‘Orta Doğu Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz V.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin ikinci toplantısında Kamer Badur-Eğilmez bize Suriye konusunda kısa bilgiler verdi. Ardından Faruk Sevim, Suriyeli yazar Fawaz Husen’in hayatını anlatarak Amidabad Göç, Çocuk ve Irmak isimli kitabı tartışmaya açtı.
Suriye coğrafi konumu, farklı mezhep ve etnik grupları barındıran nüfus yapısı ve karmaşık dış politika bağlantıları nedeniyle bölgenin fay hattı olarak görülmektedir.Doğal kaynaklar bakımından fakir bir ülkedir. Ormanlar, madenler, bitki örtüsü oldukça kıt olduğundan ekonomik olarak geri kalmış bir ülkedir. Halkın yoksulluğunda varolan kıt kaynakların eşitliksiz dağılımı önemli bir rol oynamaktadır.
Suriye uygarlığın ve yerleşik hayatın başlangıcından itibaren önemli bir bölge olmuştur. İlk yerleşim M.Ö. 5000 yıllarına tarihlenmektedir. Şam kenti, dünyanın en eski ve devamlılık gösteren kentlerinden biridir.
Bölgenin en eski sakinleri Natufien’lerdir(MÖ 8300-7000 Suriye Filistin bölgesinde ortaya çıkmış olan bir kültür). Sonrasında Akadlar, Amuriler, Hititler, Mısırlılar (İlk yazılı anlaşma olan Kadeşte Mısır ve Hitilerin Suriye topraklarını paylaşmaları üzerinedir), Asurlular, Medler, Persler, Roma, Bizans sonra da Osmanlı bölgenin topraklarına ayak basarlar.
634 yılında topraklar Müslüman Arapların egemenliğine girer. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölge isyanlarla çalkalanır. Napolyon gibi Avrupalı askerler, Osmanlı, Kavalalı Mehmet Ali Paşa ve oğlu İbrahim Paşa, Amerikalı ve Avrupalı Devletlerin misyoner okulları ve birtakım insani örgütler aracılığıyla bölgedeki faaliyetlerle bölge çatışma zeminine oturur. Tanzimat ve Islahat Fermanları ile Hristiyanlara eşit haklar verilmesiyle Müslüman-Dürzi, Müslüman-Hristiyan çatışmaları kızışır. II. Meşrutiyetin ardından İttihatçıların izlediği politikalar Suriye’de Arap milliyetçiliğine dayalı bir muhalefetin gelişmesine zemin hazırlar.
I.Dünya Savaşı’nda Arap liderlerin Fransız ve İngilizlerle işbirliği, Osmanlı’ya karşı ayaklanmaları, Arapların desteğiyle İngilizlerin bölgeyi işgali, Fransız mandası (1920-1946) bölgeyi karmaşaya sürükler. Ülke, 1941-970 yılları arasında ardarda gelen askeri darbeler sonucunda radikal değişikliklere maruz kalır. 1958 yılında Mısır ve Suriye’nin birleşmesiyle Birleşik Arap Cumhuriyeti kurulur. 1961 yılında Şamlı Sunni subaylar tarafından gerçekleştirilen askeri darbe neticesinde birleşme sona erer.
Uzun yıllardan bu yana ülkede iktidarını koruyan Baas Partisi, dışta Pan-Arap, içte sosyalizm propagandasıyla Suriye’de güçlenip, 1963’te ülkenin tek kanuni partisi hüvviyetini kazanmıştır. 1970 Yılında, Hava Kuvvetleri komutanı Hafız Esad yönetimi ele geçirir ve Düzeltme Hareketi ile kendince rejimi restore eder. 1970-2000 yılları arasında devlet başkanlığı, parti genel sekreterliği, silahlı kuvvetler komutanlığı makamları Esad’ın kişiliğinde tüm devlet ve toplum kurumlarını kapsayan karmaşık bir çıkar ağına dönüşür.
2000 Yılında Beşar Esad ordunun, istihbarat servislerinin, Baas Partisi’ndeki kökleşmiş kadroların ve referandumda halkın % 97’sinin tam desteğini alarak iktidara gelir. Göreceli bir Şam Baharı dönemi yaşanır. Ancak bir yıl gibi kısa süre sonra Şam Baharı sona erer ve demokratikleşme yönünde geri adımlar atılmaya başlar.
11 Eylül’den sonra ABD, Suriye’yi ‘bölgesel kaynaklı küresel teröre ve kitle imha silahlarına sahip serseri devlet’ler arasında saymış, Irak’ı Özgürleştirme Operasyonu’nda Irak’ı desteklemekle suçlamış ve ülke üzerinde üzerindeki baskısını artırmıştır.
Hariri suikasti sonrası (14 Şubat 2005) Suriye’nin Lübnan’daki pozisyonunu değiştirir. Tunus, Mısır ve Libya’daki halk ayaklanmalarıyla başlayan Arap Baharı rüzgârı Suriye’ye sıçrar. 2011 yılından beri de Suriye’de sular bir türlü durulmak bilmez. ABD ve Batı baskısı altında olan Suriye’nin İran’ın desteğine sahip olması, Hizbullah, Hamas gibi örgütlerle yakın ilişkisi, Rusya ve Çin ile sıkı ekonomik işbirlikleri, bölgede çözülmesi zor bir kördüğüm oluşturmaktadır.
Suriye nüfusu 25 milyon civarındadır. En büyük etnik grup Araplar (%90), sonra Kürtler’dir (%9). Nüfusun geri kalanını Ermeni ve diğer etnik gruplar oluşturmaktadır. Halkın % 86 sı Müslüman, bunların %74’ü Sünni, % 12 Nusayri, % 10 Hristiyan, % 3 Dürzi’dir. Azınlık nüfusun % 12’sini oluşturan Nusayriler bugün Suriye’de iktidardadır.
Suriye tarihi katliamlarla doludur. En büyüğü Hama Katliamı’dır. Müslüman Kadeşlerin 1980 yılında Hafız Esad’ı hadef alan başarısız suikast girişiminden sonra alevlenen Sünni Müslüman-Nusayri çatışması, Esad’ın cezaevlerindeki Sünnileri öldürmesi, Suriye ordusunun tamamının katıldığı 2 Şubat 1982 yılında on binlerce kişinin öldürüldüğü bir katliamla sonuçlanmış, 800.000 Suriyeli ülkeyi terketmek zorunda kalmıştır. Suriye bugün Ortadoğu’nun büyük ve derin faylarından biridir.
Fawaz Husen Nusaybin yakınlarındaki Amude kasabasında doğan bir Kürt yazardır. 1978 Yılında eğitim için Fransa’ya gitmiş, kısa bir süre İsveç’de yaşadıktan sonra Paris’e geri dönmüştür.
Amidabad Göç, Çocuk ve Irmak ülkesinden uzakta yaşayan, ülkesine dönemeyen ama göçtüğü ülkeyle de bütünleşememiş bir göçmenin arada kalmışlığını anlatan psikolojik bir romandı. Kitabın bütününde, ezilen, yaşadığı bölge yağmalanan, göçe zorlanan, bir ulusun üyesinin acılarını buluyoruz. Bu durum, kurmaca anlatının kahramanında ve yazarda milliyetçilik olarak dışa vuruluyor. ‘Fransa Fransızların’dır cümlesi ile herkesin kendi ülkesinde var olabileceği, ‘kendi vatanı gibisi yok!’, kısıtlamasına düşüyordu. Bu da barışçıl olmayan bir çıkarsamaydı ve tehlikelei yerlere evrilebilirdi. ‘Fransa, mezarlık gibi bir ülke’, insanları ‘Azrail gibi tren memurları’ olup çıkıyordu. Biz Atölye katılımcıları biliyoruz ki dünya herkesindir. Her yerleşim binlerce yıldır insanların sırasıyla ve birlikte yaşadığı bir dünya mirasıdır.
Yazarın edebi başarısı bir yana bırakılacak olursa, Atölyemiz açısından genel olarak kötümser, dili öfkeli, ayrımcı, eril olarak değerlendirildi. Kadınlara karşı tavrı sorunluydu. Okumalarımızda ‘O sarışın kızların bizim gibi sıcakkanlı ve esmer delikanlılar için çıldırdıklarını düşünüyorduk’,’Genç ve ince kadınlar şişmanlaşıyor, genelev kadınlarına dönüşüyorlardı’, ‘beyaz göğüslü kadınlar’, ’sıcak bir kuşak gibi saran’, ‘yararlanamadığımız dünya nimeti’ kadınlara rastladık.
Yazarın kendi dışındakilere bakış açısı da ayrımcı ve küçümseyiciydi.‘Çingeneler ve gezgin demircilerle düşüp kalkardı’. Ayrıca yazarın, yaşadığı çevredeki diğer etnik ve kültürel farklılıklardaki insanlardan söz etmediği de önemli bir eksiklik olarak değerlendirildi. Adeta yazar kendi gibi insanların var olduğu steril bir dünya kurmuştu.
Kendi gibi olanlar ‘acının süvarisiydiler’,‘sidikleriyle seller yaratabilir’, ‘dağları yerinden sökebilir’, ’Ejderhaların başlarını bir kılıç darbesiyle kesebilir,’ ‘tüfek namlusundan fırlayan mermi’ gibi, ‘kurşun gibi’ hareket edebilirlerdi.
Yazar ezilen ulusların acıları başarıyla anlatılıyordu. ‘Göç yolu ölüm yolu gibiydi’,‘Bizi korku ve endişeden uzak tutacak ve o noktaya bir daha geri getirmeyecek bir Tanrı bekliyorduk’,’ Tanrıya çok yakındım, ama o ağır kulaklarına çığlıklarımı duyuramadım hiç’,’Çöplük kokmuyorlardı; bahtları vatanlarındaki kar gibi beyazdı!’, ‘Onlar konuşmadan da birbirlerinin derdini, tasasını anlayabiliyorlardı.’
Ancak Atölyemiz açısından, ezilen halkların başkalarını dışlama, aşağılama, ayırımcı davranma haklarının olmadığında görüş birliğine vardık.
Bu toprakların söyleyecek daha çok sözü var. Bu topraklarda binyıllardır insanlar geldi, yaşadı, sevdi, göçtü, öldü. ‘Kumla ve yalanlarla ağırlaşmıştı yükler’. ‘Düşük yapmış düşler kurulmuştu’.Bu topraklarda‘Sözlerimiz toprak kadar eskiydi, içimizse söylenmemiş sözlerle doluydu’.
Söylenmemiş sözlerde barışı aramayı sürdürüyoruz.