Konusunu ‘Rus Edebiyatında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VII. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 20 Nisan Çarşamba akşamki son toplantısında, Şengül Çiftçi bize Andrey Platonov’un Mutlu Moskova kitabını tanıttı ve tartışmaya açtı.
Andrey Platonoviç Platonov, 1889 yılında bir işçi ailesinin çocuğu olarak Voronej’de dünyaya gelir. Baba mesleğini seçen Platonov, 1913 yılına kadar dökümcülük ve tornacılık yapar. 1920 yılında Kızıl Ordu’ya girer. 1924 yılında Voronej Politeknik Üniversitesi’ni bitirir. 1918 yılında yazmaya başlar, ilk şiir ve düzyazı denemeleri gazete ve dergilerde yayımlanır. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra ülkesinin inşasına katkıda bulunmak amacıyla edebiyatı bırakır, mühendis ve yönetici olarak ülkesinin yoksul insanlarının yardımına koşar. Bu yıllardaki deneyim ve gözlemleri, ileri yıllarda yazarın hikâye ve romanlarının arka planını oluşturacaktır.
1918 yılından itibaren çeşitli gazete ve dergilerde makale, şiir ve denemeleri, 1926 yılından itibaren de kısa öyküleri yayımlanmaya başlar. Yeteneği Maksim Gorki tarafından keşfedilince edebiyata parlak bir başlangıç yapar ama daha sonra kimi eserleri Stalin başta olmak üzere pek çok kişinin sert eleştirilerine hedef olur. Eserleri yasaklanır, KGB tarafından izlemeye alınır, sık sık tutuklanır ve kendisine var olma şansı bir daha verilmez. Kimliği tüm resmi kayıtlardan çıkarılır. Büyük oğlu on beş yaşındayken bilinmeyen bir nedenle gözaltına alınarak çalışma kampına gönderilir. Platonov, çalışma kampından dönen oğlundan kaptığı tüberkülozun ilerlemesi sonucu 1951 yılında ölür. Hayatının son yıllarını bir edebiyat enstitüsünde hademelik yaparak geçirir.
Ekim Devrimi’nin ardından sosyalizmi, sosyalist toplumu ve bu toplumun ideal insan tipini inşa etmek için yola çıkan komünist parti bu yolda edebiyattan destek bekler. Toplumcu Gerçekçilik akımı bu ihtiyacın ürünü olarak görülür. Platanov, Sovyetler Birliği’nin bu iki resmi yazarı, Maksim Gorki ve Şolohov’un çağdaşıdır. Romanlarında aynı temaları izler. Hatta 1925 yılında yayımlanan ve 1905 yılında Potemkin Zırhlısı’ndaki isyanı konu edinen ‘Black Sea Revolt of 1905’ kitabı Bolşevik Parti’nin resmi yayını ilan edilir. Ancak Platonov bununla yetinmez. Gorki ve Solohov’un tersine toplumsal devinimin gidişatını olumlamaz, tespit ettiği eksikleri dile getirmekten çekinmez, rejim düşmanı damgası yiyerek bir kenara itilir.
Yapıtları, Sovyet karşıtı bulunduğu için yasaklanır. Öyküleri 1950′lerin sonlarında Rusya’da yeniden yayımlanmaya başlarsa da başlıca eserleri 1980′lerin sonuna dek yasaklı kalır. Doksanlı yıllarda KGB arşivlerinin halka açılmasıyla bitmemiş bir romanı günışığına çıkar. 1981’de Sovyet astronom tarafından bulunan minik bir gezegene, yazarın adı verilir; ‘3620 Platonov’
Atölye’nin konusu olan Mutlu Moskova kitabı, anne babasını kaybeden, kaldığı yetimhanede Moskova adı verilen devrim çocuğunun, düşleri, devrimin idealleri, rastlantılarla karşılaştığı kişilerin genç kızın hayatını dönüştürmesi, nasıl bir hayat yaşamak istediğine dair tecrübeleri, soruları ve bulabildiği cevapları konu eder. Yeni biçimlenen bir toplumda, yetişmekte olan bir kadının ilerlemeci anlayışının, devrimin öngördüğü yeni toplum düzeninin, Stalin’in gerçekleştirmeye çalıştığı toplum mühendisliğinin, kapitalizmin dermansız kıldığı insanların sosyalizmin yeşeren olanaklarıyla umutlanmasının izleğini süreriz.
Bir iş kazasında bacağını yitiren sosyalist bir kadının, Moskova’nın çığlığını duyarız. ‘Bacak değilim ben, göğüs değilim, karın ya da göz değilim, ne olduğumu kendim de bilmiyorum. Götürün beni, uyuyacağım’. Moskova’nın çığlında, aslında kesilen bacak metaforuyla, sistemin her aygıtıyla vaat ettiği ortak düş müjdesinden uzaklaştığının bir göstergesini fark ederiz.
Yeni ülkenin başkenti Moskova şehri de Moskova karakterinde bir metafor gibi kullanılır. ‘Bu başlayan, gelecek zaman’, ‘yaşanmış ve unutulmaya bırakılmış’ bir şeyin uğultusu, Moskova şehrinin mutluluğuna eşlik etmektedir. Kentin kendinden duyduğu memnuniyet, Moskova Çestnova’nın yaşamın ve aşkların peşinden giden istekli ruh hali ile özdeşleşir. Ancak mutluluk çoğunlukla kendini taşıyamayan yüksek bir beklentidir.
Karakterler, Sosyalizmi ve aşkı bir arada okumanın yollarını ‘burjuva icadı’ kolaycılığına sığınmadan bulmaya çalışırlar. Ancak ‘eski alışkanlıklar’dan bir çırpıda kurtulamayacaklarının da farkındadırlar. Aşk onlar için şifa olmanın yanı sıra çözmeye uğraşırken yorgun düşüren bir ‘sorun’dur. ‘Sevse miydi onu sevmese miydi?… Hayır sevmeyeceğim onu, elimden de gelmez… Üstelik bir şekilde bedenini bozmak gerekecek ki acırım, hele gece gündüz nasıl harikulade bir insan olduğumun yalanını söylemek… İstemem zor iş!’, ‘Kalbiniz neden öyle atıyor. Duyuyorum resmen.
Uçmak istiyor da ondan…’,’Ben nicelerini sevdim, sense ilk beni.Sen kızsın ben kadın’, ‘Aşk komünizm olamaz; düşündüm düşündüm ve olamayacağını gördüm…Sevmek gerekiyor sanrım, seveceğim de yemek yemek gibi bir şey bu ama zaruret, asıl hayat değil’.
Sevmek…İşte insanı insan yapan, kendini gerçekleştirmesini sağlayan, insanlığını hissettiren şey. ‘Suyun boşluktaki hareketi Moskova Çetsnova’ya yaşamın büyük yazgısını dünyanın gerçekten de sonsuz olduğunu ve uçlarının hiçbir yerde birleşmeyeceğini anımsatıyordu. İnsan dönüşsüzdü.’
Sevmek demek barış demek. Kendinle barışmak, dostunla ve de düşman bildiğinle, ötekiyle barışmak.
Sekiz dönemdir devam eden Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin bir dönemini daha bitirdik; sekiz dönemdir yeşerttiğimiz, inadına koruduğumuz barış umutlarımızla ve edebiyata, birbirimize olan, günden güne katmerleşen, bizi zenginleştiren sevgilerimizle. Çok şey paylaştık, çok okuduk, çok tartıştık, çok mutlu olduk; hep sevgiyle. Şairin dediği gibi ‘Sevgi, bir lokmada iki mutlu insan demek’. Biz birbirimizi mutlu ettik. Mutlu büyük bir aile olduk.
Bir sonraki Atölye’ye kadar barışla kalın.