Ragıp Zarakolu
Tarihimizde ilk ‘kıt’al’ Anadolu’nun ve Güneyin Türk, Kürt ve Arap Alevilerine yönelik olarak başlatıldı. Bunu coğrafyamızın ilk soykırımı olarak da niteleyebiliriz.
Bir ulusal güvenlik devleti olan TC, “dış” ve “iç” düşman olmadan var olamayacağını düşünür.
Ulusal güvenlik devleti konsepti, siyaset bilimcileri tarafından 2. Dünya savaşını izleyen soğuk savaş ve sonrası dönemdeki gelişmeleri açıklamada kullanıldı.
ABD dahil bütün devletlerde ulusal güvenlik dendi mi bir yerde akan sular durulur.
ABD Başkanı de seçilseniz, seçildikten sonra daha önceki düşüncelerinizi ya da ifadeleriniz terk etme durumunda kalırsınız.
Kimi zaman bu olgu “derin devlet” tanımıyla da açıklanır. İlla ki bunun iyice şekillenmiş bir aygıt olması da gerekmez.
Eğer “devlet”in bir parçası iseniz, o sizin ruhunuza sirayet eler, yani bulaşır.
Kritik anlarda illa ki bir yerden komut almanız gerekmez, gereken yapılır.
Ancak biz de ki ulusal güvenlik devleti Soğuk Savaş döneminden çok önce oluşmuştur.
Bunu bu cumhuriyetin oluşma döneminin koşullarına da bağlayabiliriz.
Buna “Osmanlı” ya da “Balkan” travması da diyebiliriz.
Osmanlı İmparatorluğu, çökmüş olan Bizans İmparatorluğunun mirası üzerinde yükseldi. İlk çekirdeği Anadolu’dan çok, -çünkü Anadolu’da güçlü Beylikler, Doğu’da ise İran vardı- Balkan coğrafyası üzerinde yükseldi. Yönetici kadrolar bu coğrafyadan devşirildi. Daha çok Sufiliğin, Bektaşilik ve diğer katı olmayan tarikatların öne çıkması bir yerde din değiştirmeyi, bir arada yaşamayı da kolaylaştırdı.
Osmanlı İstanbul’u 1453’de düşürdü. Resmi tarihin kuruluş gününü kabul edersek, ilk rüşeymden 154 yıl sonra yani. Arada koca bir buçuk asır var. Ama bir Konya örneğin ancak İstanbul’dan 14 yıl sonra, 1467’de ele geçirildi. Trabzon Elbistan ve Maraş çevresindeki Dulkadiroğulları Beyliği 1522’de düştü. Yani 1517’de Suriye ve Mısır’ın fethinden sonra.
Osmanlı İmparatorluğunun Ortodoks İslama yönelmesi, Yavuz’un Suriye ve Mısır’ı, Hicaz’ı zaptetmesi ve Mısır’da süregelen Halifeliği gasp etmesi ile başladı. Osmanlının her Doğu’ya yayılma girişimi, Anadolu Beyliklerine, İran duvarına toslamıştı. Ki bu Beylikler arasında Ermeni Beylikleri de vardı. Örneğin, Timur’un Yıldırım Beyazid ile kapışmasını tutuşturan olay, tam iki imparatorluk arasında yer alan bir Ermeni Beyliğinin haracını kimin alacağı konusu olmuştu.
Ciddi tehdit hep Doğu’dan gelmişti. 15. yy. başında Timur neredeyse Osmanlıyı bitirmişti. Ciddi bir meydan okuma olan Şeyh Bedrettin ayaklanması da “fetret” diye adlandırdıkları bu dönemde meydana gelmişti.
Anadolu bir yerde Aleviliğin anavatanı gibi olmuştu. Zaman zaman Anadolu Beyliklerine yönelseler bile güçlü bir direniş ile karşılaşılmıştı. Doğu’ya ve güneye yayılabilmek için Yavuz, ortodosk İslama bağlı ve kendilerini İran tehditi altında hisseden Kürtlerin temsilcisi olarak Kürt Beyi İdris’i Bitlisi ile stratejik bir ittifaka girdi. Onlara bir çeşit “özerklik” tanırken, askeri güçlerini de Kafkasya’nın fethinde ve İslam’ın oralarda yayılmasında kullanma olanağına sahip olmuştu.
20 yy. ile karşılaştıracak olursak, Ankara açısından Moskova ve Sovyetler neyi temsil ediyorsa, Yavuz’un İstanbul’u açısından da Safevilerin başkenti Tebriz bir çeşit Moskova’ydı. O dönemin Lenin’i Şah İsmail’di. TC nasıl Komünistleri ve solcuları Moskova’nın 5. Kolu olarak kabul ediyorsa, Yavuz açısından, Anadolu’nun Türk ya da Kürt Alevileri İran’ın 5. Koluydu ve “katli vacipti”.
Dolayısıyla, tarihimizde ilk “kıt’al” Anadolu’nun ve Güneyin Türk, Kürt ve Arap Alevilerine yönelik olarak başlatıldı. Bunu coğrafyamızın ilk soykırımı olarak da niteleyebiliriz. Ne yazık ki, soykırım tarihçiliği Alevilerin uğradığı kıyımları kapsamlı olarak akademik bir araştırma sahası yapamamıştır bugüne değin.
Anadolu halkı Osmanlı egemenliğini kolay kabul etmedi. Yavuz ile başlayan Celali Ayaklanmaları, 17. yy.da da devam etti. Bunların nihai olarak bastırılmasında Balkan kökenli olan Kuyucu Murat Paşa’nın yaptırdığı kıyımların büyük rolü oldu. Onun Alevileri doldurduğu kuyulara, 1915 yılında Ermeniler, Süryaniler doldurulacaktı.
Türk modernleşmesi: Kıtalar arası en büyük köprüye Yavuz Sultan Han adını vermek. Alman modernleşmesi: 2. dünya savaşına yol açmıştı. Haydi hayırlısı!
Balkan Savaşları ile Osmanlı İmparatorluğunun çökmesi arkasında, devlet açısından büyük bir travma ve güvensizlik duygusu yarattı. Ne kadar baskı önlemi de alınsa, devlet “zayıf”tı. Ve devlet en küçük bir kıpırtıya, en küçük bir direnişe karşı “korku” refleksi edinmişti.
İmparatorluk çökmüş, ama arkasında koca bir bürokrasi ve ordu kalıntısı bırakmıştı. Bunların Arap kökenli olanları, yeni Arap devletlerinin oluşumunda rol üstleneceklerdi. Hıristiyan olanlar tasfiyeye uğradı.
Kurucu elitin hepsi tahsilli idi ve ağırlıkla Fransızcaya vakıftı. Artık kafalara dank etmişti. Millet olmadan Devlet olmaz! Millet yoksa, döve döve, eze eze, sarsa sarsa yaratılır. Ama bunu Müslüman ahaliye nasıl kabul ettireceksiniz. O zaman kesinlikle Türkçe de konuşsalar Hıristiyanlara yer vermeyeceksiniz. Kürtler üzerine ilk sosyolojik yerli araştırmayı yapan Ziya Gökalp, projeyi “İslam-Türk” sentezi diye belirledi. Ve bu TC ulus devletinin “katı çekirdeği” oldu.
Sol, ilk kuruluştan itibaren, ana tehdit unsuru olarak kabul edildi. Türkiye solunun 20. tarihi, bir katliam ile başlar: 21 Ocak 1921, Mustafa Suphi ve yoldaşlarının, Ermeni soykırımın gerçekleştiren derin devlet ekipleri ile katledilmesi. Ve diğer infazlar ve toplu tevkifatlar… Türkiye solu tarihi aynı zamanda bir kıyım tarihidir.
Aleviler üzerine ilk sosyolojik araştırmayı da, Ziya Gökalp’e paralel, İttihatçıların Aşiretler ve Muhacirler Dairesi (başkanı olan Şükrü Kaya daha sonra CHP’nin baş ideologu olacaktır) yaptıracak ve bilimsel görüntü için bir Alman adı ile yayınlayacaktır). Bu da Alevilere yönelik Devletin derin ilgisini göstermektedir!
Devletin bir de “özerklik” travması vardır. “Sırbistan’a Bulgaristan’a, Romanya’ya, Girit’e özerklik verdik, bağımsızlık ilan ettiler zayıf anımızda. Ermeniler istedi, Cihan Harbi sağolsun, o sayede hallettik! Şimdi de Kürtler. İnşaallah onları da halledeceğiz!”
Zavallı Kürtler, safiyane biçimde mesela kabilinden özeklikten söz ederken, halk deyimiyle, “adamın aklına karpuz kabuğu düşürdüler”, eski korkuları deştiler.
Bu yazı Artı Gerçek web sitesinde yayınlanmıştır.