Temasını ‘İspanyol dilinde yazılmış Edebiyatta savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin XII. Döneminin beşinci toplantısında Murat Tekelioğlu bize İspanyol tiyatrosundan, yazar Lope de Vega’nın (1562-1635) hayatından, yaşadığı dönemden söz ettikten sonra, Atölye’nin konusu olan Olmedo Şövalyesi kitabından (1499) söz ederek kitabı katılımcıların tartışmasına açtı.
Lope Felix de Vega Carpio 1562 yılında Madrid’te doğar. Kuzey İspanya’daki Santander yöresinden gelip Madrid’e yerleşmiş bir ailenin çocuğudur. İlköğrenimine Cizvit papazlarının gözetiminde başlar, Alcala de Henares Üniversitesi’ndeki öğrenimini 1583’te tamamlar.
On beş yaşından itibaren yazdığı oyunlar profesyonel tiyatrolarda oynanmaya başlar. Başından geçen aşk serüvenlerinin hemen hemen hepsi yazdığı şiirler ve oyunlar için esin kaynağı olur. Gençlik yıllarındaki düzensiz hayatı önceden planladığı gibi rahip olarak kiliseye girmesine engel olur.
İlk evliliğini 1588’de soylu bir ailenin kızı olan Dona Isabela de Urbino ile yapar, aynı yıl İspanyol Armada’sı ile savaşa katılır, savaştan döndükten sonra karısıyla Valencia’ya yerleşir, 1590’da Alba dükünün hizmetine girerek Toledo’ya taşınır. 1595 Yılında karısının ölmesi üzerine iki kızıyla Madrid’e döner, 1596’da Malpica Markisi’nin ertesi yıl da Sarria Markisi’nin sekreterliğini yapar, 1598’de ikinci kez evlenir, Sarria Markis’inin yanından ayrıldıktan sonra zamanının bir bölümünü Madrid’te, bir bölümünü ise Sevilla’da geçirir.
1600 Yıllarının başında ülkesinde oyun yazarı olarak üne kavuşmuş olsa da geçim sıkıntısı çekmektedir. 1604-1605 Yıllarında Toledo’da yaşadıktan sonra yeniden Madrid’e yerleşerek Sessa Dük’ünün hizmetine girer. Karısı 1613’te kızlarını doğurduktan kısa bir süre sonra ölür. Kadınlara düşkünlüğünden bir türlü kurtulamayan Lope yaşamına bir düzen vermek için 1614’te rahip olarak kendini Kiliseye adadıysa da aşk ilişkilerini sürdürürken bir yandan oyun yazmaya devam eder, evli bir kadın olan Dona Marta de Nevares Santo (Amarilis) ile aşk yaşar ve ondan bir kızı olur.
Lope diğer yazarların yoğun eleştirisine uğrasa da Sarayın ve Kilisenin sürekli desteğini alır. Aziz İsidoros’un Madrid’te azizliğe kabul edilmesiyle ilgili törenlerde papa XV.Gregorius’un isteğiyle iki oyunu sahnelenir, 1627’de papanın kendisini tanrıbilim doktorası ile onurlandırması üzerine oyun yazarlığını bırakır. Sevgilisi Amarilis’in 1632’de ölmesi, daha sonra oğlunun boğulması ve kızının bir soylu tarafından kaçırılması Lope de Vega’nın büyük bir karamsarlığa kapılmasına ve avuntuyu dinde aramasına yol açar. Üç yıl boyunca münzevi bir hayat yaşadıktan sonra 27 Ağustos 1635’te hayatını kaybeder.
Tiyatro tarihinin en verimli yazarı olarak bilinen Lope de Vega’nın iki bine yakın oyun yazdığı sanılmaktadır. Bunlardan beş yüzü günümüze ulaşmıştır.
İspanyol Tiyatrosu
İspanyol Tiyatrosunun ortaya çıkmasında ve gelişmesinde dini gelenek önemli bir yere sahiptir. Önceleri Katolik öğretinin araçlarından biri olarak kullanılan tiyatro, zamanla toplumun bir aynası, bir yansıması görevini üstlenir. Erken İspanyol Tiyatrosunda oyun yazarları bölgesel folklordan, İsa’nın doğumu ve çilesi gibi Kutsal Kitap hikâyelerinden ilham alırlar. İspanyol Tiyatrosu’nun dindışı konular ele alması 1499 yılında Fernando de Rojas’ın La Celestina’sı ile başlar. Rojas kendinden sonraki yazarlara iyi bir gözlem yaparak meydanlardaki ya da pazaryerlerindeki insanların edebi bir yapıtta canlandırılabileceğini ve anti-kahramanın, kahraman kadar önemli olabileceğini göstermiştir. Rojas’ın eserlerinde günlük dil kullanması, sıradan insanların hayatlarını yansıtması gibi unsurlar sonraki yazarlar tarafından örnek alınarak İspanyol tiyatrosunda yeni türlerin doğmasına neden olur.
XVI. Yüzyıl ortalarına kadar İspanya’da, profesyonel anlamda oyun yazarlarının olmaması sebebiyle oyun yazmak amatörce bir uğraş olarak görülür. Bu dönemde yazılan oyunların bir kısmı halka yalnızca dini kutlamalar zamanı ulaşırken bir kısmı sahnelenme şansı bile bulama z. Ancak 1540 ve 1550’li yıllarda aktör, yazar ve tiyatro sahibi sıfatlarıyla ortaya çıkan bazı kimseler İspanyolların tiyatroya ilgisinin artmasında önemli bir rol üstlenir.
İspanya’da Rönesans ve Barok dönemlerini net bir çizgiyle ya da kesin bir tarihle birbirinden ayırmak mümkün değildir. Barok dönem olarak nitelenen XVII. yüzyıl başlarında her iki dönemin özelliklerini yansıtan eserlerle karşılaşılır. İspanya’yı Barok döneme iten nedenlerin başında Contrarreforma (Karşı Reformasyon) hareketinin görülmektedir.
Karşı Reformasyon, Katolik Kilisesi’nin Protestan Reformasyonu’na 1545 yılındaki Trento Konsili ile başlayan ve 1648 yılında Otuz Yıl Savaşları’nın sonunda biten karşı hareketidir. Kiliseyi içeriden yeniden yapılandırma çabası, tepki olarak reform karşıtı harekete sebep olmuş, böylece İspanya’da dini gelenek güçlenmiş ve derinleşmiştir. Bu durum tiyatroya da yansımış ve bu dönemde çok sayıda dini içerikli eser ortaya çıkmıştır.
İspanyol Barok Tiyatrosunda İspanyol yazarlarca geliştirilmiş üç önemli tür dikkati çeker:
1- Dini konulara ağırlık veren, sokaklarda ya da kiliselerde sahnelenen autos sacramentales adı verilen, bazı yönlerden İngiltere’nin eski ahlak oyunlarına benzese de İspanya’ya özgü dramatik bir edebiyat türü olarak ortaya çıkan oyunlar,
2- 16 ve 17.Yüzyıllarda bir alt tür olarak kabule dilen, çoğunlukla dindışı öyküleri konu alan, genellikle uzun dramatik bir eserin icrası sırasında oynanan, bir oyuncunun kısa, komik tiyatro performansına dayanan entremés (aradakiler),
3- Comedialar
1. Autos sacramentales’lerin ortaya çıkmasında İspanya’nın içinde bulunduğu dini ayrışmanın büyük önemi vardır. XVI. Yüzyılda İspanya’da Katolik gelenek kendi öğretisini tehdit eden Protestanlığa karşı önemli bir mücadele verir. 1521 yılında Luther’in eserlerinin Engizisyonca yasaklanmasının ardından ortaya çıkan autos sacramentallles Katolik öğretisinin halka benimsetilmesinde önemli bir yere sahip olur.
2. Türkçeye ‘ara oyunlar’ ya da ‘perde arası oyunları’ olarak çevrilebilen entremés toplumun alt gelir ve kültür katmanından insanları konu alır, asıl oyunların perde aralarında halkın ilgisini çekmek ve seyirciyi eğlendirmek amacıyla sahnelenir. Entremés iki ana unsurdan oluşur; zamanın toplumunun geleneklerini ve konuşmasını resmetmek ve kıssa niteliğinde öykülere ya da tasvirlere yer vermek.
Lope de Vega ile doğacak yeni bir tür olan Comedia Nueva (yeni komedi), Hıristiyanlığı yüceltecek, halkı eğlendirecek, İspanyol kimliğinin oyunlarda vazgeçilmez bir yere sahip olmasını sağlayacaktır. Comedia Nueva, günlük dilin kullanılması, halktan kişilerin eylemlerine yer verilmesi ve komik tip gibi özellikleri éntremés’den almış ancak daha bilinçli ve daha karmaşık bir tiyatro geleneğinin doğmasına sebep olur.
Lope de Vega’nın Yeni Oyun Yazma Sanatı: Comedia Nueva
Lope de Vega dönemin comedialarının ana hatlarını çizer ve halkın beğenisinin tiyatrosunun başlıca amacı olduğunu vurgular. O kendinden öncekilerden ya da çağdaşlarından çok daha iyi bir oyun yazarı ve şairdir. Yalnızca yazarlık mesleğini icra etmesi ve hayatını böyle kazanması zamanında nadir görülen bir özelliktir. Tiyatro anlayışı dört ana prensibe dayanır:
1. Halkın hoşuna gidecek oyunlar yazılması,
2. Namus, şeref ve haysiyetin ön plana çıkarılması,
3. Kraliyetin savunulması,
4. Ulusal onurun yüceltilmesi.
Bu prensipler Rönesans’a bir tepki olarak gelişen Barok edebiyatın özellikleri olarak da görülebilir. Rönesans hümanistlerinin savundukları evrenin dengeli ve ahenk içinde olduğu görüşü Barok dönemde etkinliğini yitirmiş, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal bunalım yazarlarını büyük bir karamsarlığa sürüklemiştir. Rönesans’ta yüceltilen insan ve insanın evrenin merkezi olduğu görüşüne karşın Barok dönemde insanın fani bir varlık olduğu ve her şeyin bir sonu olduğu düşüncesi benimsenmiş ve Katolik öğretinin etkisinin artmasıyla zaman kavramı dönem insanında büyük bir endişe uyandırmıştır. Rönesans döneminde Antik Yunan ve Antik Latin klasiklerine verilen değer ve bu dönemde belirlenen kuralların kesin biçimde kabul edilmesine Barok dönemi sanatçıları tepki göstermiş, sanata özellikle de tiyatroya döneme uygun yenilikler getirmek istemişlerdir. Onların yerine kendi sanatsal ve tarihsel mirasına sahip çıkarak ulusal değerlere önem vermişlerdir.
Lope, sanatının bir nevi manifestosu olarak kabul edilen Arte Nuevo de hacer comedias’ı (comedia yapmanın yeni sanatı), 1604- 1608 yılları arasında, Academia de Madrid’de okunmak üzere muhtemelen söz konusu Akademi’nin yöneticisi olan Saldana Kontu’nun arzusu üzerine yazar. 1609 Yılında basılan bu metin, Lope’nin kendi sanatının savunmasıdır. Tiyatro anlayışı, Aristoteles’ten kalma klasik tiyatro anlayışına uymadığı için onu eleştiren dönemin önde gelen sanat otoritelerinin Lope’den böyle bir konuşma yapmasını istemelerinin nedeni aslında kendilerini eğlendirmek ve Lope’yi küçük düşürmektir. Oysa o, Akademi’ye kendisini küçük düşürme fırsatı vermeyeceğini göstermek ve metin boyunca klasik tiyatronun kurallarından ve önemli yazarlarından bahsederek, Akademi’nin sandığı gibi cahil bir adam ya da şans eseri ünlü olmuş bir oyun yazarı olmadığını ispatlamak ister.
Bu yıllarda İspanya’da klasik sanata yoğun bir ilgi vardır. 1596 Yılında Alonso López Antik Şiir Felsefesi adlı çalışmasında Aristoteles’in ve Horatius’un şiir felsefelerinden yola çıkarak dram sanatının tanımını yapar ve sanat çevreleri klasik sanatı yeniden yorumlayan bu kuram metninin ateşli savunucuları olur. Bu dönemde tiyatro klasik sanat anlayışının kalıplarına uyduğu takdirde sanat olarak kabul edilmektedir.
Ancak Lope zamanın değiştiğini, artık klasik sanat kurallarına göre eser yazmanın mümkün ve hatta gerekli olmadığını, sanatta yeniliğe gidilmesi gerektiğini konuşmasının başlığıyla vurgulamak ister. Metinde Lope, Kendi yolunu izleyeceklere konunun dikkatli seçilmesini salık verir. Kralları konu olarak alacaklarsa onları yermemelerini, kraliyetin düşük bir sınıf olan sıradan halkla birlikte temsil edilmemesi gerektiğini belirtir. Bu yaklaşım halkın gözünde kralın otoritesini sağlamlaştırmasına ve ona karşı sınırsız bir güven duygusu geliştirmesine yardımcı olmak içindir ve olur da. Sefalet içindeki halk bu sayede lüks içinde yaşayan krala ve monarşiye duyduğu öfkeyi bastırır ve böylece Lope, seyircilerinin kralın aslında halkın koruyucusu olduğuna ikna olmasını sağlamış olur.,
Lope’nin oyunlarında eylemi belirleyen üç motif bulunmaktadır: aşk, kıskançlık ve şerefli olmak. Bu motiflerden hareket ederek eserlerini kaleme alırken gerilimi yüksek trajik ana olay örgüsünü gülünç öğelerle birleştirmesi ve trajikomedi türünü sistematik hale getirmesi dönemin eleştirmenlerinin ona karşı cephe almasında önemli rol oynar.
Dönemin eleştirmenlerinin Lope’ye bu konuda yüklenmelerinin kaynağında Aristoteles’in Poetika’sında bu iki türü birbirinden kesin çizgilerle ayırmış olması yatmaktadır: Aristoteles tragedya ve komedya türlerini birbirinden konu bakımından ayırmakla kalmamış, iki türün yazarları arasında ahlak düzeyi bakımından fark olduğunu ileri sürmüştür. Aristoteles’e göre şiir sanatı, ozanların karakterlerine uygun olarak iki yön alır; ağırbaşlı ve soylu karakterli ozanlar, ahlakça iyi ve soylu kişilerin iyi ve soylu eylemlerini taklit ederken hafifmeşrep karakterli ozanlar, bayağı yaradılıştaki insanların eylemlerini taklit eder. Akademi’nin Lope’nin bu iki türü birbirine karıştırmasına duyduğu öfkenin altında Aristoteles’in bu ifadesi yer alır. Çünkü o soylu insanlarla bayağılığı birbirine karıştırarak, klasik sanatın temelini sarsmaktadır.
Kendisinden önceki yazarlar genelde dört ya da beş perdeli oyunlar yazarlarken Lope üç perdelik oyunlar üzerinde ısrar eder ve bu üç perdenin serim, düğüm, çözüm olarak düzenlenmesi gerektiğini vurgular. Aristotales’in üç birlik kuralından yalnızca eylem birliği kuralına uyulması gerektiğinin üzerinde dururken yer ve zaman birliğine uyma zorunluluğu olmadığını dile getirir. Zaman ve yer kullanımında yazara sanatsal yaratım özgürlüğü tanımakla birlikte, belirli bir disiplin anlayışının da önemini vurgular. İkincil eylemlerin ana olay örgüsü çevresinde birleşmesiyle oyunda tek bir eyleme yer verilmelidir
Mümkünse her bir perdenin bir günle sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadır ki Aristoteles Poetika’sında bir oyunun bütün perdelerinin bir günde geçmesi gerektiğini söylemektedir.
Aristoteles tarafından Poetika’da bahsedilen eylem birliği kuralına göre bir oyunda rastlantısal olana yer verilmemeli ve oyun içindeki eylemler arasında neden sonuç ilişkisi gözetilmelidir. Lope de Vega tiyatrosunda oyun ana olay örgüsünün yanı sıra yan olaylarla renklendirilir, böylece aynı anda farklı yerlerde geçen olaylar verilerek seyircinin ilgisi canlı tutulmaya çalışılır. Bu olayların ana olay örgüsüne bağlı olmasına ve bütünü bozmamasına dikkat edilmesi gerektiğini vurgular.
Lope yolunu izleyeceklere oyunun yapısıyla ilgili de, bir oyunun düğüm ve çözüm gibi iki bölüme ayrılması gerektiğini, bu iki noktanın bağlantısının oyunun başında kurularak oyun ilerledikçe bu düğümün çözülmesine dikkat edilmesi gerektiğini söyler. Düğüm son sahneye gelene kadar çözülmemeli, böylece seyircinin ilgisi her daim canlı tutulmadır
Ona göre sahne asla boş ya da sessiz kalmamalı, oyunda aksiyonun hiç kesilmemelidir çünkü dönemin seyirci sayısı bazı gösterilerde bine ulaştığından bu kadar büyük bir kalabalığın izlediği oyunlarda oyun sırasında meydana gelebilecek uzun bir sessizliğin, seyircinin dikkatini dağıtacağı ve sataşmalara sebep olabilecektir. Ayrıca oyunlar çok uzun olmamalı ve seyirciyi sıkmamalı, bir perdenin el yazması 32 sayfadan oluşmalı ve oyunun tamamının da 96 sayfadan oluşmalıdır.
Bu döneminde İspanya’da kadın oyuncuların sahneye çıkabilmeleri, Lope de Vega’nın oyunlarında kadın kahramanların önemli bir yer tutmasını sağlar. Hemen hemen tüm oyunlarında, temkinli olmayı öneren, adaleti sağlayan ve toplumsal düzeni koruyan bir kral, yaptırım gücü olan ve genelde bunu kötüye kullanan soylu bir kişi, namus olgusunun savunucusu baba, kardeş ya da eş olarak karşımıza çıkan bir şövalye, olay örgüsünün kilit figürleri olan genç erkek ve genç kadın ile komik unsur olan soytarı tipi yer alır.
Yazar, kendine özgü Ulusal Tiyatroyu oluştururken aynı zamanda Dünya Tiyatrosu’na önemli bir katkıda bulunarak soytarı tipini ya da nükteci figürü yaratır. Orta Çağ’daki komik halk kültürünü açık meydanlarda halkı güldüren soytarıların, cücelerin, palyaçoların ve jonglörlerin gülünç jest ve mimikleri ile kullandıkları komik dil oluşturmuştur. Lope de Vega oyunlarındaki komik unsuru yaratırken bu geleneksel halk kültüründen etkilenir. Vega’nın nükteci figürü genellikle belli bir sağduyuya sahip, akıllı ve olgun bir kişiliği olan birisidir ve bu rolü genellikle uşaklara yükler. XVII. Yüzyıl İspanyol toplumunda toplumun en alt tabakalarında başlayan uşaklık ve hizmetkârlık mesleği, toplumun üst tabakalarına çıkıldıkça soylulara verilen sekreterlik hizmetine dönüşmektedir. Yazar da yaşadığı dönemin koşullarına uyarak sekreter olarak çeşitli soyluların hizmetine girmiştir.
Nükteci figürü, seyirci ile yazar arasında sıcak bir ilişki kurmayı sağlamış ve yazarın oyunlarının geniş halk kitleleri tarafından beğenilmesi fırsatını doğurur. Sahne ile seyirci arasındaki iletişimi sağlayan bu tip, seyirciyi onlarla kendisini özdeşleştirmesini sağlar, kendisini oyunun bir parçası olarak görmeye başlar. Seyircinin ona olan desteğini çekmemesi için Lope, bu oyun kişisinin sürekli sempatik bir çizgide kalması için özen gösterir ve oyunun sonunda onu hep ödüllendirir.
XVII. Yüzyıl İspanyol toplumundaki çok katmanlılık tiyatro seyircisini de heterojen kılar. Soytarı tipi, özellikle kültürel düzeyi düşük olan halkın inançlarını, düşüncelerini, isteklerini dile getirir ve halkın sesi olarak sıradan insanların da tiyatroya ilgi göstermesini sağlar. Bu tip oyunun dramatik örgüsünü anlamasına yardımcı olur. Karmaşık olayları halkın anlayabileceği bir dille atasözlerinden, fıkralardan, halk öykülerinden yararlanarak anlatır ve seyircinin olaylar dizisindeki düğümü çözmesini kolaylaştırır. Oyundaki ana kişiliklerden biri olan genç erkek figürünün hizmetkârı olarak, efendisinin âşık olduğu genç kıza yaklaşabilmesi için elinden gelen her türlü yardımı yapar. Bunun sonucu olarak kendisini ikincil eylemlerin içinde bulur. Efendisini diğer oyun kişileri önünde temsil etmesi nükteci figürün oyundaki bir başka işlevidir. Oyun kişilerinin her biri ile istediği an bir araya gelip olaylar dizisinin gelişmesine yön verebilen bir kahramandır. Bu tip bireysel bir kahraman olma özelliğinden yoksundur çünkü kendine ait bir yaşam hikâyesi ya da geleceği ile ilgili planları yoktur, kendi yaşamı ile ilgili bilgilerden hiç söz etmez.
Olmedo Şövalyesi Lope de Vega’nın 1620 ile 1625 yılları arasında yazdığı bilinen ve yazarın diğer eserlerinde olduğu gibi bir halk şarkısına dayanan tiyatro eseridir. Bu şövalyenin 6 Kasım 1521 yılında öldürülmüş ve ardından aşağıdaki halk şarkısı söylenmeye başlanmıştır.
Bir gece katledildi
Şövalye
Medina’nın şeni
Olmedo’nun çiçeği.
Kitap Atölye tarafından edebi metin olarak yetkin olmakla birlikte, Fernando de Rojas’ın 1499 yılında yani 120 yıl önce yazılan Celestina’ya göre Olmedo Şövalyesi’nin insanı, ‘akılla davranan’, ‘hümanist’ bireyinden çok daha yetersiz buldu. Kadın karakterleri karşılaştırıldığında, daha önce kendi iradesine özgürce sahip olan ve eylemleriyle de bunu gösteren Celestina’ya karşın Dona İnés daha geleneksel ahlaka yakın, kuralcı, aşkını evlilik merkezli düşünen ve bir otorite figürü olan babasının kararını karşı çıkmak yerine entrika çevirerek caydırmak yoluna giden bir kadın olarak çizilmiştir. “Ama biz insanların hevesi çoğunlukla yanıltıcıdır, gelip geçicidir, boştur, ve hele kadınların kolaydır aklını çelmek, çabucak geçer hevesleri, hemen değişir.”, “Sen olacaksın Don Alonso özgürlüğümün ve hayatımın efendisi. Hiçbir baskı önleyemez senin karın olmamı.”, “Akıl yüklü bir kocanın yanında yaşayacaksın. Aptal bir adamla evlenen kadın ne kadar mutsuzdur, anlarsın.” Bu ve diğer kadın karakterlerin yaratılmasında yazarın hem kadına geleneksel gözle bakıp hem de kadınla özgür ilişkiler kurma yoluna giden yazarın etkin olduğu konuşuldu.
Dönemin ruhuna ve engizisyon uygulamalarıyla uyumlu olarak metinde Yahudi ve Müslümanlara karşı ayrımcılık yapıldı vurgulandı. “Kastilya’da yaşayan Müslümanlar ve Yahudiler için uyguladığınız ayrımcılık hakkında kral fermanı.”, “Yahudilerin işaretli bir cüppe ve Müslümanların da yeşil takke giymelerine karar verdim. Hıristiyan ahaliye gelince, saygınlıklarını korumak zorundalar.”
Yazar Rönesans’ın, hümanizmin akılcı, özgür bireyinin iradesini, dini güce bağlamaktadır. “Biliyorum ki her insanın iradesi özgürdür Tanrı katında.”
Bugün de, yabancı düşmanlığının arttığı zaman ve yerlerde, göçmenlerin insan olmaktan ileri gelen haklarının korunması gerektiğini hatırlatanlara yapılan eleştiri yazarın da dizelerinde yer alıyor. “Bu memleket benim tepemi attırıyor. Kendisinden olanı aşağılar, yabancıyı baş tacı eder.”
Boğa güreşinin anlatıldığı yerde ise, pekiştirme amaçlı olsa da, şiddet çağrışımlı ifadeler yer alıyordu. “Uçarcasına, şahane bir vuruşla, boğanın (kesilmiş) ayaklarından birini bir çatının üstüne dek fırlatıyordum.”, “Bilirsin, ben ön ayaklarıyla toprağı eşeleyenlerden çok, çifte atanlardanım.”