Konusunu ‘Rus Edebiyatında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VII. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 16 Aralık Çarşamba akşamki toplantısında, dönemin dördüncü kitabı olan Fyodor Dostoyevski’nin(1821-1881) Yeraltından Notlar’ını(1864) bize Serkan Gürpınar sundu ve tartışmaya açtı.
Dostoyevski ailesi soyadlarını, Batı Rusya’daki Pink bataklıklarına yakın, Rusya’nın en kasvetli ve etnolojik açıdan en karmaşık (Polonyalılar, Litvanyalılar, Beyaz Ruslar, Yahudilerin bir arada yaşadıkları)yerlerinden biri olan ‘Dostoievo’ köyünden alır. Dostoyevski, doktor bir baba ve bir tüccarın kızı olan annenin altı çocuğundan biri olarak Moskova’da doğar ve büyür. Kalabalık olunmasına karşın çocukluğu, toplumsal yaşama çok karışmayan bir ailenin içinde, yalnızlık içinde geçer. Bu durum romanlarına da yansır. Romanlarındaki karakter sayısı, eserlerin hacmine oranla oldukça azdır.
1838 Tarihinde, katı disipliniyle tanınan Petersburg Mühendis Okulu’na gönderilir. Arkadaşları, sinirli ve aşırı duyarlı bir yapıya sahip olduğu için ona ‘Ateş Fedya’ lakabını takar. 1843’te Petersburg Mühendis Okulu’ndaki öğrenimini tamamlayarak, Petersburg’da, Savaş Bakanlığının Mühendislik Dairesinde bir göreve atanır. Bu sırada önce annesini, ardından babasını kaybeder. Kalan mirastan aldığı payı müsrifçe harcar ve müzmin maddi sıkıntılar yaşamaya başlar. Dairede bir yıl çalıştıktan sonra, ‘nefret ettiği askerlik mesleğinden’ istifa eder. Bu tarihten sonra, kaleminden başka bir kazanç kaynağı kalmaz.
İlk kitabı İnsancıklar (1846),beğenilir ve eleştirmenlerce ‘Yeni bir Gogol’un doğuşu’ olarak sunulur. Turgenyev, Nekrasov ve Annenkov, kaleme aldıkları bir hiciv yazısında Dostoyevski’yi ‘Üzgün Çehreli Şövalye’ diye adlandırır. Bu hicivde yer alan ‘Edebiyatın yüzünde/ Vakti geçmiş bir sivilce gibi çıktın’ dizelerinden hareketle ‘Edebiyat sivilcesi’ olarak anılmaya başlanır. Bu Dostoyevski’nin yaşamı boyunca dert edeceği bir olay olacaktır.
1849’dan başlayıp yaklaşık on yıl süren bir zaman dilimi Dostoyevski için ‘felaket yılları’ diye adlandırılabilir. 1846-1847 kışından başlayarak toplantılarına katılmaya başladığı Petrashevski topluluğu, Çar tarafından izlemeye alınır, yazılacak makaleleri yaymak için bir baskı makinesi kurmayı kararlaştırdıkları bir dönemde, 1849’da, aralarında Dostoyevski’nin de bulunduğu üyeler tutuklanır. Dostoyevski’ye yüklenen tek suçlama topluluğun bir toplantısında Rusya’da yasaklanmış olan Belinski’nin, Gogol’ü dini ve politik Ortodoksluğa döndüğü için sertçe yerdiği mektubunu okumuş olmasıdır.
1849 yılında tutuklanıp ölüm cezasına çarptırılan Dostoyevski, sekiz ay hapishanede yattıktan sonra diğer tutuklularla idam edilecekleri yere götürülürken, tam kurşuna dizilmek üzerelerken, af kararı çıkar, idamdan kurtulur. Ancak bu an, Dostoyevski’de silinmez bir iz bırakır. Daha sonra kaleme aldığı Budala romanında kahramana şöyle dedirtecektir; ‘Bir insanı cinayet işlediği için idam etmek, suçun kendisiyle kıyaslanamayacak denli büyük cezadır. Ama idamda, ondan kaçamayacağımızdan emin olmamız, bütün o korkunç işkenceyi doğurur ve bu işkenceden daha büyüğü yoktur yeryüzünde. İnsan tabiatının, delirmeden buna dayanabileceğini kim söyleyebilir?’
İdam cezası, dört yıl kürek ve altı yıl adî hapis cezasına dönüştürülür ve Sibirya‘ya sürülür. Suç ve ceza kavramları ile en yoğun şekilde burada tanışır. Sürgünde geçirdiği dört senenin ardından 1854 yılında kürek cezasından kurtularak er rütbesi ile kışla hizmetine verilir. Semipalatinski’de zorunlu ikamete mahkûm edilir. Burada,1857 yılında evlenir. 1859 Yılında, sürgünden St.Petersburg’a döner.
Kumar bağımlılığı, kumarda kaybedilen paralar, tefecilere verilen ve çoğu alınamayan rehin eşyalar, birçok kişiden alınan borçlar ve krize dönüşmüş ilişkilerle büyük bir hayal kırıklığına dönüşen yıllar geçer. Acı çekmeyle acı çektirme arzusu, sadizmle masoşizm, aşağılamayla aşağılanma durumlarını ona bu dönemde kurduğu ilişkileri düşündürür denilebilir. ‘Aşağılanmanın zevkleri’ denilebilecek ‘Yeraltından Notlar’ı yine bu dönemden sonra yazar.
Maddi sıkıntılar Dostoyevski’yi boğmaya başlar. ‘Muhtaç Durumdaki Edebiyatçılar Sandığı’ndan aldığı yardımlarla ayakta durmaya çalışırken bir yandan da Suç ve Ceza’yı,Kumarbaz’ı; Budala’yı tamamlar.
Dar olanaklarla Avrupa’da seyahatlerine gider. 1867 Yılında yaptığı bu seyahatlerin birinde, Turgenyev’le Dostoyevski arasında uzun yıllar izleri sürecek olan bir çatışma yaşanır. Dostoyevski, Turgenyev’den aldığı ve uzun süredir ödemediği borcu nedeniyle mahcubiyetle gurur arasında gidip gelmektedir. Yine de o sırada Baden’de bulunan Turgenyev’i ziyaret eder. Turgenyev’in, ‘paramı istememden korktuğu için gelmek istemedi’ diye düşünmesinden korktuğu için Turgenyev’i ziyarete gitmek mecburiyetinde hissetmiştir kendini. Turgenyev daha sonra arkadaşlarından birine yazdığı bir mektupta, Dostoyevski’nin o gün kesinlikle borcunu ödemek için değil, yazdığı ‘Duman’ romanı için sövmeye geldiğinden, söz eder. ‘Duman’ romanı yayımlandığında birçok çevrenin şiddetli eleştirisine maruz kalmış ve beğenilmeye düşkün olan Turgenyev, bu eleştirilerden ve kendine karşı yürütülen kampanyayı yönetenlerden biri olarak Dostoyevski’yi görmüştür. Dostoyevski de, o karşılaşmanın onda yarattığı sıkıntıyı, Ecinniler’de Karmanizov karakterinde Turgenyev’in karikatürünü çizerek anlatır. İki yazar, Dostoyevski’nin Puşkin Anıtı açılışında yaptığı konuşmaya dek konuşmazlar. Açılışta barışırlar ancak bu sahte bir barışmadır. Öyle ki, Dostoyevski’nin ölümünün ardından bir yazısında Turgenyev şunları yazar; ‘Ve bizim Sade’ımız (Marqius de Sade ile kıyaslayarak) için bütün Rus piskoposlarının törenler yaptıkları, bu evrensel insanın evrensel insan sevgisi üzerine vaizlerin vaaz okudukları düşünülürse… Doğrusu garip bir zamanda yaşıyoruz’.
Dostoyevski ve ailesi 1871 yazında Petersburg’a döndüklerinde yine parasızdır. Her şeye karşın Aralık 1872 de Ecinniler’i tamamlar.
1872-1877 Yılları arasında gazete ve dergilere yazdığı ‘Bir Yazarın Günlüğü’ makalelerinde kalemini milliyetçi propagandanın hizmetine verir. Bunlar Osmanlı-Rus Savaşı’nın patlak verdiği yıllardır ve Dostoyevski şöyle cümleler kurar; ’…Savaş, teneffüs ettiğimiz ve böyle acizce bir çürümüşlük, manevi bir bunalma içinde oturduğumuz, boğulduğumuz havayı temizleyecektir…’,‘Eğer toplum sıhhatsiz ve bozuksa, uzun süren sulh kadar iyi bir şey bile, topluma zararlı olur… Savaş, açıkça bir, amaç için gereklidir, sıhhat vericidir ve insanlığı rahata kavuşturur’, ‘Belki biz değil ama çocuklarımız İngiltere’nin sonunu mutlaka görecekler!’,‘…Doğu savaşının Avrupa savaşı halini almasından Rusya’nın korkacağı hiçbir şey olmadığına ve hatta eğer çözüm böyleyse, bu şekli almasının daha iyi olduğuna inanıyorum. Elbette, bu korkunç bir şey olacaktır, değerli insan kanı oluk gibi akacaktır. Fakat hiç olmazsa, akan bu kanın Avrupa’yı kurtaracağı düşüncesi teselli vericidir…’
1879-1880 yıllarında kaleme aldığı son romanı ‘Karamazov Kardeşler’ yayımlanır. 28 Ocak 1881 tarihinde akciğer rahatsızlığından öldüğünde, yaklaşık otuz bin kişi tabutunun arkasında yürür.
Yeraltından Notlar, Dostoyevski’nin yazarlık hayatının daha başlangıç yıllarında zirvesine ulaştığı, onun bütün eserlerinin kilit taşı bir eser olarak görülür. Notlar, romancılığında bir eşik, büyük romanlar dizisine bir başlangıç, bir ön söz niteliğindedir. Bir tür itiraflar zinciri niteliğinde olan bu notlar, kimi araştırmacılara göre, varoluş felsefesinin yazınsal düzlemde ilk irdelenmesi, Albert Camus’yü ve Jean Paul Sartre’ı etkileyen temel yapıttır. Çernişevski’nin ‘Nasıl Yapmalı’ adlı eserine bir nevi cevap olarak yazdığı kabul edilir. Çernişevski’nin yine Petersburg’da geçen romanındaki iyimserliğin karşısında Yeraltı’nın karanlık dünyasını, karamsarlığını seslendirir Dostoyevski.
Yeraltından Notlar iki bölümden oluşur. İlk bölüm mevcut toplumsal yaşama yabancılaşmış, bu toplum içinde yapayalnız kalmış, anlaşılamayan, anlaşılamadığı için de değeri bilinemeyen ve böylece haksızlığa uğramış, acılarla kıvranan bir ‘yeraltı adamı’nın, küçük bir memurun isyankâr bir monoloğu, bir tespiti, ortaya atılmış bir tezi özelliği taşır.
‘Daha o zamanlar bile ruhumda bir yeraltı vardı. Beni öyle veya böyle görmelerinden, yakalamalarından, tanımalarından ölesiye korkuyordum. Hep karanlık yerlerde dolaşıyordum’, ‘Dört yanı çamurlu suyla kaplanan bu üstün bilinçli farenin pis kokan çamurlu, bulanık suyu üzerine dökenler, çevresindeki yargıçlar, müdürler, ona kahkahalarla gülen dürüst insanlardır… Orada, iğrenç, leş kokan berbat yeraltındaki yerinde, bizim hakarete uğramış, aşağılanmış, alaya alınmış sıçanımızın içi kısa zamanda soğuk, zehirli, en önemlisi de hiç bitmeyecek bir kinle dolar. Uğradığı hakareti, yüz kızartıcı en küçük ayrıntısına varana kadar sürekli hatırlayacak, her hatırladığında da ona yüz kızartıcı, olmadık ayrıntılar ekleyecek, kendi hayal gücüyle içini daha da büyük bir öfkeyle dolduracaktır.’
Notların ikinci bölümündeyse, bu yeraltı adamının ilk bölümde ortaya attığı tezi ispat etmek istercesine başından geçenleri anlattığı bir hikâyeden oluşur.
Yeraltı adamı, zıtlıklarla dolu bir kahramandır. İçi hınç ve öç alma duygusuyla doludur. İçinde yaşadığı topluma kızgındır, çünkü toplum,‘…herkesten daha akıllı ve daha soylu, daha kültürlü olan …’onun kıymetinin bilmemekte, adeta onu görmezden gelmektedir. Bu da, kimi yerlerde küstahlaşabilen kahramanın kendini bir böcek gibi değersiz hissetmesine yol açmaktadır. ‘Sevgili okuyucularım, sizin dinlemek isteyip istemediğinizi bilemem ama şimdi size niçin bir böcek bile olamadığımı anlatmak istiyorum. Şunu bütün ciddiyetimle belirteyim, pek çok kez böcek olmayı istemişimdir.’
Kendisini böylesine önemserken, içine düştüğü durumlarla baş edemeyen ve kendisini istenmeyen, hor görülen, aşağılanan, düzeyinin altında muamele edilen bir insan olarak hisseder ve her şeyden ve özellikle kendisinden nefret eder. Ayrıksıdır, toplumdaki normal insanlar gibi değildir ve bu yüzden topluma da yabancılaşmıştır. Öyle ki bu yeraltı adamının bir adı bile yoktur. Toplum içinde tanımlanmamıştır adeta. Diğer yandan, bu adam, normal insanlardan olmadığı için, bu insanların oluşturduğu modern toplumun tüm toplumsal kalıplarına da karşıdır. Kalıplar, insanın özgürlüğü önündeki taş duvarlardır ona göre.
‘Böyle bir duvar sanki gerçekten huzur veriyor insana. Ve gerçekten de, sırf iki kere ikinin dört ettiği gibi, kesin olduğu için, hiç değilse belli bir barış sözcüğü içeriyor… barışmaktan tiksiniyorsanız imkansızlıkların da, taş duvarların da hiçbiriyle barışmamak…’
Yeraltı adamı aracılığıyla Dostoyevski, eserinin baş kişisinin toplumsal düzen içinde yalnızlaşmasını, bu topluma yabancılaşmasını anlatırken aslında 19.yy aydınlarına, aydınların ürkekliklerine keskin bir eleştiri getirmektedir. Diğer yandan, yine onun ağzından Batı uygarlığına da, eleştirel göndermeler yapmaktadır. ‘Peki, neyimizi yumuşatıyor uygarlık? İnsanda yalnızca duyguların çeşitliliğini çoğaltır uygarlık. Belki de bu çeşitlilik yüzünden insan kan dökmekte zevkler aramaktadır. En zarif kan dökücülerin hemen hepsi en uygar beyefendilerdir’, ‘Uygarlık… eskiden olduğundan daha iğrenç, daha kötü bir kan dökücü yapmıştır. Eskiden kan dökmede bir adalet arayışı vardı ve insanlar öldürmeleri gerekenleri vicdan rahatlığıyla yok ederlerdi.’
Savaş geleneğinden gelen bir imparatorluğun, en savaşçıl ve dönüşüme açık dönemini yaşadığı bir dönemde, 19.yüzyılın son çeyreğinde, bireyi ve toplumu hedef alan her türlü şiddet uygulamasını, anatomik ve ruhsal bütünlüğü bozucu, maddi ve manevi nitelikteki şiddeti, savaşı anlatan bir eserle karşı karşıyayız. Birey, uyumun, karşılıklı anlayış ve hoşgörünün kaybedildiği bir ortamda, denge, sükunet ve huzurunun nasıl bozulduğu ve kendisinin de bozduğu anlatılmaktadır. Başkişinin sanrıları, bireyin yalıtılmışlığı, kıstırılmışlığı bir iç savaş gibidir. Yazarın dili de bir savaş anlatı gibidir. Her şey ve her keze yoğun bir nefret ve kinle bakmaktadır. Atölye Yeraltından Notları, tüm edebi başarısına ve özgünlüğüne karşın bir savaş romanı olarak değerlendirdi.
Oysa;‘Subay, güzel ve yüceden anlıyorsa, boynuma sarılmak, dostu olmamı istemek için kesinlikle koşarak bana gelmesi gerekirdi. Hem ne iyi olurdu öyle yapsaydı! Ne güzel dost olurduk! Ne güzel! Toplum içindeki yeriyle korurdu beni ben de kültürümle ve… Düşüncelerimle, daha birçok özelliğimle yüceltirdim onu’, ‘Eşit düzeyde gerçek dostluğu severim’, ‘…bir sırdır sevgi ve ne olursa olsun… sakınılmalıdır… Birbirlerine daha çok saygı duyarlar, karşılıklı saygıda ise güzel çok şey vardır…neden bitsin bu sevgi? Onu korumak gerekmez mi?…Ruhlar birleşir, her şeyi birlikte, uyum içinde yaşarlar, aralarında gizli saklı kalmaz…karşılaştıkları en zor durumlar bile mutluluk verir onlara. Yeter ki sevsinler birbirlerini, yürekli olsunlar’.
Savaşın ve şiddetin adım adım yükseldiği 2015 yılı biterken, barıştan yana olanların sevgi ve yüreklilikleriyle huzur ve barışa erişeceğimiz yeni bir yıl dileriz.