Küresel BAK Etkinlikleri
ASF Program ve Hazırlık Toplantıları
1-4 Temmuz’da yapılacak 6. Avrupa Sosyal Forumu’nun (ASF) program grubu toplantısı ve son hazırlık toplantısı 20-23 Mayıs’ta İstanbul’da yapıldı. ASF bileşenlerinin katıldığı toplantılarda son hazırlıklar gözden geçirildi.
Ayrıntılı raporun Türkiye Sosyal Forumu tarafından önümüzdeki günlerde yayımlanacağı toplantılarda seminer birleştirmeleri, açılış ve kapanış toplantılarının konuşmacıları, sosyal hareketler buluşmasının zamanı, yürüyüşün zamanı ve yeri tartışıldı. Küresel BAK olarak ASF’de “Savaş karşıtı hareket”, “Nato karşıtı çalışma ağı” ve “Askeri üslere karşı ağ” toplantılarını örgütleyeceğiz.
Dünyadan Haberler
Türkiye’nin Nükleer Güç Olma Hevesi
BİA Haber Merkezi – 18.05.2010
Nükleer ve konvansiyonel silah kapasitesini arttırma niyetinin ve herkesin daha fazla silahlanma hakkını savunabilmenin adı barış siyaseti değil, caydırıcılık siyasetidir. Bu sefer ikiden fazla kutbu olan yeni bir soğuk savaşın taraflarından biri olarak mı barış ülkesi olacaksınız?
Çok önemli iki haber üst üste geldi. Önce Rusya Devlet Başkanı Medvedev’in Türkiye ziyareti sırasında Türkiye ile Rusya arasında Akkuyu nükleer santralı konusunda bir anlaşma imzalandı. Ardından İran’da Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu’nun katılımıyla İran’a uranyum takasının Türkiye üzerinden yapılması için anlaşmaya varıldı. Devletler arası iki nükleer anlaşma!… Bunun uzun vadede ne anlama geldiğini düşünmeden hükümetin barış çabalarına övgüler düzmenin erken olduğunu düşünüyorum.
Bir şekilde ardı ardına yaşanan bu nükleer gelişmelerin anlamı Türkiye’nin Ortadoğu’da yeni bir nükleer güç olmaya heves etmesi gibi görünüyor. Doğrusu bunu hükümetin yalanlayacağını da pek sanmıyorum. Büyük ülke ve bölgesel güç olma merakı aynı anda büyük ülkelerle ve bölgesel güçlerle yarışmayı da, onların çıkarlarını savunmayı da gerektirir. Şu anki durumda bu pazarlıkların arkasındaki niyet Türkiye’yi uzun vadede yeni bir nükleer güç olmaya aday yapmak olsa gerek.
Bunun en önemli kanıtı Türkiye’nin Rusya’ya ihalesiz ve sermayesi tamamen Rusya’ya ait olacak şekilde birkaç nükleer enerji tesisini birden altın tepsi içinde sunması. Akkuyu gibi halkın 40 yıldır nükleere karşı direndiği bir yerde, kapalı kapılar arkasında yapılan devletler arası bir anlaşmayla 4800 MW büyüklüğünde 4 nükleer reaktör yaptırılıyor. Bu çok büyük bir yatırım. Rusya bu santralı kendi parasıyla yapacak, sonra da üreteceği elektriği bu santralı Avrupa’da yapsa satabileceği fiyatın 2-3 katına bize satacak. Hem de en az 15 yıl alım garantisiyle hepimizi bağlamış bir şekilde…
Rusya gibi bir nükleer güçle böyle bir işe girişeceksiniz, sonra da ihalesiz, yarışmasız, şartnamesiz bir şekilde, kimseye sormadan, halkın tepkisini göz ardı ederek, sadece bir uluslararası anlaşma yasasını meclisten geçirerek, herhangi bir dış politika kararı gibi işi bitireceksiniz!
Türkiye devleti herhangi bir ülkeye anahtar teslim şeker fabrikası yaptırıyor mu? Nerede kaldı en kahraman serbest piyasa savunuculuğunuz? Nükleer santraldan başka hangi yatırım bu kadar gizlilik içinde, tepeden inme metodlarla bir dış politika aracı haline getiriliyor? Sanki bir askeri üs verir gibi, bir devlete stratejik kararlarla bir nükleer santral verildiği açık değil mi?… Hem de uzun yıllar boyunca hepimizin cebinden çıkacak paraları o devlete ödemeyi garanti ederek… Bu neyin heveskarlığıdır?
İran’a uranyum takasını Türkiye üzerinden yapmayı büyük bir diplomatik başarı olarak satmaya çalışanlara konuyu Rusya’ya yapılan bu satışla birlikte değerlendirmelerini öneririm. İlk akla gelen açıklama Türkiye’nin kolay yoldan yeni bir nükleer güç olma hevesinde olduğudur. Türkiye İsrail’in ve İran’ın ardından Ortadoğu’daki üçüncü nükleer güç olmaya mı çalışıyor? İsrail’i ve İran’ı örnek alarak mı ülkenizi barış denizinde yüzdüreceksiniz?
Nükleer santralla nükleer silah arasında kısa bir yol vardır. Bu kadar gözü kara bir şekilde, ne pahasına olursa olsun nükleer santral sahibi olmaya heveslenen, İran’ın nükleer teknoloji hakkını da bu kadar cansiperane savunan bir hükümetin zihninin geri planında hangi niyetlerin yattığını sorgulamak gerekir. (İran’ın sahip olduğu nükleer teknolojinin arkasında da Rusya’nın olması sadece bir tesadüf mü?)
Davutoğlu hayranı yazarlar bunu bir barış hamlesi olarak görüyorlar. Oysa soğuk savaş zamanından beri barış siyasetinin tek bir temel ilkesi vardır: Kendi sahip olduğun silah gücünü tek taraflı da olsa azaltmak, azaltmayı savunmak, karşındakini de buna zorlamak. Yani silahsızlanma…
Nükleer ve konvansiyonel silah kapasitesini arttırma niyetinin ve herkesin daha fazla silahlanma hakkını savunabilmenin adı barış siyaseti değil, caydırıcılık siyasetidir. Bu sefer ikiden fazla kutbu olan yeni bir soğuk savaşın taraflarından biri olarak mı barış ülkesi olacaksınız?
* Ümit Şahin, Yeşiller MYK üyesi.
Iran zenginleştirmeyi tamamen durdurmalı
Star – 23 Mayıs 2010
BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Türkiye’nin uluslararası toplumda artan etkisini övdü. Tahran’a ise uranyum zenginleştirmeye son vermesi çağrısında bulundu
İstanbul’da gerçekleşen Somali konferansına katılmak için Türkiye’ye gelen BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Batı’nın yeni yaptırımlara hazırlandığı İran’a uranyum zenginleştirme faaliyetlerine son vermesi çağrısında bulundu. Türkiye’ye defalarca geldiğini ancak ilk defa Türk gazetecilerle yuvarlak masa toplantısı yaptığını söyleyen Ban Ki-moon, Türkiye’nin son dönemde artan etkisinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.
TÜRKİYE’NİN KATKISI MUAZZAM
“Barış ve güvenlik alanlarında, mali yardım konusunda, Ortadoğu’dan Afrika görevlerine kadar Türkiye’nin BM’ye muazzam katkısı var” diyen Ban Ki-Moon, uluslararası toplumun Türkiye’nin özellikle son yıllarda artan etkisini takdir ettiğini söyledi. BM Genel Sekreteri, Türkiye’nin küresel zorluklarda üstlendiği liderlik rolünü sürdürmesini isterken, Tahran’da varılan nükleer takas anlaşması konusunda geri adım attı. Genel Sekreter, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın girişimiyle sağlanan nükleer takas anlaşmasının olumlu bir adım olduğunu yineledi, ancak yaptırım kapısını açık bıraktı. Uzlaşmanın ardından iyimser bir açıklama yapan Ban, İstanbul’da bu konuda şunları kaydetti: “İran ile ilgili ilk açıklamamda Türkiye ve Brezilya’nın Tahran’la imzaladığı metnin olumlu bir adım olduğunu dile getirmiştim. Ama İranlıların uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini açıklamasından endişe duyuyorum. İran ile ilgili güven sorununun aşılması için şeffaflık ve açıklık anahtar rol oynuyor. BM Güvenlik Konseyi üyeleri hala yaptırımları tartışıyor, bazı ülkeler bastırıyor. Bu noktada bir yargıda bulunmak istemiyorum ama tüm farklı görüşlerin diyalog ve müzakerelerle çözülmesini umuyorum.”
BM KARARLARI İHLAL EDİLDİ
Ban, uluslararası toplumun Ekim ayında takas anlaşmasına büyük destek verirken, uzlaşma sağlanmasına karşın bazı ülkelerin hala yaptırım konusunda ısrar etmeleriyle ilgili olarak şunları söyledi: “İran’ın nükleer faaliyetleriyle ilgili beş BMGK kararı, yaptırımlarla ilgili ise üç karar bulunuyor. Nükleer takasla ilgili temel prensip, İran’ın tüm BMGK kararlarını eksiksiz uygulamasıydı. Takas, İran ile ilgili sorunun bir parçasıydı ancak Tahran uranyum zenginleştirmeye devam edeceğini açıkladı. Bu BMGK kararlarının açık bir ihlalidir. Sorun ve endişe bundan kaynaklanıyor. Takas anlaşması umut verici, ancak İran konusunda diğer endişeler sürüyor.” Türkiye, Brezilya ve İran arasında sağlanan takas anlaşmasının doğru yönde atılmış olumlu bir adım olduğunu tekrarlayan Ban, Brezilya Dışişleri Bakanı Celso Amorim’in Tahran’ın en kısa sürede Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na (UAEK) mektup göndermeye hazır olduğunu söylediğini kaydetti.
TAHRAN: TAKAS SÖZÜMÜZÜ TUTACAĞIZ
Batı’dan gelen eleştirilere İran, ABD öncülüğünde kabul edilen yeni yaptırım karar taslağının uranyum takası anlaşmasını olumsuz etkilemeyeceği yanıtını verdi. İran Meclisi Milli Güvenlik Komisyonu Başkanı Alaaddin Burucerdi, takas anlaşmasına bağlı olduklarını söyledi. Burucerdi şunları söyledi: ‘’ABD’nin alelacele yeni yaptırım kararı aldırtmak istemesi mantıkla bağdaşmıyor. 5+1’ler kendileri olmadan başka ülkelerin girişimiyle bir sorunun halledilmek istenmesinden rahatsızlık duyuyor. ABD’nin aleyhteki propagandaları İran’ın kararını etkilemeyecek.’’
Türkiye ve Brezilya’nın soktuğu çomak
Radikal – 24.05.2010 – Ceyda Karan
Amerikan yönetimi sonunda baklayı ağzından çıkardı. İran’ın nükleer programı etrafında estirilen fırtınayı diplomatik ve barışçı yollardan dindirmek için el ele veren Türkiye ve Brezilya’nın, geçen hafta Tahran’la sağladıkları takas anlaşmasını çöpe atma ve BM Güvenlik Konseyi’ne büyük ölçüde ‘makyajdan’ ibaret yeni yaptırım tasarısı sunma sebepleri anlaşıldı. Takas anlaşmasını kendileri ortaya atmıştı lakin zaten gerçekleşmesini hiç istememişlerdi! Zira ABD Başkanı Barack Obama işe ne kadar samimi koyulursa koyulsun, İsrail ensesinde boza pişirdiği müddetçe menzili belliydi. Ve yönetiminin İran’la nükleer oyunda Tahran’ın kalesine atmak istediği bir gol varsa o da ‘rejim değişikliğinden’ ibaret. Peki nasıl?
‘Hangi baklanın ağızdan nasıl çıkarıldığı’ meselesine geleceğim. Lakin önce teknik terimlerle içinden çıkılamaz hale gelen şu ‘uranyum takasını’ anlatalım. ABD’nin ‘laf cambazlığını’ anlamak için de elzem.
Şu ‘zenginleştirmeme şartı ‘
2009 başında başkan olunca İran ‘la ‘iştigal’ politikasını açıklayan Obama’nın en çarpıcı adımı neydi? Bush yönetimi ‘İran’la masaya oturmak için dahi uranyum zenginleştirme faaliyetlerine topyekûn son vermesini’ şart koşmuşken, Obama ‘gerçekçi olmadığını’ tespit ettiği bu şarttan vazgeçti. Zaten pek tuhaftı. Zira Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın (NPT) ve nükleer denetimi yapan BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) tarafı olarak, enerji ve tıbbi sebeplerle nükleer teknoloji kullanıp uranyum zenginleştirmek (yüzde 20 oranında) İran’ın uluslararası hukuktan kaynaklanan hakkı. Ancak mesele dillere ‘Ama İran olağan şüpheli’ biçiminde dolandı. İran kime, ne vakit saldırmış orası pek kurcalanmıyor ama tez şu: ‘Yüzde 20’yi zenginleştiren, yüzde 90’ı da yapar, o vakit atom silahı yapar’. Dile kolay! Uzmanlara göre İran’ın niyeti bir yana bunun için 1000 fırın ekmek yemesi lazım, o ayrı!
Samore’den Baradey’e
Bu ortamda ABD sonbaharda ‘takas anlaşmasını’ canlandırdı, ki mimari bizzat Obama’nın nükleer danışmanı Gary Samore. UAEK’nın eski Başkanı Muhammed El Baradey, görevinin son aylarında şu öneriyi getirdi: İran yüzde 3.5 oranında zenginleştirilmiş (LEU-Low Enrichement Uranium) 1200 kilo civarında uranyumu yüzde 20 zenginleştirilmesi için Rusya’ya gönderecek, bunu işin uzmanı Fransa’nın 120 kiloluk yakıt çubuklarına çevirecek, elde edilen yakıt Tahran’daki tıbbi araştırma tesisinde kullanılmak üzere iade edilecek. Bu anlaşma güven artıracaktı, zira İran’ın elindeki LEU’nun yüzde 80’ini vermeyi kabul etmesi, silah yapma niyetinde olmadığının ispatı olacaktı. İran prensipte kabul etti, fakat İslam Devrimi sonrası mal varlıklarına el koyan Batı’ya güvenmediğinden takasın topraklarında yapılmasında ısrar etti. ABD ise derdini, uranyumun muhakkat İran dışına çıkarılması olarak sundu.
İşte bu ortamda uğraşıp didinen Türkiye ve Brezilya geçen hafta Tahran’ı Baradey’inkiyle aynı temelde bir takasa ikna ediverdi! İmzalanan bildiri İran’ın bir hafta içinde UAEK’ya bildirim yapması, bir ay sonra 1200 kilo LEU’yu Türkiye’ye emanet etmesini içeriyor. Nükleer yakıt çubuğu üretip teslim için Batı’ya birkaç ay fazladan olmak üzere bir yıl veriliyor. Yani İran 1200 kilosundan oluyor, ‘güven’ sağlanıyor, ‘olağan şüpheli’ olmaktan çıkıyor.
Lakin mesele birini ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etmekse’ bahane çok! Efendim İran’ın elindeki 1200 kilo LEU, 2 bin kilo olmuş da… İran topu topu bir ay içinde yarısını göndermek durumundayken itiraz niye? Hem de Rusya ile Çin, ABD’nin yeni yaptırım tasarısını bırakın ‘felç edici’ olmayı, İran’ı incitemeyecek hale sokmuşken.
‘Baklayı çıkarmak’
Geldik ‘baklayı çıkartmaya’; ABD Dışişleri sözcüsü Philip Crowley, nihayet söyledi: “İran uranyum zenginleştirme programını askıya almakta başarısız oldu.” Eh tabi Obama şart olmaktan çıkarmış olsa da bütün dertleri aslında İran’ın uranyum zenginleştirmeyi topyekûn durdurması!
İyi de neden? Başta ‘rejim değişikliği’ dediysek illa Irak’taki gibi anlamayın. İran’ın 50 yılı bulan ve ulusal gururun sembolü nükleer programının bağımsızlığından vazgeçmesi de bir nevi ‘rejim değişikliği’ olur. Uranyum zenginleştirme teknolojiniz yoksa, bağımlısızın demektir. Tüm haklarınızdan vazgeçer, uslu uslu bu teknolojiyi büyük ağabeylerinizden alır, oturursunuz. Misal, öyle İran’ın yaptığı gibi bölgede İsrail’in Filistinlilere reva gördükleri karşısında kolayca da dayılanamazsınız. Nitekim Samore, daha önce İran uranyum zenginleştirmeyi durdurursa yaptırımların kaldırılması, rejim değişikliği olmaz teminatı verilmesini, hatta normalleşmeyi önermişti.
İran hakikaten atom silahı ister mi bilmem, lakin istediğinin ‘nükleer teknoloji sahibi güç’ olarak kabul görmek olduğu açık. Bundan vazgeçerse pek de sorun kalmaz. Zira o vakit NPT’nin imzacısı bile olmadan ABD sayesinde yasadışı biçimde Ortadoğu’nun nükleer silahlı tek gücü olmuş İsrail dahil tüm dünya karşısında iyice aşağılanır. Ortadoğu’da ‘İsrail ‘i kollama’ hedefli tüm politikaların önü açılır.
Kaç bekerel, onu da ABD hesaplayacak
Asıl mesele, özelde İsrail’i istemediği her tür muhalefetten/rekabetten azede kılmak; genelde nükleer teknoloji tekeliyle alakalı. Yani dünyanın kalkınmakta olan güçlerinin bağımsız politikalar üretmesinden duyulan kaygı. Eh yarın Türkiye de İran gibi nükleer teknoloji üretmek isteyecek. Ne dedi Davutoğlu geçen hafta: “Nükleer teknoloji sadece benimdir, bu teknolojiyi sadece bir ülke grubu kullanabilir diyemezsiniz. Herhangi bir ülkeyi mutlak şüpheli ilan edip haklarından mahrum göremezsiniz. O zaman uluslararası hukuk olmaz.” Türkiye ile Brezilya’nın oyuna çomak sokarcasına kotardıkları anlaşmaya karşı müstehzi gülüşler atılarak lafın evrilip çevrilmesinin sebebi hikmeti burada…
Velhasılı kelam, İran sayesinde bir zincirleme nükleer reaksiyon başladı. Ama atom bombası değil çıkan ürün. Yeni çok kutuplu dünyanın iki radyoizotopu: Türkiye ve Brezilya… Kaç bekerel mi, onu da ABD hesaplayacak! Zenginleştirilmiş uranyum nelere kadir!
* Bekerel (radyoaktivite birimi)
Ünlü yıldızdan İsrail’e boykot
Star – 19.05.2010
İngiliz şarkı sözü yazarı ve yorumcu Elvis Costello, Filistinlilere uygulanan “aşağılama ve yıldırma” politikaları yüzünden İsrail’deki konserlerini iptal etti.
Ünlü müzisyenler Santana ve Gil Scott-Heron’un ardından, Castello da İsrail’deki konserlerini aynı gerekçelerle iptal etme kararı aldı. İnternet sitesinde açıklama yapan Costello, Filistinlilerin ‘ülke güvenliği’ adı altında aşağılandığını belirterek, İsrail’deki hayranlarının da İsrail’in politikalarını sorgulayacağına inandığını açıkladı
İsrail’in Gözaltında Tuttuğu İHH Yetkilisi Şahin Serbest
Bianet – 19.05.2010
İHH İnsani Yardım Vakfı Batı Şeria temsilcisi İzzet Şahin 20 gün İsrail’de gözaltında tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Türkiye’ye dönen Şahin, “Siyasi bir yargılamayla karşılaştım. Yardımlardan rahatsız oldular” dedi.
İsrail’in 20 gün gözaltında tuttuğu İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH) İnsani Yardım Vakfı Batı Şeria temsilcisi İzzet Şahin serbest bırakıldı. Türkiye’de dönerken açıklamalarda bulunan Şahin, işkence görmediğini ancak manevi baskıyla karşılaştığını açıkladı.
Atatürk Havalimanı’nda ailesi, yakınları ve çeşitli sivil toplum örgütü üyelerinin karşıladığı Şahin, gazetecilerin sorularını yanıtlarken, “Ben İsrail zindanlarında 20 gün kaldım. Ama yıllardır dört duvar arasında kalan binlerce masum insan var. İsrail hapishanelerinde yıllarını kaybeden Filistinlilerin serbest bırakılmasını temenni ediyorum” dedi.
Şahin: Siyasi bir yargılama yaptılar
Şahin, “Sizi ne ile suçladılar?” sorusuna “Somut bir suç bulamadılar. Benim şahsımı suçlamaktan çok çalıştığım kurumu sorguladılar. Hukuki bir yargılamadan çok siyasi bir yargılamayla karşı karşıya kaldım. Yardım faaliyetlerimizden rahatsız oldular” dedi.
Yıldırım: Gemi hareketini önlemek için rehin alındı
İHH Başkanı Bülent Yıldırım ise “İsrail, gemi hareketini önlemek için Şahin’i rehin aldı. Umarım bir daha böyle bir hata yapmazlar. Bugün bir güzel bir de acı bir haber aldık. Afganistan’da düşen uçakta iki arkadaşımız vardı. Acıyı ve sevinci bir arada yaşadık. Yeryüzündeki bütün acıların sona ermesini diliyorum” şeklinde konuştu.
27 Nisan günü gözaltına alınan Şahin, Dışişleri Bakanlığı’nın devreye girmesi üzerine serbest bırakılmıştı. Şahin, konuşmasında serbest bırakılması için girişimlerde bulunan Türkiyeli yetkililere ve medyaya teşekkür etti.
Bu belge İsrail’in başına dert olacak
Hürriyet – 24.05.2010
İsrail’in Güney Afrika’ya nükleer savaş başlıkları satma teklifinde bulunduğunu ortaya çıkaran belgeler, Tel Aviv’in nükleer silah sahibi olduğunun ilk resmi kanıtı oldu.
“Çok gizli” belgelere göre, 1975 yılında yapılan görüşmede dönemin Güney Afrika Savunma Bakanı Pieter Willem Botha ile İsrailli meslektaşı Şimon Peres bir araya geldi. Botha, bugün İsrail Devlet Başkanı olan Peres’ten nükleer savaş başlığı talebinde bulundu. Peres ise “üç ayrı boyutta” nükleer savaş başlığı önerdi.
Belgelere göre, iki savunma bakanı geniş çaplı askeri anlaşmalar yaptıkları görüşmenin “yaşanmış olduğunun gizli tutulması” konusunda da uzlaştı. Çok gizli belgeler, ABD’li akademisyen Sasha Polakow-Suransky tarafından ortaya çıkarıldı. Suransky, belgelerden Güney Afrika ve İsrail arasındaki yakın ilişkileri ele aldığı araştırma kitabında yer verdi. Belgeler, nükleer silahlanma konusunda “belirsizlik” politikası benimseyen İsrail’in nükleer silahlara sahip olduğunun kanıtı olarak gösteriliyor.
İran’ı nükleer tehdit olarak gösteren ve benimsediği nükleer politika ile uluslararası anlaşmaların getirdiği sorumluluklardan kaçınan İsrail, ortaya çıkan belgelerle çok zor duruma düştü.
İsrail, yaklaşık 40 yıldır Ortadoğu’da nükleer güce sahip tek ülke ancak resmi politika olarak bunu ne doğruluyor ne de yalanlıyor.
Nato’ya ağır darbe
Star – 19.05.2010
Afganistan’da NATO güçleri, son bir yılın en kanlı saldırısına hedef oldu. Bomba yüklü araçla düzenlenen intihar saldırısında 5’i ABD askeri 20 kişi hayatını kaybetti
Afganistan’ın başkenti Kabil’de NATO konvoyunu hedef alan intihar saldırısında 20 kişi hayatını kaybetti, 47 kişi de yaralandı. NATO’dan konuya ilişkin yapılan açıklamada, konvoyun güzergahı üzerinde düzenlenen saldırıda 6 koalisyon askerinin hayatını kaybettiği belirtildi. Saldırıda ölen askerlerin milliyetlerine ilişkin bilgi verilmezken, kaynaklar, ölenlerden 5’inin ABD askeri olduğunu bildirdi. Patlamada en az 7 NATO aracı ile çok sayıda sivil araç tahrip oldu. Ordu karargahı, bakanlıklar ve parlamento binasına giden yolda trafiğin yoğun olduğu saatte düzenlenen saldırıda ölen ve yaralanların çoğunun, durakta otobüs bekleyen Afganlılar olduğu belirtildi.
Saldırıyı Taliban Üstlendi
Geçen yıl 6 İtalyan askerinin öldüğü saldırıdan bu yana görülen en kanlı eylemin sorumluluğunu Taliban üstlendi. Reuters’a telefonla açıklama yapan Taliban sözcüzü, saldırıda 750 kilo patlayıcının yerleştirildiği bir kamyonetin kullanıldığını belirtti. Yazılı bir açıklama yapan NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, saldırıyı kınayarak, NATO’nun Afgan halkının korunmasına yönelik kararlılığının devam ettiğini vurguladı. Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai de saldırıyı kınadı.
Afganistan’da yaz ‘çok sıcak’ geçecek
Taliban, yaz aylarında Kandahar’da geniş çaplı operasyona hazırlanan NATO’yu, önümüzdeki aylarda yabancı askerler, diplomatlar ve güvenlik güçlerine karşı saldırıları artırmakla tehdit etmişti. Çok sıkı güvenlik önlemleri altındaki Kabil’de NATO konvoyunu hedef alan son saldırı, Taliban’ın artan etkinliğinin işareti olarak yorumlanırken, yaz aylarında şiddetin daha da yayılacağının işareti olarak da yorumlandı.
Kürt sorununu çözmek zorundayız
Star – 24 Mayıs 2010
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Ümit Boyner, ”Tüm Türkiye’nin sorunu olan ama özellikle Güneydoğu’daki ekonomik gelişmenin önünü tıkayan Kürt sorununu çözmek zorundayız” dedi.
Boyner, Gaziantep’te ilki gerçekleştirilen ”Bölgesel Kalkınma ve İş Dünyasının Rolü” konulu toplantının açılışında, Türkiye’de en önemli sorunlardan biri olan bölgesel kalkınmışlık farklarını yoğun bir şekilde bu bölgenin içinde bile görebilmenin mümkün olduğunu söyledi.
Bu hafta kendisini en çok düşündürenin bu farklılıkların nasıl azaltılabileceği, hangi boyutlarla ele alınması gerektiği olduğunu ifade eden Boyner, şöyle konuştu:
”Konuyu salt ekonomik kalkınma perspektifi ile ele almak yeterli değil. Türkiye’nin çözmesi gereken daha derin siyasi ve sosyal sorunlar da ekonomik gelişmenin önünde ciddi engeller yaratıyor. Tüm Türkiye’nin sorunu olan ama özellikle Güneydoğu’daki ekonomik gelişmenin önünü tıkayan Kürt sorununu çözmek zorundayız. Kaldı ki Kürt sorununa da bölgesel bir sorun olarak yaklaşmak son derece yanlış olur.
Kürt sorunu Türkiye’nin demokratikleşme sorununun bir yansımasıdır. Türkiye ancak demokrasi açığını kapattıkça bu soruna çözüm bulmaya yaklaşacaktır. Artık Güneydoğu’yu feodal yapının neden olduğu sorunlar ile, Kürt sorunu ile, terör, şiddet, töre cinayetleri ile anmak istemiyoruz. Onun yerine Mezopotamya’nın bereketli toprakları, kültürel ve etnik zenginliğinin yarattığı potansiyeli ve fırsatları değerlendirmiş bir Güneydoğu hayal ediyoruz. Biliyoruz ki bütünlüklü bir demokratikleşme anlayışı çözüm için gerekli. Türkiye temsil adaleti yüksek, çoğulcu bir parlamenter sisteme geçmedikçe gerginlikler, çatışmalar devam edecek. Oysa iç huzur hepimizin en büyük ihtiyacı.”
Ölüme giden yolları kapattılar
Taraf – 24.05.2010
BDP’NİN operasyonların durması için başlattığı “canlı kalkan” gösterilerinin ikincisi Hakkâri Yüksekova’da binlerce kişinin katılımıyla dün gerçekleştirildi.
Geçen hafta Diyarbakır’ın Lice İlçesi’nde yapılan canlı kalkan eyleminin ikincisi, Hakkâri’nin Yüksekova İlçesi’nde gerçekleşti. Operasyonlara karşı 5 km yürüyen binlerce kişiye seslenen BDP lideri Selahattin Demirtaş, “Hükümete sesleniyoruz. Kandil’e savaş uçaklarını değil, barış heyetini gönderin” dedi.
Cengiz Topel Caddesi Eski Cezaevi Kavşağı’nda toplanan binlerce kişi, BDP’li bazı milletvekilleri ve belediye başkanlarının da katılımıyla Şemdinli-Yüksekova karayolunu trafiğe kapatarak, parti otobüsünden çalınan Kürtçe şarkılar eşliğinde yürüdü. 5 km’lik yürüyüşün ardından grup Dara Köyü’nde eylemi sonlandırdı.
Başbakan’a çağrı yaptı
Burada konuşma yapan BDP lideri Demirtaş, TSK’nın PKK’ya karşı yürüttü operasyonlara karşı çıktı. Başbakan Erdoğan’a seslenen Demirtaş, şunları söyledi: “Bugün burada askerî uçakların, helikopterlerin inip operasyonlara gidip geldiği alanda bedenlerimizi hep birlikte barışa yatırıyoruz. Bu nedenle operasyona giden bu yolu tıkadık. Ölümler dursun istiyoruz. Bu halkın barış çağrıları Ankara’da sağır kulaklara ulaşsın istiyoruz. Bu halk bu kadar ölümlere, zulümlere baskılara rağmen barış için yollardaysa Başbakan’ın bunun kıymetini bilmesi gerekir. Bu halkın uzattığı barış eline savaş uçaklarıyla cevap vermek Başbakan açısından bu dönemde talihsizliktir.”
‘Dağlar artık çiçek açsın’
BDP olarak artık dağlarda operasyon, kan, gözyaşı ve ölüm görmek istemediklerini belirten Demirtaş, “Artık bu dağlar çiçek açsın istiyoruz. Bu dağlar gözyaşı ile değil bereketli yağmurlarla sulansın istiyoruz… Zonguldak’ta 400 TL için 540 metreye inen canını veren madenci, onun ailesi bilmeli ki bu hükümet onlara 35 TL’ye gaz maskesi almıyor ama milyon dolar verip uçaklarla bu dağları bombalıyor… Sayın Başbakan, Kandil’e savaş uçaklarını gönderme. Kandil’e özel kuvvetleri gönderme. Kandil’e göndereceksen barış heyetini gönder. Biz BDP olarak böylesi tarihi bir dönemde akan kanı durdurmak, diyalog ve müzakerelerin önünü açabilmek için Kandil’e gitmeye de hazırız” dedi. Demirtaş’ın konuşmasının ardından kalabalık tekrar ilçe merkezine yürüdü. Yürüyüşte “Ölümlerin yolunu kapatalım, barışın yolunu açalım”, “Ne gerilla ne asker cenazesi gelmesin”, “Operasyonlar dursun, annelerin gözyaşları dursun” pankartları taşındı. Yürüyüş nedeniyle ilçe esnafı kepenk açmadı.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 24 Mayıs 2010
İletişim: www.kureselbarisveadalet.org, kureselbak@gmail.com;
koalisyon@kureselbarisveadalet.org; 0090 5362196341