16 Nisan akşamı Atölye’nin tartışacağı Hasan Ali Toptaş’ın Gölgesizler isimli kitabını bize Kamer Badur Eğilmez sundu. Yazar ve kitap ile ilgili bilgilerden sonra tartışmaya geçtik. Hasan Ali Toptaş, diğer kitaplarında olduğu gibi Gölgesizler kitabında da taşranın şimdisini, taşra atmosferini, taşralılık hallerini ele alıyor. Taşranın “yetersiz ya da engellenmiş bir toplumsal/ kültürel statüyü” de taşıyan boyutu var. Yoksul evler, kavga ve çekişmelerin hiç dinmediği köy mekanı, varlığını sürekli duyuran yoksulluk, dayanışma duygusunu yitirmiş, sevgisini tüketmiş bir toplum.
Ürküten bir hayat, üstelik sığınacak bir yerin, sevecek kimsenin, kurtuluş vaat eden bir hayat modelinin olmadığı bir mekan kendiliğinden şiddeti üretiyor. Kişiler kaybolarak bir başkası olmaya özenseler de, şiddet, çaresizlik, mutsuzluk, eşyanın solukluğu, birbirini tekrarlayan zamanlar ve renksiz hayaller, romandaki köylülerin tamamını kapsayan bir durum ve peşlerini kayboldukları yerlerde de döndüklerinde de peşlerini bırakmıyor. Taşra, yabancılaşmanın, bir benlik yitiminin ya da yaralı bilinçaltlarının, belki de hepsinden önemlisi kopkoyu bir sıkıntının söz konusu olduğu bir yer. İnsanların iletişimsizliğini, yabancılaşmışlığını, daralmışlığını ve yürekleri çölleştiren dayanılmaz sıkıntılarını hissediyoruz. Roman kahramanlarının hemen hepsi, kesin sınırlarla kuşatılmış dar dünyaların, bu dünyalar içinde daralan, hep bu darlığın ötesindeki bir dünyanın hayalini kuran insanlar. Bir berber dükkanından o dünyaya geçiveriyorlar. Yoksunlukla akraba bir sıkıntıyı hemen hissediyoruz; en iyi taşrada gözlemlenebilecek, en çıplak, en görünür ifadesini taşrada kazanmış bir sıkıntıyı… “taşra sıkıntısı adını verelim buna; taşra sözcüğüne yalnızca mekana ilişkin bir anlam yüklemeden, yalnızca köyü ya da kasabayı kast etmeden; onları da, ama onların ötesinde, şehirde de yaşanabilecek bir deneyimi; bir dışta kalma, bir daralma, bir evde kalma deneyimini, böyle hayatları ifade etmek için….” yazılmış Gölgesizler. Şehirde de taşranın yaşanabileceğini vurguluyor.
Yazar bir söyleşisinde “O kasabalarda yaşadığım yalnızlığın şiddeti de belki beni tümüyle harflerin dünyasına itti. Yazıyı benim için hayatın bir parçası değil, tümü kıldı. Küçük taşra kasabalarında geçen o yaşantı, muhtarı, bağbozumu şenlikleri, minibüsleri, kayıpları, sessiz kadınları, sinema salonuna kaçak giren çocukları, bunalan insanları, kederleri, çıkmazları, gaz lambasının ışığında anlatılan hikayeleri ve daha başka şeyleriyle, yazdığım romanların ve öykülerin örgüsünde de yer aldı tabii”.
Yazar zamanı ve mekanı durdurarak yazmış. Olay her yerde ve her zaman diliminde geçebilir. Kayboluşların, kayıp olmaların hikayesi. Gerçek dünyadan kayıplar alemine geçiveren roman kahramanları belirli bir süre sonra aniden geri dönüyorlardı. Döndüklerinde artık eski onlar olmuyorlardı.
Anlattığı taşra sessiz bir şiddetin, sessizliğin şiddetinin yaşandığı bir yer.Yazar belki şiddeti hedefleyerek kurgulamıyor kitabını ama atmosfer, yazarın dili, düşüncesi şiddet içeriyor.
Erkekler dünyası anlatılıyor. Ancak bu dünyanın yükünü kaderleri o erkeklere bağlanmış kadınlar taşıyor.
Gölgesizler ve yazar edebi olarak katmanlı metinler, büyülü dil kullanmada başarılı olarak değerlendirildi. Özenle bulup çıkarılmış kelimeler, göze olduğu kadar kulağa da seslenen cümle kalıpları, sıfatlar, kelime tamlamaları ve imgelerle zenginleşmiş, çoğu yerde ritmik, melodik bir dil…
Ancak okunduktan sonra akılda sıkıntı, acımasızlık, kadınsızlık ve şiddet kalıyor. Eyleme dökülmese bile sık sık zihinsel linç durumu yaratılıyor. Kitao insan ilişkileri üzerinden şiddet anlatılmış bir savaş destan çığırtkanlığı gibi değerlendirildi. Yazarı genel olarak savaş söylemini üreten bir yazar olarak sınıfladık.