Konusunu ‘Rus Edebiyatında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VII.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 18 Kasım Çarşamba akşamki toplantısında, dönemin ikinci kitabı olan Nikolay Gogol’un(1809-1852) Palto’sunu (Roma 1842) bize Yıldız Önen sundu ve tartışmaya açtı. 19 Yüzyılın önemli eleştirmeni Belinski’nin tanımıyla Gogol ‘gündelik yaşamın şairi’dir. Çocukluğunun geçtiği köy hayatı ve yoğun Kazak kültürü, yazdığı eserlere yansır. 1828’de Petersburg’a memur olmaya gider ama işler umduğu gibi gitmez, Almanya’ya geçer. Dönüşünde, 1830 yılında, çok düşük bir maaşla da olsa, bir bakanlıkta devlet memuru olarak çalışmaya başlar. Annesine yazdığı mektupta ‘Şube müdürlerinin budalaca yazılarını temize çekmekle uğraşıyorum. Oysa bu saçma işten oldum olası nefret etmişimdir,’ der. Palto’da bu dönemlerin izlerini görürüz. Gogol’e çok güç gelen bu memuriyet bir yıl sürer ve 1831’de bir soylular okulunda tarih öğretmeni olur. Bu dönemde de hikayeler, şiirler yazmaya başlar.
Gogol, 1836’da Puşkin’in çıkardığı Sovremennik adlı dergide, yergili gerçeküstücü öyküsü ‘Burun’u yayınlatır. Edebi anlayışı, bu dönemde Puşkin’in etkisi altına girer ve hayatı boyunca önemli bir dayanak olur. Yazarın Puşkin’le olan arkadaşlığı, onu aldığı acımasız eleştirilerden de koruyan en büyük güç olur.
Öykülerinde günlük hayatı, ‘küçük ve sıradan insanı’, ‘insancıkları’, zaman zaman mizahi zaman zaman öfkeye varan bir şekilde anlatır. Yazdıklarına aldığı tepkiler yüzünden Rusya’dan ayrılmak zorunda kalır. Roma’ya gider ve burada, Puşkin’in tavsiyesi ile en büyük eseri olan Ölü Canlar’ı, Palto’yu ve Taras Bulba’yı yazar.
Puşkin’in öldüğü haberi,o zamana kadar Puşkin’i düşünmeden, dikkate almadan hiçbir şey yazmayan Gogol için, gerçek bir yıkım olur.
Palto’da sıradan insanların yaşadıkları acılar, maruz kaldıkları haksızlıklar, ve yaşadıkları yoksulluk tüm gerçeklikleriyle, okuyucuyu sarsacak bir ustalıkla gözler önüne serilir. Eser, Rus edebiyatına sıradan insanların gerçekçi bir girişi olur ve Dostoyevski’ye, Rus edebiyatını kastederek,‘Hepimiz Gogol’un Palto’sundan çıktık’ dedirtir.
Dönem aydınlar üzerinde büyük baskıların uygulandığı karanlık I.Nikola dönemidir. Gogol düzen savunucuları tarafından Rus insanını aşağılamakla, onun kötü yönlerini göstermekle, halkına ihanetle suçlanır. Ancak onun yapmak istediği halkını aşağılamak değil onu bu hale sokan yozlaşmış düzeni tüm gerçekliği ile gözler önüne sermektir.
Baskılardan yılan Gogol’un konular itibariyle geri savrulduğu dönem, onu sevenlerde hoşnutsuzluk yaratır, eleştiriler artar. Gogol’ü en çok sevenlerden ve onun büyüklüğünü ortaya koyanlardan biri olan Rusya’nın ünlü eleştirmeni Belinski bile ona şiddetle saldırır. Bu durum Gogol’a büsbütün dokunur. Dine karşı ilgisi artar ve daha önce eleştirdiği kiliseyi övmeye başlar. 1848’de kutsal toprakları ziyaret etmek için Filistin’e gider. Moskova’ya geri döndüğünde, Matvey Konstantinovski adlı gerici bir rahibin etkisi ile 1852 yılında Ölü Canlar romanının ikinci bölümünün el yazmalarını yakarak imha eder. Bu davranışından 10 gün sonra da, 43 yaşında Moskova’da ölür.
Palto, Gogol’un 1834 yılında dinlediği bir gerçek öyküye dayanır. Dinlediği öyküde konu olan bir tüfektir. Gogol bunu palto’ya (kaputa) çevirir. Sıradan insanların çektiği sıkıntıları, maruz kaldığı eşitsizlikleri, çektikleri acıları hikâyenin başkahramanı Akakiy Akakieviç’in yaşantısıyla gözler önüne serer. Rusya’da yaşanılan sosyal sınıf baskısının alt sınıf insanların üzerinde bıraktığı etkiyi anlatır.
Daha öykünün başında yazar, kahramanının (anti kahramanın)ne mal mülk, ne memuriyet hayatı ne de görünüş itibarıyla hiçbir özelliği olmayan, sıradan bir adam olduğunu vurgulayarak, diğer yazarların hiçbir zaman eğilmeyecekleri bir konuyu işleyeceğini müjdeler. Bu dönemin edebiyat anlayışına göre başlı başına aykırı bir yaklaşımdır. Edebiyat sadece önemli kişilerin hayatlarını, özellikli durumu olan şahısları anlatmaktan ibaret gibi görünürken, Gogol Palto’yla her şeyi altüst eder. Küçük bir memurun yaşayışını, hayat mücadelesini mercek altına alır ve onu edebiyatın öznesi haline getirir.
Palto’da işlenen konunun önemli bir bölümünü insanların içindeki kötücül yanın vurgulanması ve insani özelliklerini yitirmeleri oluşturur. ‘Genç memurlar ise, memurlara özgü o keskin zekâlarının ürünü olan nüktedanlık becerilerinin en güzel örneklerini sergileyerek Akakiy Akakiyeviç’le alay eder, onun gururunu zedeleyen espriler yaparlardı… onunla ve yetmiş yaşındaki ev sahibesiyle ilgili kendi uydurdukları hikâyeleri birbirlerine anlatırlar, Akakaiy Akakiyeviç’in ihtiyar kadından dayak yediğini söyler, ikisinin ne zaman evleneceğini sorardı… kâğıttan hazırladıkları konfetileri başından aşağı dökerek ‘A! Kar yağıyor!’ diye dalga geçerlerdi’, ‘Hayatı boyunca bu sahne gözünün önüne geldikçe, genç adam elleriyle yüzünü kapatıp insan denilen varlığın ne kadar acımasız olabildiği; ince, kültürlü, terbiyeli kişilerde (Tanrım!),hatta toplum tarafından asil ve şerefli insanlar olarak kabul görmüş kişilerde bile ne kadar gaddarca bir yan olabildiği gerçeğini gördükçe derinden sarsıldı.’
Yazar Rusya’nın soğuk ikliminden ve fakir insanların bu koşullardan çektiklerinden bahseder ‘ Yılda dört yüz ruble kadar gelir elde eden herkesin mücadele etmek zorunda kaldığı amansız bir düşman vardır Petesburg’da. Söz konusu düşman, her ne kadar insan sağlığına iyi geldiği söylense de, bizim ünlü kuzey ayazından başka bir şey değildir.’
Büyük bir özveriyle diktirdiği yepyeni paltosunun, acımasız iş arkadaşlarınca çalınması, kahramanı yatağa düşürür, sonunda da öldürür. ‘Akakiy Akakiyeviç toprağa verildi ve Petersburg onsuz kaldı; sanki bu kentte böyle biri hiç var olmamıştı. Davasına kimsenin sahip çıkmadığı, kimsenin yakınlık göstermediği…yıllarca dairedeki arkadaşlarının acımasız alaylarına sabırla katlanan Akakiy Akakiyeviç bir hiç uğruna bu dünyadan sessizce göçüp gitmişti.’
Behçet Çelik öyküyle ilgili şu saptamada bulunur; ‘Paltoya sahip olduğu kısa süre içerisinde Akakiy değişmiş, neredeyse bambaşka bir insan olmuştur. Bir hayaletken (çok zaman kimsenin varlığından haberdar olmadığı bir hayat sürmesi böyle yorumlanabilir) normal bir insana mı dönmüştür, o kısa süre içerisinde daha önce yapmadıklarını yapması, hissetmediklerini hissetmesi onun kendisinin bir hayaletine ya da olmayan başka bir şeye dönüştüğü anlamına mı gelir, bunlar tartışılabilir. Aynı biçimde, absürd olanın Akakiy’in yıllar boyu sürdüğü hayat mı, yoksa paltonun onun ölümünün ardından hayalete dönüşmesi mi olduğu sorusuna tam bir yanıt vermek mümkün değil. Vermemiz de gerekmiyor. Nabokov’un sözünü yinelemekte fayda var. Palto’yu okuduğumuzda, yayınlanmasının üzerinden nerdeyse 175 yıl geçmesine rağmen, ‘kendi varoluş durumumuzu, ender yaşanan akıldışı algı anlarına bağlayan gölgeler bul[mak]” bugün de mümkün.’ Atölye, Gogol’u, Rus dili ve edebiyatının bu büyük yazarını, yazarın dilini ve edebiyatını beğenerek okudu ve barışçıl olarak değerlendirdi. Evet, Akakiy Akakiyeviç ‘küçük bir insan’dı ama tüketmeye eğilimli olmayan, tutumlu, işini bilerek ve ciddiyetle yapan, bununla mutlu olan, barışçıl, kâr merkezli düşünmeyen ‘bir birey’di de.
Barışla kalın.
AtölyeBAK