Baas rejiminin ordusu İdlib’e yürüyor. Türkiye yeni gözlem noktaları kurup askeri sevkiyat yapıyor. Ancak Baas rejimi bir hafta içerisinde TSK’yı iki kez vurdu. Bölgenin hava kontrolü Rusya’da. Bu devletler kozlarını sahada paylaşırken, bedeli büyük bir savaşla karşı karşıya olan İdlib halkı ödüyor.
2011 yılının 15 Mart’ında başlayan Suriye Devrimi önemli ölçüde yenildi. Ayaklanmayı başlatan sivil ve demokratik güçler, Esad rejiminin kanlı saldırısı sonucu muhalefetin de silahlanmasıyla, yerlerini daha mezhepçi ve dış güçlerden destek alan unsurlara bıraktılar. ABD ve Rusya başta olmak üzere bütün küresel ve bölgesel güçler savaşa bir şekilde dahil oldular. Devrimin militarize olması ve dış etkilere açık hâle gelmesi, Baas diktatörlüğünün kazanacağı ortamın zeminini hazırladı.
Şimdi rejim, Suriye’nin Rojava dışında kontrolü dışında olan tek bölgelerine, Halep’in batı kırsalına ve İdlib’e operasyonlar düzenliyor. Rusya, bu askeri harekâtı destekliyor. İdlib, Suriye’nin farklı bölgelerinde devrimin güçlü olduğu kentler rejim tarafından geri alındıkça kaçan sivillerin ve muhalefetin üssü olmuştu. Türkiye, PYD’ye destek veren ABD ile arasının açıldığı dönemde, Rusya ve İran ile Soçi ve Astana süreçlerinde işbirliği yapmaya başlayınca, İdlib’deki fiili durumun da bir parçası hâline gelmişti. Buralarda askeri gözlem noktaları kurulmuş ve “gerginliği azaltma bölgeleri” oluşturulmuştu.
Rusya-Türkiye gerginliği
Şimdi Astana mutabakatının tarafları birbirlerini suçluyorlar. Türkiye, Rusya ve Esad rejiminin, anlaşmayı ihlal eden askeri operasyonlar düzenleyerek ilerlediğini iddia ediyor. Rusya ise Türkiye’nin “kendisinin desteklediği muhalefet ile teröristler arasındaki ayrımı yapmadığını” öne sürüyor. Türkiye, Rusya’nın hava sahasını açması ve onay vermesi sonucu sınır ötesi harekât yaparak PYD’nin elindeki Afrin’i ele geçirmişti. Daha sonra, Rusya’nın davetiyle Astana’nın bir parçası olarak daha güneye indi ve İdlib’in kuzeyine yerleşti. Şimdi Rusya, Baas rejiminin ilerleyişine destek verdiği için Türkiye sahada sürekli olarak zor duruma düşüyor.
Daha önceden, Türkiye’nin gözlem noktaları sürekli Baas rejiminin kuşatması altına düşüyordu. Ancak Türkiye’nin zor duruma düşmesinin daha net örnekleri Şubat ayında iki kez görüldü. TSK, İdlib’e giden son kapı olan Serakib kentinde üç yeni gözlem noktası oluşturdu. Bunlar için sevkiyat devam ederken 3 Şubat’ta TSK vuruldu, 5’i asker 3’ü sivil personel olmak üzere toplamda 8 kişi öldü. Türkiye bunun ardından sert açıklamalar yapıp, “intikamın missiyle alındığını” iddia etti. Rusya ise TSK’nın Serakib’de yaptığı işlerden kendilerini haberdar etmediğini iddia etti. Türkiye, Rusya’ya bilgi verdiklerini, rejimin kendilerini buna rağmen vurduğunu söyledi. Rusya’nın açıklaması, TSK’nın onlara sormadan hareket etmesi hâlinde vurulabileceğinin teyidi anlamına geliyor.
TSK askerlerinin ölmesinin ardından, Türkiye ile Rusya arasındaki heyetler görüşmeye devam etti. 10 Şubat’ta ise 5 TSK mensubu daha öldü. Türkiye bir yandan İdlib’e yoğun bir askeri sevkiyat yapıyor. Erdoğan, rejime Şubat sonuna kadar, TSK’nın gözlem noktalarının gerisine çekilmesi için süre verdi. Rejimin ordusu ise TSK’yı vurduktan sonra onun güneyindeki bölgeden ilerleyerek Serakib’i ele geçirdi. Türkiye’de hükümet, sanki Rusya’nın aradan çekileceği bir durumda rejimle karşı karşıya gelebilecekleri ve İdlib’i almasını engelleyebilecekleri bir ihtimal varmış gibi davranıyor. Ancak Rusya’nın Afrin’de operasyona izin vermesiyle Baas rejimine yönelik bir operasyona izin vermesi aynı şeyler değil. Putin en başından beri Suriye rejimine aktif bir destek veriyor ve onun hamisi konumunda.
Türkiye neden zorda?
Türkiye’nin düştüğü zor durumun temel sebebi, AKP’nin MHP ve Ergenekon artıklarıyla kurduğu yerli milli ittifakın dış politikada her cephede yayılmacı heveslere sahip olan, bunları emperyalist büyük güçler arasındaki çatlakları kullanarak gerçekleştirmeye çalışan stratejisi. Ne ABD’ye ne Rusya’ya tam olarak bağlı olan, ancak diğer yandan hem ABD’ye hem Rusya’ya bağımlılığı içeren bu stratejinin sonuna gelinmiş durumda.
Türkiye’nin Suriye’de iki amacı var. Birincisi, Suriye’nin kuzeyinde Kürtlerin bir devlet veya özerk bölge oluşturmasını engellemek. İkincisi ise iç politikada sorun olarak gördüğü göçmenlerin yenilerinin Türkiye’ye akışının önüne geçmek. Kürt meselesinde Ekim ayında gerçekleştirilen askeri harekât ilk başta başarı kazanmış gibi görünüyordu. Ancak Barış Pınarı Operasyonu, ABD ve Rusya ile yapılan anlaşmalarla sona erdirildi. Operasyonun bitişini TSK değil Rusya duyurdu. Şimdi İdlib’deki krizle birlikte, Türkiye, Barış Pınarı bölgesinde Ruslarla gerçekleştirilen ortak devriyelere katılmamaya başladı. Libya ve İdlib’deki krizler, bu bölgeyi de etkileyebilir. Hem ABD hem Rusya, Türkiye’nin tüm ısrarlarına rağmen bölgedeki Kürt siyasetiyle iyi ilişkilerini korumaya devam ediyor.
Türkiye ile Rusya arasındaki İdlib gerginliğinin öncesi ise Libya’ya dayanıyor. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz sondaj çalışmalarında, Mısır-İsrail-Yunanistan ittifakına karşı Türkiye, Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile bir anlaşma imzaladı ve çok geniş bir bölgede çalışma yapma hakkının kendisinde olduğunu iddia etti. Ancak Libya’daki UMH, ülkenin doğusunu kontrol eden Libya Ulusal Ordusu’na ve onun başındaki Hafter’e yenilmek üzereydi. Dolayısıyla Türkiye savaşa aktif olarak dahil oldu, Suriyeli savaşçıları yolladı. Rusya ise yoğun bir biçimde Hafter’i destekliyordu. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de tüm bölge ülkelerini karşısına alan politikası, İdlib’de de zor duruma düşmesine yol açtı.
Bedeli İdlib halkı ödüyor
Türkiye’nin Suriye topraklarında askeri güç bulundurmasına karşı olmamız, onun karşısındaki güçleri aklamıyor. Rusya ve Baas rejiminin İdlib’e ilerleyişi, sivil halkın sürekli olarak bombardımana tutulmasıyla gerçekleşiyor. Kent merkezine yaklaşıldığında ise büyük bir savaş çıkacak. Suriye Devrimi’nin yenilgisinin sembolikleştirilmesi adına İdlib dümdüz edilecek ve muhtemelen binlerce kişi ölecek. Türkiye’de maalesef solun önemlice bir bölümü, 2011’den beri ayaklanan kitleler karşısında Esad’ın tekrar kontrolü eline geçirmesini savunuyordu. En başından beri bu anlayışa karşı Suriye’nin işçileriyle ve yoksullarıyla dayanışmayı örenler olarak, bir kez daha İdlib halkının yanında olmalı ve Baas rejiminin operasyonlarına da karşı çıkmalıyız. İdlib’in düşmesi, binlerce kişinin kanının akması, milyonlarca kişinin yerinden edilmesiyle gerçekleşecek.
2019 küresel isyanların yılı olmuştu. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da da Cezayir, Sudan, Lübnan, Irak ve İran isyanlarla sarsıldı. Diktatörler devrildi. Bu dalga 2020’de büyürse, Suriye’de de yeniden geniş kitlelerin aşağıdan mücadelesine dayanan bir dinamik ortaya çıkabilir. Ancak diğer yandan, Suriye Devrimi’nin derslerini çıkarmalıyız. Her yerde olduğu gibi Suriye’de de mezhepçiliğe ve emperyalizme karşı, farklı ulusal ve dini kökenlerden emekçileri birleştirecek politikalar üreten devrimci örgütlerin güçlenmesi gerekiyor. Suriye’de mücadele eden sosyalistlerden oluşan Devrimci Sol Akım, böylesi bir perspektifle örgütleniyor.