bir yer tutan ölüm ve yaşam çatışmasıdır. ‘Hayatı seviyorlar’, ‘ölümün herşeye mutlak son vereceğine inanmak avutmuyor muydu?’, ‘çünkü septimus kendimi öldüreceğim’,’ırmağın kıyısında dururlarken ansızın “şimdi kendimizi öldüreceğiz…’, ‘böyle bir sefil adam için insan doğasının vereceği hüküm ölüm olurdu’, ‘ ve bu intihar işi nasıl girişilirdi buna…’, ‘ ölüm bir meydan okuyuştu. Ölüm iletişim kurma çabasıydı….. Ölüm bir kucaklaşmaydı’, ‘eğer şimdi ölecek olsam en büyük mutluluğu yaşardım demişti clarissa bir keresinde kendi kendine beyazlar içinde aşağı inerken’, ‘onun intihar etmesinden memnundu, kendileri yaşarken onun hayatını fırlatıp atmış olmasından’.

Romanda burjuva hayatı, rahatlıkları ve sıkıntıları betimleniyor. ‘Clarissa bir başbakanla evlenip bir merdivenin tepesinde duracaktı’, ‘Richard, ikinci sınıf bir beyinle kabineye giremez’, ‘birada yaşayanlar arasında biraz özgürlük olmalıydı’, ‘kusursuz centilmenler onu maddiyatçı bir ev kadınına dönüştürür’, ‘en değersiz tabakadandı, yüzeysel kültüre sahip zenginler sınıfından’, ‘Clarissa gülleriyle ilgilendiği kadar ilgilenmezdi Ermenilerin yok edilmeleriyle’, ‘iliklerine kadar hissediyorlardı bunu, hepsinin yani İngiliz halkının simgesiydi başbakan.’

Savaşın acımasızlığı, insanları savaşa gönderen değerler dile geliyordu. ‘Ölüleri düşündüler, bayrağı, imparatorluğu’, ‘Septimus savaş katılmıştı cesurdu o’, ‘krallara ilahi bir biçimde bahşedilen cennet hayatını’, ‘Savaşı düşününce acıları unutmanın mucizesine inanıyordu Richard Dalloway’, ‘savaşta, İngilizlerin her zaman haklı olmadığını düşünenler de vardı’, ‘dünyanın en acımasız şeyleridir aşk ve din. Ruhun mahremiyetini mahfeder.’

Romanda toplumsal ayrımcılığın, tutsaklığın öznesi kadınlar da vardır. ‘Hintli kadınlar’, ‘evlen de gör’, ‘bazı kadınlar için evlilikten kötüsü yoktur’, ‘çok da dişiydi; kadınlara özgü olağanüstü bir yeteneğe sahipti, nerede olursa olsun kendi dünyasını kurabiliyordu’, ‘Clarissa bile değildi Mrs Dalloway’di’, ‘Lady Bruton…erkek gibi konuşmasıyla’, ‘ama bu erkekler adası aziz vatanın damarlarındaydı’,’hayatını boşa harcamış Mrs.Dalloway’, ‘Mrs. Kilman’ın sevimsiz bedenine verilen ceza gurur kırıcıydı’, ‘Sally’de anneliğin yumuşaklığı vardı üzerinde, ama benciliği de’, ‘İngiliz aristokrasisi, orta sınıf temsilcilerinin kadın konusundaki yaklaşımları; hiçbir şey okumazlar, düşünmezler, hissetmezler’, ‘Hem kendisinin aklındakileri anlayacak erkek var mıydı? Hayat hakkındaki düşüncelerini? Hem Richard hem de Peter yanılıyordu. Clarissa sadece yaşamayı seviyordu.’

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.