Atölye BAK
Konusunu ‘Edebiyatta adalet arayışları’ olarak belirlediğimiz IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesinin 13 Aralık Çarşamba akşamki dördüncü oturumunun konusu Nikos Kazancakis’in (18 Şubat 1883 – 26 Ekim 1957) Yeniden Çarmıha Gerilen İsa kitabıydı.
Özlem Demircan, yazarın yaşamı, yaşadığı dönem, olayların geçtiği yer ve zaman, kitapta simgesel olarak yer alan İsa ve havarileri Petrus, Yakup, Yahya (Yohanna) ve Yehuda hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.
Nikos Kazancakis, 20. yüzyılın en önemli Yunan felsefecisi ve eserleri yabancı dillere en çok çevrilmiş olan yazarlarından biridir. Girit adasının Kandiye kentinde dünyaya gelir, Atina Üniversitesi’nde hukuk okur, felsefe üstüne çalışmak ve doktora yapmak için Paris’e Sorbonne Üniversitesi’ne gider ve burada Henri Bergson’la çalışma imkânı bulur, Balkan Savaşı sırasında orduya katılır, savaş sonrasında felsefe alanında çeviriler yapar. 1922’den ölümüne kadar birçok ülkeyi dolaşarak, gezi yazıları formatında eserler verir, 1923 yılında Berlin’de bulunduğu sıralarda, komünizm ile tanışır ve Lenin hayranı olur. 1945 yılında Yunanistan’da komünist eğilimli küçük bir sol partinin başkanı olur, Yunan hükümetinde bir yıl kadar bakan olarak görev alır. 1956 yılında Viyana’da Uluslararası Barış Ödülü’nü alır, 26 Ekim 1957 tarihinde Almanya’nın Freiburg şehrinde lösemi hastalığından 74 yaşında ölür. Dokuz kez Nobel ödülüne aday gösterilse de ödülü hiç alamaz. Tiyatro oyunu, şiir, deneme ve gezi yazıları, romanlar yazar. Roman alanında en önemli eserleri: Zorba (1946), Günaha Son Çağrı, Yeniden Çarmıha Gerilen İsa (1954), Bir İlyada Tercümesi, Allahın Fukarası (1957). Yılan ve Zambak (1906) isimli bir şiir kitabı, Gezerken ve Çileci (1927) isimli denemeleri, Odysseia devam kitabı (1928) niteliğinde oyunu bulunmaktadır.
Romanları Vatikan tarafından ‘kara liste’ye alınan, siyasal düşüncelerinden dolayı, hak ettiği Nobel Edebiyat Ödülü engellenen, soğuk savaş yıllarında adı, yapıtları ve kendisi perdelenen Kazancakis, bu engelleri, sürekli kendisini yenileyerek aşar. Yalnızca bir yazar olarak değil, bir filozof ya da bir siyasetçi olarak da anılan Nikos Kazancakis’in, 20’inci yüzyılın çok yönlü yazarlık geleneğinin iyi bir sembolü olduğu, yaşamının büyük bir bölümünü bir gezgin olarak geçirmesinin, Kazancakis’i Kazancakis yapan en önemli faktörlerden birisi olduğu söylenir.
Kandiye’deki Venedik Surlarının kale burçlarından birinin altına gömülür. Mezar taşında Çileci adlı eserinden alıntılanan ‘Hiçbir şey ummuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum, özgürüm,’ yazar.
Nikos Kazancakis’in Yeniden çarmıha gerilen İsa romanı Yunanistan ya da Anadolu topraklarında, Likovrisi (Kurt Çeşmesi) isimli bir köyde, Sovyet Rusya Ekim Devrimi sonrası, Cumhuriyet’in ilanından önce, Kurtuluş Savaşı sırasında geçer. Köyün sayılan yaşlıları ve Papaz Grigoris, Paskalya Yortusunda, her yedi yılda bir kutsal hafta geldiğinde kendi kişiliklerinde, İsa’nın acılarını canlandıracak, İsa ve üç büyük havarisi Petrus,Yakup ve Yahya ile ona ihanet eden Yahuda’yı ve Mecdelli Meryem’i, Pilatus’u ve Kayafa’yı canlandıracak sekiz kişiyi seçerler. Dul Katerina Mecdelli Meryem’i,Alçı yiyici saraç Panayotaros Yahuda’yı, kahveci Kostandis Yakup’u, kayınbiraderi seyyar satıcı ve postacı Yannakos Petrus’u, yargıcın oğlu Mihelis Yahya’yı, yargıcın sürülerinin çobanı Manolios İsa’yı, Yargıç Patriarheas Pilatus’u, köyün zengin tüccar/tefecisi Ladas Baba da Kayafa’yı canlandırmak için seçilir. Kitap, o günden sonra da kimsnin kendisi gibi kalamadığını, kendine verilen rolü elbise gibi giydiğini ve köyün altüst oluşunu anlatır.
Bu seçimlerden sonra köy, bir daha o eski köy, köylüler de eski köylüler olamazlar.
Gerçekleştirilmek istenen bu tiyatro oyunu bir gösteri olmaktan çıkıp hayatın ta kendisi olur.
Kazancakis bu romanında; Yunanlıların sonu iç savaşa kadar giden kendi iç çatışmalarını, komünizmi dinî inançlarının karşısında görüp çıkarlarına ters düşenleri Bolşeviklikle suçlamasıyla başlayan felaketleri acı bir ironiyle okuruna sunar.
Hz. İsa’nın 12 havarisi, ilk ona inanan, İsa tarafından seçilmiş, misyon döneminde ve sonrasında ona yardımcı olan, 12 yakını, Petrus, Andreas, Yuhanna (Yahya), Büyük Yakup, Filipus, Küçük Yakup, Bartalmay, Tomas, Matta, Simon, Taday ve Yehuda’dır. Yehuda İsa’ya ihanet ettiği için daha sonra yerine Matiya seçilir. İsa’nın en yakın ve güvendiği üç elçisi Petrus, Yahya ve Yakup’tur. Bugüne ulaşan ve Vatikan tarafından kabul edilen, havarilerce yazılmış dört incil bulunur; aynı kaynağa dayanan sinoptik incil olarak adlandırılan Matta, Luca, Markos incilleri ve Yuhanna incili.
Havari kelimesi Yeni Ahit’te, İsa’nın yandaşları, öldükten sonra dirilmesine şahit olanlar, Kutsal Ruh’un gücü ile özel bir mertebeye sahip olmuş olanlar, genel olarak Hıristiyan misyonerleri anlamına gelmektedir. Havarilerin görevleri, kötü ruhları kovmak ve hastalıkları iyileştirmek, dünyanın her yerinde İsa’nın misyonunu insanlığa duyurmak, milletleri İsa’nın öğrencisi olarak yetiştirmek ve onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz etmek, insanları tövbeye çağırmaktır. Havariler, kendilerine verilen otoriteye dayanarak, yeme-içme, ahlak, evlenme ve boşanma konusunda kural koyar, insanları ne yapmaları gerektiği hakkında bilgilendirir, cezalandırır, dini törenleri idare eder ve kendilerine halef seçerler.
İncil’e göre İsa, yeniden dirildikten sonra Mecdelli Meryem’e ve başkalarına görünerek kendisinin dirildiğini bildirir; onlar da havarilere haber verirler, fakat havariler inanmazlar. İsa onları imansızlıkları ve yürek katılıkları sebebiyle ayıplarsa da bağışlama yetkisini verir.
Hıristiyan sanatında havariler, İsa’nın sağında veya solunda oturmuş ya da ayakta, bir kısmı sakallı, bir kısmı sakalsız, sol ellerinde genellikle bir cilt veya tomar yahut bir taç tutar vaziyette resmedilirler. Sembollerle ifade edildiklerinde ise altısı çoban İsa’nın sağında, altısı da solunda bulunan koyunlar şeklinde gösterilmişlerdir. Öte yandan her havarinin ayrı sembolü vardır; Petrus anahtar, Andreas kılıç, Yakub isminin altına çizilmiş bir haç, Yahya içinden yılan çıkan bir kadeh, Filipus ucu gül gibi düğümlü bir haç ile sembolize edilmişlerdir.
İncil’de Mecdelli Meryem’in adı, pişman olmuş fahişe olarak geçer. Buna göre, İsa bir gün havarileriyle dolaşırken mesleğini icra etmekte olan bu kadına rastlar ve ona hiçbir söz söylemeden bir süre bakar. Kadın birden silkinir ve fahişeliği bırakarak İsa’nın aradıkları arasına katılır. Bu İsa’nın mucizelerinden biri olarak gösterilir. 1960’dan sonra Harvard’lı ilahiyatçılar bu fahişelik meselesini irdelemiş ve İncil’e sonradan ve özellikle de İmparator Konstantin’in isteğiyle kararlar almış olan İznik Konsili’yle birlikte eklendiğini saptamışlardır. Bu ilahiyatçılara göre Mecdelli Meryem, fahişe değil, gizli bir ezoterik örgütün ‘Baş Rahibelerin’den biridir.
Pontius Pilatus, Yuhanna İncil’inde adı Pilatus olarak geçen Romalı validir. Yuhanna’ya göre İsa yargılanmış ve ölüme mahkûm edilmiştir. Pilatus İsa’nın idamını istememektedir. Bahaneler ileri sürerek infazını birkaç gün erteletir çünkü Paskalya gününe çok az kalmıştır. Geleneklere göre Paskalya günü idam mahkûmlarının infaz edilip edilmeyeceği halka sorulmakta ve eğer o gün, birden fazla mahkûm varsa halk birini seçerek, o mahkûm affedilmesini sağlamaktadır. Paskalya günü, iki idam mahkûmu getirilir, biri İsa diğeri ise Barabbas isimli bir hayduttur. Halk, oylama sırasında İsa’nın muhaliflerinin dolduruşu ile Barabbas’ın ismini bağırır. Bu açık seçime rağmen Pilatus hala İsa için bir kurtuluş arar ama rahipler halkın kararının çok açık olduğunu ve cezanın infazını isterler. Artık yapacak bir şey yoktur ve İsa çarmıha gerilir. İnfazdan sonra Pilatus’un İsa için yapabileceği tek şey daha fazla acı çekmeden bir an önce ölümünü sağlamaktır. Adamlarına emir verir, öğleden sonra üç Romalı asker çarmıhtaki İsa’nın çabuk ölmesi için eklem yerlerini demir balyozlar ile kırmaya giderler. Ancak onlar geldiğinde İsa ölmüştür, onlar da emin olmak için böğrünü mızrakla delerler. İsa’yı çarmıha gerdiren Roma procuratoru/valisi sıfatıyla Pilatus olmasına rağmen İncil’in kini Ferisiler üzerine toplanır. Bunun nedeni tarihsel gerçekler kadar İncil yazarlarının dönemin siyasi otoritesi ile uzlaşı arayışı olarak da yorumlanır
İncil’de Kayafa İsa’nın yargılanmasında başrol oynayan dönemin Yahudi Başkahinidir. İsa’yı sorguya çektikten sonra Roma devlet yetkililerine teslim eder ve idam edilmesini talep eder.
Yuhanna İncili 18 Bab olayı şöyle nakleder: “Böylece Yahuda yanına bir bölük askerle başkâhinlerin ve Ferisiler’in gönderdiği görevlileri alarak oraya geldi. Onların ellerinde fenerler, meşaleler ve silahlar vardı… Sabah erkenden Yahudi yetkililer İsa’yı Kayafa’nın yanından alarak vali konağına götürdüler. Dinsel kuralları bozmamak ve Fısıh yemeğini yiyebilmek için kendileri vali konağına girmediler. Bunun üzerine Pilatus dışarı çıkıp yanlarına geldi. ‘Bu adamı neyle suçluyorsunuz?’ diye sordu. Ona şu karşılığı verdiler: ‘Bu adam kötülük eden biri olmasaydı, O’nu sana getirmezdik.’ … İsa, ‘Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim. Gerçekten yana olan herkes benim sesimi işitir.’…Pilatus O’na, ‘Gerçek nedir?’ diye sordu. Bunu söyledikten sonra Pilatus yine dışarıya, Yahudiler’in yanına çıktı. Onlara, ‘Ben O’nda hiçbir suç görmüyorum,’dedi. ‘Ama sizin bir geleneğiniz var, her Fısıh Bayramı’nda sizin için birini salıveriyorum. Yahudiler’in Kralı’nı sizin için salıvermemi ister misiniz?’ Onlar yine, ‘Bu adamı değil, Barabba’yı isteriz!’diye bağrıştılar. Oysa Barabba bir hayduttu.”
Likovrisi köyünde bir yandan kutsal hafta için hazırlıklar sürer, İsa ve havariler rollerini icra etmeye başlarken, Peder Fotis önderliğinde baskı ve zulümden kaçan bir grup Rum köye sığınmak isteyince işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alır. Başta köyün yargıcını bile yargılamadan asma yetkisine sahip, erkek cariyeleriyle yaşayan Türk ağa, dini ve kiliseyi kendi emellerine ve çıkarlarına göre kullanan Peder Grigoris, otoriteye tapan köyün yaşlı heyeti Rumlara ve onlara yardım edenlere savaş açar, ‘Bolşevik’ diye kovar ve aforoz eder ve İsa rolüne seçtikleri Manolios’u Yortudan önce katlederler.
Sığınmacı Rumlar köyü terkeder, egemen güçler istediğine ulaşırlar. Onca direnişten sonra Manolios’u gömüp köyü terkederken Papaz Fotis ‘Bu delikanlının adı karın üstüne yazılmıştır. Güneş doğdu kar eridi, sularda kaldı adı’ der.
Yeniden çarmıha gerilen İsa’da Kazancakis mitlerin sürekli tekrar eden doğasını İsa’nın çarmıha gerilişi hikayesi üzerinden gösteren yazar, bu yinelemenin farkında olmayan insanları, sıradan insanı ve onun davranışlarını analiz eder. İnsanların, otoritenin, din adamlarının, yargıçların, öğretmenlerin… dini işine geldiği şekliyle yorumladığını iki ayrı din adamının, Papaz Grigoris ve Papaz Fotis karşılaşması ile gösterilir. Papaz Grigoris dini ortaçağ mantığı ve yozlaşmasıyla temsil ederken, Papaz Fotis dini, Hıristiyanlığın ilk dönemindeki yalınlık ve insancıllığıyla yorumlar ve uygular. Yazar, muhafazakâr anlayışın hüküm sürdüğü dönem ve yerlerde dinin nedenli etkin olduğunu anlamak, günümüzde de hala egemen olan ortaçağ zihniyetini ve sekülerleşme hareketini kavramak açısından değerli imgeler sunar.
Küçük bir Yunan köyünde gelenekler yerine getirilmek istenirken, farklı din ve yaşam pratikleri nedeniyle, köyün yapısının, alışkanlıklarının değiştiğini izler, insanoğlunun süregiden ve belki de hiç bitmeyecek ‘trajedisi’ üzerine, İsa ve onun çarmıha (yeniden) gerilişi sembolizminde benzersiz bir alegoriyi okuruz. Her gün, her saat öldürülen, çarmıha gerilen insanlıktır anlatılan. Bitmek tükenmek bilmeyen çıkar çatışmalarının ve kimi zaman da çakışmalarının soluksuz bıraktığı insanlık anlatılır. Yine de Kazancakis sanki insanlığı gömülüp kaldığı bataklıktan çekip çıkarmak ister. Likovrissi’nin ezip geçtiklerini yeniden ayağa kaldırmaya çalışır. “…Papaz Fotis elini kaldırdı ve yola çıkmak için işaret verdi: ‘İsa adına,’ diye bağırdı, ‘yürüyüş yeniden başlıyor, cesaret çocuklarım!’ Ve doğuya doğru, o bitmez tükenmez yürüyüş yeniden başladı.”
Atölye’nin bu seneki teması adalet, kitapta çok belirgin biçimde tartışılıyordu ve düşündürülüyordu. ‘Bir insan adaletsizliğe uğrarsa ve bu adaletsizlik bütünün işine yarıyorsa, o zaman bu adaletsizlik doğrudur!’, ‘Silahlanmış olmazsa, adalet ne yapabilir, bu adaletsiz ve ahlaksız dünyaya kendini nasıl kabul ettirebilir? Biz adaleti silahlandıracağız. Onlarsa adaletsizliği silahlandırdılar.’
Ölümle yaşam arasında bir kavga verilirken seçim yapmak zorunluydu ve onlar kavgayı seçtiler. İstekleri barış içinde olmak, çalışmak ve yaşamaktı. ‘Böyle onursuz ve adaletsiz bir dünyada, kan dökmeden bir şey yapılabilir mi?’ diye sordular.’Sevgi ve öfke dolu yürekleri’ hiçbir şey yapılamayacağına karar vermişti. ‘Yaşam durgun bir su değildir; boyun eğmek, teslim olmak erdem değildir’ diye düşünüyorlardı. ‘Biz bir şiddet ordusu değiliz. Biz adaletsizlikten bıkan, adaletsizliğe uğramış kurbanların ordusuyuz.’
‘İsa yalnızca bir koyun değildir, aynı zamanda da bir aslandır’, ‘İsa, ben dünyaya barış değil, kılıç dağıtmak için geldim, demişti’. İtiraz eden oldu. ‘Bu durumda İsa ile savaş arasında ne fark var’dı ki? Hiçbir şey. Başlangıçta, ‘o zamanlar sabırlı, uysal ve sakindi. Şimdiyse katılaştı’. ‘Tek bir masumun yerine binlerce masum ölecek… Bu doğru olur mu? Bir işe yarar mı? Binlerce insanın yerine bir kişinin ölmesi daha iyi değil mi? Ayrıca bunu isteyen kendisi. Bırakın bizi kurtarmak için ölsün, sonra onun için bir ikon yapar, ona mumlar yakar, bir aziz olduğunu söyleriz. Şimdilik bırakın ölsün.’
Öğretmen Hacı Nikolis, ‘silahlanmayın kardeşlerim’ diye araya girmek ister. ‘Gidip onlarla konuşurum. Onları kandırırım! Hepimiz kardeşiz, köyü kana bulamayın!’ dese de ‘uzlaşma yok!’ der Likovrisi papazı ve kavga başlar. Öğretmen, ‘taraf olmayan bertaraf olur’ saptamasının canlı bir örneğidir. Bir türlü tarafını belirleme cesareti gösterememesi, arada kalarak her iki tarafın ayaklarının altında ezilerek bir çukura yuvarlanmasıyla sonuçlanır/ simgelenir.
Yeni bir peygamber, lider gelse de, egemen olan adaletsizlikse, onu yeniden çarmıha gerecek koşulları yaratan kısır döngüye isyan ederiz. ‘Boşuna İsa’m, boşuna. İki bin yıl geçti ve insanlar seni hala çarmıha geriyorlar. Ne zaman doğacaksın İsa’m? Bir daha çarmıha gerilmeden sonsuza dek aramızda yaşamak için ne zaman doğacaksın?’
Kazancakis de isyan ediyor kitaplarında. ‘Hangi yöne dönmeliyim? İnsanlara doğru mu? Bu yön hem pis hem de kötü kokuyor’, ‘Artık haksızlık bitsin; ya herkes aç ve çıplak olsun ya da herkesin yiyeceği, giyeceği bulunsun,’ çünkü ‘Şurada bir yürek taşıyorum, taş değil, kırılacak.’
Atölye takvimi şöyle:
27.12.2017 Ankara mahpusu Suat Derviş Didem Arslanoğlu
03.01.2018 Morgue Sokağı cinayeti Edgar Allan Poe Evren Ergeç
03.01.2018 Atölye’den sonra Yeni Yıl Yemeği
24.01.2018 Bülbülü öldürmek Harper Lee Kamer Badur-Eğilmez
07.02.2018 Michael Kohlhaas Heinrich Von Kleist Nilüfer Uğur-Dalay
21.02.2018 Mülksüzler Ursula K. Le Guin Murat Tekelioğlu
07.03.2018 Mrs.Dalloway Virginia Woolf Yıldız Önen
21.03.2018 Bunlar da mı insan Primo Levi Şenol Karakaş
04.04.2018 Surname Aziz Nesin Figen Dayıcık
18.04.2018 Boyalı peçe W.Somerset Maugham Şengül Çiftçi
02.05.2018 Venedik taciri W.Shakespeare Asuman Kafaoğlu-Büke
Dönem Sonu Yemeği
AtölyeBAK