BİA Haber Merkezi – 10.06.2010 / Erol ÖNDEROĞLU – “Erdoğan Samimiyse İncirlik’e de El Atsın”
Küresel BAK sözcüsü Yıldız Önen, Türkiye-Brezilya-İran anlaşmasına karşı çıktıkları gibi BM Konseyi’nin yaptırım kararına da karşı: “BM içinde en etkili beş ülkenin nükleer silahları ne olacak peki?”
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) sözcüsü Yıldız Önen, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde etkili ABD ve Rusya gibi ülkelerin kendi nükleer silahlarını tartışma konusu yapmadan İran’a yaptırım uygulamalarını doğru bulmadıklarını açıkladı. “Zaten Afganistan’dan sonra, Irak Savaşı ve işgalinden dolayı olağanüstü bir savaş, işgal ve kıyım halinin hakim olduğu Ortadoğu’da bir kez daha gerginlik yaratılmasını da yanlış buluyoruz.”
Önen: İran tehlikeyse Türkiye değil mi?
Iran kadar tehlike oluşturabilecek bir ülkenin de Türkiye olduğunu bianet’e ifade eden Önen, dünyanın en büyük beşinci askeri üs olarak İncirlik Askeri Üssü’nde ABD’nin 90 tane nükleer başlığının bulunduğunu kaydederek Türkiyeli yetkililere seslendi: “Silahsızlanma ve barış konularında samimiyseniz İsrail’le tüm askeri ve ekonomik anlaşmaları iptal edin” diye konuştu.
“Bu üssün kapatılması için ABD’li yetkililerle görüşme başlatılmalı. Eğer İran Ortadoğu açısından bir tehditse Türkiye de bu açıdan bir tehdittir. Öncelikle nükleer silahlar imha edilerek bu tehdidin ortadan kaldırılması gerekiyor.
“BM, kendi içinde en etkili ülkelere karşı işlevsiz olduğu gibi onların güdümünde çalışıyor. BM’de etkili bu ülkelere başkaldıran ve Ortadoğu’daki politikalarına yanaşmayan diğer ülkelere baskının yöneltmiş olmasını da ikiyüzlü buluyoruz.”
Önen, Brezilya ve Türkiye’nin İran’a yaptığı teklifi de, İran’daki uranyumun Türkiye’ye getirip depolanmasının yol açacağı tehlike ve tehditler nedeniyle de desteklemediklerini hatırlattı.
Türkiye’den karşı oy
BM Konseyi, dün (9 Haziran) akşam, İran’ın nükleer silahlanmasını engellemek üzere oylamaya soktuğu yeni yaptırım kararını ikiye karşı 12 oyla kabul etmişti.
Oylamada, geçtiğimiz haftalarda İran’la nükleer anlaşması imzalayan Türkiye ve Brezilya “hayır” dedi; Lübnan ise çekimser kaldı.
BİA Haber Merkezi – 12.06.2010 / Tolga KORKUT – Kayıp Yakınları Meclis’e Doğru Yola Çıktı
Kayıpların ve faili meçhullerin akıbetinin ortaya çıkmasını, sorumluların bulunup yargılanmasını isteyen kayıp yakınları ve hak savunucuları İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıktı. Grup 21-22 Haziran’da milletvekillerinden Kayıplar Sözleşmesi’nin imzalanmasını da isteyecek.Kayıp yakınları kaybedilen ve öldürülen sevdiklerinin akıbetinin ortaya çıkarılması, sorumluların yargılanması için milletvekilleriyle görüşmek üzere İstanbul’dan yola çıktı.Bugün Galatasaray’daki basın açıklamasının ardından yola çıkan grup Kocaeli, Bursa, Eskişehir’den geçerek 19 Haziran’da Ankara’da olacak. Burada birçok ilden gelen kayıp yakınları ve hak savunucuları İnsan Hakları Derneği (İHD) Merkezi’ndeki iki günlük forumun ardından 21-22 Haziran’da parlamentoya gidecek. Bianet’in edindiği bilgilere göre, kayıp yakınlarının Barış ve Demokrasi Partisi’yle (BDP) ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Milletvekili Zafer Üskül’le randevuları kesinleşmiş durumda. Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) grubuyla görüşme için iletişim sürüyor.
“Kayıplar Sözleşmesi’ni imzalayın”
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nİn bianet’e verdiği bilgiye göre, kayıp yakınları milletvekillerinden öncelikle Kayıplar Sözleşmesi’nin imzalanıp onaylanmasını isteyecek. Zorla kaybetmeleri yasaklayan bu sözleşme hükümetlere kayıpların akıbetini ortaya çıkarma ve zararın tazmini yükümlülüğünü de getiriyor. Türkiye 83 ülkenin imzaladığı bu sözleşmeyi hâlâ gündemine almış değil. Yurtsever kayıplara ait olduğu düşünülen kalıntılardan kimliklerin saptanmasını, ailelere bilgi verilmesini, kayıplar ve faili meçhullerle ilgili buluntuların olduğu düşünülen yerlerin koruma altına alınıp delillerin korunmasını da parlamenterlerden isteyeceklerini dile getirdi.
Aydınlardan ve sivil toplumdan destek
“Bizler hiçbir zaman öç peşinde olmadık. Sadece evrensel hukuka uygun adalet aradık. Bizi görmeyen, taleplerimize sessiz kalan yönetenlere sesimizi duyurmaya gidiyoruz” diyen kayıp yakınlarına birçok meslek örgütü, sendika ve siyasi örgüt temsilcisinin yanı sıra, sanatçı, yazar ve aktivistler de meydana gelerek destek verdi.
Küresel BAK adına sanatçı Zeynep Tanbay “Ben kayıp yakını değilim. Ama buradayım. Bu sorun hepimizin utancı, mücadele hepimizin mücadelesi. TBMM bu taleplere ciddi yanıt vermek zorunda. Yoksa Cumartesi İnsanları’nın mücadelesi dünya kamuoyunun gündeminde olacak. Bu meydan utanç meydanı olacak” diye konuştu.
Oyuncu Nur Sürer de “Burası zaten 15 yıldır utanç meydanı. Çocuklarının ölülerini bulamadan ölüp giden anne babalar oldu; onlara rahmet diliyorum. İsrail’in saldırdığı Gazze’ye yardım gemilerindekilerle dayanışma gösterenler buradakilere göstermedi. Bu kadar ikiyüzlü bir ülkedeyiz” dedi. Yakınlarını siyasi cinayetlerde kaybedenlerin oluşturduğu Toplumsal Bellek Platformu’ndan, Ümit Kaftancıoğlu’nun kızı Canan Kaftancıoğlu da “Bu yürüyüşten somut sonuçlar alacağınıza inanıyorum” diye konuştu. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi’nden (DSİP) Şenol Karakaş “Kayıp yakınlarının mücadelesi halkların kardeşliği için çok önemli. Anaların öfkesi katilleri boğacak. Tüm ezilenlere moral oluyorsunuz”; Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nden (ESP) Figen Yüksekdağ “Bu yürüyüşün adalet mücadelesinde yeni yollar açacağını umuyorum”; Barış ve Demokrasi Partisi’nden (BDP) Dursun Yıldız “Gerçek özgürlüğü, eşitliği, adaleti savunan insanların çoğalmasıyla toplum, devlet demokratikleşecek. Kirli savaşlar son bulacak” dedi.
İHD’den Abdülbaki Boğa “İnsanlarımızı kaybettiler. Yapanların ‘Biz yaptık’ demesi, faillerin ortaya çıkması, adil yargılama için yürüyoruz”; GÖÇDER’den Abdülhalim Gümüş “Milletvekilleri duyarlılık göstermeleri gerekirken hâlâ savaşta ısrar ediyor”; DİSK’e bağlı BANKSEN’den Önder Atay “12 Eylül’ün aramızdan aldıklarını geri alıncaya kadar mücadeleye devam. Yol boyunca DİSK sendikaları yanınızda olacak” diye konuştu. Yürüyüş boyunca “Kaybedenler kaybedecek”, “Kayıplar bulunsun, hesap sorulsun”, “Kayıpların adresi JİTEM’in merkezi” sloganları atan gruba destek verenler arasında, Makine Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, sinema ve televizyon emekçilerinin sendikası SİNE-SEN, emekli sendikası EMEKLİ-SEN’in üyeleri, Barış Anneleri, kayıp yakınlarının derneği YAKAY-DER, yazar Erdoğan Aydın, Toplumsal Bellek Platformu’ndan Cüneyt Cebenoyan, Kürsel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan (Küresel BAK) Yıldız Önen, Çocuklar İçin Adalet Çağrıcıları’ndan Mehmet Atak da vardı.
Radikal 2 – 20.06.2010 / Arif Ali CANGI – İncirlik Kararnamesi Uzatılacak mı?
Türkiye’nin iç gündemi ve dış gündemi çok yoğun geçiyor. Bir konu var ki; hem iç gündemini, hem de dış gündemini yakından ilgilendirmektedir; İncirlik Üssü’nü yabancı savaşan birliklerine kullandırılması meselesi. Irak Savaşı’na fiilen katılmayan Türkiye, işgal yıllarında işgalcilerin işini kolaylaştırmaktan geri kalmadı. Bunun en somut biçimi; 23 Haziran 2003’den bu yana her yıl yenilenen Bakanlar Kurulu kararıyla İncirlik Üssü’nün ABD’nin savaşan birliklerine kullandırılması. Bir yanda İsrail ile ilişkilerin kopma noktasına gelmesi, diğer yanda BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a Yaptırım oylamasında Türkiye’nin ABD ile ters düşmesine karşın, İncirlik kararnamesinin bu yıl da uzatılıp uzatılmayacağı merak konusu.
Neden gizleniyor;
Bakanlar Kurulu’nun İncirlik Kararnameleri hep ‘gizli’ gizlilik derecesini taşıyor. İlk kararnamenin gizli tutulması kamuoyunda tartışılmıştı, Danıştay açılan iptal davasında da gizlilik en önemli itirazlardan birisi olmuştu. Kamuoyunun baskısı ve davanın sırf bu yüzden kaybedilmesi olasılığını ortaya çıkmasıyla bir süre sonra kararnamenin gizliliğini kaldırmak zorunda kalmışlardı. Ancak ardından bugüne kadar her yıl yenilenen kararnameler hep gizli tutuldu.
Kararname neden gizli tutuluyor olabilir; buna resmi yanıtın “güvenlik” olacağını kestirmek zor değil. Gerçekten gizli tutulmasının nedeni bu mudur? Yoksa, kararnameler kamuoyuna anlatılamayacak derecede, barışı tehdit eden bir şeyler mi içeriyor, artık gizlenemeyen İncirlik Üssü’ndeki 90 adet nükleer başlıklı füzenin unutturulma çabası mıdır?
Yargıçlar da ikiye bölündü
Gizli olmasına karşın, kararnamenin haber olması üzerine, Irak savaşıyla oluşan duyarlılık ve Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun örgütlülüğü ile 2003 kararnamesi ile 2007 yılı yenileme/uzatma kararnamesi yargıya taşındı. Davalarda, özetle İncirlik’in yabancı savaşan birliklere kullandırılmasının bölge barışını tehdit edeceği vurgusunun yanı sıra dayanılan en önemli hukuksal itiraz, kararnamenin yetki yönünden sakat olduğuydu. Çünkü Anayasan 92. maddesine göre; yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi TBMM’ne aittir. Anayasanın bu düzenlemesine karşın, konu meclisten de gizlenerek, bakanlar kurulu tarafından izin verilmişti. Tabi ki konu bu kadar yalın değildi, kararnamenin dayanağı olarak B.M. Güvenlik Konseyi’nin 22.05.2003 tarihli ve 1483 sayılı kararı gösteriliyordu. Anayasanın 92. maddesi “Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller” i ayrık durum olarak düzenlemiş, yani bu hallerde TBMM kararına gerek yok. İşte Başbakanlık savunmasında bu ayrık düzenlemeye dayanıyor. Gerçekten İncirlik Kararnamesi, “Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşma” ya da “milletlerarası nezaket kurallarının” gereği mi çıkartılmıştır? Kararname gizli tutulduğu için konu kamuoyunda tartışılamasa da dava dosyasına sunulan biçimiyle kararnameyi inceleyen Danıştay yargıçları ikiye bölmüş durumda. Farklı görüş, temyiz ve itiraz mercii olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun üyeleri arasında ortaya çıktı.
2003 Kararnamesinin iptali davasında yürütmeyi durdurma istemine ilişkin itirazı değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 13 üyesi yürütmeyi durdurma isteminin reddi yolunda oy kullanırken, 8 üyesi ise istemin kabulü yönünden oy kullandı. Temyiz incelemesi sonunda karşı oy sayısında önemli bir artış oldu; 15’e karşı 14 üye kararnamenin hukuka aykırı olduğu yönünde karşı oy verdi. Karşı oy gerekçesinde önemli saptamalar ve değerlendirmeler var; “…BM Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü teyit eden, istikrar ve güvenliğinin sağlanmasını, yeniden yapılandırılmasını ve ülkeye insani ve diğer yardımların ulaştırılmasına ilişkin kararında yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulundurulmasını öngören bir ifade yer almamaktadır, kararnamede ise tespit edilecek liman, havaalanı, tesis ve üslerde yabancı silahlı kuvvetlerin bulundurulmasına izin verilmektedir, Başbakanlık savunmasında da kararname ile yabancı silahlı kuvvetleri Türkiye’de bulundurulmasına izin verildiği kabul edilmektedir, bu nitelikteki bir iznin milletlerarası nezaket kurallarının gereği olarak da görülemez, dolayısıyla Anayasanın 92. maddesine aykırı olarak, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulundurulmasına izin verme yetkisinin Bakanlar Kurulunca kullanılmasında hukuka uygunluk bulunamamaktadır…” Bu karşı oy ile konunun kendisi kadar, yargılaması da dikkat çekici nitelik kazanmıştır. Azlık oya bir üye daha katılmış olsaydı, çoğunluk olacak ve İncirlik Kararnamesi iptal edilmiş olacaktı.
Yaklaşık 7 yıllık yargılama sürecinde gelinen nokta bu. 23 Haziran yaklaşıyor; İncirlik Kararnamesinin süresini uzatan yeni bir kararname çıkartıldı mı? İsrail’e rest çeken, Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin oyuna karşı oy kullanan AKP Hükümeti İncirlik Üssü’nü yine ABD askerlerine mi bıraktı? Türkiye’nin karşı oyuna karşın bu askerler İran’a yönelik ambargonun uygulayıcısı olmaya kalkarlarsa ne olacak, sayısının 90 olduğu söylenen İncirlik’teki nükleer bombalar patlarsa bunun hesabını kim verecek? Bütün bu sorulara yanıt verilmesini isteme hakkımız yok mu? Soru sormamız, barışı tehdit eden politikaların hesabını sormamız gerekmez mi? TBMM’nin üyeleri daha ne kadar susacaklar? Savaşı istemeyenler, barış yanlıları daha ne kadar susacağız?
Turnosol Web sitesi – 21.06. 2010 – incirlik kararnamesi iptal edilsin
Savaş karşıtları, 7 yıldır TBMM’den ve halktan gizlenerek otomatik olarak uzatılan İncirlik Üssü kararnamesinin neden uzatıldığını soruyor. Küresel BAK, Sürenin bittiği 23 Haziran’da İstanbul’da bir basın açıklaması yapacak.
2003 yılından bu yana İncirlik Üssü’nün ABD işgal güçlerine kullandırılmasını teşhir eden ve bölge barışını tehdit eden bu askeri merkezin kapatılması için kampanyalar yapan Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, 23 Haziran Çarşamba günü saat 12,30’da Galatasaray meydanında gerçekleştirilecek basın açıklamasına tüm savaş karşıtlarını davet etti.
Üssün işgal güçlerine hukuk dışı bir şekilde kullandırılmasını sağlayan ‘gizli kararname’ ile hukuki alanda da mücadelesini sürdüren Küresel BAK’ın takip ettiği davalar da devam ediyor. 2003 kararnamesinin iptali için açılan davanın üst mahkemede görüşülmesinde 15’e karşı 14 oyla iptal kararı çıkamadı. Yani hukukçular da bu konuda bölünmüş durumda.
Küresel BAK tarafından yayınlanan çağrı metni şöyle:
‘İNCİRLİK KARARNAMESİ NEDEN UZATILIYOR?’
“Hükümet bir yandan İsrail’e atıp tutarken, diğer yandan gerektiğinde ABD’ye de hayır diyebileceğini vurguluyor. Peki İncirlik kararnamesi neden her yıl uzatılıyor ve gizliliğini koruyor? Bu kararnameler halka anlatılamayacak derecede, barışı tehdit eden bir şeyler mi içeriyor, artık gizlenemeyen İncirlik Üssü’ndeki 90 adet nükleer başlıklı füze unutturulmaya mı çalışılıyor.
Türkiye, işgal yıllarında işgalcilerin işini kolaylaştırmaktan geri kalmadı. Bunun en somut göstergesi de; 23 Haziran 2003’den bu yana her yıl yenilenen Bakanlar Kurulu kararıyla İncirlik Üssü’nün ABD’nin savaşan birliklerine kullandırılması dır.
Küresel BAK, 2003 yılından beri İncirlik Üssü’ne karşı kampanya yapıyor. 2003 kararnamesi ile 2007 yılı yenileme/uzatma kararnamesini yargıya taşıdık. İncirlik’in yabancı savaşan birliklere kullandırılması nın bölge barışını tehdit ettiği bir yana, kararnamenin yetki yönünden da sakat olduğunu vurguladık. Ancak, hukuksuz biçimde her yıl yenilenen kararnameler hep gizli tutulmaya devam edildi.
2003 Kararnamesinin iptali davasında, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda, 15’e karşı 14 üye kararnamenin hukuka aykırı olduğu yönünde karşı oy verdi. Bir üye daha katılmış olsaydı, çoğunluk kararı olacak ve İncirlik Kararnamesi iptal edilmiş olacaktı. Halkın, savaş karşıtlarının ve hukukçuların itirazına ve anti-demokratik niteliğine rağmen, otomatiğe bağlanan gizli kararnamenin her yıl uzatıldığı tarih olan 23 Haziran’da bir kez daha itirazımızı yükseltip, sorularımızı soracağız:
– İncirlik Kararnamesinin süresini uzatan yeni bir kararname çıkartıldı mı? İsrail’e rest çeken, Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin oyuna karşı oy kullanan AKP Hükümeti İncirlik Üssü’nü yine ABD askerlerine bıraktı mı?
– Türkiye’nin karşı oyuna karşın bu askerler İran’a yönelik ambargonun uygulayıcısı olmaya kalkarlarsa ne olacak, sayısının 90 olduğu söylenen İncirlik’teki nükleer bombalar patlarsa bunun hesabını kim, nasıl verecek?
– Bütün bu sorulara yanıt verilmesini isteme hakkımız yok mu?
– Soru sormamız, barışı tehdit eden politikaların hesabını sormamız gerekmez mi? TBMM’nin üyeleri daha ne kadar susacaklar?
– Savaşı istemeyenler, barış yanlıları daha ne kadar susacağız?
Siz de gelin sesimizi birlikte yükseltelim.
Gizli kararname iptal edilsin. İncirlik Üssü kapatılsın. ”
Fotoğraf: Ozan Köse, İncirlik 2005
Marksist.org Web sitesi – 21.06. 2010 – İncirlik kararnamesi neden uzatılıyor?
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, İsrail’e atıp tutan hükümeti İncirlik gizli kararnamesinin süresini uzatmamaya çağırdı. 2003 yılında Bakanlık Kurulu kararıyla Adana’daki İncirlik Üssü’nü Irak’ı işgal eden ABD savaş birliklerine kullandırtan hükümet bunu halktan gizlemişti. İncirlik kararnamesinin her yıl yenilendiği tarih olan 23 Haziran’da Küresel BAK İstanbul’da eylem yapacak. AKP’e İsrail’e atıp tutuyor. Nükleer silahlara karşı olduğunu söylüyor. Ancak Adana’daki İncirlik Üssü, her yıl Bakanlar Kurulu tarafından güncellenen bir kararnameyle Irak’ı işgal eden ABD birliklerine kullandırılıyor. İncirlik Üssü’nde bulunan 90 nükleer başlıklı bomba unutturuluyor.
2003’ten bu yana İncirlik Üssü’ne karşı kampanya yürüten Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu kararnamenin yenilenmemesi için hükümete çağrı yaptı. Küresel BAK şunları söyledi:
“Hükümet bir yandan İsrail’e atıp tutarken, diğer yandan gerektiğinde ABD’ye de hayır diyebileceğini vurguluyor. Peki İncirlik kararnamesi neden her yıl uzatılıyor ve gizliliğini koruyor? Bu kararnameler halka anlatılamayacak derecede, barışı tehdit eden bir şeyler mi içeriyor, artık gizlenemeyen İncirlik Üssü’ndeki 90 adet nükleer başlıklı füze unutturulmaya mı çalışılıyor.
Türkiye, işgal yıllarında işgalcilerin işini kolaylaştırmaktan geri kalmadı. Bunun en somut göstergesi de; 23 Haziran 2003’den bu yana her yıl yenilenen Bakanlar Kurulu kararıyla İncirlik Üssü’nün ABD’nin savaşan birliklerine kullandırılmasıdır.
Küresel BAK, 2003 yılından beri İncirlik Üssü’ne karşı kampanya yapıyor. 2003 kararnamesi ile 2007 yılı yenileme/uzatma kararnamesini yargıya taşıdık. İncirlik’in yabancı savaşan birliklere kullandırılmasının bölge barışını tehdit ettiği bir yana, kararnamenin yetki yönünden da sakat olduğunu vurguladık. Ancak, hukuksuz biçimde her yıl yenilenen kararnameler hep gizli tutulmaya devam edildi.
2003 Kararnamesinin iptali davasında, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunda, 15’e karşı 14 üye kararnamenin hukuka aykırı olduğu yönünde karşı oy verdi. Bir üye daha katılmış olsaydı, çoğunluk kararı olacak ve İncirlik Kararnamesi iptal edilmiş olacaktı. Halkın, savaş karşıtlarının ve hukukçuların itirazına ve anti-demokratik niteliğine rağmen, otomatiğe bağlanan gizli kararnamenin her yıl uzatıldığı tarih olan 23 Haziran’da bir kez daha itirazımızı yükseltip, sorularımızı soracağız:
– İncirlik Kararnamesinin süresini uzatan yeni bir kararname çıkartıldı mı? İsrail’e rest çeken, Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin oyuna karşı oy kullanan AKP Hükümeti İncirlik Üssü’nü yine ABD askerlerine bıraktı mı?
– Türkiye’nin karşı oyuna karşın bu askerler İran’a yönelik ambargonun uygulayıcısı olmaya kalkarlarsa ne olacak, sayısının 90 olduğu söylenen İncirlik’teki nükleer bombalar patlarsa bunun hesabını kim, nasıl verecek?
– Bütün bu sorulara yanıt verilmesini isteme hakkımız yok mu?
– Soru sormamız, barışı tehdit eden politikaların hesabını sormamız gerekmez mi? TBMM’nin üyeleri daha ne kadar susacaklar?
– Savaşı istemeyenler, barış yanlıları daha ne kadar susacağız?
Siz de gelin sesimizi birlikte yükseltelim. Gizli kararname iptal edilsin. İncirlik Üssü kapatılsın.”
Küresel BAK’ın basın açıklaması 23 Haziran Çarşamba günü saat: 12.30’da istanbul’da Galatasaray Meydanı’nda gerçekleşecek.
BİA Haber Merkezi – 23.06.2010 – İncirlik Üssü Gizli Kararnamesi Yine Uzatıldı
Küresel BAK, İncirlik Üssü’ne ilişkin imzalanan ‘Gizli Kararname’nin uzatılmasına tepki gösterdi. Kararnamenin, halka açıklanmasını ve iptal edilmesini isteyen Küresel BAK üyeleri, askerlerin şiddet eğilimlerinin bölgede baskı ve taciz ortamı yarattığını söylediler.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), 1954 yılında faaliyete geçen Adana İncirlik’teki ABD askeri üssüne ilişkin 5755 sayılı ‘Gizli Kararname’nin uzatılmasını protesto etti.
Barış aktivistleri, Bakanlar Kurulu’nun her yıl 23 Haziran günü otomatik olarak yenilediği kararnamenin halka açıklanmasını ve iptal edilmesini talep etti.
Küresel BAK Yürütme Kurulu üyesi Bülent Aydın, İncirlik Üssü’nün “silahlanmanın en büyük merkezlerinden biri olduğunu” belirterek, “Son günlerde yaşanan çatışmalar açısından da üssün kapatılması gerektiğini” dile getirdi.
Galatasaray meydanında, “Bölge haklarının düşmanı İncirlik üssü kapatılsın” afişi açan barış aktivistleri adına basın açıklamasını okuyan Küresel-BAK’tan Faruk Sevim, “2003′ten beri her yıl yenilenen gizli kararnamenin içeriği kamuoyuyla paylaşılsın” dedi.
“İncirlik Üssü’nde 90 adet nükleer başlık var”
Sevim, İncirlik Üssü’nde 1998’den beri 90 adet B-1 tipi nükleer başlık bulunduğunu, her birinin, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan dokuz kat daha fazla tahrip gücüne sahip olduğunu hatırlattı.
“İçinde binlerce asker, ağır silahlar ve bombalar dolu. İncirlik Üssü’nde kaç ABD askeri var? Kaç nükleer başlık var? Bu nükleer başlıkların kaçı her an kullanıma hazır durumda? Bunlar yıllardır halktan gizleniyor. İncirlik Üssü ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde nasıl bir rol oynadı? Üssü işgalcilere kullandıran gizli kararname 7 yıldır her 23 Haziran’da neden otomatik olarak uzatılıyor?”
“Kararname hukuk dışıdır”
Sevim, üsle ilgili kararnamenin “hukuk dışı” olduğunu; Irak Savaşı’nda, ABD’nin en büyük “askeri kıtalarının yer değiştirme yeri” olarak kabul edildiği söyledi:
“İncirlik Üssü, ABD’nin kanlı Irak işgalinin en önemli lojistik merkezidir. 1990 Körfez Savaşında, 2001’den itibaren Afganistan ve Irak işgallerinde ana üs olmuştur.”
“Üs, bölge halkı için baskı ve taciz ortamı yaratıyor”
İncirlik Üssü’nün bulunduğu bölge için başka tehditler de içerdiğini ifade ederek, “Halkların kardeşliğini ve barışı tehdit eden İncirlik Üssü kapatılmalıdır” diyen Sevim, şöyle konuştu:
“İncirlik Üssü, askerlerin şiddet eğilimleri nedeniyle, bölgede yaşayan insanlar üzerinde bir baskı ve taciz ortamı yaratmakta, suç, saldırganlık, asayiş sorunlarına yol açmaktadır.”
Barış Meclisi’nden Hakan Tahmaz, 78’ller Girişimi’nden Celalettin Can ve gazeteci Celal Başlangıç’ın da katıldığı eylem, “İncirlik Üssü kapatılsın”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarıyla sona erdi.(BT/EÖ)
BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, ‘İncirlik üssündeki nükleer silahlar topraklarımızdan gitmeli, üssün kullanımına ilişkin kararname yenilenmemelidir” dedi.
Uras: “Kararname yenilenmesin”
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) gündem dışı söz alan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul Milletvekili Ufuk Uras da, ”İncirlik üssündeki nükleer silahlar topraklarımızdan gitmeli, üssün kullanımına ilişkin kararname yenilenmemelidir. AKP’yi bu samimiyet sınavıyla baş başa bırakıyoruz” dedi.
Birgün – 23.06.2010 – “İncirlik Üssü’nde 90 adet nükleer başlık var”
Küresel BAK, İncirlik Üssü’ne ilişkin imzalanan ‘Gizli Kararname’nin uzatılmasına tepki gösterdi. Kararnamenin, halka açıklanmasını ve iptal edilmesini isteyen Küresel BAK üyeleri, askerlerin şiddet eğilimlerinin bölgede baskı ve taciz ortamı yarattığını söylediler. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), 1954 yılında faaliyete geçen Adana İncirlik’teki ABD askeri üssüne ilişkin 5755 sayılı ‘Gizli Kararname’nin uzatılmasını protesto etti.
Barış aktivistleri, Bakanlar Kurulu’nun her yıl 23 Haziran günü otomatik olarak yenilediği kararnamenin halka açıklanmasını ve iptal edilmesini talep etti. Küresel BAK Yönetim Kurulu üyesi Bülent Aydın, İncirlik Üssü’nün “silahlanmanın en büyük merkezlerinden biri olduğunu” belirterek, “Son günlerde yaşanan çatışmalar açısından da üssün kapatılması gerektiğini” dile getirdi.
Galatasaray meydanında, “Bölge haklarının düşmanı İncirlik üssü kapatılsın” afişi açan barış aktivistleri adına basın açıklamasını okuyan Küresel-BAK’tan Faruk Sevim, “2003′ten beri her yıl yenilenen gizli kararnamenin içeriği kamuoyuyla paylaşılsın” dedi.
“İncirlik Üssü’nde 90 adet nükleer başlık var”
İncirlik Üssü’nde 1998’den beri 90 adet B-1 tipi nükleer başlık bulunduğunu, bunların her birinin, Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan dokuz kat daha fazla tahrip gücüne sahip olduğunu söyleyen Sevim, sözlerini şöyle sürdürdü:”İçinde binlerce asker, ağır silahlar ve bombalar dolu. İncirlik Üssü’nde neler oluyor? Üs’te kaç ABD askeri var? Üs’te kaç adet nükleer başlık var? Bu nükleer başlıkların kaçı her an kullanıma hazır durumda? Bunlar yıllardır halktan gizleniyor.””ABD askerleri İncirlik’te hangi yasa çerçevesinde görev yapabiliyor? İncirlik Üssü ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinde nasıl bir rol oynadı? Üssü işgalcilere kullandıran gizli kararname 7 yıldır her 23 Haziran’da neden otomatik olarak neden uzatılıyor. ABD askerlerine izin veren bu kararnameden bırakın halkı, TBMM’deki milletvekillerinin haberi var mı?”
“Kararname hukuk dışıdır”
Üsle ilgili kararnamenin “hukuk dışı” olduğunu belirten Sevim, üssün; Irak Savaşı’nda, ABD’nin en büyük “askeri kıtalarının yer değiştirme yeri” olarak kabul edildiği söyledi:
“İncirlik Üssü, ABD’nin kanlı Irak işgalinin en önemli lojistik merkezidir. 1990 Körfez Savaşında, 2001’den itibaren Afganistan ve Irak işgallerinde ana üs olmuştur.”
“Üs, bölge halkı için baskı ve taciz ortamı yaratıyor”
İncirlik Üssü’nün bulunduğu bölge için başka tehditler de içerdiğini ifade ederek, “Halkların kardeşliğini ve barışı tehdit eden İncirlik Üssü kapatılmalıdır” diyen Sevim, şöyle konuştu:
“Tüm askeri üsler gibi İncirlik Üssü de askerlerin şiddet eğilimleri nedeniyle, bölgede yaşayan insanlara yönelik, özellikle de kadınlar üzerinde bir baskı ve taciz ortamı yaratmakta, özel yasal düzenlemelerle korunduğu için, bulundukları çevre ve toplum üzerinde, suç, saldırganlık, asayiş sounlarına yol açmaktadır.”
İnsan hakları aktivistleri Hakan Tahmaz, Tayfun Mater ve Celal Başlangıç’ın da katıldığı eylem, “İncirlik Üssü kapatılsın”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganlarıyla sona erdi.
Marksist.org web sitesi – 23.06.2010 – İncirlik Üssü kapatılsın
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Adana’daki İncirlik Üssü’nün ABD savaş birliklerine kullandırtan kararnamenin derhal iptal edilmesi için İstanbul’da eylem yaptı. BDP istanbul Milletvekili ve Küresel BAK aktivisti Ufuk Uras 2003’te gizlice çıkarılan, her yıl hükümet tarafından yenilenen İncirlik kararnamesinin iptalini meclis gündemine taşıyor.
Irak’ı işgal eden ABD ordusu 7 yıldır İncirlik Üssü’nü kullanıyor. İncirlik Üssü’nün kapatılması için 2003’ten bu yana aralıksız kampanya yürüten Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, İstanbul’da Galatasaray Meydanı’nda bir basın açıklaması yaparak hükümetin İncirlik kararnamesini onaylamamasını istedi.
“Bölge halklarının düşmanı İncirlik Üssü kapatılsın” pankartının açıldığı basın açıklamasını Küresel BAK Yürütme Kurulu üyesi Faruk Sevim okudu. Küresel BAK açıklamasında şunları sordu:
– İncirlik Kararnamesinin süresini uzatan yeni bir kararname çıkartıldı mı? İsrail’e rest çeken, Güvenlik Konseyi’nde ABD’nin oyuna karşı oy kullanan AKP Hükümeti İncirlik Üssü’nü yine ABD askerlerine bıraktı mı?
– Türkiye’nin karşı oyuna karşın bu askerler İran’a yönelik ambargonun uygulayıcısı olmaya kalkarlarsa ne olacak, sayısının 90 olduğu söylenen İncirlik’teki nükleer bombalar patlarsa bunun hesabını kim, nasıl verecek?
– Bütün bu sorulara yanıt verilmesini isteme hakkımız yok mu?
– Soru sormamız, barışı tehdit eden politikaların hesabını sormamız gerekmez mi? TBMM’nin üyeleri daha ne kadar susacaklar?
– Savaşı istemeyenler, barış yanlıları daha ne kadar susacağız?
İncirlik Üssü’nde bulunan 90 nükleer başlıklı bombaya dikkat çeken Küresel BAK, bunların her birinin Hiroşima ve Nagazaki’yi 9 dakikada yok eden bombalardan daha fazla tahrip gücüne sahip olduğuna dikkat çekerek üssün nükleer silahlardan arındırılmasını talep etti.
Gizli kararnamenin halka açıklanmasını talep eden Küresel BAK aktivistleri “İncirlik Üssü kapatılsın”, “Yaşasın hakarın kardeşliği” sloganlarını attı.
Turnosol web sitesi – 23.06.2010 – Kararname neden uzatılıyor?
Küresel BAK, İstanbul’da bir basın açıklaması yaparak, 7 yıldır her 23 Haziran’da otomatik olarak yenilenen İncirlik üssüne ilişkin gizli kararnamenin bir kez daha uzatılmasını protesto etti. Kararnamenin halka açıklanması ve iptali için hukuki süreç de devam ediyor.
Bugün saat 12.30’da İstanbul’da Galatasaray Meydanında toplanan savaş karşıtları, ‘gizli kararname neden halktan gizleniyor ve her yıl neden otomatik olarak uzatılıyor? Ortadoğu’da barış politikalarından söz eden hükümet İncirlik Üssü’nü neden işgalci güçlere kullandırıyor’ diye sordular.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu üyesi Faruk SEVİM’in okuduğu basın açıklamasında 2003′ten beri her sene yenilenen gizli kararnamenin içeriğinin bir an önce kamuoyu ile paylaşılması gerektiğinin altı çizildi.
Açıklamada “2005 Yılında yayınlanan ancak bugüne kadar reddedilemeyen raporlara göre, İncirlik Üssü’nde 1998 yılından bu yana 90 adet B-1 tipi nükleer başlık bulunmaktadır? Bunların her biri, Hiroşima ve Nagazaki’yi 9 dakikada yok eden bombalardan 9 kat daha fazla tahrip gücü anlamına gelmektedir” dendi.
Açıklama, “ABD askeri varlığı İncirlik Üssü’nden hemen çıkmalıdır!” ve “İncirlik Üssü nükleer başlıkardan hemen arındırılmalıdır!” talepleri ile sona erdi.
‘İncirlik Üssü kapatılsın’ ve ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ sloganlarının atıldığı eylemde, İstanbul Milletvekilili Ufuk Uras’ın bugün TBMM’de gündem dışı söz alarak askeri üslerin kullandırılmasına ilişkin bir konuşma yapacağının da bilgisi verildi.
Basın açıklamasına katılanlar arasında, Barış Meclisi’nden Hakan Tahmaz, 78’ller Girişimi’nden Celalettin Can ve gazeteci Celal Başlangıç ile Hayko Bağdat ve Tayfun Mater de vardı.
SOSYAL FORUMDA DA KONUŞULACAK
1 – 4 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da yapılacak Avrupa Sosyal Forumu’nda yapılacak toplantılardan birisi ‘Askeri Üslere Karşı Mücadele’ başlığını taşıyor.
1 Temmuz Perşembe, saat: 14.00 – 17.00 arasında İTÜ Maçka kampüsündeki toplantının konuşmacıları: NİLÜFER UĞUR DALAY (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu),
HANS LAMMERANT (Vredesactie), ANDREAS SPECK (WRI) ve İtalya’daki Vicenza’dan bir konuşmacı toplantıyı Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Türkiye), No Bases Network – Hollanda, War Resisters’ International – İngiltere inisiyatifleri düzenliyor.
BİA Haber Merkezi -01.07.2010 / Burçin BELGE – Dünya Kadınları İstanbul’da Dayanışma ve Özgürlük İçin Yürüdü
22 ülkeden gelerek Avrupa Feminist Buluşması’na katılan 500’ü aşkın kadın, Taksim Meydanı’ndan Galatasaray’a kadar yürüdü. İstiklal Caddesi, farklı dillerde özgürlük ve dayanışma sloganlarıyla, bayrak, pankart ve flamalarla rengarenkti.
Dünya Kadın Yürüyüşü (DKY) 3. Uluslararası Eylemi etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen “Avrupa Feminist Buluşması”, Taksim’de 22 ülkeden 500’ü aşkın kadının yürüyüşüyle son buldu. Yürüyüşe Avrupa Sosyal Forumu’na katılan örgütlerin temsilcileri de eşlik etti.
Sloganlar, İspanyolca, İngilizce, Fransızca, Kürtçe ve Türkçe’ydi: “Hepimiz özgür oluncaya dek kadınlar yürüyecek”, “Mutfakları terk ettik alanlardayız”, “Yaşasın halkların kızkardeşliği”, “Kadınlar özgür olsa dünya yerinden oynar”, “Barış hemen şimdi”, “Jin, jiyan, azadi”, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Tecavüzcü polisler yargılansın.”
Yürüyüş sırasında Barış İçin Kadın Girişimi de dağıttığı Kürtçe ve Türkçe bildiriyle, militarizme ve cinsiyetçiliğe karşı dayanışma çağrısı yaptı.
Rengarenk pankart, bayrak ve flamalarıyla yürüyen kadınlar, Galatarasaray Meydanı’nda, dün gerçekleştirdikleri atölye çalışmaları sonucunda hazırladıkları deklarasyon metnini açıkladılar.
“Kürt ve Türk kadınlarıyla dayanışma içindeyiz”
Deklarasyonu İspanya, Galisya’dan Terexia Dacosta ve Brezilya’dan Miriam Nobre İngilizce okudu. Türkçe’ye Çağrı Yurttaş, Kürtçe’ye Ruşen Bana çevirdi:
— Kürt ve Türk kadınlarının hakları ve halkların kendi kaderini tayin hakkı için mücadeleleriyle dayanışma içindeyiz.
— Hükümetlerin ve uluslararası kurumların finansal krizi bahane ederek kadınların ve toplumsal muhalefetin son elli yıllık kazanımlarına saldırdığı bir dönemde bir araya geldik.
— Kötüleştirilen çalışma ve emeklilik koşullarının, özelleştirmenin, kamusal hizmetlerde yapılan kesintilerin askeri harcamalara aktarılmasının, fundementalizm, milliyetçiliğin, militirazmin, devlet politikası olarak örgütlü kadınlara, Kürt kadınlara ve çocuklara yönelen şiddet ve cinsel tacizin karşısındayız.
— Baskı altındaki ulusların kadınlarına yönelik cinsel, ulusal, sınıfsal şiddete karşı mücadelenin yanındayız.
Yerel örgütlere çağrı
Ekim 2010’da Kürt yerel yöneticileriyle sendikacıların Diyarbakır’daki yargılamasını izleyeceklerini belirten kadınlar, tüm örgüt ve yapılara da bir araya gelmeleri çağrısı yaptılar:
“Şimdi vakit kapitalizmle, patriyarkayla, ırkçılıkla mücadele edenlerle bir araya gelme vaktidir. Kadınların hayatını değiştirmek için dünyayı değiştirin. Dünyayı değiştirmek için kadınların hayatını değiştirin.”
164 ülkeden 5 bin kadın grubu
DKY, 164 ülkeden 5 bin kadın grubunun bir araya geldiği bir oluşum. Avrupa Feminist Buluşması, DKY koordinasyonuyla gerçekleştirildi. Amaç, “gıda, enerji, çevre krizlerinin kadınları nasıl olumsuz etkilediğini, çokuluslu şirketlerin mali krizi devletleri ve kendi çıkarlarına tabi kılmak için nasıl kullandığını görünür kılmak”tı.
Buluşma dün İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İşletme Fakültesi’ndeydi. Sunumların ardından “kadınlara yönelik şiddet”, “barış ve sivilleşme”, “köktencilik, milliyetçilik”, “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi” ve “medya” başlıklı atölyeler düzenlendi.
Turnusol – 30.06.2010 / Bülent Aydın – Sosyal Forum başladı
1 – 4 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da yapılacak 6. Avrupa Sosyal Forumu’nun açılışı Maçka demokrasi Parkında gerçekleştirildi. İlk önce sahneye TEKEL direnişçisi bir kadın çıktı. Konuşmaların ardından Grup Yorum, katılımcılara ve yurt dışından konuklara bir konser verdi.
Sosyal Forumun seminerleri, 3 gün boyunca İTÜ Maçka ve Gümüşsuyu binalarında yapılacak. 3 Temmuz Cumartesi saat 18.00’de yapılacak Sosyal Forum yürüyüşü Osmanbey Metro istasyonu önünden başlayacak. Taksim Gezi Parkına yapılacak yürüyüşe onlarca ülkeden Sosyal Forum’a gelenler de katılacak.
AÇILIŞ MAÇKA PARKINDA
Maçka parkındaki açılışa saat 20.00’den itibaren gelen yüzlerce kişi arasında kapatılan DTP Başkanı Ahmet Türk, İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, BDP Milletvekilleri Sabahat Tuncel, Sırrı Sakık, Akın Birdal, Sanatçı Zeynep Tanbay, KESK Başkanı Sami Evren, KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek, DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün ve Barış Meclisi Sözcüsü Hakan Tahmaz da vardı. Çeşitli ülkelerden 200’e yakın ASF katılımcısı bayraklarıyla gelmişti. İTÜ Maçka Kampüsünde gün boyunca süren Avrupa Feminist Buluşması forumuna katılan kadınlar da oradaydı.
Maçka Parkındaki büyük havuzun yanındaki yeşilliklere kurulmuş olan küçük sahnenin hazırlıklarının tamamlanmasının ardından saat 21.15’de sunuşlar başladı. Açılışın sunuşlarını Sosyal Forum gönüllülerinden Seçkin Erdi, ingilizce çevirileri Türkan Uzun yaptı.
TEKEL DİRENİŞÇİSİYLE BAŞLADI…
İlk konuşmayı yapmak üzere, TEKEL direnişçilerinden Filiz Yavuz mikrofona geldi. Şunları söyledi:
“Ben tüm Türkiye’deki Tekel işçilerini temsilen buradayım. Biz sadece kendi durumumuza ilişkin değil, tüm emekçilere yönelik güvencesiz çalışma dayatmasına karşı ayağa kalktık. Tüm ezilenler ve sömürülenlerin sesini duyurmak için ‘elimizdeki ekmeğimizi alıyorlar’ diye direnişe başladık. Şunu söyleyebilirim ki o soğuk Ankara günleri ve gecelerinde sokaklara kurduğumuz direniş çadırlarında hiç yalnız kalmadık. Direnişimiz bitmiş de değil. Eğer yasal süre sonuna kadar sonuç alamazsak, Ağustos ayında yeniden Ankara sokaklarında buluşacağız. Biz bu direnişi sonuna kadar götürmekte kararlıyız.
Biz Diyarbakır’dan, İzmir’den gelenler, İstanbul’dan, Adıyaman’dan gelenler o direniş günlerinde yanyana, omuz omuza en güzel açılımı yaptık. Üstelik lafta kalmadı, hayata geçti. Bunu herkes gördü ama hükümet görmedi. Sosyal Forumu kutluyor, diğer ülkelerden gelenlere hoşgeldiniz diyorum. Haklarımızı almak üzere ve insan gibi yaşamak için hep beraber ve elele diyorum…”
ALKIŞLARLA, AHMET TÜRK…
Mezopotamya Sosyal Forumu temsilcisi olarak eski Diyarbakır milletvekili ve kapatılan DTP’nin genel başkanı Ahmet Türk, yoğun alkışlar arasında kürsüye geldi.
Katılımcıları önce Kürtçe bir konuşmayla selamlayan Ahmet Türk, konuşmasında şunlara değindi:
“Burası çok önemli bir buluşma noktasıdır. Çünkü burada verilmek istenen mesaj, halkların kardeşliği ve özgür bir geleceği kurma mücadelesidir. Bu anlamlı buluşmayı sağlayan herkesi kutluyorum. Nasıl bir dünyada yaşıyoruz? Ulus devlet mantığının yıkıldığı bir zamanda maalesef demokratik bir düzeni oluşturamadık. Bu gerçeği hepimiz yaşayarak görüyoruz. 11 Eylül sonrasında artık bütün dünyada hak ve özgürlük mücadelesi adeta bir tehlike olarak sunuluyor. Ama işte buradayız ve şartlar ne olursa olsun, inanıyorum ki özgür bir geleceği oluşturmak için hep birlikte mücadele edeceğiz.
Bir yandan dünyada farklılıkların artık kabul görüldüğü bir süreçteyiz. Ama Türkiye’de hala imha ve inkar politikaları kabul görüyor. Bu ülkenin statükocuları maalesef Cumhuriyetin sahibi olarak sadece kendilerini biliyor ve eğer bir değişim ve dönüşüm olursa eski iktidarlarını kaybedeceklerini düşünüyorlar. Kürtlerin uzun yıllardan beri hak ve özgürlüklerinin kısıtlanıp baskı altında tutulmasına rağmen bunu kabul etmemesi karşısında hep şiddet uyguladılar. Üstelik Kürtlerin mücadelesini kendi statükolarının güçlenmesinin koşullarını oluşturmakta bahane ediyorlar. Evet, bugün Kürtlerin varlığını kabul ediyorlar ama artık Kürtleri inkar ederek dünyada kimseyi kandıramıyorlar. O yüzden varlığımızı kabul ediyorlar ama görülüyor ki çözüm konusunda eski zihniyet hakim.
Şunu bilsinler ki Kürt sorunu artık imha ve inkar politikalarıyla çözülemez. Biz bugüne kadar demokratik bir yaklaşım sağlanması için çaba sarfettik. İktidar açılımı sabote ederken ana muhalefet ne yapıyor? Kılıçdaroğlu, Kürt sorununu işsizlik ve yoksulluk sorununa indirgemeye çalışıyor. Halkın kimliği ve kültürüyle adeta dalga geçen bir yaklaşım sergiliyor. CHP’de yaşanan değişiklikten sonra %20’lerde olan oyunun %32’ye çıktığı söyleniyor. Ama bunun nedenleri üzerinde durulmuyor. Acaba Sayın Baykal’dan sonra Sayın Kılıçdaroğlu ondan daha yakışıklı olduğu için mi CHP’nin oyları arttı? Bunun sebebi halkın bir değişim ve dönüşüm beklentisi içine girmiş olmasıdır. Kürt sorunu işsizlik ve yoksulluk meselesidir diyorsunuz, sorarım size örneğin Alevilik de böyle midir? Alevilerin sorunu işsizlik ve yoksulluk meselesidir demek, bir kimliğe ve bir inanca hakaret etmektir.
Gandi yakıştırması yapıldı. Keşke bir Gandi olabilseydi. Gelişmeleri izliyorum ve diyorum ki, sen nerede Gandi nerede! Gandi döneminin Pakistan lideri Cinnah’tan Hindu – Müslüman çatışmasının büyümesi üzerine şöyle rica etmiştir: ‘Ulusların kendi kaderini tayin hakkına saygılıyım ama yeter ki halklar birbirini kırmasın’. Gandi’yi gandi yapan işte budur.
Kürtler ne istiyor diyorlar. Kürtler güvenmek istiyor. Özgür ve eşit koşullarda yaşamak istiyor. Siz nasıl yaşıyorsanız öyle yaşamak istiyor. Her şeyden önce Kürtler samimiyet istiyor. İmha ve inkar politikalarından vaz geçilsin istiyor. ‘Silahlar sussun’ deniliyor. Hepimiz isteriz bunu. Ama bunun gerçekleşmesi için önce siz silahları susturma becerisini gösterin diyoruz.
İktidara da ana muhalefete de bir önerim var. Lütfen bölgeye gidin. Oranın sivil toplum kuruluşlarıyla, kurum temsilcileriyle, partilerle, kanaat önderleriyle, halkla konuşun. İnsanları toplayın ve ne istediklerini kendilerine sorun. Kürtlerle diyalog kurmadan bu sorunu çözemezsiniz. Kürtlerin talebini kendilerine sorsunlar ve Kürtlerle diyalog kursunlar. Çünkü bu sorun polis akademilerinde tartışılarak çözülemez bunu herkes artık görmelidir.
Sözlerimi bitirirken, Sosyal Foruma emek veren herkesi tekrar kutluyorum. Başarılar diliyorum. Bir şairimizin, Nazım Hikmet’in dediği gibi bitirmek istiyorum: Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine bu ülkede yaşayacağız!
KADINLARIN SESİ…
Dün İstanbul’da binlerce kadının katılımıyla yapılan Dünya Kadın Yürüyüşü’nün temsilcisi Michelle sahneye geldi. Şöyle dedi:
“Bir krizin içindeyiz ama bu sadece mali ve ekonomik bir kriz değil. Yaşadığımız krizin özellikle kadınlar açısından etkileri çok derin oldu. Biraz önce burada Tekel direnişçisi bir kadın konuştu. Türkiye’de de bütün ülkelerde de işçi kadınlar krizden çok etkilendi. Kadınlar artık daha ucuz işlerde çalıştırılıyor. Evet kriz olağanüstüydü ve hükümetlerin krize yanıtları da olağanüstü oldu. Şirketlere dev mali kaynaklar bütçeden aktarılırken, halkın kullandığı hizmetlerden de aynı büyüklükte kesintiler yapıldı. Kriz bahane edilerek son 50 yılda kazandığımız hakları geri almak istiyorlar. Tümüyle ante da-emokratik yöntemlerle alınıyor kararlar. Bırakın halka sormayı, çoğu yerde parlemento onaylarından bile geçmeden uygulanıyor ekonomik paketler.
Evet, erkeklerin yaşamları çok etkileniyor ve baskılanıyor krizde ama kadrınların yaşamı da aynı ölçüde çok etkileniyor. O nedenle biz kadınlar ortak ses çıkarıyor ve özelleştirmelere, kapitalizme, patriyarkaya, askerileştirme politikalarına hayır diyoruz. Savaş politikaları ve militarizmin tırmanmasıyla birlikte kadına karşı suçlar da çok artıyor. Bu nedenle Kongo’da yapılacak bir eyleme katılacağız. Türkiye’de de bu konuda bir tırmanış olduğunu duyuyoruz. Milliyetçilik yükseliyor. Askere gitmeyi reddeden bir vicdani retçiye karşı yapılan sokak gösterisinde milliyetçilerin ‘annene tecavüz edeceğiz’ diye bağrıştığını duyduk.
Evet, kriz var ama kadınlar çok uzun zamandan beri zaten kriz yaşıyorlar. Bu nedenle 20 ülkeden 500 kadın bugün toplanıp yanıtlarımızı konuştuk. Dün Dünya Kadın Yürüyüşü vardı, binlerce kadın yürüdük. Bunlar iyi ama yetmez hareketlerimizi daha da büyütmek ve radikalleştirmek zorundayız. Kıta düzeyinde kadın mücadelelerini biraraya gelmeye çağırıyoruz. Sosyal forumdan beklediğimiz ise, kadın sorununu tam olarak ele almasıdır. Şu veya bu sorun daha yakıcı denilerek kadın sorununun önüne konulamaz.”
Michelle konuşmasını bitirdikten sonra Kürtçe ‘Jin jiya azadi’ sloganını birkaç kez tekrarladı.
KOMŞUNUN SESİ…
Yunanistan Sosyal Forumu temsilcisi Sissy davet edildi mikrofona:
“Hükümetlerimiz böyle düşünmüyor olabilir ama bizler dost ve kardeşiz. Eskiden Tanrı vardı her şeye kadir denilen. Yeni tanrı ise piyasalar. Bizim nasıl yaşayacağımlıza ve öleceğimize piyasalar karar veriyor. Yunanistan’da ve her yerde yaşanan ağır krizin nedeni neoliberal piyasaların ta kendisidir. İşte bu sosyal forumda bizim ve halkların yanıtlarını tartışacağız.
Bizde ciddi direnişler oldu. Halen sürüyor ama bunlar yeterli değil. Bu güçlü saldırıyı durdurmak için çok güçlü bir yanıt vermemiz gerekiyor. Onun için buradaki sosyal hareketlerle de bağ kurmak istiyoruz. İstanbul’daki Avrupa Sosyal Forumu bunun için çok önemli bir fırsat.”
Sissy, sözlerini tamamladıktan sonra, Yunanistan’dan gelen katılımcılarla birlikte “Geleceğimiz kapitalizm olmak zorunda değil, başka bir dünya mümkün!” sloganı atarak sahneden indi…
VE DİRENİŞ ŞARKILARI…
Sosyal Forum açılış Konuşmalarının tamamlanması ardından İdil Kültür Merkezi temsilcisi, Grup Yorum’u tanıtan bir sunuş yaptı. Ardından alkışlar eşliğinde sahne alan Grup Yorum, bir saat süren bir konser verdi…
Maçka parkına bu akşam kurulan standlar 3 gün boyunca Sosyal Forum katılımcılarına açık olacak.
Medyada ASF’deki Küresel BAK Seminerleri
‘Nato’ya Hayır, AB’nin militarizasyonuna ve nükleerleştirilmesine hayır, Barışçıl bir Avrupa inşa et’ seminer haberleri:
Referans – 02.07.2010 – ASF, krizdeki sosyal kesintilere dikkat çekti
Bu yıl altıncısı düzenlenen Avrupa Sosyal Forumu (ASF), 36 ülkeden emek, meslek örgütü ve çeşitli sosyal ve siyasal hareketlerden gelen katılımcılarla İstanbul‘da başladı. İlk kez AB ülkesi olmayan bir ülkede yapılan forumun İstanbul buluşması, dünya çapında yaşanan ekonomik kriz gerekçesiyle Avrupa‘da tırmanan neoliberal saldırılara, işten atmalara, sosyal kesintilere, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesine karşı güçbirliği yaratmayı amaçlıyor. Forumda ayrıca Türkiye’nin Kürt sorununa da sivil çözümler aranacak. ‘Başka bir dünya mümkün’ sloganıyla İTÜ Maçka ve Gümüşsuyu’nda düzenlenen forumun ilk gününe Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Küresel Savaş Karşıtları, Nükleer Silahsızlanma Derneği gibi birçok siyasi hareketin üyeleri katıldı.
“Barışçıl Bir Avrupa İnşa Et” başlıklı seminerde bir araya gelen aktivistler, NATO’ya karşı “Şiddet içermeyen sivil itaatsizlikleri kullanarak eylem” çağrısında bulundular. Uluslararası Savaş Karşıtları Üyesi Andreas Speck, yaptığı konuşmada “Afganistan’daki savaş umutsuz durumda. NATO, ABD için çalışıyor ve her geçen gün daha fazla yıkım ortaya çıkıyor. NATO ölüm demek. Şiddet içermeyen eylemlerle kamuyounda bunun bilincini yaratmak zorundayız” dedi. Uluslararası Bilim Adamları Derneği Program Direktörü Reiner Braun da “NATO’ya karşı çıkmak için çok sebebimiz var. Amacımız NATO’nun üstesinden gelmek.19-21 Kasım’da Lizbon’da düzenleyeceğimiz ‘NATO’ya Hayır’ zirvesine dünyanın her yerinden katılım bekliyoruz” dedi. Türkiye Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan Kerem Kabadayı ise yaptığı konuşmada Türkiye’de Kürt sorunu yüzünden hayatını kaybeden insan sayısının her geçen gün arttığını belirterek, “Hayatını kaybeden insan sayısında korkunç bir artış var. Çıkmaza girmiş durumdayız. Askerler bile sorunun askeri çabayla çözülemeyeceğinin farkında” diye konuştu.
4 Temmuz’a kadar devam edecek
ASF‘ye gelen katılımcılar, her gün 90 seminerde sorun ve çözüm önerilerini masaya yatıracak. Üç gün boyunca toplam 260 farklı seminer ve atölyeler etrafında buluşmalar gerçekleşecek. Maçka Parkı da Sosyal Forumun bir başka merkezi olmuş durumda. İlk kez AB üyesi olmayan bir ülkede yapılan Avrupa Sosyal Forumu‘nda, “savaş ve barış”, “ezilen uluslar ve azınlıklar”, Filistin halkına yönelik katliam ve ablukanın yanı sıra Kürt sorunu ve çözüm önerileri de tartışılacak.
ASF 2010’DA NELER KONUŞULACAK
1- Ekonomik ve Sosyal Kriz: Direnişler ve Alternatifler
2- Sosyal Avrupa için Sosyal Haklar
3- Medeni ve Siyasi Özgürlüklerin Geliştirilmesi
4- Azınlıkların haklarının savunulması
5- Göçmenler ve mülteciler için tüm haklar
6- Ayrımcılığa karşı eşitlik
7- Sürdürülebilir bir Dünya‘nın inşası
8- Savaşa karşı Barış
9- Gençliğin eğitim, iş ve gelecek hakkı
10- Bilginin, eğitimin ve kültürün demokratikleştirilmesi
11- İfade özgürlüğünün savunulması ve bilginin demokratikleştirilmesi
12- Dayanışma tabanlı işbirliği ve kalkınma
13- Küresel adalet hareketinin durumu ve geleceği
Turnusol – 05.07.2010 / Bülent Aydın – Avrupa Solu: NATO’ya, savaşa, nükleere karşı…
1 – 4 Temmuz’da İstanbul’da yapılan 6. Avrupa Sosyal Forumunda gerçekleşen ‘Savaş Karşıtı Buluşmalar’da NATO Zirvesine karşı mücadele, Afganistan’daki işgale karşı kampanya, Avrupa’nın askerileştirilmesine, üslere ve nükleer silahlara karşı ortak direniş kararları alındı.
Sosyal Forum’un ilk günü olan 1 Temmuz Perşembe sabahı İTÜ Maçka binasında yapılan seminerin konusu NATO’ya karşı mücadele, AB’nin askerileştirilmesi ve nükleer silahlara karşı mücadele ile savaş karşıtlarının gündemi idi. Toplantının Moderatörlüğünü Fransa Barış Hareketinden Ariella Denis yaptı. Toplantının konuşmacıları şunlardı: Reiner Braun (Almanya – Uluslararası Bilim İnsanları), Kerem Kabadayı (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), Andreas Speck (Uluslararası Savaş Karşıtları), Ayşegül Devecioğlu (Yazar ve Kadın Barış Hareketi), Tobias Plüger (Almanya – Silahlanma Karşıtı), Inga Mortensen (İsveç Kadınları Sol Kanat)
Ariella Denis, toplantının açılışında ‘6. ASF’nin organizasyonunu üstlenen Türkiye’den yoldaşlara teşekkür ediyorum’ diye başladı. Toplantıda özellikle AB’nin askerileştirilmesi, savaş politikaları, NATO’ya karşı mücadele konularının birleştirildiğini söyleyen Ariella, Türkiye’deki savaş karşıtı mücadelenin gündemi, Afganistan’daki işgale karşı mücadele konularının da konuşmacılar tarafından sunulacağını belirtti.
Toplantının konuşmacıları sunlardan söz etti:
SAVAŞ ÖRGÜTÜ NATO ZİRVESİNE KARŞI BARIŞ ZİRVESİ…
Reiner Braun (Almanya): NATO’ya karşı çıkmak için pek çok nedenimiz var. Geçtiğimiz Kasım ayında Portekiz’de eylemler yaptık. NATO’nun oluşturulmaya çalışılan yeni stratejik belgesinde ise her türlü kötü şey yer alıyor. Nükleer silahlanmadan, istenen ülkeye müdahale hakkına kadar. Biz NATO’ya ve savaşa karşı çalışan bir hareketiz. NATO zirvesine karşı büyük bir karşı çıkış için 15 – 21 Kasım 2010’da Portekiz’in başkenti Lizbon’da olacağız. Bu ‘Uluslararası NATO’ya Hayır’ ağının ortak eylemidir.
Benim ülkemde insanlar Afganistan’daki savaşa da militarizasyona da karşılar. Ama NATO ile ilgili aynı algı yok. NATO güvenlikle ilgili çalışmalar yapan bir kuruluş sanılıyor. Bunu değiştirmemiz şart. Belki de bu mücadele yıllar sürecek ama barışa karşı en büyük engelin NATO olduğunu anlatacağız. Hepimiz tküm ülkelerde NATO’ya karşı bilinç oluşturmak için halka gerçekleri anlatalım. Polutukacılar bunu asla yapmayacaklar. Konuşu gizli toplantılarda ele almaya devam edecekler.
Biz Lizbon’da NATO Zirvesiyle aynı tarihlerde bir büyük ‘Karşı Zirve’ örgütlemeye çalışıyoruz. Bu organizasyonda sizler de yer alın. Kasım’da Lizbon’un orta yerinde büyük bir ‘Barış Meydanı’ yapacağız. Portekizlilerin mücadele deneyimlerinden de yararlanacağız. O halk, 1975’te faşist rejimi devirdiler. Onlardan öğreneceğimiz var. Avrupa’nın bütün ülkelerinden, diğer NATO ülkelerinden, Angola ve Mozambik’ten katılımcılar olacak.
En büyük barışçı gösteri ise 20 Kasım Cumartesi günü olacak. Bütün bu süreç şimdiden herkese açık şekilde olacak. Lütfen kendi ülkelerinizde bu mücadeleyi şimdiden başlatın…”
İNCİRLİK ABD VE NATO’NUN ÖNCELİKLİ SAVAŞ ÜSSÜ…
Kerem Kabadayı (Türkiye): Konuklarımızı sıcak duygularla selamlıyorum. Son Forumu gerçekleştirdiğimiz Malmö’den bu yana hepimiz pek çok kampanya yaptık. Türkiye’de de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, 2008’den bu yana 3 ana kampanya yaptık. Çok sayıda basın toplantıları, basın açıklamaları, yürüyüşler ve kitlesel eylemler yaptık. Bu kampanyalar: ‘Afganistan’a asker yok’, ‘NATO’ya hayır’ ve ‘İncirlik Üssü kapatılsın’ kampanyalarıydı.
Adana yakınlarındaki İncirlik Üssü, ABD ve NATO’nun öncelikli olarak kullandığı işgal üslerinden biridir. Irak ve Afganistan işgallerinde kullanımı, Parlamento ve kamuoyundan gizli tutulan bir anlaşmayla sürdürülüyor. Biz bunu teşhir ettik. Gizli anlaşmanın açıklanması ve uzatılmamasını istedik. Daha geçen hafta bu konuda TBMM’deki arkadaşımız ve İstanbul milletvekili Ufuk Uras, bir konuşma yaptı ve hükümete sorular yöneltti. Anlaşmanın süresinin uzatıldığını bile halktan gizliyorlar. Bu üste 90 adet nükleer başlık olduğu biliniyor. Biz de sokakta aynı saatlerde bir eylem yaparak bu silahları sorduk.
18 Haziran 2009’da bir kitlesel gösteri yaparak, ABD’nin Afganistan’daki işgalini ve savaşı sona erdirmesini istedik. Erdoğan – Obama görüşmesi sırasında da bir açıklama yaptık ve Afganistan’daki 750 Türkiyeli askerin geri dönmesini istedik. Maalesef Erdoğan Hükümeti bunun tam tersini savunuyor ve 1000 askeri daha oraya gönrderdiler. Askerlerin geri hizmette, kamu işlerinde calıştığı söylenerek halkın tepkisi bastırılıyor. Ama böylece Türkiye’nin de işgale destek gücü olarak Afganistan’daki varlığı kesinleşmiş oldu. Biz bundan utanç duyuyoruz.
‘Kozmik oda’ deyimini nasıl açıklamak lazım ingilizcede bilemiyorum ama yerel, kendi halkına karşı kullanılan, kürtlere karşı sürdürülen psikolojik savaş, NATO tarafından kurulmuş ve soğuk savaştan kalma paramiliter yapılar tarafından veya bunlardan arta kalanlar tarafından sürdürülüyor. Bu konunun bir soruşturma vesilesiyle gündeme gelmesi üzerine Küresel BAK olarak bir eylem yapıpıp bu örgütlerin dağıtılması, NATO’ya bağlı ve halka karşı bu gizli yapıların kaldırılmasını istedik.
Kürt halkının yıllarca uğradığı saldırılar, faili meçhuller ve Kürt aydınlarına karşı suikastler de bu yapıların işleridir. Türkiye, Avrupa’dan bakınca biraz zon anlaşılacak bir ülkedir. Burada gündem çok hızlı değişiyor. Örneğin son bir ay içerisinde bakınız burada neler oldu: Türkiye’nin Rusya ile yaptığı stratejik bir anlaşma ortaya çıktı. Bu anlaşmanın içinde üç nükleer santralın yapımı da var. Halk buna kesinlikle karşı ve bu henüz Meclis’e de getirilmedi. Hukuki ayak oyunlarıyla oldubittiye getirilmeye çalışılıyor. İran ve Brezilya ile Türkiye bir anlaşma yaptı. Bir takım nükleer maddelerin Türkiye’ye girmesine ve bun-rada tutulmasına yol veren bir anlaşma bu. Bununla ilgili ayrıntılar da henüz kamuoyuna açıklanmadı. Gazze’ye giden uluslararası barış ve yardım filosu İsrail askerlerinin vahşi saldırısına uğradı. 9 ölü ve çok sayıda yaralı ile sonuçlandı. Aynı süreçte Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmalar ve can kayıpları yeniden başladı.
Şimdi elimizde yanıtsız sorular ve birçok komplo teorisi var. Kürt hareketine karşı başlatılan TSK saldırısı ve böylece ateşkesin sona erdirilerek savaşın tırmandırılması en büyük komployu oluşturuyor. Buna bağlı olarak con kaybı yüyük bir hızla artmış bulunuyor. Bir diğer komplo teorisi ise çatışmanın yeniden başlaması konusunda Kürt hareketinin İsrail tarafından teşvik edildiğinin söylenmesi oldu. Oysa açılım denen sürecin tıkanması ardından bu tür gelişme herkes tarafından zaten bekleniyordu. Demokratik açılım sürecine farklı kesimlerden birçok kişi de destek verdi. Ama gereken adımlar kesinlikle atılmadı. Bir çıkmaza girildiği görülüyor. Şu günlerde Türkiye’de kötümser bir hava var. Kimse ve hatta generaller dahil, bu sorunun askeri çabalarla çözüleceğini söylemiyor. Ama ortalık milliyetçilik ve savaş kışkırtıcılığından da geçilmiyor. Önümüzdeki günlerde ve aylarda bu konuda da eylemlerimiz olacak. Pazar günü üç barış inisiyatifi ile birlikte ‘Ölüm değil çözüm istiyoruz’ diyen bir yürüyüş yapacağız İstanbul’da…
Mesajlarımız daha çok, ateşkes sağlanması ve eşik haklar üzerinden kalıcı bir barışın sağlanması yönünde olacak. İncirlik kampanyamız devam edecek. NATO karşıtı eyleme bbizler de katılmak isteriz…
AFGANİSTAN BELKİ UZAK AMA SAVAŞ BURADA DA SÜRÜYOR…
Andreas Speck (İngiltere): Açıkça görülüyor ki Afganistan savaşı işgalciler açısından son derece umutsuz ve çıkmaz bir durumda. Savaş genişliyor ve Pakistan’a doğru ilerliyor. Buna askeri bir çözüm bulmak da mümkün değil. Buradaki Irak’taki gibi bir ABD savaşı değil NATO savaşıdır. Bütün ülkelerde de bu bağlantıyı açıkça kurmak lazım. Çünkü NATO Afganistan’daki savaş demek. NATO ölüm ve yıkım demek.
NATO’nun yeni stratejik konsepti dedikleri bir süreç. Yani NATO’yu küreselleştiriyorlar. Bu savaş örgütünü üyelerinin çok dışında ülkelere doğru yaymak istiyorlar. Son olarak ortadoğudaki Arapq ülkelerini bile buraya eklemlemeye çalışan bir İstanbul girişimi var bildiğiniz gibi.
NATO Birleşmiş Milletler’e alternatif olarak kuruldu. Bütün askeri müdahaleler de ona atfedildi. Elbette NATO içinde de bazı fikir ayrılıkları var. Bunları takip etmeli ve NATO saldırganlığı hakkında halk içinde bilinç oluşturmalıyız. Örneğin kamuoyu bizim ülkede de pek çok ülkede de Afganistan savaşına karşı ama bu yetmez. Hükümetler bildiğini yapmaya devam ediyor. Tüm NATO ve savaş karşıtlarının her fırsatta bir araya gelmesi ve mücadele etmesi gerekir. Bu insanlık dışı savaşın bir NATO savaşı olduğu mutlaka iyi anlatılmalı.
Afganistan uzak bir yer ama bu savaş sadece orada değil burada da sürüyor. Tüm malzeme bizim ülkelerimizden gidiyor. Askeri üsler kullanılıyor. Askerler buradan gidiyor. Bu mekanizmayı mutlaka kırmamız gerekir. NATO’nun bu savaşı sürdürebilmesi için her şeyden önce askere ihtiyacı var. Bazı ülkelerde gönüllüler alınıyor. Bunu yapmalarını kampanyalarımızla zorlaştırabiliriz. Örneğin ABD’de askere katılmaya karşı güçlü bir direniş var. Bir yandan ekonomik kriz va yoksullaşma, askere gitmeye kadar vardırıyor insanları. Türkiye gibi zorunlu askerliğin hala olduğu ülkelerde tabii sorun daha ağırdır. Ama burada bile direniş var. Vicdani retçileri desteklemeleyiz. Türkiye’de halen 100’den fazla vicdani retçinin olduğunu ve gayet ağır koşullarda olduklarını öğrendik.
NATO’ya ve savaşa karşı kararlı ve güçlü eyleyler yapacağız. Şiddet içermeyen eylemler bunlar. Direnişi sadece yasal platformları kullanarak değil, sivil itaatsizlik geliştirerek yapmalıyız. Şiddet içermeyen her türlü eylemi yapmaktan çekinmeyeceğiz.
TÜKENEN ENERJİ KAYNAKLARININ KULLANIMI SAVAŞLARI MEYDANA GETİRİYOR…
Ayşegül Devecioğlu (Türkiye): Ben Kadın Barış Girişimi inisiyatifinin bir üyesiyim. Bir yıldır barış ve çözüm için sokaklarda eylemler yapıyoruz. Büyük kentlerde barış noktaları oluşturuyoruz. Türkiye’de yaklaşık 30 yıldır süren kanlı bir savaş var. Neredeyse tamamı Kürt olan 50 bin kişi öldürüldü. Kadınlar savaşa karşı ellerindeki tüm olanaklarla mücadele ediyorlar.
1968’lerden bu yana aslında Türkiye’de sol hareketler NATO karşıtı mücadele içinde oldu. 12 Eylül 1980’den itibaren solun tamamen ezilmesiyle bu anti emperyalist potansiyel de bastırılmış oldu. Daha sonradan anti kapitalist hareketler ve burada anlatıldığı türden barış hareketleri gelişti. Bu eylemlere biz de destek veriyoruz.
Halen Türkiye’de nükleer santrallar kurulmaşa çalışılıyor. Türkiye – İran – Brezilya arasında yapılan nükleer anlaşma ve başka bazı girişimler yeni bir nükleer güç olma hevesini gösteriyor. Anlatıldığı gibi İncirlik üssünde zaten 90 adet nükleer bomba var ve bunlar Japonyaya atılanlar kadar güçlü. Bu heves bölgemizde çok büyük bir tehlike demektir. Ortadoğu diye anılan bölgede gidişatın büyük bir felakete ve kaosa sürüklenmekte olduğunu görüyoruz. Muhtemelen bütün bu hazırlık ve gizli anlaşmalar bir yandan Türkiye’deki Kürt özgürlük hareketini yok etmeyi hedefliyor.
Komplo teorilerinden söz edildi. Evet, bunların en saçması da Kürt hareketinin İsrail’in taşeronluğunu yaptığı iddiasıdır. Böyle bir şey mümkün değil. Türkiye bu kanlı savaşta İsrail’den aldığı silahları, araç gereci ve İsrailin lojistik desteğini kullanıyor. Bu bir yalan ama zaten hükümetler yalan üzerine inşa ediyor politikalarını.
Nükleer yasa henüs Meclis’e gelmedi. İnsanlar buna karşı büyük bir güçle mücadele ediyorlar. Biliyoruz ki güvenli nükleer santral yok. Çernobil’e de güvenli demişlerdi. Nükleer çok pahalı bir enerji üretiyor. Atıklarının saklanması ve tutulması büyük maliyat oluşturuyor. Kamdı ki en ucuz enerji olsa bile doğayı ve yaşamı savunanlar nükleer enerjiyi kullanmak istemiyoruz. Dünyeyı tüketen, savaşları üreten enerji kaynakları yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını istiyoruz. Nükleer enerji küresel bir risk içeriyor.
Tükenen enerji kaynaklarının kullanımı savaşları meydana getiriyor. Savaşlar ekonomik yıkıma ve göçe yol açıyor. Bu ise ırkçılığa ve yeni çatışmalara yol açıyor. Irkçılık sisteme yeni ucuz işgücü üreten bir sistemdir.
Nükleersiz bir avrupa, öncelikle piyasa ekonomisinden kurtulmuş bir Avrupa demek. Artık çevre felaketlerinin bedeli bile satın alınabiliyor. Uluslar arası anlaşmalar önemli ama piyasa ve kar mantığı oldukça bu kötü gidiş durdurulamamaz. Kapitalizm adım adım dünyanın sonunu getiriyor. bu tehdit en yoksulları ve özellikle kadınları derin etkiliyor.
Yalnız nükleer enerji değil, cinsiyetçiliğin gölgesini taşıyan hiç bir teknoloji güvenilir değildir. Güvenlik egemenlerin anladığı gibi, atıkları yomsul ülkelere göndermek değildir…
SOSYAL VE BARIŞÇI BİR AVRUPADAN SÖZ ETMEK ZORLAŞTI
Tobias Plüger (Almanya): NATO kriminal bir kurumdur burası çok açık. Savaşları hazırlıyor ve Afganistan savaşından da o sorumludur. AB de artık bir askeri birliktir. Lizbon anlaşması ile bunu gerçekleştirdiler. Artık AB’yi yeniden değerlendirmek gerekir. Avrupa’da değişik askeri gruplar var. Bunlar operasyon birlikleri. 60 bin kişilik özel bir ordu bulunuyor. Bunları harekete geçirecek politik çekirdekler de oluşturulmuş durumda. Kararlara ağırlığını koyan da tabii Almanya gibi en fazla katılım yapan ülkeler. Ama faturayı herkese çıkaracaklar. Savaş ekonomisinin faturası bizim cebimizden çıkacaktır.
Yeni bir olgu olarak sivil kuvvetllerin de askerilyeştirilmesi ve ordu ile entegre edilmesi söz konusudur. Çevik kuvvet denilen polis gücüyle, askerlerin dayanışması çok önemli. Bu da avrupanın askerileştirilmesiyle yakından ilgilidir. Tabii Avrupa’da nötr durumda olan ülkeler de var ama artık sosyal ve barışçı bir avrupadan söz etmek zorlaştı. AB’nin askeri sanayi kompleksine ihtiyacı var. 6 ülkede büyük çapta silah üretimi var. Dünyadaki silah ihracatının yüzde 75’i batılı ülkelerden çıkıyor. Savaşların sorumlusu kim buradan anlaşılabiliyor. Şimdi kayıpları azaltmak için insansız silahlar üretilmeye başlandı. Savaş teknolojisini bu yönde geliştiriyorlar ve bunları Pakistan”da kullanıyorlar. Sivilleri bunlarla katlediyorlar. Bu yeni teknoloji silah endüstrisi ihraca dayanıyor. Barış hareketi silah ihracını mutlaka durdurmalıdır. Elbette bunun yanısıra silah üretimini de durdurmak gerekir.
Dünyadaki bütün savaşların sorumlusu da silah ihraç eden AB ve NATO ülkelerinidr. Örneğin yıllardır gerilim yaşayan Yunanistan da Türkiye de büyük silah ihracatçışı ülkelerdir. Bunlar da silahların önemli bölümünü 6 Avrupa ülkesinden alıyorlar.
Avrupa ülkelerinde bu silahların üretildiği noktala gitmek ve yerinde protesto eylemleri yapmak gerekir. Siviul üretim merkezlerine de gitmek lazım. Öyle merkezler var ki hem gemi makinesi motoru ama hem de tank motoru imal ediyor. Sivil bir yermiş gibi görünüyor ama silah üretiliyor.
Şurası açık ki savaş silahsız ve askersiz olmaz. Buralara odaklanmalıyız. AB artık bir askeri birliktir. Silah sanayisinin tek amacı da daha fazla ölüm demektir.
NÜKLEER SİLAHLAR HEPİMİZİ DÜNYADAN SİLEBİLİR…
Inga Mortensen (İsveç): İsveç kadın hareketinin sol kanadından geliyorum. Nükleer silahlara karşı kampanya yürütüyorum. Obama geçen yıl Pnag’da yaptığı konuşmada nükleer silahların hiç olmadığı bir dünyadan söz etti. Bu umut yarattı ama gelişmeler hiç de böyle olmadı. Öyle ki var olan silahlar bir anda bu dünya üzerinden hepimizi silebilir. Bir yandan yeni laboratuvarlar kuruyorlar. Obama yeni silah teknolojisine ayırdığı bütçeyi yüzde 14 artırdı. Çok daha tehlikeli yeni silahlar üretmeye hazırlanıyorlar.
Obama yani dünyanın en büyük ve saldırgan ordusunun başı Nobel Barış ödülü aldı. Biz isveçli savaş karşıtları olarak bundan büyük utanç duyduk. ABD ordusunun başındaki adama barış ödülü verilmesi ayıptır.
Obama’nın konuşmaları elbette sözde kaldı. Nükleer silahlarda herhangi bir azalma olmadı. Üstelik tehlikeli baska gelismeler de oluyor. Örneğin İsveç bir NATO üyesi değil ama ortak olarak NATO’nun da bir anlamda içindeyiz. Barış hareketi olarak buna karşı çıkıyoruz. Kuzey İsveç’de yani kutup bölgesinde ortak tatbikatlar yapıyorlar. Bombalama tatbikatları yapılacak. ABD bomba denemeleri yapacak. Buna kesinlikle karşıyız. Biliyorsunuz kutup bölgesinde buzlar hızla eriyor ve altında büyük gaz ve petrol yatakları var. Bunları kim işleyecek? ABD ve NATO çoktandır bu bölgeye dikkatlerini çevirmiş durumdalar.
NATO kuzey kutup bölgesinde Rusya ile egemenlik mücadelesinde. Dünyanın geleceği açısından özellikle Kutup bölgesinde ve Ortadoğuda nükleer silah bulunmamalıdır.
Sunuşların ardından salonda bulunan katılımcılara söz verilerek tartışmaya devam edildi. Belçika’dan katılan savaş karşıtı Ludo, Kuzey Belçika’da yapılacak savunma zirvesine dikkat çekti. Afganistan’da olduğu gibi sivil operasyonlarla askeri operasyonları bir arada kullanan yeni stratejilerin çok sorunlu olduğunu söyledi. NATO’nun yeni konseptine göre, NATO üyesi bir ülkeye saldırı olursa bütün ülkeler müdahel olacak. ‘Saldırı’ kavramı ise alabildiğine genişliyor. Belmçikalı savaş karşıtları, aktif protestolara hazırlanıyor ve şu sıra NATO ile ilgili teşhir kampanyası sürdürüyorlar.
Avrupa parlamentosu Yeşil Sol grup üyesi Portekiz’den gelen Hilda, NATO zirvesine karşı büyük bir kampanya yaptıklarına dikkat çekti. Özellikle 29 Ekim’de büyük bir yürüyüş olacak ve herkesi buraya davet ediyoruz dedi. Kasım ayında yşapılacak etkinliklere Portekiz sendikaları da katılacak.
Bianet – 02.07.2010 / Çiçek TAHAOĞLU – Ülkelerimizin NATO’yla Ortaklığına Karşı Çıkmalıyız – ASF 2010
ASF’deki “NATO’ya Hayır” panelindeki konuşmacılar 6–11 Kasım’da Lizbon’da düzenlenecek karşı zirveye katılım çağrısı yaptı. Almanya’dan Pflüger “Avrupa Birliği askeri bir birlik. Silah ihracatı durdurulmalı”; İsveç’ten Svensson “Obama nükleer silaha Bush’tan daha çok para harcıyor” dedi.
İstanbul’daki Avrupa Sosyal Forumu’nda düzenlenen “NATO’ya Hayır; AB’nin Militarizasyonuna ve Nükleer Silahlanmasına Karşı Barışın AB’sini İnşa Etmek” seminerinde aktivistler, ancak daha fazla bilinç yaratarak NATO’ya karşı direniş oluşturulabileceğini dile getirdi.
Konuşmacılar Uluslararası Nükleer Silah Karşıtı Hukukçular Birliği’nden Reiner Braun; Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan (Küresel BAK) Kerem Kabadayı; Uluslararası Savaş Karşıtları üyesi Andreas Speck; Mezopotamya Sosyal Forumu’ndan Ayşegül Devecioğlu, Almanya Barış Örgütü’nden (DFG-VK) Tobias Pflüger, İsveç Sol Parti Kadın Kanadı’ndan Eva-Britt Svensson ve Fransa Barış Hareketi’nden moderatör Arielle Denis, herkesi NATO’ya karşı direniş sürecinin parçası olmaya davet etti.
16-21 Kasım’da NATO’ya karşı zirve
Aktivistler, 16-21 Kasım arasında Lizbon’da gerçekleşecek olan NATO zirvesiyle aynı tarihlerde düzenlenecek karşı zirveye de katılım çağrısında bulundular.
Braun, “Pek çok kişi NATO’nun güvenlikle ilgili çalışma yaptığını düşünüyor. Politikacılar yeni NATO stratejisine karşı sessiz kalacaklar. Direniş gösterecek olan halkın bu konuda daha fazla bilinç sahibi olması gerek” dedi.
Küresel BAK’ın “Afganistan’a Asker Yok, NATO’ya Hayır, İncirlik Üstü Kapatılsın” kampanyalarını anlatan Kabadayı, ABD ve NATO’nun işgal üslerinden biri olan İncirlik üssünün kullanılmasını sağlayan kararnamenin içeriğinin kamuoyundan gizlenmesine dikkat çekti.
“NATO Afganistan’da yıkım ve ölüm demek”
Afganistan’daki savaşın NATO’nun değil ABD’nin savaşı olarak görüldüğünü vurgulayan Speck, sözlerine şöyle devam etti:
“Afganistan’daki savaşın NATO’nun da savaşı olduğu bilinmeli. NATO, Afganistan’da yıkım ve ölüm demek. Altyapısını ülkelerimizdeki üslerden temin ediyor. Ülkelerimizin NATO ile ortaklığına karşı direniş oluşturmalıyız.”
Speck, NATO’ya karşı eylemlerin şiddetsiz ve daha yaratıcı olması gerektiğini söyledi.
NATO’yu ataerkil askeri dominasyonun sürdürülmesi olarak tanımlayan Devecioğlu, Türkiye’de kadınların çeşitli barış gruplarında savaşa karşı yürüttükleri mücadeleleri anlattı. Devecioğlu, 68’de eylemlerin yaygınlığını anımsattı; 80 darbesinin ardından örgütlü hareketin yok edilmesiyle NATO karşıtı hareketin de susturulduğuna dikkat çekti.
“AB NATO’nun askeri yapısı haline geliyor”
Pflüger, Lizbon Anlaşmasından sonra barışçıl bir AB’den söz edilemeyeceğini dile getirdi:
“AB, askeri birliktir. Bu yıl silah ihracatından 385 milyon dolar elde edildi. Sol grupların söylemesi gereken, ihracatın ve üretimin durdurulması gerektiği.”
ABD Başkanı Obama’nın nükleer silahları ortadan kaldırmaktan söz ettiğini hatırlatan Svensson, Obama’nın nükleer silah üretimine Bush’tan daha fazla para harcadığına dikkat çekti.
Yardım hareketlerinin militarizasyonuna değinen Svensson bu konudaki çekincelerini dile getirdi:
“Sivil ve askeri eylemler bir araya getiriliyor. Biz İsveçli kadınlar olarak yaptığımız insani yardım ile askeri müdahalelere destek olduğumuz endişesini taşıyoruz.” (EY/TK)
‘Askeri Üslere Karşı Mücadele’ seminer haberleri:
Bianet – 01.07.2010 / Semra Pelek – Gerçek “Küresel Güvenlik” Askeri Üsleri Kaldırmaktan Geçiyor
“Askeri Üslere Karşı Mücadele” seminerinde savaş karşıtı aktivistler Dalay ve Lammerant ortak çağrı yaptı: “Küresel silahlanmaya karşı, küresel mücadele için birleşmeliyiz.” Dünyada 130’dan fazla ülkede binden fazla askeri üs var; 737’si ABD’nin.
“Avrupa’nın altı ülkesinde bulunan 480 nükleer bombanın 90’ı İncirlik Üssü’nde. Bu bombaların her biri, Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan bombaların dokuz katı gücünde.”
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) aktivisti Nilüfer Uğur Dalay, Türkiye ve bölgeyi tehdit eden nükleer silah tehlikesini bu sözlerle anlattı.
İstanbul’da, 1 – 4 Temmuz arasında yapılan 6. Avrupa Sosyal Forumu’nun ilk gününde düzenlenen “Askeri Üslere Karşı Mücadele” seminerinde küresel askeri silahlanma konuşuldu.
Seminere Dalay’ın yanı sıra Hollanda merkezli, Üslere Hayır Ağı’ndan (No Bases Network) Hans Lammerant katıldı. Örgüt, Avrupa’daki askeri üslerinin kaldırılması için mücadele veriyor.
“Şimdi konuşma zamanı”
Dalay sunumunda, Avrupa Parlamentosu’nun 24 Nisan 1009’da kabul ettiği “Nükleer Silahlardan Arınmış Bir Dünya” tasarısını hatırlattı. Tasarı üye ülkelerin 2020 yılına kadar nükleer silahları kaldırmasını öngörüyor.
“Şimdi konuşma, karşı çıkma, soru sorma zamanı. Biliyoruz ki; şimdi susarsak sonsuza kadar susmamız gerekecektir” diyen Dalay’a Lammerant da destek verdi:
“Biz savaş karşıtları küresel silahlanmaya karşı, küresel mücadele yürütmemiz gerekiyor. Her ülkenin yasaları farklı ama küresel bir strateji oluşturamazsak, mücadele eksik kalır.”
“Avrupa’nın tamamı ABD üssü”
Lammerant sunumunda ABD’nin Avrupa’yı, Afganistan ve Irak savaşında doğrudan üs olarak kullandığını anlattı.
“ABD askeri üsleri dünyanın pek çok ülkesine dağılmış durumda. Harita üzerinde üslerin dağılımına baktığımızda manzara soğuk savaşı andırıyor” diyen Lammerant, Irak savaşı sırasında Almanya ve İtalya’dan bölgeye 260 bin asker gönderildiğini söyledi:
“Avrupa’nın neredeyse tamamı Afganistan ve Irak savaşına dolaylı olarak dahil edildi. Afganistan savaşı, NATO’nun Avrupa’daki merkezlerinden yönetildi, lojistik destek Fransa ve Almanya üstlerinden verildi. Profesyonel olmayan askerlik sistemiyle, siviller de savaşa katılmış oldu. ABD’nin yeni planlarında Türkiye’de yer alıyor; füze gemileri Türkiye ve ülkenin civarında konuşlandırılacak.”
İncirlik’te yasalar ihlal ediliyor
Dalay ise dünyada 130’dan fazla ülkede, 737’si Amerikan, diğerleri Rusya, Çin, İngiltere ve İtalya’ya ait, binden fazla askeri üs bulunduğunu söyledi. Ulusal Kaynaklar Savunma Konseyi’nin 2005 tarihli “Avrupa’daki Amerikan Nükleer Silahları” konulu raporuna göre ise Avrupa’nın altı ülkesinde toplam 480 nükleer bomba bulunuyor; bunların 90’ı İncirlik Üssü’nde.
İtalya’da yürütülen Disarmiamoli (Silahsızlandıralım) ve İrlanda yürütülen “Shannon Watch” adlı kampanyalardan söz eden Dalay, Türkiye’de ise İncirlik Üssü’nün kaldırılması için Küresel BAK’ın beş yıldır mücadele ettiğini anlattı:
“İncirlik Üssü’nden yönetilen tüm operasyonları uygulayan ve uygulanmasına zemin hazırlayan devlet ve devletler, yasal dayanaktan yoksun. Afganistan ve Irak operasyonları için İncirlik Üssü’nün kullanılması, BM ve NATO anlaşmaları ihlal edilerek ve halktan gizli kararnamelerle yürütülüyor.”
Birgün – 03.07.2010 – ‘KÜRESEL GÜVENLİK’ ASKERî ÜSLERİ KALDIRMAKTAN GEÇİYOR
Askerî Üslere Karşı Mücadele seminerinde savaş karşıtı aktivistler Dalay ve Lammerant ortak çağrı yaptı: “Küresel silahlanmaya karşı, küresel mücadele için birleşmeliyiz.” Dünyada 130’dan fazla ülkede binden fazla askeri üs var; 737’si ABD’nin. “Avrupa’nın altı ülkesinde bulunan 480 nükleer bombanın 90’ı İncirlik Üssü’nde. Bu bombaların her biri, Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan bombaların dokuz katı gücünde.” Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) aktivisti Nilüfer Uğur Dalay, Türkiye ve bölgeyi tehdit eden nükleer silah tehlikesini bu sözlerle anlattı. 6. Avrupa Sosyal Forumu’nda düzenlenen “Askeri Üslere Karşı Mücadele” seminerinde küresel askeri silahlanma konuşuldu. Seminere Dalay’ın yanı sıra Hollanda merkezli, Üslere Hayır Ağı’ndan (No Bases Network) Hans Lammerant katıldı. Örgüt, Avrupa’daki askeri üslerinin kaldırılması için mücadele veriyor. Dalay sunumunda, Avrupa Parlamentosu’nun 24 Nisan 2009’da kabul ettiği “Nükleer Silahlardan Arınmış Bir Dünya” tasarısını hatırlattı. Tasarı üye ülkelerin 2020 yılına kadar nükleer silahları kaldırmasını öngörüyor. “Şimdi konuşma, karşı çıkma, soru sorma zamanı. Biliyoruz ki; şimdi susarsak sonsuza kadar susmamız gerekecektir” diyen Dalay’a Lammerant da destek verdi: “Biz savaş karşıtları küresel silahlanmaya karşı, küresel mücadele yürütmemiz gerekiyor. Her ülkenin yasaları farklı ama küresel bir strateji oluşturamazsak, mücadele eksik kalır.” Lammerant sunumunda ABD’nin Avrupa’yı, Afganistan ve Irak savaşında doğrudan üs olarak kullandığını anlattı.
“ABD askeri üsleri dünyanın pek çok ülkesine dağılmış durumda. Harita üzerinde üslerin dağılımına baktığımızda manzara soğuk savaşı andırıyor” diyen Lammerant, Irak savaşı sırasında Almanya ve İtalya’dan bölgeye 260 bin asker gönderildiğini söyledi: “Avrupa’nın neredeyse tamamı Afganistan ve Irak savaşına dolaylı olarak dahil edildi. Afganistan savaşı, NATO’nun Avrupa’daki merkezlerinden yönetildi, lojistik destek Fransa ve Almanya üstlerinden verildi. Profesyonel olmayan askerlik sistemiyle, siviller de savaşa katılmış oldu. ABD’nin yeni planlarında Türkiye’de yer alıyor; füze gemileri Türkiye ve ülkenin civarında konuşlandırılacak.”
‘Afganistan’daki Savaşı Durdur!’ seminer haberleri:
Etkin Haber Ajansı / 02.07.2010 – ASF: Afganistan’a barış gelsin
Savaş karşıtları, Avrupa Sosyal Forumu’nda Afganistan’ı ve savaş karşıtı hareketi tartıştı. Farklı ülkelerden konuşmacılar seminerde Afganistan’da askeri olan ülkelerde yaşayan halkların “Askerlerimiz geri dönsün” sloganını bayraklaştırması gerektiğini belirtti.
İSTANBUL- Savaş karşıtları, Avrupa Sosyal Forumu’nda düzenlenen “Afganistan’daki Savaşı Durdurmak İçin Harekete Geçin” seminerinde 9 yıldır işgal altında olan Afgan topraklarına barış istediler.
MADEN KAYNAKLARI BİLİNİYORDU
İngiltere’deki savaş karşıtı gruplardan INES’in temsilcisi Reiner Braun, Afganistan’daki kanlı işgale karşı barış taraftarlarının ortaklaşamadığını belirtti. Braun, “Dünyanın her yerinden çoğu insan ‘savaşa hayır’ diyor, ancak savaş karşıtı gösteriler organize ettiğimizde Vietnam’da olduğu gibi kitlesel eylemler yapamıyoruz. Bu büyük açıklık, barış mücadelesinin önündeki en büyük engel” dedi.
Afganistan’da askeri bir yöntemin barış getirmeyeceğinin defalarca kanıtlandığını ifade eden Braun, Afgan halkının işgal değil, bağımsızlık istediğini kaydetti. İşgalcilerin şimdi de savaşı sürdürmek için maden kaynaklarını piyasaya sürdüğünü anlatan Braun, bu kaynakların varlığının zaten bilindiğini ifade etti. Braun ‘kan ve ölüm getiren’ işgale karşı aktif mücadele çağrısıyla sözlerini bitirdi.
TÜRKİYE DE BU SAVAŞA ORTAK
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) adına Tayfun Mater da, Afganistan’ı silah yoluyla ele geçirme çabalarının işlevsiz olduğunu kaydetti. ABD Başkanı Barack Obama’nın çekilme tarihi olarak koyduğu 2011’in gerçekçi olmadığını belirten Mater, “2011 yılında bu çekilmenin gerçekleşmesi neredeyse imkânsız. Son bir ayda 100’e yakın asker öldü” dedi.
Türkiye’nin de başından beri savaşa destek verdiğini söyleyen Mater, George Bush’un sonradan itiraf ettiği Türkiye’nin işgal uçaklarının yakıt ikmaline yardımcı olduğu gerçeğini hatırlattı. Türk askerinin Kabil ve çevresinde işgalcilerin güvenliğini sağladığını dile getiren Mater, Türkiye ve dünyanın diğer bölgelerindeki halkların işgal askerlerinin geri dönmesi için faaliyet yürütmesi gerektiğini kaydetti. Mater ayrıca İncirlik ve Konya askeri üslerinin işgale destek veren faaliyetlerini durdurması gerektiğini belirtti.
SAVAŞ MI HASTANE Mİ?
Savaşı Durdurun Koalisyonu üyesi İngiliz parlamentosu üyesi Jeremy Corbin, sözlerine “Savaş 9. yılına giriyor ve biteceğine dair hiçbir işaret yok” diyerek başladı. Savaşın tekellere ve silah şirketlerine yaradığını ifade eden Corbin, savaşın başlama gerekçesini hatırlatarak, bu gerekçelerin bugün unutulduğunu ifade etti. Corbin, “ABD’nin Usama Bin Ladin’i yakalatmak istediğini düşünmüyorum. Sanırım Bin Ladin New York’dadır ve ne olup ne bittiğini izliyordur” dedi.
Corbin, El Kaide veya Taliban üyesi denilerek Afganistan’da birçok insanın katledildiğini, insansız hava uçaklarıyla yapılan saldırılara hedef olduğunu dile getirdi. Savaşın başka bir yönünün de ekonomiyi zayıflatması olduğunu belirten İngiliz parlamenter, halklara “savaş mı istiyorsunuz hastane mi?” sorusunu sormak gerektiğini ifade etti. Corbin, Guantanamo ve Begram üslerinde insanlık dışı uygulamaların sürdüğünü söyledi, savaşta ölen yüzlerce askerin yanında yaralanan 3–4 bin askerin unutulduğunu dile getirdi.
15-21 KASIM’DA LİZBON’A ÇAĞRI
Savaş karşıtları seminerin sonunda 15–21 Kasım’da Portekiz’in Lizbon şehrinde düzenlenecek NATO Karşıtı Hafta’ya çağrıda bulundular.
BİA Haber Merkezi – 02.07.2010 / Çiçek TAHAOĞLU – ASF’den NATO Uluslarına Afganistan’daki Savaşa Karşı Birlik Çağrısı
“Afganistan’daki Savaşı Durdurun” panelinde savaş karşıtları, NATO ülkelerinin halklarını savaşı durdurmak için hep beraber harekete geçmeye çağırdı.
Küresel Barış ve Adalet Komisyonu, Nükleer Silahsızlanma Kampanyası (CND), Nükleer Silahlanmaya Karşı Uluslararası Avukatlar Derneği (IALANA), Barış Üzerine Dokümantasyon ve Araştırma Enstitüsü (IDRP), Barış Hareketi (Le Mouvement de la Paix) ve War Resisters’ International derneklerinin ortak düzenlediği “Afganistan’daki Savaşı Durdurun” başlıklı panelin moderatörlüğünü Gerard Halie yaptı.
INES Program Direktörü Reiner Braun “Politik olarak savaşa destek veren büyük bir koalisyonla karşı karşıyayız. Hükümetler ve çıkar grupları savaşı devam ettirmek için yeni bahaneler buluyorlar. 8-10 Ekim’de Afganistan Savaşına karşı bir eylem gerçekleştireceğiz ve bu miting savaşa karşı kuracağımız koalisyon için önemli bir adım olacak” diye konuştu.
Afganistan’daki savaşa lojistik destek Türkiye üzerinden sağlanıyor
Küresel BAK’tan Tayfun Mater “Türkiye’de Afganistan konusu gündeme hiç gelmiyor. Oysaki lojistik desteğin önemli bir kısmı İncirlik Üssü’nden sağlanıyor. İncirlik Üssü’nün kullanıma kapanması için mahkemeye başvurduk ancak bir oyla kaybettik. Afganistan’daki maden kaynakları meselesi de işin içine girdiği için savaş kolay kolay bitmeyecek ve böylece devam edecek gibi gözüküyor. Avrupa kamuoyuyla dayanışma içinde yeni kampanyalara düzenlememiz lazım” dedi.
CND’den Jeremy Corbin, bu savaşın bir sonucunun da dünyanın her yerinde yeni Amerikan askeri üsleri açılması olduğunu söyledi ve sözlerine şöyle devam etti: “Bu savaş yanlış, ahlaksız ve hiçbir şekilde oradaki insanların sivil özgürlüğüyle alakalı değil. ABD kendini haklı çıkaracak bir düşman oluşturmaya çalışıyor. Ancak bu savaş kamuoyunda Irak savaşının yarattığı etkiyi yaratmıyor. Dolayısıyla daha yaratıcı ve kolektif tepkiler göstermeliyiz.”
Panelin ardından gelen forumda, farklı Avrupa ülkelerinden gelen katılımcılarla savaşa karşı kolektif eylem yöntemleri tartışıldı.
‘Savaş Karşıtı Hareket’ seminer haberleri:
Etkin Haber Ajansı / 03.07.2010 – Savaş karşıtları bir araya geldi
Avrupa Sosyal Forumu savaş karşıtlarını ağırladı. “Savaş karşıtı hareket” başlığıyla yapılan seminerde, emperyalist devletlerinin savaş ve işgal ısrarı teşhir edildi. 15-21 Kasım’da Lizbon’da toplanacak NATO zirvesini protesto eylemlerine çağrı yapıldı.
Türkiye ve Avrupa ülkelerinden savaş karşıtları Avrupa Sosyal Forumu’nda bir araya geldi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu tarafından düzenlenen panel, İTÜ Yabancı Dillir Fakültesi’nde gerçekleştirildi.
Küresel BAK adına konuşan Şenol Karataş, uluslararası savaş karşıtı hareketin yarattığı etkiye dikkat çekti. Türkiye’de Irak’a asker gönderilmesi ile ilgili 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçirilememesi, işgal altındaki Irak ve Afganistan’da işlerin yolunda gitmemesi, yardım konvoyları ile Filistin ambargosunu delme girişiminin savaş karşıtı hareketlerin başarısı olduğunu dile getirdi.
Türkiye’de Kürt sorununun en önemli gündem olduğunu belirten Karataş, “Türk ordusu Kürt halkına karşı bir savaş yürütüyor” dedi, Kürt halkıyla dayanışma amacıyla yarın Beyoğlu’nda insan zinciri oluşturacaklarını belirtti.
Karataş, uluslararası savaş karşıtı hareketlerin 15-21 Kasım’da Lizbon’da toplanacak NATO zirvesini protesto eylemleri yapacağını da duyurdu.
Almanya’dan Die Linke Partisi Milletvekili İnge Höger, Afganistan’daki askerlerin geri çekilmesi için hükümete sürekli baskı yaptıklarını söyledi. “Savaşların gerekçesini nefsi müdafaa olarak sunuyorlar. Barış hareketinin en önemli görevi bu söylemi boşa çıkarmaktır” dedi.
Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisinde olduğunu belirten Höger, yaşadıklarını anlattı. İsrail askerlerinin yardım gönüllülerini öldürdüklerini belirten Höger, saldırıdan sonra ambargo kaldırılsın talebinin daha güçlü yükseldiğini ve Almanya’daki bütün partilerin bunu savunduğunu kaydetti.
Höger, 15-21 Kasım’daki NATO protestolarına katılım çağrısı yaptı.
Savaşı Durdurun Koalisyonu üyesi ve Britanya Parlamentosu üyesi Jeremy Colvin, İngiltere’de Blair hakkında açılan soruşturmalara değindi. NATO’nin bir soğuk savaş dönemi organizasyonu olduğunu söyleyen Colvin, 1990 sonrası yeni işlevler kazandığını ifade etti. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta savaş sırasında kurduğu üslere dikkat çekti.
Nükleer silahsızlanmanın barışın temel koşulu olduğunu söyleyen Colvin, savaşı yaratan koşulları ortadan kaldırmak gerektiğini söyledi. Colvin, Avrupa’da IMF’nin reçeteleri uygulayan devletlerin sosyal güvenceleri tasfiye ettiğini ama silahlanma ve savaş için ciddi harcamalar yaptığını söyledi.
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras ise konuşmasında, ASF etkinliklerini değerlendirdi, “Kendi benzemezlerimize, militarizme ve milliyetçiliğin etkisi altındaki kesimlere ulaşmalıyız” dedi.
ABD ile yapılan gizli anlaşmalara değinen Uras, İncirlik Üssü’nde 90 nükleer başlık olduğunu söyledi.
Turnusol – 05.07.2010 / Bülent Aydın – Avrupa Solu: NATO’ya, savaşa, nükleere karşı…
3 TEMMUZ CUMARTESİ: SAVAŞ KARŞITI HAREKET
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun düzenleyicilerinden olduğu dördüncü savaş karşıtı buluşma 3 Temmuz Cumartesi saat 09.30’da İTÜ Maçka binasında yapıldı. Toplantıya katılım yine yoğun oldu. Moderatörlüğünü Fransa’dan Ariella Denis‘in yaptığı seminerin konusu ‘Savaş Karşıtı Hareket’ idi. Ariella özellikle konuşmacılar ve katılımcılardan önümüzdeki dönemde yapacakları kampanyalar hakkında bilgi vermelerini istedi.
Bu toplantının konuşmacıları şunlardı: Jeremy Corbin (İngiltere – İşçi Partisi Milletvekili), Ufuk Uras (BDP İstanbul Milletvekili), Şenol Karakaş (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), İnge Hogan (Almanya – Sol Parti), Ricardo Robles (Portekiz)
Şöyle konuştular:
Şenol Karakaş (Türkiye): 1 Mart 2003’te, ABD’nin kuzey’den Türkiye ile birlikte Irak’ı işgali için gereken Meclis tezkeresi, savaş karşıtlarının çabası ve halkın tepkisi neticesinde reddedildi. Bu aslında o dönemde tüm dünyada yükselen savaş karşıtı hareketin bir başarısıydı. Savaş karşıtı hareket de Seattle’da yükselen anti kapitalist hareketin bir ürünüydü. Bush tüm dünyada bir nefret simgesi oldu. Afganistan’ın işgali, Irak işgalinin hazırlığıyda. Savaş karşıtı hareket tüm ülkelerde bir kampanya örgütledi. O güne kadar görülmemiş büyüklükte bir dayanışma ağı oluşturuldu. Milyonlarca insan aynı günde sokaklara çıktı. Hatta savaş karşıtı hareket kastedilerek artık dünyada iki süper güç var denildi.
Son olarak Gazze’deki ambargoya karşı Filistin halkıyla dayanışmak için giden yardım gemilerine saldırdılar. 9 kişinin öldürülmesi ve onlarcasının İsrail askerleri tarafından yaralanması üzerine büyük uluslararası tepki oluştu. Türkiye’de tüm illerde gösteriler oldu. Biz de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak protestolara katıldık.
Savaş karşıtı hareketin başka kazanımları da oldu. Irak savaşına ABD’nin yanında katılann bazı ülkelerde hükümetler düştü ve yöneticiler kaybetti. ABD’de de Bush sokağa çıkamaz hale geldi. Cumhuriyetçiler seçimi kaybetti. Obama savaş politikalarını eleştiren bir vurguyla seçimi kazandı. Savaşı ABD hiç bir aşamada kendi istediği şekilde yürütemedi. Küresel çapta örgütlediğimiz büyük eylemler ise bizim için kazanım oldu.
Uluslararası enternasyonalist dayanışma bu süreçte biraz daha güçlenmiştir. Kazanana kadar devam eden kampanyalar örgütlenmesini öğrendik. Obama savaşa karşıyım dedi ama Afganistan’a daha fazla asker sevk etti. Orada Türkiye’nin de askerleri var. Bölgemizde kriz ve savaş tehdidi yükseliyor.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, Afganistan’daki işgale karşı kampanya yapacağız. Filistin halkıyla dayanışma eylemlerimiz olacak. NATO zirvesinin protesto edilmesine ve alternatif zirveye biz de katılacağız.
AFGANİSTAN’DAKİ TÜM ASKERLER GERİ ÇEKİLMELİ…
İnge Hogan (Almanya): Ben Die Linke’den geliyorum. Biz seçim kampanyası boyunca ve parlamentoda da Afganistan’daki savaşı önemle ele aldık ve buna karşı kampanya yaptık. Afganistan’daki tüm askerlerin hemen oradan geri çekilmesini istiyoruz. Angela Merkel, Afganistan’daki savaşı olumlamak amacıyla NATO’nun geleceğiyle ilişkilendiriyor. Obama barış sözleri ettikten sonra, tuttu 60 bin olan işgalci askerlerinin sayısını 100 bine çıkardı. Üstelik oraya saldırma gerekçesini nefsi müdafa dediler ama 11 Eylül 2001’den itibaren zaten hep böyle diyorlar.
Afganistan’da bulunmalarının ve bu kadar insanı öldürmelerinin tek bir nedeni var. Bölgedeki doğal kaynakları ele geçirmek, enerji yollarına hakim olmak istiyorlar. Bu bir hegemonya savaşıdır.
Seçim kampanyasında bunları savunduk ve insanlar bizi desteklediler. NATO’nun savaşının sona erdirilmesi halk atrafından da isteniyor.
Burada söz edilen Gazze’ye yardım filosu içindeki Mavi Marmara gemisinde olanlardan birisi de bendim. Söylenenler az bile. Biz Die Linke’den 5 kişi katıldık. Aniden saldırıp insanları öldürüp resmen katlettiler…”
KÜRESEL SİLAHSIZLANMAYA İHTİYAÇ VAR…
Jeremy Corbin (İngiltere): Ben de Savaşı Durduralım Koalisyonu ve Nükleer Karşıtı Hareket adına buradayım. İngiltere’de başından beri büyük bir kampanya yürüttük. Çok geniş katılımlı mitingler yaptık. Görülmemiş sayılara ulaştık. Milyonlarca insan savaşa karşı sokaklara döküldü. Kısa bir sürede Irak’taki işgale ve savaşa karşı kamuoyu tepkisi canlandı. Ben milletvekiliyim. Parlamentoda da mücadele yürüttük.
Blair yalanlar söyledi ve yasalar geçirdi ama giderek imajı çok zedelendi ve savaş süreci nedeniyle görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Parlamentoda çok sayıda ve çeşitli önergeler vererek, savaşın ardındaki hukuki boşluğu açığa çıkarmaya çalıştık. Çünkü İngiltere’nin ABD’nin yanında bu savaşa sokulması kesinlikle hukuki değildir. Resmen yalan dolan ve sahtekarlıkla onca insanın ölümüne yol açtılar.
NATO’yu 1948 yılında İngiltere ile ABD kurdular. Bu bir soğuk savaş örgütüydü. Bu dönem sona erdi ve Varşova Paktı dağıldı. Ama NATO devam etti ve aksine yapısını güçlendirdi. 11 Eylül sonrası batı ülkelerinde askeri harcamalar arttı ve savaşa gidildi. Sadece Irak ve Afganistan savaşları değil, orta asya ülkelerinde büyük üsler kuruldu. Irak savaşı tamamen gayrı meşrudur. Irak’a silahlar batılı ülkeler tarafından satıldı. Ben 1980’lerde de Irak’a silah satışına karşı çalışıyordum. İngiltere’de 1949 sonrası nükleer silahlar geliştirildi. Büyük paralar harcandı. 1957’de hidrojen bombasını yaptılar. Daha sonra bu tür silahları ABD’den temin ettiler. Nükleer silahlar savunma amacıyla değil. Nükleer silahlanma caydırıcı falan değil tamamen saldırgandır.
Rusya, Çin, ABD ve Fransa nükler silahlar yapan ülkelerdir. Nükleer silahlanma aynı zamanda aşırı pahalı bir politikadır. Güvenlik ve silahlanma politikalarını İngiltere’de de kışkırtıyorlar. Parlementoda ‘nükleer silahlara ihtiyacımız var’ diyen milletvekilleri oldu. Bunu insani gerekçelere dayandıranlar oldu. Oysa herkes biliyor ki buraya akıtılan dev kaynaklar, başka alanlara aktarılabilir. Eşitsizlik ve adaletsizlikler böyle azaltılabilir.
Askine küresel silahsızlanmaya ihtiyacımız var. Nükleer silahların azaltılmasını mutlaka sağlamalıyız. Örneğin Hindistan ve Pakistan arasında süregelen gerilim çok tehlikelidir ve her ikisinde de nükleer silahlar var. Kuzey Kore’de de bunlardan var ama onun ekonomik durumu çok kötü ve Çin’in sürekli baskısı altında. Kendi başına davranabilmesi zordur. İsrail’in de en az 200 nükleer başlığı var. Ortadoğu’da barış dünye için çok önemli ve önceliklidir. Ne yazık ki dünyanın büyük bölümünde insanlar bununla ilgili değil.
Tabii bütün bunlar hep savunma adı altında yapılıyor. Hiç saldırı sözü edilmiyor. Oysa tüm savaşlar, iktidar, güç, yer altı kaynaklarını ve ticaret yollarını ele geçirmek içindir. 1980’lerdeki savaş yanlılarıyla bugünküler aynı savları kullanıyor. Bunları teşhir etmek ve silahlanmaya ayrılan kaynakları sınırlamak gerekiyor. Bu kolay değil çünkü dünyadaki en güçlü lobi silahlanma ve nükleer lobisidir.
Silahlanmaya bütçeden önemli bir pay ayrılıyor. Oysa kriz var denip, sağlık, eğitim ve kamusal hizmetlerden kesintiler yapılıyor. Böylece sosyal sistem çöküntüye uğratılıyor. Sosyal toplum çöküşe götürülüyor. Afganistan savaşına son vermek ve nükleer silahlanmayı engellemek sosyal toplumu sürdürmek için de gereklidir.
BAŞKA BİR SOSYAL FORUM DA MÜMKÜNDÜR…
Ufuk Uras (Türkiye): “Öncelikle konuklarımıza İstanbul’a hoş geldiniz diyorum. Bu gördüğünüz İstanbul, savaşın sonucu büyük göç hareketleri ile bugün 17 milyon nüfüslu en büyük Kürt şehridir aslında. Yapısal ve sosyal sorunları ise giderek büyüyor. Doğudaki savaşın açıları burada da derinden hissediliyor.
Öncelikle ‘başka bir sosyal forum mümkündür’ şiarıyla yola çıkmamız lazım. Biririmizle konuşmaktan ziyade, mutlaka kendi benzemezlerimize de ulaşmalıyız. Bizim gibi düşünmeyenlerle de tartışma olanakları gerçekleştirmeliyiz bu tür platformlarda.
Dün TBMM’de nükleer santral kurulmasına ilişkin anlaşma Dışişleri Komisyonundan geçti. Önümüzdeki hafta da büyük ihtimalle genel kuruldan geçecek. Muhalefetimizi yapıyoruz ama Meclis’te ağırlığımız yeterli değil, bu tür kararları etkileyemiyoruz. Tartışma açıyor, gerçekleri gündeme getiriyoruz.
Savaş karşıtı bir milletvekili olarak çalışıyorum Meclis’te. Geçtiğimiz günlerde, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonunun İncirli Üssü ile ilgili soru önergesini Meclis’e ilettim ve Başbakan’a soru yönelttim. Henüz bir yanıt yok. İncirlik ile ilgili gizli anlaşmayı sordum. Bunun bilgisini bugüne kadar yasal ve demokratik yollardan alabilmiş değiliz. Yine geçtiğimiz hafta Meclis’te Lüban’da asker bulundurma süresi uzatılarak yenilendi. Kamuoyuna pek yansımadı. Oysa bu konularda fikri takip çok önemli. Ben TBMM’de bugüne kadar nükeer karşıtı ve savaş karşıtı bir hat tutturmaya çalıştım. Nükleer santrallerin de nükleer silah olduğunu biliyorum.
Almanyadaki Die Linke benzeri bir geniş sol oluşum için çalışırken, DTP’nin kapatılması ve 2 milletvekilinin düşürülmesi üzerine, yerine kurulan partinin yeniden parlamentoda grup oluşturabilmesi için BDP’ye katıldım. Bunun olumlu sonuçlarının olduğu kanaatindeyim. Türkiye’de sol, gelişen milliyetçi dalgadan ötürü Kürt hareketi ile arasına mesafe koymayı tercih ediyor. Parlementoda durum daha da vahim. Örneğin sınır ötesi operasyon tezkerelerine sadece BDP hayır oyu veriyor. Sol ve sosyal demokrat olarak bilinen ama ne sosyal de de demokrat olabilen muhalefet partisi tüm bu konularda tamamen miliyetçi bir tutum takınıyor.”
ŞİDDET VE 12 EYLÜL REJİMİNİN TASFİYESİ BİRLİKTE SAĞLANACAK…
“Kürt sorununda şiddetin ve 12 Eylül rejiminin tasfiyesini birlikte sağlamak gerekir. Ama bugün bu sürecin öznesi yoktur. Bu kilitlenme döneminde Küresel BAK gibi sivil ve geniş yapıların üzerine büyük görevler düşüyor.
Savaş lobisi yenidenharekete geçmiş görünüyor. Her gün yeni çatışmalar ve yeni ölüm haberleri var. Bir süredir en çok cenaze de Şırnak’a geliyor Eskiden bu bölgelerden askerleri çatışmalara sürmezlerdi. Şimdi bu politika değişmiş görünüyor.
Kısmi Anayasa değişikliği var gündemde. Referandum yapılacak. Bu konuda daz kamuoyunun kafası karışık görünüyor. Biz yurttaş merkezli bir anayasayı savunduk. Mecliste BDP’lilere yapılan baskının kaldırılmasını, taş atan çocukların serbest bırakılmasını ve %10 seçim barajının indirilmesini istedik.
Barış mücadelesinin en önemli yanı militarizme de karşı olmaktır. Militarizme karşı olmadan savaş karşıtı olunamaz. Geleneksel sosyal demokrat sol militarizmle arasına kesinlikle mesafe koymuyor. Bizim sol ise güçsüz durumda. Önümüzde seçimler var ve görünen o ki solun çok büyük bir kısmı yine CHP’nin peşine takılacak. Üçüncü bir seçeneği mutlaka yaratmalıyız.
Kapitalizm yeni sorunlara ve büyük acılara yol açıyor. Rosa Luxemburg kapitalizmi ‘kuyruğunu yiyen yılana’ benzetmişti. Ne uzun kuyrukmuş demekten alamıyor insan kendini. Sol her şeyden önce savaşa ve militarizme karşı olmalıdır. Küçük dalgalardan büyük dalgalar oluşturmalıyız. Dalga kıyıya doğru giderken öndekine şikayet ediyormuş ‘kıyıya vurup yok olacağız’ diye. Hayır demiş öndeki dalga, yok olmuyoruz, denize karışacağız…
Bugünkü durum ne kadar elverişsiz olursa olsun, birlikte yaratacağımız barış ve sol dalganın hepimizin hayatını değitireceğini biliyoruz. Zaten bizi ayakta tutan da budur…”
NATO DAHA DA TEHLİKELİ OLUYOR…
Ricardo Robles (Portekiz): NATO Karşıtı harekettenim. Gördüğüm kadarıyla bu ASF’de savaş karşıtı tartışmalar önemli bir yer tutuyor. Bu gereklidir gerçekten de. Dün Portekiz’de NATO zirvesi planlarını konuşuyorlardı. Yapılacak zirvenin NATO’nun geleceğini şekillendireceğini söylüyorlardı. Doğrudur ama bu geleceğe biz de müdahalede bulunabiliriz. Bu amaçla buradayız.
Savaş ve barıştan söz ederken NATO’yu konuşmamak zaten mümkün değil. NATO en saldırgan ulus-ötesi savaş aygıtıdır. NATO’nun başkanı Anders Rasmussen’in talebiyle ABD eski dışişleri bakanı Madeleine Albright hazırlamış yeni konsept raporunu. Anlayın artık siz bunun içeriğini. Aslında bu belgede yeni olan da hiç birşey yok. Aslında 1990’larda NATO’nun varlık gerekçesi ortadan kalkmış bulunuyor. Şimdi kendilerine yeni bir rol oturtmak istiyorlar. Bu nedenle NATO’nun zirvede hazırlanacak belgeye ihtiyacı var. Çünkü halkları ikna etmeleri de gerekiyor. Çünkü bu dev savaş makinesinin bütün masrafını sıradan insanların vergileri ödüyor.
Yeni NATO belgesinde birkaç ana fikir var. Küresel müdahale kavramı oturtuluyor. Yeni belgede müdahale koşulu savunma gerekçesinin ötesine taşınıyor. Zaten yıllardır tüm saldırılar savunma bahanesiyle yapıldı ama artık bu bahaneye de ihtiyaçları olmayacak. NATO’nun tüm üsleri aslında saldırı üsleridir. Dünya’da yeni tehditler olduğu ve buna topluca yanıt geliştirilmesi gerektiği fikri işleniyor. Yani NATO, dünyadaki suç örgütleriyle de mücadele edecekmiş. Tabii bu istediğimiz yere müdahale ederiz demek…
Yine ‘ticaret yollarının güvenliği’ gibi yeni tanımlanan tehditlere karşı da strateji öneriliyor. Öyle geniş bir çerçeve çiziliyor ki artık NATO istediği zaman istediği yere müdahale edebilir.
Çoklu ortaklık anlayışı geliştiriliyor. Böylece NATO sadece üyeleriyle sınırlı kalmayacak ve yeni ortaklıklar oluşturacak. Yani NATO isteyen her ülkeye açıktır demek istiyorlar. Tabii böylece NATO’ya yeni kaynaklar bulmayı düşünüyorlür. Ortaklık tanımıyla NATO üyesi olmayan ülkeler de askeri operasyonlara katılabilecek. Bunu örneğin Afganistan’da zaten gerçekleştirdiler.
Yeni stratejik belge rapou gerçeklerin tam tersini söylüyor. Örneğin Afganistan bugün NATO tarafından kontrol ediliyor değil, tam aksine tamamen kontrolden çıkmış durumda.
15 – 21 Kasım’da Lizbon’da yapılacak 1 haftalık NATO karşıtı zirve ve eylemlerimiz onun için önemlidir. Herkesi buraya bekliyoruz. Geleceğin şekillendirmesinde biz de pay sahibi olabiliriz. Hep birlikte barış dalgasını yaratalım…”
TARTIŞMA…
Sunuşların ardından her oturumda olduğu gibi salonda bulunan katılımcılara söz verilerek tartışmaya devam edildi. Almanya’dan ‘Nato’ya ve savaşa hayır koalisyonu’ndan Reiner Braun, NATO’nun mevcut stratejininin de zaten çok ağresif olduğuna dikkat çekti ve şöyle dedi: “İki önemli yeni nokta var yeni belgede. NATO füze kalkanı sisteminin iplerini eline almak istiyor. Sistemlerin tüm masrafını da elbette bizlerden alacaklar. İkincisi, Avrupa Birliği, NATO içinde ikinci bir ortak gibi kabul ediliyor. Tüm üye devletlerin vatandaşları NATO’nun militarizasyonununun kaynaklarını ödeyecekler. Yani okul hastane yerine silah ve mühimmat… Arkadaşlarımın söylediği gibi, burada en kilit konu Afganistan savaşıdır. Eğer tüm ülkelerdeki savaş karşıtı hareket savaşın durmasını gerçekleştirirse NATO da kaybetmiş olur. Bu da ABD’nin Vietnam savaşını kaybetmesi kadar önemli bir durumdur. O yüzden ben de çağrıyı tekrarlamak istiyorum. Lizbon’a hepimiz gidelim…”
Toplantının moderatörü Ariella Denis, 15 – 21 Kasım’da Lizbon’da yapılacak NATO karşıtı etkinliklerin ve Afganistan savaşının yıldönümünde 8 Ekim’de yapılacak savaş karşıtı toplantıların ajandada yerini aldığını ve anti nükleer kampanyanın önemle gündeme alınması gerektiğini çünkü risk altında olanın hepimizin geleceği olduğunu söyledi. Katılımcılara da kendi kampanyalarını dile getirmelerini duyurdu. Metin önerileri ise Pazar günü yapılacak asambleye getirilecek.
Küresel BAK’tan Şenol Karakaş, Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmaların hızla yükseldiğini belirterek militarist ve milliyetçi odakların çabalarına karşı Türkiye’de Barış Günü olarak kutlanan 1 Eylül’e kadar bir barış kampanyası önerileceğini belirtti ve diğer ülkelerdeki hareketlerin de bu konu çerçevesindeki gelişmeleri takip etmesini istedi.
Gürcistan’dan gelen savaş karşıtı Ucha Nanacvili, Kafkasya ülkelerinden katılımla Haziran 2011’de uluslararası bir barış toplantısı yapılacağını ve herkesi oraya davet ettiklerini belirtti.
Belçika’dan katılan Ludo, AB’ye yumuşak güç denildiğini ama gitgide askeri bir güç haline geldiğine dikkat çekti. AB Lizbon anlaşmasından sonra bu sürecin kesinleştiğini belirten konuşmacı, NATO karşıtı tutumun belirleyici olacağını söyledi.
Danimarka’dan gelen katılımcı, Orta asya ülkelerinde çok tehlikeli gelişmeler olduğuna ve oradaki saldırganlıkların batılı ülkeler tarafından da desteklendiğine dikkat çekti. Afganistan’daki savaş, Orta asyadaki çatışmaların da yayılmasını tetikliyor.
İtalya’dan Martin, Birinci ASF’de kararlaştırılan büyük yürüyüşün savaşı durduramadığnı ama uluslararası dayanışmayı güçlendirdiğini belirtti. Şimdi Irak’ta yeniden bir sivil toplum oluşuyor. Çok zor koşullarda çalışıyorlar. Küresel sivil toplumu ve tüm savaş karşıtlarını Irak’taki bu tür kuruluşlarla dayanışmaya çağıran konuşmacı, Irak halkının kendilerini dinleyecek inisayiflere ihtiyacı olduğunu belirtti.
İngiltere’den Jasmin, küresel çapta yayılan savaşlar ve militarizmle ilgili farkındalığın artırılmasının çok önemli olduğunu belirterek, son savaşlarda rol oynayan özel güvenlik şirketlerine karşı da bir farkındalık oluşturmaya çalıştıklarını belirtti. Bu çok önemli çünkü bu tür özel şirketlerin faaliyetleri savaş üzerindeki demokratik kontrolü azaltıyor. Örneğin İsrail, özelleştirimiş ordu konusunda en önemli örnek. Gazze’deki son saldırılarıda taşeron güvenlik şirketlerini kullanmışlar. Jasmin, savaş karşıtı hareketlerin tüm etkinliklerinde özel ordular ve askerlerin faaliyetine de dikkat çekmelerini ve bunların sınırlandırılmasını sağlamayı istedi.
KIBRIS’I UNUTMAYIN…
Kıbrıs Savaşa Hayır Koalisyonundan ve Yeni Kıbrıs Partisi Genel Sekreteri Murat Kanatlı söz aldı: Herkes işgalden söz ediyor. Dikkatinizi Kıbrıs’taki işgale de çekmek isterim. Kıbrıs bir türlü uluslararası ajandaya giremiyor. Türkiye kıbrısın üçte birini yıllardır işgal altında tutuyor. Kıbrıslıların desteğinize ihtiyacı var. b1974’den bu yana Türkiye 40 bin askerini adada tutuyor. Biz adaya yeni asker ve malzeme getirilmesini engellemeye çalışıyoruz. Temmuz ve Ağustos ayları işgalin yıldönümü sayılıyor. Adaya yabancı askerlerin inmesi bu aylarda oldu. Bu aylarda eylemlerimiz olacak. Adada halen kayıp üc binkişi var. Bu sorun da kampanyalarımızda yer alıyor.
Ardından söz alan İngiltere İşçi Partisi Milletvekili Jeremy Corbin, Kıbrıs’ın NATO için büyük askeri önemi bulunduğuna vurgu yaptı. Adada bulunan İngiliz varlığına dadikkat çeken konuşmacı, adadan sadece Türkiye’ninkiler değil tüm yabancı askerlerin çekilmesi gerektiğini belirtti.
Anarşist Kolektif’ten Çetin Gürel söz alarak, Türkiye’de ordunun profesyonelleştirilmesi adımlarının atıldığına dikkat çekti. “Özel ordu kurulması için 500 bin yeni eleman alınacak. Bu durum Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmaları muhtemelen daha kötü bir hale getirecek. Bu ülkede yaşayanlar olarak neler kaybeceğiz?”
UFUK URAS: POLİTİKA KONUŞMAKTAN POLİTİKA YAPMAYA GEÇMELİYİZ…
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, kendisine yöneltilen soruları yanıtlamak ve önerileri için tekrar söz aldı:
Başbakan Erdoğan Kürt sorununun çözümü için Kuzey Irak’taki baskıyı artırmak için NATO’nun devreye girmesini istedi ama bu konuda pek destek görmedi. Spekülatör Soros, Türkiye’nin en büyük ihraç kaleminin ordusu olduğunu söylemişti. NATO’nun ikinci büyük ordusu burada bulunuyor. Türkiye’de bir anti – NATO anlayışı mevcut değil. Zaten bizde dış politika meseleleri pek gündem olmuyor. Bizler de artık politika konuşmaktan politika yapmaya geçmeliyiz. Örneğin Avrupa Sosyal Forumu çerçevesinde oluturulmuş barış grupları, Kürt sorununun çözümüne yarayacak diyalog için inisiyatif alabilirler mi? İmralı’ya ve Kandil’e gidebilirler mi?
NATO konsepti gerçekten değişti. Soğuk savaş dönemi geride kaldı. Artık NATO’nun hedefi yoksullar ve isyan edenlerdir. Bütün dünyada gettolaşmanın hız kazandığını görebiliyoruz. Tatil yerlerinde bile ingiliz turistlerin ingilizlerle tura çıktıklarını, almanların almanlarla etkinlik yaptıklarını görüyorum. Yani gettolaşma ve partikülleşme siyasi konular dışında bile geçerli. Örneğin, Gazze’ye uluslararası yardım götüren Mavi Marmara gemisinin simgesel bir önemi oldu. Portekiz’deki NATO karşıtı zirve için de böyle bir yöntem uygulanabilir mi ona bakmak lazım. Savaşlar ve yoksulluk büyük göç hareketleri yaratıyor. Bu konuda Türkiye de batının gardiyanı konumunda görülüyor. Hemen şurada Kumkapı’da bir göçmen kampı var. Sosyal Forum bu konuyla da ilgilenmeli. Ordunun profesyonelleşmesi tartışması var. Biz ordu amatör kalsın da demeyelim ama 15 günlük askerlerin cepheye sürüldüğü bir gerçek. Bu kabul edilemez. Şurası bir gerçek ki bu sorun kanla ve şiddetle çözülemez.
Barış hareketinin en önemli sorunu ‘suyu bulandırmayın’ konformizminde saklı. İnsanlar mevcut durumu değiştirilemez kabul etmiyi eğilimli. hani Dario Fo’nun ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’ oyununda denildiği gibi: Boynuna kadar pisliğe batmış olana el uzatılınca ‘aman suyu bulandırma’ demiş..
BİA Haber Merkezi – 03.07.2010 / Erol ÖNDEROĞLU – İstanbul’da Sönük ASF Yürüyüşü
DİSK başkanı Çelebi, “Sosyal Forum sürecinde düşmanın ortak olduğunu, saldırının küresel ve sürekli olduğunu anladık. İşte bu yüzden de direnişimiz de küresel ve sürekli olmalı”; KESK’ten Emir Ali Şimşek, “Türkiye dünyanın 16. büyük ekonomisidir. Buradaki ateş tüm dünyaya sıçrar” dedi.
Avrupa Sosyal Forum (ASF) kapsamında yaklaşık üç bin kişi, işsizlik doğuran küreselleşme politikaları karşısında emek mücadelesinin de küreselleşmesi talebiyle İstanbul Osmanbey’den Taksim Meydanı’na kadar yürüdü.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Genel başkanı Süleyman Çelebi, Sosyal Forum sürencin kendilerine bilinç ve umut kazandırdığını belirterek, “Bu bilinç sayesinde farklı ülkelerde mücadele ettiğimiz düşmanın ortak olduğunu gördük. Saldırının küresel ve sürekli olduğunu anladık. İşte bu yüzden de direnişimiz de küresel ve sürekli olmalı” dedi.
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Genel Sekreteri Emirali Şimşek de, Türiye’nin sadece Avrupa çin değil dünya için de kritik bir öneme sahi olduğunu belirterek, “Türkiye, emek sömürüsünün, etnik ayrımcılığının, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kıskacında yaşayan dünyanın 16. büyük ekonomisidir. Burada yanan ateş tüm dünyaya sıçrayacaktır” şeklinde konuştu.
Sendikalar az, inisyatifler çoktu…
Yürüyüşte Ezilenlerin Sosyalist Partisi, TÜMTİS işçileri ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) gibi gruplar kitlesel bir görüntü verirken sendikal grupların bunda zorlandığı gözlendi. Özgürlük ve Dayanaışma Partisi (ÖDP), Demokratik Özgür Kadnı Hareketi (DÖKH), Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) gibi parti ve meslek birliklerinin de yer aldığı etkinlikte BDP eşbaşkanı Gültan Kışanak ve BDP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel de katıldı. Fransa’dan “Crédit Agricole Mutuel-Solidarité”, “İstanbul Nükleer Karşıtı Platform”, “Başka bir enerji mümkün, Başka Munzur Yok” pankartıyla Munzur’u Koruma Kurulu (TUDEF), “Biz anneler savaşsız bir dünyadan yanayız” pankartıyla Barış Anneleri İnisyatifi, İsrail’e Karşı Boylot Girişimi, “Kapitalizme son” diyen Gençlik Muhalefeti ve “Askeri operasyonlara son” yazılı pankartıyla BDP vardı. TÜMTİS kitlesiyse, UPS’de işçi kıyımı ve düşmanlığına son veilmesini talep eden sloganlar attılar.
Turnusol – 04.07.2010 / Bercan Aktaş – Avrupa solu Taksim’e çıktı
Avrupa Sosyal Forumu katılımcılarıyla Türkiye’nin birçok ilinden gelen sosyal hareketler üyelerinin birlikte yaptığı yürüyüş Taksiml’de sona erdi. Taksim’de mikrofonu uzattığımız yoldaşlar, ‘hepimiz aynı dili konuşuyoruz, mücadelemizi de ortaklaştırmalıyız’ dediler.
1 – 4 Temmuz arasında İstanbul’da yapılan 6. Avrupa Sosyal Forumu, yaklaşık üç bin kişinin katıldığı renkli bir yürüyüşle noktalandı. 3 Temmuz Cumartesi akşamı saat 18.30’da Osmanbey’den başlayan yürüyüş Taksim Meydanı’nda noktandı. Katılımcılar küresel politikalara karşı ortak talebi farklı dillerde haykırdı: ‘Başka bir dünya mümkün!’
‘TÜRKİYELİ – YUNANİSTANLI ARKADAŞ’
Yunanistan Sol Partisi Synaspismos üyesi katılımcılar, Taksim’e kendi dillerinde attıkları sloganların yanı sıra “Türkiyeli – Yunanistanlı arkadaş” diye bir süre tempo tuttular.
Avrupa Sol Partisi (ELP) üyesi de olan Synaspismos’un Merkez Yürütme Kurulu üyesi Giorgos Karatsioubanis forum hakkında şöyle dedi: “Sosyal Forumda Avrupa’daki, Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki sosyal hareketler hep beraber olduk. Aynı dili konuştuğumuzu gördük. Krize karşı ne yapacağımıza ilişkin toplantılar çok önemliydi…”
Forumu değerlendiren Yunanistan Sosyal Forumu’ndan Olga Tsimgami “Avrupa’dan pek çok insan bir araya geldik; ortak sorunlara ortak cevap aradık. Ülkemizde büyük bir yerel kriz yaşanıyor. Bu konu hakkında konuşmaya da fırsatımız oldu. Önemli olan kendi doğrularımız için mücadele etmektir. Umarım bir sonraki foruma daha kalabalık katılacağız” diye konuştu.
GENÇLER BULUŞTU
EDP-Genç, forumun üçüncü gününde “Geçmişten geleceğe gençlik hareketi” başlıklı bir seminer gerçekleştirdi. Yörük Kurtaran, Demet Lüküslü ve Simin Gürdal’ın konuşmacı olarak katıldığı paneli EDP PM üyesi Hayri İnce yönetti. Sosyal foruma gelen konuk gençler de seminere katıldı.
Genç-Sen ve Avrupa’daki benzer örgütlenmeler hakkında konuşan Simin Gürdal, eğitim sisteminin adaletsiz olduğunu savundu. Gençlik ve öğrenci hareketlerinin tartışıldığı foruma Almanya’dan gelen konuklar da deneyimleriyle katkıda bulundular.
UFUK URAS: DAYANIŞMA KAZANDIRIR
Sosyal Forum’un konuşmacılarından İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Maçka Demokrasi Parkı’nda kurulan EDP-Genç standını ziyaret ederek, bir süre sohbet etti. Gençlerin sorularını da yanıtlaya Uras, Sosyal Forum’da çeşitli ülkelerin ve hareketlerin mücadele deneyimlerinin paylaşılmasının dayanışmayı güçlendireceğine vurgu yaptı.
Ufuk Uras, son seçimde İstanbul 1. Bölge’de yapılan çalışmanın da dayanışmanın önemini ve güçlerimizi birleştirmenin başarısını gösterdiğini söyledi.
BİA Haber Merkezi – 09.07.2010 / Nilüfer Uğur DALAY – ASF 2010: Krize Avrupa’da Hep Beraber Karşı Duracağız
Kapitalist sistemin ve onun neoliberal politikalarının ebedi, ezeli ve en iyi olduğunu söyleyenler, bize büyük bir yalan söylediler. Şimdi hep beraber, tüm gücümüzle bize dayatılanlara karşı çıkma zamanıdır. Çünkü şimdi susarsak sonsuza kadar susmamız gerekecek.
Kapitalist sistemin ve onun kurumlarının yarattığı sorunlarla yüzleşildiği bir dönemde, 1-4 Temmuz tarihleri arasında İstanbul’da Avrupa Sosyal Forumu (ASF) toplandı.
Forum çağrıcıları, ASF’yi, küresel ekonomik, mali, siyasi, sosyal ve ekolojik krizlere karşı, sosyal hareketlerin ortak mücadele stratejisinin geliştirildiği bir zemin yapmak istiyorlar. Forumların gelenekselleşen “Başka bir dünya mümkün” sloganını yeni koşullara uyarlayan ASF, bu kez forumun ana sloganını ‘Başka bir Avrupa gerekli’ olarak belirlemişti.
Beşincisi 17-21 Eylül 2008 tarihleri arasında İsveç’in Malmö kentinde düzenlenmiş ve o tarihlerde kapitalist kriz kendini hissettirmeye başlamıştı. İstanbul’a gelindiğinde krizin artık Yunanistan, Macaristan, Romanya gibi ülkeleri tehdit eder noktaya geldiği günler yaşanıyordu.
6. ASF’ye, kapitalizmin krizi nedeniyle Avrupa’da yükselen neoliberal saldırılar, işten atılmalar, “sosyal kesintiler”, eğitimin ve sağlığın özelleştirilmesi gibi sorunlar ağırlığını vuracaktı. Ayrıca Filistin Ablukası, Kürt Sorunu, özellikle Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve Afganistan’da sürmekte olan savaş ve işgaller, ezilen uluslar, azınlıklar, göç ve göçmenlik sorunları, sürdürülebilir bir dünya çabaları gibi ana gündem maddeleri de vardı.
1-3 Temmuz günleri arasında Forum’da 180 seminer, 41 atölye, 6 tematik asamble düzenlendi. 4 Temmuzda ise Forum boyunca yürütülen tartışmalardan çıkacak sonuç bildirgesinin ve krize karşı Avrupa çapında eylem kararlarının tartışılacağı “Final Asamblesi” toplandı.
5. ASF’de 10 olan tematik ağ/eksen 13’e çıkartılmıştı. Şöyle:
1- Ekonomik ve Sosyal Kriz: Direnişler ve Alternatifler: 45 Seminer, 7 Atölye, 2 Asamble.
2- Sosyal Avrupa için Sosyal Haklar: 17 Seminer, 4 Atölye, 2 Asamble.
3- Nasıl bir demokrasi? Medeni ve Siyasi Özgürlüklerin Geliştirilmesi: 7 Seminer, 5 Atölye.
4- Ezilen ulusların ve azınlıkların haklarının savunulması: 8 Seminer.
5- Kale Avrupası’na karşı: Göçmenler ve mülteciler için tüm haklar: 4 Seminer, 2 Atölye.
6- Ayrımcılığa karşı Eşitlik. Küresel krize karşı feminist alternatifler: 2 Seminer, 1 Atölye.
7- Gezegeni kurtar: Sürdürülebilir bir Dünyanın inşası: 31 Seminer, 5 Atölye, 1 Asamble.
8- Savaşa karşı Barış, militarizm, işgaller: 14 Seminer, 1 Atölye.
9- Gençlik – eğitim, iş ve gelecek hakkı: 6 Seminer, 1 Atölye.
10- Bilginin, eğitimin ve kültürün demokratikleştirilmesi; alternatiflerin oluşturulması: 17 Seminer, 5 Atölye,1 Asamble.
11- Kitle İletişim araçları ve güç ilişkileri: İfade özgürlüğünün savunulması ve bilginin demokratikleştirilmesi: 5 Seminer.
12- Avrupa ve Dünya: Tahakküm ve yeni sömürgeciliğe karşı dayanışma tabanlı işbirliği ve kalkınma: 4 Seminer.
13- Küresel adalet hareketinin durumu ve geleceği: 5 Seminer, 2 Atölye
Düzenlenen seminer, atölye ve asamblelerin sayısına ve de katılımcı yoğunluğuna bakıldığında Avrupa’nın en önemli sorunlarının ekonomik ve sosyal kriz, sürdürülebilir bir dünyanın inşası, sosyal haklar, bilgi, eğitim ve kültürün demokratikleşmesi, savaş, işgaller ve militarizme karşı barış olarak sıralandığını gördük. Bu tablo 26 Ocak 2010’da Brezilya’nın Porto Allegre kentinde düzenlenen 10. Dünya Sosyal Forumu’ndaki tablodan çok farklı değil.
Kapitalist sistemin ve onun neoliberal politikalarının ebedi, ezeli ve en iyi olduğunu söyleyenler, bize büyük bir yalan söylediler. Avrupa ve dünyada kapitalist sistem ekonomik ve sosyal kriz yarattı. Sosyal haklar ayaklar altında. Üretim, tüketim ve kar hırsı dünyanın yaşanabilirlik sınırlarını zorluyor. Savaşlar, işgaller ve militarizmin tırmanması ile askeri harcamaları arttırarak sistem kendini ayakta tutmaya çabalarken, ülke halklarının insan hakları ihlal ediliyor, doğal kaynaklarına el koyuluyor ve barış içinde yaşama koşulları ellerinden alınıyor.
İnsanlar, ülkelerinden uzak bölgelere göçe zorlanıyorlar. Azınlık hakları ihlal ediliyor. Baskı ve sömürüye dayalı sistemler dayatılıyor. Küresel adalet yok varsayılıyor. İfade özgürlüğünü savunanlar parmaklıklar ardına hapsedildi. Kitle iletişim araçları, bilgi az sayıda güç odağının eline geçmiş durumda. Eğitim hakkı gasp edildi. Kültürler aşağılandı, inkar edildi, yok kabul edildi. Gençlerin gelecek hakkı ellerinden alınıyor, cinsel ayrımcılıkla kadınlar toplum dışına itiliyor. Gördük. Demek ki; hepsi bir yalandı.
Görüldü. Anlaşıldı ve 6.İstanbul Avrupa Sosyal Forum’u sonunda aşağıdaki çağrı metni yayınlandı.
“Bizler, İstanbul Avrupa Sosyal Forum’u katılımcıları olarak, her türlü işgal ve savaşa karşı ve Kürt Sorunu’nun politik çözümünden yana olduğumuzu bildiriyor ve aşağıdaki kararlarımızı duyuruyoruz:
Krize Avrupa’da hep beraber karşı duracağız.
Avrupa Birliği’nin karşı karşıya kaldığı ve dünyada yaygınlaşan küresel krizler konusunda hükümetlerin ve IMF’nin sosyal politika uygulamalarındaki sert ve geriletici yanlışlarına karşı, İstanbul Sosyal Forumu’na katılan sosyal hareketler olarak ortak eylem çağrısı yapıyoruz. Avrupa genelinde direniş ve eylemler bu politikalara karşı durmak için geliştirilecektir. Uzun vadede, sosyal hareketlerin, sendikaların, meslek örgütlerinin, odaların, örgüt ve derneklerin, her türde vatandaşlık inisiyatif ve ağlarının Avrupa genelindeki mücadelelerini tek bir noktaya odaklanacak biçimde inşa etmeleri acil bir gereksinimdir. Bu nedenle, ilk adım olarak 29 Eylül (ondan önceki ya da sonraki günlerde), Avrupa genelinde ortak eylem düzenlemek için çağrı yapıyoruz. Sosyal gereksinimlerimiz ve ekolojik taleplerimizi tatmin edecek alternatif politikaların uygulanmasının kabul ettirmeliyiz.
Tüm sosyal hareketler olarak, 23-24 Ekim (ya da 13-14 Kasım) günlerinde Paris’de düzenlenmek üzere, ortak eylemlerimizin geliştirilmesi, hareketlerin koordinasyonu, Avrupa Sosyal Formu’nun değerlendirilmesi ve geleceğinin tartışılması için bir Avrupa Asamble çağrısı yapıyoruz.” Eksiği, eğrisi, doğrusu ile bir sosyal forum bitti. Değerlendirmeler yapılacak, eksikler görülecek. Ancak açık ve net olarak görülen o ki; şimdi artık bizim konuşma, karşı çıkma, soru sorma zamanımızdır. Şimdi hep beraber, tüm gücümüzle bize dayatılanlara karşı çıkma zamanıdır. Bu faturayı biz ödemek istemiyoruz. Çünkü şimdi susarsak sonsuza kadar susmamız gerekecektir. Gerek Forum sırasında, gerek sonrasında, bu ortak amacımızı duyurmamıza yardımcı olan tüm basın mensuplarına bir kez daha teşekkür borcumuzu iletmeliyiz. Umudumuz yukarıda özetlediğimiz sorunlara duyarlı basın kuruluşlarının bundan sonra da sesimiz, soluğumuz olmasıdır.
Marksist.org – 20.07.2010 / Arife KÖSE – Yıldız Önen: Avrupa Sosyal Forumu değerlendirmesi
6.’sı bu yıl Türkiye’de gerçekleştirilen Avrupa Sosyal Forumu’nun ardından, ilk ASF’den beri sürecin örgütleyicilerinden olan Yıldız Önen ile ASF 2010’un durumunu, Avrupa’daki ve Türkiye’deki sosyal hareketleri, krize karşı direnişi ve radikal bir sola olan ihtiyacı konuştuk.
Neden Yıldız Önen?
Kaçımız farkına vardık ya da neresinden ne kadar katılabildik bilinmez ama, Türkiye’den bir sosyal forum geçti. 2002’de Floransa’da ilk kez yapılan Avrupa Sosyal Forumu, Avrupa’nın her yerinden savaş karşıtı hareketten, çevre hareketlerine, kadın hareketlerine, göçmenlere, sendikalara kadar onlarca sosyal hareketi bir araya getirerek kıta çapında olabildiğince ortak bir mücadele süreci yaratmayı hedefledi. Floransa’dan sonra, Paris, Londra, Atina, Malmö derken formun altıncısı İstanbul’a uğradı. Biz de, Avrupa Sosyal Forumu (ASF) 2010’u ve genel olarak sosyal forumun süreçlerinin hangi noktada bulunduğunu, bundan sonra neler yapılması gerektiğini, ilk yapılan sosyal forumdan itibaren sürecin örgütleyicilerinden birisi olarak içinde yer alan, ASF’nin yanı sıra, Türkiye Sosyal Forumu ve Mezopotamya Sosyal Forumu’nun da örgütleyicilerinden olan ve Dünya Sosyal Forumu’na da katılmış olan Yıldız Önen ile konuştuk.
Marksist.org: Önce ASF 2010 ile başlayalım. Olumlu ya da olumsuz pek çok değerlendirme yapıldı ama görebildiğim kadarıyla genel olarak bir hayal kırıklığı hakim. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz İstanbul’da yapılan ASF 2010’u?
Yıldız Önen: Bence ASF 2010’u değerlendirirken, önce ASF sürecinin nerede olduğu sorusunu sormak daha doğru olur. Ben yapılan bütün değerlendirmelerde bunun ihmal edildiğini düşünüyorum. 2002 Kasım ayında Floransa’da yapılmış olan 1. Avrupa Sosyal Forumu ile İstanbul’da yapılan 6.’sı arasında neler oldu neler bitti, politik olarak nasıl bir süreçteyiz, nasıl bir birlikte iş yapma platformuna ihtiyacımız var gibi sorular cevaplandırıldığı taktirde, ASF 2010’un neden böyle olduğu sorusunu cevaplamak daha kolay olacaktır. 2002’de Floransa’da yapılan 1. ASF’ye 60 bin kişi katıldı. İnanılmaz coşkulu bir sosyal forum oldu. Bütün sosyal hareketlerin gerçekten var olduğu bir sosyal forumdu.
Sosyal hareketler derken tam olarak ne kastediliyor?
Benim en çok tanıdığım, içinde yer aldığım, inşa ettiğim hareket savaş karşıtı hareket ya da barış hareketi oldu. Bu hareket, asıl olarak 2002 yılından itibaren Avrupa çapında gelişen bir hareket oldu. Ama tabii Avrupa’da bundan önce de barış hareketleri vardı. Örneğin Fransa’dan bir barış hareketi geldi. Biz onlarla bir sohbet toplantısı yaptık. Onlar 1948’den beri Fransa’da barış hareketi olarak çalışmalarına devam ediyorlarmış. Örneğin İngiltere’den CND var, nükleer silahsızlanma kampanyası, onların da 1968-70’lerden gelen bir süreçleri var. Dolayısıyla, her ne kadar savaş karşıtı hareketin Avrupa’da 2002’den beri birlikte iş yaptığını söylesek de, aslında bunun öncesinin de olduğunu görmek gerekiyor. Göçmen ağı var. Bu da aslında çok eskiye dayanan ama 2000’lerden sonra Avrupa’da ırkçılığın, milliyetçiliğin yükselmesiyle daha aktif hâle gelen bir hareket. Küresel ısınmaya karşı bir çalışma ağı var. Ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte son birkaç yıldır, ‘Başka Bir Avrupa Mümkün’ ya da ‘Biz Bu Krizin Faturasını Ödemiyoruz’ sloganıyla bir araya gelen emek çalışma ağı var. O da bence önemli çalışma ağlarından bir tanesi. Feminist çalışma ağı var. Aklıma ilk etapta gelenler bunlar, ama emin olun sayıları çok daha fazladır. Sosyal Forum’u bugüne kadar bu sosyal hareketler bir arada tuttu. Bu hareketler ilk defa Floransa’da geniş çapta bir araya geldiler. O zaman Irak’ta daha savaş başlamamıştı, dolayısıyla forum asıl olarak savaşı durdurmak, başlamasını engellemek üzerine odaklanmıştı. İkinci Avrupa Sosyal Forum’u Paris’te yapıldı. O da çok iyiydi. Ama Paris’teki sosyal forumda artık savaş ile birlikte neoliberal politikalara karşı mücadele de gündemin merkezine oturmaya başlamıştı. 1999’da başlayan küreselleşme karşıtı hareketin, Dünya Bankası, IMF gibi kurumların toplantılarına karşı küresel protesto hareketlerinin öncülerinin buluştuğu bir yer oldu Paris. Tabii bir de Jose Bove vardı. Örneğin, Türkiye’de ASF’nin niye böyle olduğu sorusunun bir cevabı da budur. Jose Bove, Antonio Negri, Alex Callinicos gibi çok büyük isimler, hem Floransa’da hem Paris’te hem de Londra’da sosyal forumlara katılarak o forumları güçlendirdiler. Bence bu tür büyük isimlerin katılması önemliydi. Ama son birkaç sosyal forumdaki ‘sosyal hareketler daha çok öne çıksın, ünlü isimlere ihtiyacımız yok’ tartışması, bence bu sosyal forumlara katılımı düşüren etkenlerden bir tanesi oldu. Antonio Negri ile Alex Callinicos’un Paris’teki toplantısı 1000 kişilik bir salonda yapılacaktı. Salon tıka basa dolup taştığı için toplantı en sonunda açık alanda, dışarıda yapıldı. Bu bile, bazı figürlerin, bazı tartışmaların herkes açısından daha çekici olduğunun bir göstergesidir. Bu noktada bir ortaklaşma sağlamak gerekiyordu, ama ne yazık ki sosyal forum uzun bir süredir bu ortaklaşmayı sağlayamıyor. Üçüncüsü Londra’da oldu. Savaş karşıtı hareketin en yüksek olduğu dönemdi. 15 Şubat 2003’te Irak’taki savaşa karşı 2 milyon insanın yürüdüğü bir şehre gittik. Zaten Londra’dan sonra sosyal forumun gerileme süreci başladı. Atina’da 10 bin, Malmö’de 6 bin, en son İstanbul’da 3 bin kişi katıldı. Yürüyüşlerde Atina 15 bindir, Malmö 10 bindir ve İstanbul da 3-4 bindir. Bu rakamlar bile bir düşüş yaşandığını çok net biçimde gösteriyor.
Bu düşüşün nedeni nedir?
İlk üç sosyal forumda, savaş karşıtı hareket, küresel ısınmaya karşı hareket ya da feminist hareket, insanları bir araya gelmeye zorlayan bir çekicilik yarattılar. Ama daha sonra dünyada ekonomik kriz daha ağırlıklı olarak kendini göstermeye başladı ve henüz dünyada ekonomik krize karşı genelleşmiş, büyük bir hareket yok. Biz 2006’da ASF’yi Atina’da yaptığımızda, Atina’da ne büyük bir savaş karşıtı hareket vardı, ne de neoliberalizme karşı büyük bir hareket vardı. Örneğin, bu yıl, yüz binlerce insan grevdeyken Atina’da olsaydı farklı olabilirdi. Malmö öyleydi. Biz Malmö’ye gittiğimizde, Malmö’deki en büyük mücadele, özelleştirmeye karşı küçük çaplı mücadelelerdi. İskandinav ülkelerinde savaş karşıtı hareket zaten çok düşük seviyede. Bu yıl neden böyle oldu sorusunun cevabı, bence, ASF’nin, ekonomik krize karşı mücadelenin yüksek olduğu bir ülkede yapılmamış olmasıdır.
Örneğin, bu yıl İngiltere’de de yapsaydık farklı olurdu. İngiltere’de bu yıl yapılan Marksizm toplantılarında, David Harvey ve Alex Callinicos’un konuşmacı olduğu kriz toplantısına binlerce kişi katılmış. Aynı şekilde, Atina’da yapılan Marksizm toplantılarında da yine Alex Callinicos ve David Harvey’in kriz toplantısına bin kişi katılmıştı. Türkiye’de hiçbir şekilde böyle canlı bir tartışma yaşanmadı. Buradaki kriz toplantıları çok sönük geçti. Çünkü bence Türkiye’de henüz ekonomik krize karşı büyük bir hareketlilik yok. Şu anda Türkiye’de devam eden birkaç büyük hareket var, ama bunların hiçbirisi ASF’de temsil edilmediler. Bunlardan birincisi Ergenekon ve onun devam eden davası çerçevesinde süren tartışmalardır. Bu tartışmada taraf olanlar, ASF’nin ne hazırlık sürecinde ne de kendisinde güçlü bir şekilde yer almadılar. İkincisi, Kürt sorunudur. Kürt sorununda taraf olan BDP, sadece son bir ay çalışmalara katıldı, toplam 7 toplantı örgütledi. Ama bunların ne hazırlığında ne de duyurusunda, o bahsettiğim İngiltere’deki hareketler gibi sosyal forum sürecinin bir parçası olma şansına sahip değillerdi. Üçüncüsü ise Müslümanlardır. Başörtüsüne özgürlük hareketi ile başlayan ve bir ay önce Gazze’ye giden yardım gemilerine yapılan saldırıdan sonra binlerce insanı sokağa döken harekettir. Bu hareket de hiçbir şekilde sosyal forum sürecinde yer alamadı.
Neden yer alamadılar? Kendileri mi istemediler, yoksa katılmalarının olanakları mı yaratılmadı?
Bunun en temel nedeni, ASF’yi örgütleyen ekibin, ASF’nin sosyal hareketleri bir araya getirmesi gereken bir süreç olduğu konusunda yeterince ikna edilmemiş olmasıdır bence. Bizim, örneğin Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, Küresel Eylem grubu olarak bu işten çekilme nedenimiz de buydu. Çünkü sonuç olarak biz de bir sosyal harekettik, örgüt değildik. Halbuki bu sosyal forum daha çok bir örgütler platformu tarafından inşa edildi. Hiçbir ASF bugüne kadar böyle inşa edilmedi, hep sosyal hareketlerin temsilcileri üzerinden inşa edildi. Örneğin, Floransa’da asıl çağrıcı olan Floransa Belediyesi’ydi, Londra’da Londa Belediyesi’ydi. O zaman Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone’du. Paris’te ise birkaç komünist belediye örgütledi sosyal forumu. Türkiye’de de her ne kadar sendikalar ve sivil toplum örgütleriymiş gibi gözükse de, toplantılara katılanlara baktığımızda, çalışmaları yürütenlere baktığımızda, o Londra’daki, Paris’teki ya da Floransa’daki çeşitliliği gösteren, büyük kitlesel gücü gösteren herhangi bir örgüt, herhangi bir kurum, herhangi bir sendika bu sosyal forumun inşasında belirleyici rolü oynayamadı. Belirleyici rolü oynayamadıkları için de kapsayıcı olamadılar. Yani tek başına bu işi Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu da yapsaydı bence kapsayıcı olamazdı. Çünkü sadece savaş karşıtı hareketi ya da barış hareketini temsil etmiş olurdu. Halbuki onlarca başka hareket var. Bunun en iyi göstergesi bence Dünya Kadın Yürüyüşü. 30 Haziran’da Dünya Kadın Yürüyüşü toplantıları gerçekleşti. O toplantılara 22 ülkeden 700-800 kişi katıldı. Çünkü onlar o kapsayıcılığı yaratabildiler. Ben, Türkiye’de yapılan ASF’nin en büyük eksiğinin, birkaç örgütün ASF sürecini kendi tekellerine almış olmasına bağlıyorum. Yani sosyal hareketleri bir araya getiren bir buluşmadan çok, ‘ya işte toplantılara çevirmen lazım, hadi çevirmen bulalım’ gibi bir hava yaratıldı. Halbuki böyle olmaz sosyal forumlar. Floransa’da sosyal forum olduğunda 6 ay öncesinden bunun kampanyası başlamıştı. Londra’da sosyal forum yapılacağı bir sene önceden belliydi. Ama Atina’dan beri hep bir sorun yaşıyorduk. Bu sorun bence en net şekilde Türkiye’de ortaya çıktı. Bu, Türkiye’deki örgütlenme komitesi açısından eksiklik. Yani sen, ülkendeki en önemli üç sosyal hareketin hiçbir temsilcisi olmadan bir sosyal forum inşa edersen, sonucu bu olur tabii.
Ama sonuçta İstanbul’da yapılsa bile örgütlenme sürecine Avrupalılar da katılıyor, öyle değil mi? Onlar neden müdahale etmediler bu sürece?
Atina’dan beri bu süreçte de sorun var. Örneğin eskiden, hem Paris’te hem de Londra’da yapılan sosyal forumda, biz her şeyi ASF hazırlık toplantılarında tartışıyorduk ve karar yeri ASF hazırlık toplantılarıydı. Malmö’de ciddi sorun yaşandı. İskandinav komitesi son dakikada değişti. O değişimden ASF’nin neredeyse haberi olmadı. Biz Malmö’de son hazırlık toplantısına gittiğimizde, Avrupalılar bir odada ASF hazırlık toplantısı yapıyorlardı, başka bir odada İskandinavlar bir komite oluşturmaya çalışıyorlardı. Ve biz o komiteyi tanıma şansına sahip olmadan sosyal forum oldu. Türkiye’de de böyle bir sorun yaşandı. En son İstanbul’da ASF hazırlık toplantısı yapıldığında Türkiye’den 10 kişi vardı. Ve her tartışmada Türkiye’den katılanlar, ‘bizim bunu Türkiye örgütlenme komitesinde değerlendirmemiz lazım’ diyorlardı. Yani ASF’nin örgütlenme şeklinde ciddi bir sarsılma yaşandı. ASF’nin örgütlenmesinde karar alma yeri başta hazırlık toplantılarıydı. Ve konsensüs üzerinden karar alınırdı. Artık konsensüsü neredeyse hiç sağlayamıyoruz. İki yıl önce İskandinav komitesi, sonra Türkiye komitesi, bu toplantıların dışında kararlar almaya başladı. Bu da bence ASF’nin küçülmesine neden olan en önemli etkenlerden birisi oldu. Ama şöyle bir eksiklik de var; ASF bileşenleri kendilerini bu sürecin inşacıları olarak görmedikleri için gelmediler İstanbul’a. Biz İstanbul’da sosyal forum yapmayı ilk planladığımızda 10 bin Avrupalı bekliyorduk, sadece Atina’dan bin kişi bekliyorduk. Gelmediler. Çünkü kendilerini bu sürecin bir parçası olarak hissetmediler. 2006’da Türkiye Sosyal Forumu yapmıştık, ona 2 bin kişi geldi. Dört sene önce yapılmış sadece Türkiye Sosyal Forumu’na 2 bin kişi gelip, bu yıl Avrupa çapında yapılan 3 bin kişi gelmesi durumu gösteriyor aslında.
Sosyal forum süreçlerinin ilk başladığı 2002 yılı ile bugünkü politik ortamı karşılaştırıldığında sosyal forum süreçleri açısından ne söyleyebilirsin? Artık sosyal forumlar bugünkü politik ihtiyaca cevap veremiyorlar mı?
Bence bugün dünyadaki sosyal hareketlerin bu şekilde buluşmasına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Çünkü her ülkede ciddi ekonomik kriz var. Bu ekonomik krizden dolayı işçi sınıfı bıçağın altında. Ve sürekli saldırı altında olan Avrupa işçi sınıfı dayanışma arayışı içerisinde. Emek çalışma grubu toplantılarında, sendikalar birlikte bir iş yapmanın yollarını bulmak için çırpınıyorlardı resmen.
Niye yapamıyorlar?
Bu, sanırım, büyük sendikaların kendi içindeki çatışmalarla da ilgili bir durum. Atina’daki Marksizm toplantılarında, krizle ilgili olan toplantıda şu anlatılıyordu; ‘bir yandan büyük bir saldırı ve bu saldırıya karşı mücadele etmek isteyen işçiler var ama bir yandan da ‘vatan elden gidiyor’ diyen sendika bürokrasisi var’. Sendika bürokrasisi ile tabanın çatışması hâlâ yoğun bir şekilde devam ediyor. Sosyal forumları maalesef bugüne kadar sendika liderleri örgütlediler. Ve bunlarla tabanları arasında zaten bir gerginlik var. Dolayısıyla bu sosyal hareketleri, forumları tabandakilerle beraber inşa etmek gerekiyor. Ama sendika tabanlarının böyle bir hareketi inşa etme gücü, yeteneği, henüz savaş karşıtı harekette olduğu gibi değil. Bu şuna benziyor; Türkiye’de 1 Mart’ta Irak’taki savaş karşı 100 bin kişilik gösteriyi ne kadar rahat inşa ettik. Bizim savaşımız değil çünkü. Ama örneğin şimdi aynı şeyi Kürt sorunu konusunda yapmakta zorlanıyoruz. Bence buna benziyor. Irak’taki savaşa karşı milyonlarca insanı sokağa döküyorsun, sendikacı da geliyor, işçi de geliyor. Ama kendi ülkende krize karşı verdiğin mücadelede, sendikanın tabanıyla liderliği arasında bir çatışma var. Bu çatışmanın çözülmesi gerekiyor. Yani radikalleşme gerekiyor. Avrupa’da radikal solun yükselmesinin en önemli nedeni bence bu. Halbuki ASF, başından beri radikal sola mesafeliydi. Sosyal forum süreçleri siyasi partilere kapalıdır örneğin. Türkiye’de bu kırıldı ama burada da maalesef Avrupa’daki gibi büyük radikal sol partiler yok. Yani Almanya’daki DieLinke gibi bir sol parti olsaydı Türkiye’de, ASF 2010 çok farklı olabilirdi. Örneğin Almanya’da DieLinke’nin içinde yer aldığı bir sosyal forum örgütlense çok büyük olabilir. Ama olabilir mi? Bilmiyorum. Çünkü bugüne kadar sosyal forum süreçlerini yürütenler siyasi parti lafından bile irkilen insanlar.
Sosyal Forum süreçlerine en başından beri yöneltilen bir takım eleştiriler var. Bunlardan bir tanesi de, ASF’nin artık bürokratikleşmiş olması. Sen ne düşünüyorsun bu konuda?
Bürokratikleşme 2006’dan beri söylenen bir şey. Aynı insan cinsi aynı tartışmaları 10 senedir yapıyor ve yeni bir gelişme yok. Aynı bürokrasi Dünya Sosyal Forumu için de geçerli, ama Dünya Sosyal Forumu parlak geçiyor. Tek nedenin bu olduğunu söylemek doğru değil bence. Krize karşı mücadele, aslında kapitalizme karşı mücadeledir. ASF, bugüne kadar ‘kapitalizme karşı mücadele’ diye bir söylemi hiçbir zaman kullanmadı. Hep bir reform mücadelesi oldu. Bu açıdan bakarsak, ya kabuk değiştirir ve siyasi partilerin de içinde yer aldığı yeni bir mücadele aracı haline gelir ya da sönümlenir. Ben, sönümlenme ihtimalinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum.
Mezopotamya Sosyal Forumu örneği de var ayrıca. O nasıl geçmişti?
Avrupa Sosyal Forumu böyle bir gerileme dönemine girmişken Diyarbakır’da geçen sene Eylül ayında yapılan Mezopotamya Sosyal Forumu farklıydı. Başarılıydı. Coşkusu, tartışmaları, gelen herkesi tatmin etti. Avrupa Sosyal Forumu’nda yabancıların en büyük eleştirisi, ‘geldik, bir şey anlamadan gidiyoruz’ şeklinde oldu. En çok merak ettikleri konular Kürt meselesi, Gazze’ye giden yardım gemilerine yapılan saldırının ardından yaşanan tartışmalar, sendikaların ve solun durumuydu. Hiçbirinin cevabını alamadan gittiklerini söylediler. Örneğin Mezopotamya Sosyal Forumu’na Avrupa’dan gelenler, Diyarbakır’dan dönerken, Kürt sorunun ne olduğunu anlayarak döndüklerini söylediler. ASF 2010’a gelenler kafalarındaki sorulara cevap alamadılar, çünkü buradaki sosyal hareketleri göremediler. Yani şunu söylemeye çalışıyorum, sosyal forumlar düzgün inşa edildiklerinde, sürece hareketleri katabildiklerinde başarılı olabilirler. Yani, ‘sosyal forumlar işe yaramazdır ve bitmiştir’ gibi bir sonuca ulaşmak doğru olmaz. Nasıl inşa ettiğin önemli olan. Mezopotamya Sosyal Forumu, bölgedeki sosyal ve siyasal hareketleri katabildiği için sürece başarılı oldu. Mezopotamya Sosyal Forumu’nda BDP’nin ve Osman Baydemir’in çok büyük bir ağırlığı vardı.
Biraz önce radikal sola duyulan ihtiyaçtan söz ettin. Radikal sol derken ne kastediyorsun?
Avrupa’da kullanılan radikal sol kavramı ile Türkiye’deki farklı tabii ki. Orada yeni kurulan sol partilere radikal sol deniyor. Yani bugüne kadar gelen soldan farklı, dünyayı değiştirmenin ancak kitle eylemleriyle mümkün olabileceğini savunan, işçi sınıfını ve işçi sınıfının kitlesel eylemini merkezine alan bir sol kastediliyor radikal sol derken. Örneğin Almanya’daki yeni sol parti Die Linke, Almanya’da neoliberalizme karşı verilen mücadelenin üzerinden kuruldu. Türkiye’de de yukarıda bahsettiğim bu üç sosyal hareketi birleştirebilen sol, yeni sol olabilir. Yoksa kullanılan araçlar açısından bir radikallikten söz etmiyorum. 1 Mart’ta tezkereye karşı sokağa çıkanların, Hrant Dink’in cenazesinde sokağa çıkanların, bugün anayasa değişikliği referandumunda ‘evet’ diyenlerin sol partisini kurmaktan söz ediyoruz yeni sol derken.
Bundan sonra başka ASF toplantısı olacak mı? Öyle bir karar çıktı mı İstanbul’dan?
Son yapılan hazırlık toplantısında konuşuldu. Almanya ve Belçika’ya önerildi ama onlar kabul etmediler. Ekim ayında değerlendirilme toplantısı yapılacak, orada konuşulacak.
Peki, bütün bunlardan sonra, ‘sosyal forum süreçleri başarısızdır ve hiçbir kazanımı olmamıştır’ diyebilir miyiz?
Ben sosyal forumların genel olarak büyük bir başarı kazandığının görülmesi gerektiğini düşünüyorum. 1999’da Seattle’da başlayan hareketin pek çok kazanımı oldu. Bu hareket, kapitalizm ve emperyalizmin dünya ve insanlık üzerinde yarattığı tahribatın teşhir edilebilmesini sağladı. 1998’de kapitalizmden böyle bahsetmek mümkün değildi. Dünya Bankası, IMF, DTÖ gibi örgütler dünya kamuoyu açısından kötü örgütler değillerdi. Seattle ile başlayan süreç, dünya kamuoyunu, bu kurumların kapitalizmin temsilcileri olduğu konusunda ikna etti. Artık sokaktaki insan için bu kurumlar dünyayı kurtaran iyi kurumlar değil. Bu hareketler, egemen fikirleri kırdılar. Bence bu çok önemli bir noktadır. Keza, savaş karşıtı hareket. Yani 15 Şubat 2003, küçümsenecek bir gösteri değildir. Savaş karşıtı hareket, milyonlarca insanın bir güce karşı harekete geçebileceğini gösterdi. En son 1968’de yaşanmıştı böyle gösteriler. 68’den sonra genel bir yenilgi dönemi yaşandı. Ve 90’ların sonundan beri yeniden kazanabileceğimize inandığımız bir dönem başladı. Latin Amerika’da yaşananlar, Ortadoğu’da Lübnan’ın İsrail’e karşı kazandığı zafer, Avrupa’da son yıllarda yeni sol partilerin ortaya çıkması, bu hareketten bağımsız düşünülemez. Bütün sosyal forumlarda ortak eylem kararları alındı ve bu eylem kararları bizi birleştirdi. Bugün krize karşı net bir cevap üretebiliyor mu? Hayır. Ama zaten krize yanıt üretmek sosyal forumun değil, işçi sınıfının işidir.
Birgün – 04.07.2010 – BARIŞA ZİNCİR OLACAKLAR…
Artan operasyon ve çatışmalarla birlikte her gün ölüm haberlerinin gelmesi üzerinde İstanbul’da Barış İçin Sanat Girişimi öncülüğünde dev bir barış zinciri eylemi gerçekleştirilecek. Barış Meclisi, Barış İçin Kadın Girişimi ve Küresel BAK’ın da destek vereceği eylemde ‘Ölüm Değil Çözüm’ sloganıyla Tünel’den Taksim Meydanı’na barış zinciri oluşturulacak.
Uzun süredir Barış İçin Sanat söylemiyle bir takım eylem ve etkinlikler örgütleyen BİS öncülüğünde başlayacak olan eylemde, Kürt sorununun çözümünde silah ve ölümün çare olmadığı çağrısı yinelenecek olan eylem bugün saat 17.00’de başlayacak.
AMAÇ, BARIŞI KALICI KILMAK
Artan operasyon ve ölümlere karşı bütün sanatçı ve barış isteyen kesimleri eyleme beklediklerini ifade eden BİS aktivistlerinden Veysi Altay, giderek yoğunlaşan çatışmalı ortam ve ölüm haberlerinin toplumu her geçen gün barış ve diyalog zemininden uzaklaştırdığını belirterek, ölümlere karşı barışı ve yaşamı kalıcı hale getirmek üzere eylemi örgütlediklerini söyledi.
UMUTLAR SAVAŞIN DİLİYLE GÖLGELENDİ
BİS adına hazırlanan çağrı metninde ise, başlayan açılım süreciyle halkların umutlandığına, ancak çatışma ve tutuklamalarla umutlar yerini üzüntüye bıraktığına dikkat çekiliyor. Metinde 2009 yılının son aylarında gündeme giren ‘açılım’ kavramıyla halkların umutlandığını, fakat tam ‘bu sefer olacak galiba’ derken birden bire tutuklamalar başladığı ifade ediliyor. Operasyonların artması, çocuklara ceza yağmaya başlaması, partilerin kapatılmaya, mecliste barışın en güçlü sesinin, milletvekillikleri düşürülmeye başlaması ile umutların savaşın diliyle gölgelendiği belirtildi. Metinde “Barış için silahlar sussun demek için, ölüm değil çözüm, çözüm için diyalog demek için barış zinciri olacağız. Taksim’de savaşın gölgesini binlerce insandan oluşan tek bir insan zinciriyle dağıtacağız” denildi.
Çiçek: Operasyonlar sürecek
YİĞİT Akü ile Forum Mühendislik’in düzenlediği, Türkiye’de üretilen ilk hibrit dönüşümlü araç tanıtım toplantısına katılan Başbakan yardımcısı Cemil Çiçek, bir gazetecinin “terör olaylarının artmasıyla birlikte Kuzey Irak’a operasyonlarda artış olacak mı?” sorusu üzerine, 17 Ekim 2007’de terörle mücadelede önemi sebebiyle hudut ötesi operasyonlara imkân veren bir tezkereyi TBMM’den geçirdiklerini hatırlatarak, o tezkerenin halen yürürlükte olduğunu, ihtiyaç hâsıl olduğunda gereğinin yine yapılacağını söyledi. ‘Terörle mücadelede’ sonuna kadar kararlı olduklarının altını çizen
Çiçek şöyle devam etti:
“Hududu, şümulü ve gereği Genelkurmay Başkanlığımızca tayin ve takdir edildiği ölçüde bu operasyonlar bugüne kadar devam etti, Hükümetin dâhilinde. Gereği varsa bundan sonra da devam edecektir. Bu da şunu gösteriyor; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve devleti olarak terörle mücadelede sonuna kadar kararlıyız.”
Bu konuda karar almakta hiçbir zaman gecikmediklerini ve tereddütleri olmadığını belirten Çiçek, “Bugün de böyle bir tereddüt söz konusu değil. İhtiyaç hâsıl olduğunda gerekli değerlendirmeleri güvenlik güçlerimiz yapıyor, Genelkurmay Başkanlığı yapıyor, bize de bilgi veriyor, ondan sonra bu operasyonlar yapılıyor. Bundan sonra da ihtiyaç varsa yapılacaktır” dedi.
Marksist.org – 04.07.2010 – İstanbul’da yüzlerce insan barış için yürüdü
İstanbul’da yüzlerce insan tırmandırılan savaşa karşı barışın sesini yükseltti. “Ölüm değil çözüm” diyen Barış İçin Sanat, Barış İçin Kadın, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu ve Türkiye Barış Meclisi tarafından gerçekleştirilen eylemde, Türk ordusunun operasyonları bir an önce durdurması çağrısı yapıldı.
Türkiye’nin en önemli barış örgütleri İstanbul’da ortak bir eylem yaparak çatışmaların ve ölümlerin son bulmasını istedi. Tünel Meydanı’nda toplanan yüzlerce insan “Ölüm değil çözüm! Ne Kustin! Careseri” pankartının arkasında toplandı. Siyah ve mor kartonlarda “Barış için”, “Ji bo aşti” yazıyordu. Barış bayrakları davulların ve düdüklerin ritmiyle birlikte dalgalanıyordu.
Tüne Meydanı’ndan başlayan yürüyüş sırasında “Operasyonlar dursun”, “Barış hemen şimdi”, “Biji bıratiya gelan” (Yaşasın halkların kardeşliği), “Biji aşiti, biji azadi” (Yaşasın barış, yaşasın özgürlük), “Deng bi de aştîye'” (Barışa ses ver), Hiç kimse asker doğmaz”, Öz-öz-özgürlük Kürt halkına özegürlük” sloganları atıldı. “Savaşın sesini sustur” diyerek yere oturan kitle “barışın sesini yükselt” diyerek ayağa kalktı. Yürüyüş boyunca sık sık Kandil ve Mahmur’dan gelen Barış Elçileri’nin serbest bırakılması talep edildi.
Galatasaray Meydanı’nda son bulan yürüyüşün ardından Barış İçin Sanat, Barış İçin Kadın, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu ve Türkiye Barış Meclisi atarafından yapılan ortak açıklamayı Ayşegül Devecioğlu Türkçe, Veysi Altay Kürtçe okudu.
Kürtlerin sesini kısılmaya çalışıldığını, siyasi partilerin kapatıldığını milletvekillerin meclisten ihraç edildiğine dikkat çekilen açıklamada, fikir ve ifade özgürlüğü ve örgütlenmenin ortadan kaldırıldığı vurgulandı.
‘Savaş kadınlara yönelik tecavüzleri artırıp meşrulaştırıyor, kadınlar hayatın iyice yaşamın kıyısına itiliyor, fuhşa sürükleniyor, kadına yönelik ayrımcılık artıyor, kadın hakları gasp ediliyor’ diyen barış örgütleri, savaşın yaşanan toprakları kimsenin güvende olmadığı bir cehenneme çevirdiğini dile getirildi. ‘Umutluyuz’ çünkü savaş çığırtkanları sürerken, barışın sesi de yükseliyor’ tespitinin yapıldığı ortak açıklamada, ‘Bu diyalogun hemen kurulmasını istiyoruz. Silahlar sussun, barış, çözüm, diyalog koşullarının önü açılsın istiyoruz’ çağrısı yapıldı. Barış örgütleri eylemlerin artarak devam edeceğini açıkladı.
DİHA – 04.07.2010 – ‘Ölüm değil çözüm’ isteyen binler barış zincirinde buluştu
Taksim Tünel’de bir araya gelen yaklaşık iki bin barış gönüllüsü, “Dağlara bombalar yağıyor. Operasyonlar ağırlaşarak devam ediyor. Komşuyu komşunun katiline dönüştürecek, farklı kimliklere, inançlara sahip olanların aynı sokakta aynı mahallede oturmasını imkânsız kılacak bir kaosa sürükleniyoruz” uyarısında bulunarak, barış zinciri oluşturdu.
Barış İçin Sanat Girişimi, Barış İçin Kadın Girişimi, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu ve Türkiye Barış Meclisi aktivisti; sanatçı, siyasetçi ve sivil toplum örgütü temsilcisi yaklaşık iki bin kişi bölgede süren operasyonlara karşı “Ölüm değil çözüm” sloganıyla bir araya geldi. “Ölüm değil çözüm”, “Kuştin ne çareseriye”, “Ji bo aştiyê”, “Barış için”, pankartları açan barış gönüllüleri Galatasaray Meydanı’na kadar “Ji bo aştiyê”, “Barış için”, “Ölüm değil çözüm” dövizleri ve “Herkes asker doğmaz”, “Deng deng, deng bide aşitiyê”, “Öz öz özgürlük Kürt ulusuna özgürlük” sloganlarıyla barış zinciri oluşturarak yürüdü. Yürüyüş boyunca arbane, davul, tef çalan barış gönüllüleri düdüklerle barış istediklerini haykırdı. Ayrıca yürüyüşe Avrupa Sosyal Formu için İstanbul’a dünyanın birçok ülkesinden gelen aktivistler de katıldı. Galatasaray Meydanı’nda son bulan yürüyüşün ardından basın metnini Veysi Altay Kürtçe, Yazar Ayşegül Devecioğlu ise Türkçe okudu.
Kürtlerin sesini kısılmaya çalışıldığını, siyasi partilerin kapatıldığını milletvekillerin meclisten ihraç edildiğini beliren Devecioğlu, fikir ve ifade özgürlüğü ve örgütlenmenin ortadan kaldırıldığına dikkat çekti. Devecioğlu, demokratik siyasettin zemini barışçı mücadelenin koşullarının yok edildiğini ifade etti. “Savaş kadınlara yönelik tecavüzleri artırıp meşrulaştırıyor, kadınlar hayatın iyice yaşamın kıyısına itiliyor, fuhşa sürükleniyor, kadına yönelik ayrımcılık artıyor, kadın hakları gasp ediliyor” diyen Devecioğlu, savaşın yaşanan toprakları kimsenin güvende olmadığı bir cehenneme çevirdiğini dile getirdi. “Dağlara bombalar yağıyor. Operasyonlar ağırlaşarak devam ediyor” diyen Devecioğlu komşuyu komşunun katiline dönüştürecek, farklı kimliklere, inançlara sahip olanların aynı sokakta aynı mahallede oturmasını imkânsız kılacak bir kaosa doğru sürüklendiğine işaret etti. ‘Umutluyuz” çünkü savaş çığırtkanları sürerken, barışın sesi de yükseliyor” diyen Devecioğlu, savaşın karanlıktan ve ölümlerden başka bir şey getirmeyeceğini söyleyenlerin sayısının arttığını aktardı. Sorunun gerçek muhataplar arasındaki diyalogla mümkün olabileceğini vurgulayan Devecioğlu, “Bu diyalogun hemen kurulmasını istiyoruz. Silahlar sussun, barış, çözüm, diyalog koşullarının önü açılsın istiyoruz” dedi. Eylem basın metnini okunmasının ardından enstrümanlar eşliğinde barış sloganlarıyla sona erdi.
Turnusol – 04.07.2010 – İstanbul’da barışın sesi yükseldi
Barış inisiyatiflerinden yurttaşlar İstiklal Caddesinde silahların susması, Kürt sorununun çözümü için adım atılması ve operasyonlara, çatışmalara son verilmesi talebiyle yürüdü.
İstanbulda barışın sesi yükseldi
Yaklaşık 1000 kişinin katıldığı yürüyüş bu akşam (4 Temmuz Pazar) saat 17,00’de Tünel Meydanında başladı. Türkçe ve Kürtçe ‘Ölüm değil çözüm – Ne kustin careseri’ yazan pankartı arkasına toplanan katılımcılar arasında İstanbul’da bugün tamamlanan Avrupa Sosyal Forumunun çeşitli ülkelerden gelen konukları da vardı.
Yürüyüş boyunca sık sık atılan sloganlar şunyardı: ‘Savaşın sesini sustur, barışın sesini yükselt’, ‘Hiç kimse asker doğmaz’, ‘Ölüm değil çözüm’, ‘Kürt halkına özgürlük’, ‘Operasyonları durdurun’, ‘silahlar sussun barış hemen şimdi’…
Çatışma ve ölüm yerine diyalog ve barış talep eden yürüyüş boyunca caddede bulunan İstanbullular eylemi alkışlarla destekledi ve özellikle turistler bol bol fotoğraf çekti.
Yürüyüşe katılanların ellerinde çok sayıda barış talep eden Türkçe ve Kürtçe lolipop dövizler ve barış bsayrakları vardı.
Barış eylemini gerçekleştiren inisiyatifler şunlar: Barış İçin Sanat Girişimi, Barış İçin Kadın Girişimi, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Türkiye Barış Meclisi.
‘Dünya kadınları barış istiyor’ pankartının da açıldığı yürüyüşe katılan kadınlar, ‘Jin jiyan azadi’ sloganı attılar ve Galatasaray Meydanına gelince ‘Kadın barış noktası’ oluşturdular.
Yürüyüş boyunca barış şarkıları söylendi ve davullar ve düdükler çalındı.
GALATASARAY’DA AÇIKLAMA
Topluluk yaklaşık 45 dakikada Galatasaray Meydanına geldiğinde burada bir basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı dört barış inisiyatifi adına yazar Ayşegül Devecioğlu okudu. Basın açıklaması Kürtçeye de çevrilerek seslendirildi. “2009 yılının son aylarında gündemimize açılım kavramı girdi. Açılımla halklar umutlandı. Hepimiz umutlandık. Sonra sınırdan barış elçileri geldi. Umudumuz daha da arttı. Barışın sesi güçlenmeye ve her şehirde ve her köyde yankılanmaya başladı. Ölüm, savaş, çatışma yerine, barış, diyalog ve çözüm konuşulmaya başlıyordu. Bu sefer barış için adım atılacak beklentisi oluşmuşken ve savaşın sesi biraz olsun kısılmışken, milliyetçi kışkırtmalar başladı.Kürt halkının seçilmiş temsilcileri tutuklanmaya başladı. Savaş makinesi harekete geçti, operasyonlar başladı. Gösterilerde yakalanan çocuklara ceza yağmaya başladı. Kürtlerin partisi kapatıldı ve Meclis’te barışın sesi olan milletvekilleri yasaklandı. Yetmedi, seçilmiş Kürt Belediye başkanları makamlarından alınarak elleri kelepçelendi.
Bir kez daha barış umudu, savaşın diliyle gölgelendi. Silahlarını bırakıp gelen barış elçileri yargılanıp hapse atıldı. Sınır ötesi harekatlar yapıldı. Cenazeler birbirinin peşisıra gelmeye başladı. Anaların yüreği yandı. Çözüm bir başka bahara ertelendi. Barış yerine çatışmalar ve ölüm, diyalog yerine bombalama ve sertlik tercih edildi. Genç ölülerin haberleri yeniden hakim olmaya başladı.Biz barış için silahlar sussun diyoruz. Ölüm değil çözüm ve çözüm için diyalog diyoruz. Savaşın sesi sussun, barışın sesi yükselsin diyen kadrınlar ve erkekleriz. Umutlarımızı yeniden yeşertmek için, eşit koşullarda kardeşlik diyebilmek için, silah sesleri yerine hemen şimdi barışı konuşun demek için sesimizi yükseltiyoruz. Ellerimizi barış için birleştirelim ve savaşın gölgesini kardeşliğin gücüyle dağıtalım.”
CADDENİN ÖBÜR UCUNDA…
Barış eylemi dağıldığı saatlerde, Taksim yönünden İstiklal Caddesine giren 40 kişilik bir milliyetçi grup ise ellerindeki bayrakları savaş kışkırtıcılığına kalkan yapıp ‘Ne mutlu Türküm diyene’ ve ‘Ya tam susturacağız ya kan kusturacağız’ sloganlarıyla Galatasaray’a yürüyordu. Güruhun başında da askeri üniforma taklidi kıyafet giymiş biri vardı…. Caddede bulunanlar bu gruba uzak durmaya dikkat ettiler.
Radikal – 12.07.2010 – Dink cinayeti tanığı: Ogün Samast saatlerce internette chat yaptı!
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin görülen davada tanık olarak dinlenen Cavit Kılıç, “Olay günü Ogün Samast, bizim işlettiğimiz internet kafeye geldi. Yaklaşık 2,5 saat birileriyle yazıştı. Yazışırken heyecanlı olduğunu gördüm. Olaydan sonra ilk eşkal veren benim” dedi.
AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgi davada, ‘tetikçi’ olarak yargılanan Ogün Samast’ın cinayetten önce gittiği internet kafenin sahibi polis Cavit Kılıç tanık olarak dinlendi. Cinayetten sonraki ifadesinde Samast’ın kafeye gelmediğini söyleyen Kılıç dünkü duruşmada Samast’ı teşhis edip, “Olaydan önce kafede iki buçuk saat birileriyle yazıştı. Çıktıktan sonra silah sesi geldi. camdan baktım. ‘Birini öldürdüm’ diye bağırarak koşuyordu” dedi. Kılıç, daha önce ‘ilan’ için AGOS’a gittiğini ve Dink’i gördüğünü de anlattı. Bu arada Kılıç’ın anlatımlarına göre kafedeki bilgisayarların harddiskleri cinayetten sonra koplayandı. Ancak bugüne kadar Samast’ın cinayet öncesi görüşmelerini ortaya çıkarması bakımından önemli olan bu yazışmalarla ilgili bir sonuç ortaya çıkmadı. Dink’in 19 Ocak 2007′de gazetesinin önünüde öldürülmesiyle ilgili davanın 14. duruşması dün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı. Duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ogün Samast ile tutuksuz sanıklar Ahmet İskender, Ersin Yolcu ve Salih Hacısalihoğlu katıldı. Duruşmaya 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Erkan Canak’ın yerine Hakim Resul Çakır başkanlık yaptı.
Beş altı kişiyle yazışıyordu
Duruşmada Samast’ın cinayetten önce Şafak Sokak’ta gittiği internet kafenin sahiplerinden polis memuru Cavit Kılıç tanık olarak dinlendi. Bir cinayet suçundan başka bir davada tutuklu yargılanan Kılıç, Samast’ı teşhis etti ve şunları anlattı:
“Biz babamla bu işlerine ’temizlik hizmetleri, güvenlik sistemleri ve danışmanlık ticaret’ olarak açtık. Sonra bilgisayar alarak bir kısmını internet kafeye çevirdik. Olay günü Ogün Samast internet kafede, yaklaşık iki buçuk saat kaldı. Kimlerle yazıştığını bilmiyorum, beş altı kişiyle msn görüşmesi yaptı. İnternet kafede biraz heyecanlıydı. Ekranı cama yansıdığı için gözüme ilişti. Msn’de konuştuğu kişilere İstanbul’u fazla bilmediğini yazmıştı. Belimdeki silah kılıfını gördü. Hiçbir şey sormadı. Kafeden ayrıldıktan 20 dakika sonra silah sesi duydum. Camdan baktığımda Samast’ı gördüm. ‘Birini vurdum’ diyerek kaçıyordu. Arkasında başka birisi yoktu. Olay günü ben izinliydim.”
İnternet kafeyi 2004 yılında açtığını, 2008′de kapandığını söyleyen Kılıç, daha önce AGOS Gazetesi’ne gittiğini de belirtti ve “2006 ya da 2007 yılında mezarlık temizliği ilanı için AGOS’a gitmiştim. Hrant Dink’i bir kapı aralığından gördüm” dedi. Kılıç’ın anlatımları üzerine Dink ailesi avukatlarından İnci İşbulur, “Gördüğün kişinin Dink olduğunu nasıl anladın?” diye sordu. İlk ifadesinde “Dink’i iyi tanırım” diyen Kılıç, “Gazetede resimlerin gördükten sonra anladım” yanıtını verdi.
İlk ifadesiyle çelişti
Bu arada Kılıç’ın olaydan sonraki ilk ifadesinde tüm bu ayrıntaları anlatmadığı ve hatta Samast’ı görmediğini söylediği anımsatıldı. Kılıç, tutuklu olması nedeniyle psikolojisinin iyi olmadığını söyledi. Dink ailesi avukatlarından Arzu Becerik, “Burada psikolojisi kötü olan başkaları da var” deyince Kılıç’ın “Hiç belli olmuyor” yanıtı vermesi desalondakilerin tepkisine neden oldu. YArgıcın müdahalesiyle ortam sakinleşirken Becerik, tanığa “Neden cinayetten sonra internet kafenizin camına ’Hepimiz Türk’üz’ diye yazdınız?” sorusunu yöneltti. Bunun üzerine Kılıç, “Hepimiz Ermeniyiz diye yürüyenler tüm sokağı taşladılar. Ben de Türk’üz diye yazdım. Ölen kişinin kim olduğu beni ilgilendirmiyor” diye yanıt verdi. Fethiye Çetin de Kılıç’a “Emniyet ifadenizde ’Samast’ın kaçarken söylediği söz yok. Neden söylemediniz” diye sordu. Kılıç, “Ne söyleyip söylemediğimi hatırlamıyorum” dedi.
Harddisk bilgileri nerede?
Ogün Samast’ın yazışma yaptığı bilgisayarda Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli polislerin gelerek inceleme yaptıklarını anlatan Kılıç, “Bilgisayara baktılar. Bir cihaz bağladılar. Ne yaptılar bilmiyorum. Bizim bilgisayarda oturum kapatıldığında herşeyi silen bir program vardı. Bu program yapılan tüm yazışmaları ortadan kaldırıyordu. Ellerinde ne olduğunu bilmiyorum” diye konuştu.
Tuncel: Dink’in adını vererek konuştu
‘Azemettirici’ olmakla suçlanan tutuklu sanık Erhan Tuncel ise telefon ve internet kayıtlarının çıkarıldığı takdirde kendisinin beraat edeceğini ifade ederek, “Dört tane önemli görüşmem var. İçinde Hrant Dink’in ismi geçiyor. Bu görüşmelerim dosyada yok. Bu görüşmeler çıkarılırsa ben bu davadan beraat ederim. Ben Hrant Dink’in öldürüleceği istihbaratını emniyete verdim. Hatta nokta da söyledim. Agos gazetesinin önünde Dink’in ensesinden vurularak öldürüleceğini söyledim. İstihbarat mantığında değerlendirildiğinde benim ödüllendirilmem lazım. Bu olayın Türkiye’ye verdiği zarar ortadadır. Tahliyemi talep ediyorum” diye konuştu.
Rakel Dink’in gözyaşları
Duruşmada Dink ailesinin avukatları Hrant Dink’in konuşmalarını ve hakkında açılan davalar sırasında adliye önünde ya da gazete önünde yapılan eylemleri barkovizyonla mahkemede izlettirdi ve bu eylemlere katılanlardan isimleri geçenlerin dinlenmesini istedi. Bu görüntüler duvarda yansıdığı Rakel Dink gözyaşlarını tutamayarak ağladı.
Hrant arkadaşları yine orada
Duruşma öncesi Beşiktaş Meydan’da toplanan ‘Hrant’ın Arkadaşları’ grubu üyesi bir grup ‘Faşizme inat kardeşimizsin Hrant’ sloganları atarak adliye önüne kadar yürüdü. Rakel Dink yaptığı açıklamada geçen ay intihar eden Dink ailesi avukatlarından Hakan Karadağ’la ilgili olarak “Aramızda olmayışı bizim için çok acı. Bugün o olmadan yapılan ilk mahkememiz. O ilk günden beri bizimle birlikte kendi payını, kendi katkısını koydu. Yanımızda bulundu. Ailesine, dostlarına, iş arkadaşlarına ve hepimize kutsal ruhun tesellisini diliyorum. Özellikle annesi için çok üzgünüm. Teşekkür ederim” dedi.
BİA Haber Merkezi – 12.07.2010 / Semra PELEK – Beşiktaş’ta Bu Kez “Hrant İçin, Hrant İçin” Buluşma
Dink cinayeti davasında adalet taleplerinin gerçekleşmediğini söyleyen “Hrant’ın arkadaşları” bu kez “Hrant için, adalet için” yerine “Hrant için, Hrant için” dediler. Basın açıklaması yerine Dink’in öldürülmeden önceki son yazısı “Ruh halimin güvercin tedirginliği”ni okudular.
Hrant Dink cinayeti davasında tüm sorumluların yargılanıp ceza almasını, cinayetin her yönüyle aydınlığa kavuşturulmasını isteyen “Hrant’ın arkadaşları”, 14. duruşmadan önce, yine Beşiktaş İskele Meydanı’nda buluştu.
Afişlerde her buluşmadakinden farklı olarak “Hrant için, adalet için” yerine “Hrant için, Hrant için” yazılıydı. “Hrant’ın arkadaşları”ndan Bülent Aydın bunu “Üç yıldır burada toplanıyoruz. Ama adalet taleplerimiz yerine getirilmiyor. Artık söyleyecek bir şeyimiz olmadığı için ‘Hrant İçin, Hrant İçin’ dedik” diye açıkladı.
Bu kez basın açıklaması yerine gazetecinin 19 Ocak 2007′de öldürülmeden önce yazdığı son yazıyı, “Ruh halimin güvercin tedirginliği”ni Hayko Bağdat okudu.
Yaklaşık 200 kişilik grup buluşmanın ardından, “Hrat İçin adalet için” sloganlarıyla davanın görüldüğü Beşiktaş’taki mahkemeye doğru yürüdü.
Gazeteci- yazar Oral Çalışlar, yargılamaya ilişkin şunları söyledi:
“Üç tane tetikçiyi bütün cinayetin sorumlusu olarak yargılayan bir mahkeme ile yüzyüzeyiz. Biz de bütün Türkiye’de biliyor ki bu cinayet üç kişi tarafından işlenmedi. Bunun içinde jandarmadan polise devlet görevlileri ve gazeteciler var. Bunların hiçbirinin hesabı sorulmadan bu mahkeme bitirse ki öyle gözüküyor, bu cinayet de aydınlanmamış olacak.”
Hrant Dink cinayeti dava sürecini anlatan “19 Ocak’tan 19 Ocak’e ne oldu” belgeselini hazırlayan Ümit Kıvanç ise “Burada üç tetikçiyi yargılıyorlar, gerçeğin bu olmadığını bunun organize bir suç olduğunu biliyoruz. Dava sadece bu üç tetikçi cezalandırılarak sonlandırılırsa ne diyebilirim; memleket utansın” diye konuştu.
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Alper Taş, “Kollektif bir cinayetle karşı karşıyayız; valisinden İçişleri Bakanlığı yetkililerine kadar devletin içinde olduğu bir cinayet taşeronlara yıkılıyor. Hrant’ın arkadaşları ve Türkiye’nin sabrı tükeniyor” dedi.
Dansçı Zeynep Tanbay ise sona yaklaşan dava süreciyle ilgili şu yorumu yaptı:
“Bir taraftan umutsuzluğa kapılıyoruz. Ama diğer taraftan bu cinayetin sonuna kadar peşinde olacağız, hepimizin birada olarak mahkeme önüne kadar yürümemiz çok anlamlı. Davada sona yaklaşıldı ama kamuoyunda bu dava kapanmadı ve kapanmayacak.”
Hrant’ın arkadaşları buluşmaya çağrı metninde şunları dile getirmişti:
“Geçiştiriyorlar, savsaklıyorlar, yok sayıyorlar… Sanıyorlar ki vazgeçeceğiz… Unutacağımızı sanıyorlar… Unutturabileceklerini sanıyorlar… Balık hafızalardan silinen yüzlercesi gibi bu cinayetinde zamana yenilmesini umuyorlar… Kararlarını verdiler, artık sadece zamanını bekliyorlar…
“Hrant Dink’in katillerinin yalnız silahı doğrultanlar, yalnız tetiğe basanlar değil, ‘öldür diyenler olduğunu söyledik, söylemeye devam ediyoruz! ‘Katili tanıyoruz’ dedik, duymak istemediler! ‘Yalnız değillerdi, yanlarında abileri vardı’ dedik, kıllarını bile kıpırdatmadılar…
“Hrant’ın Arkadaşları, yine aynı yerde, Beşiktaş İskele Meydanı’nda, bir araya geliyoruz. Ve bu kez Hrant için! Hrant için!”
BİA Haber Merkezi – 12.07.2010 / Erol ÖNDEROĞLU – Hrant Dink Davası Avukatları, Savcıyı Göreve Çağırdı
Dink ailesinin avukatları, eski İstanbul Vali Muavini Erhan Güngör, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İstanbul eski Bölge Başkan Yardımcısı Özer Yılmaz, eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz ile Ergenekon davası sanıkları Kemal Kerinçsiz ve Erhan Timuroğlu’nun davaya dahil edilmesini istedi.
Türkiyeli Ermeni gazeteci Hrant Dink’in 19 Ocak 2007′de öldürülmesiyle ilgili davanın 14. duruşmasında müdahil avukatlar, Dink’in basın özgürlüğü davası çerçevesinde hedef haline getirilmesi ve İstanbul Valiliği’nde tehdit edilmesi olaylarıyla ilgili savcıları göreve çağırdı.
Dink ailesinin avukatları, her iki olayda adı geçen eski İstanbul Vali Muavini Erhan Güngör, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İstanbul eski Bölge Başkan Yardımcısı Özer Yılmaz, eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz ile Ergenekon davası sanıkları Kemal Kerinçsiz ve Erhan Timuroğlu’nun davaya dahil edilmesini istedi.
Duruşma sırasında Hrant Dink’in hedef gösterildiği süreçle ilgili bir projeksiyon sunumu yapan avukatlar, Dink’i valilikte tehdit eden Özer Yılmaz, Kemal Kerinçsiz ve Erhan Timuroğlu’nun da Ergenekon sanıkları arasında yer aldıklarını vurguladılar.
Fethiye Çetin, Hrant Dink’in öldürülmeden önce kaleme aldığı “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” ve “Neden Hedef Gösterildim” başlıklı yazılarını da okudu.
“İstihbarat mantığı içinde ödüllendirilmem gerekir”
Duruşmada savunma yapan Erhan Tuncel, Aralık 2006′ya kadar Mehmet Ayhan isimli polisle dört önemli telefon görüşmesi yaptığını ve bunların dosyada yer almadığını söyledi. Tuncel’in cinayet öncesi Ayhan ve diğer polislerle yaptıkları telefon haberleşmesinin kayıtları bugüne kadar mahkemeye ulaştırılmadı.
Tuncel, Başbakanlık Teftiş Kurulu ve diğer makamların raporlarında “Yardımcı haber elemanıyla irtibatın kesilmesi, olayların akışı konusunda bilgi akışında aksama meydana getirmiştir” tespitinin yerinde olduğunu söyledi:
“Biri hariç her görüşmede Hrant Dink’in Agos gazetesi önünde ensesinde kurşunla öldürüleceğini söyledim. İstihbarat mantığı açısından benim ödüllendirilmem gerekir. 43 aydır işlemediğim bir suçtan dolayı tutukluyum. Cezaevinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti ‘Bir başkadır’ diyorlar. ‘Babasını öldürsen adaletle karar verir’ diyorlar.”
Duruşma savcısı, Tuncel, Hayal ve Samast’ın tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi ve eski istihbarat daire başkanı Sabri Uzun’un dinlenmesini talep etti. Mahkemenin aldığı kararlar henüz açıklanmadı. Yargılama 25 Ekim’e bırakıldı.
BİA Haber Merkezi – 13.07.2010 – Dink Davası’nda “Laubaliliği” Yazan Cengiz Çandar Sanık
Hrant Dink Davası’nda gizliği tanığın duruşma salonuna getirilememesini ve mahkeme başkanının laubaliliğini yazan Referans gazetesi yazarı Cengiz Çandar hapis istemiyle yargılanıyor. Dava 13 Aralık’ta…
Hrant Dink Davası’nda gizli tanığın 8 Şubat günkü duruşmaya getirilmemesini eleştiren Referans gazetesi yazarı Cengiz Çandar, “devlet memuruna görevinden dolayı hakaret” iddiasıyla 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor.
Söz konusu 12. duruşmada “Gizli tanık” ile ilgili dava tutanağındaki teşhir edici bilgiler ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı hakim Erkan Canak’ın, “Gizli tanık Türkçe’yi tam bilmiyormuş” sözleri gizli tanığın can güvenliğini gündeme getirmişti.
9 Şubat 2010 tarihli “Hrant’la ve ‘adalet’le dalga geçiliyor” yazısında Çandar, “Yani, o salondan adalet çıkmaz, çıkamaz. Hrant Dink cinayeti davası öyle laubali bir şekilde görülüyor ki, laubalilikten adalet çıkmaz, çıkamaz” demişti.
Mahkeme Başkanının gizli tanığın adliyeye çağırılmadığının ortaya çıkmasından sonra sarf ettiği “Bana ‘gizli tanık geldi’ diye not geldi ama gelmemiş. Gizli tanık evde polis bekliyor. Polis burada gizli tanığı bekliyor. Ben ne yapayım?” şeklindeki sözlerine de atıf yapan Çandar, şöyle yazmıştı:
“Her durumda “Ben ne yapayım?” diye çaresizliğini ilan eden bir Mahkeme Başkanı mı verecek adalete ilişkin hükmünü?
“Aynı Mahkeme Başkanı, ikide bir müdahil avukatlarla polemik yapıyor ve yüzünde alaycı bir gülümseme ile ellerini iki yana açıp, sanık avukatlarına durumdan şikâyet eder gibi dönüyor. Tarafsız, adaletin tecellisine gayret gösteren bir yargıçtan ziyade, sanık avukatlarıyla üstü kapalı bir yakınlık içinde olduğuna ilişkin izlenimler veriyor…”
Çandar’ın Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına 13 Aralık’ta devam edilecek. İlk duruşmada davaya bakan hâkim Vasfi Uğurer’in yıllık izinde olması nedeniyle beş ay ertelenmiş oldu.
Radikal – 13.07.2010 / Oral Çalışlar – Hrant Dink davası Türkiye’nin yüzkarası…
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eski eşbaşkanı yazar Joost Lagendijk, Hrant Dink cinayeti davasını izlemeye gelenler arasındaydı. ‘Duruşmayı izleyecek misin?’ diye sordu. Durakladım. İzlemek istemediğimi hissettim. İçimden gelmiyordu. Ama Rakel Dink’i ve avukatları orada yalnız bırakmak da istemiyordum. Duruşmayı izlemek konusundaki isteksizlik hissimin nedeni, adalet çıkabileceği izlenimini veren bir manzara göremiyor olmamdı…
Daracık ve basık bir salonda üst üste oturan insanlar… Cinayet sanıklarıyla ailenin neredeyse iç içe girdiği bir tablo… Yalnızca tetikçiler üzerinden yürüyen bir dava…
***
Şu noktanın altını yeniden çizmekte yarar görüyorum: Hrant Dink cinayeti, örgütlü ve toplu bir cinayettir… Bu cinayete doğru giden süreci biraz gözlemlemiş olan herkesin bunu görebilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Önce bazı gazeteler ve köşe yazarları Hrant’ı hedef gösterdiler. Arkasından Kerinçsizler şikâyet dilekçeleri yazdılar. Savcılar davalar açtılar. Duruşma salonlarında Hrant Dink linç edilmek istendi. Agos gazetesinin önüne gelen ülkücüler ölüm tehditlerini sakınmadan dile getirdiler.
Mahkemeler onu mahkûm ettiler. İstanbul Vali Yardımcısı, onu vilayete çağırarak ‘ayağını denk alması’nı istedi. Ona ne koruma verdi, ne de onu tehditler konusunda uyardı. Daha sonra, Hrant’ın öldürüleceğine ilişkin polis raporlarının İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ulaşmış olduğundan haberdar olduk. Trabzon’da örgütlenen cinayet şebekesinden devletin bütün kurumlarının haberdar olduğu ortaya çıktı.
Biraz daha eşeleyince şunu öğrendik: Trabzon’daki Jandarma, Trabzon’daki Emniyet İstihbaratı her şeyi biliyormuş. İstanbul da biliyormuş. Cinayet girişimi raporları önlerinde duruyormuş. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, günümüzün Osmaniye Valisi Celallettin Cerrah cinayetin hemen ardından, cinayetin herhangi bir siyasi boyutunun ve örgüt bağlantısının bulunmadığını, suikastın milliyetçi duygularla işlendiğini açıklarken, ‘acaba önündeki istihbarat raporlarına mı dayanıyordu?’ sorusu akıllara geldi. Sonradan öğrendik ki, Cerrah, katillerin ‘örgütlü’ hazırlıklarına ilişkin çok sayıda rapordan haberdar edilmişti.
***
Bütün dünyanın gözü önünde, bu ülkenin bir gazetecisi olan Hrant Dink düşüncelerini söylediği için, Türklerle Ermeniler arasında yeni bir kardeşlik projesini Türkiye’nin önüne koyacak yürekliliği gösterdiği için öldürüldü… Ve gene bütün dünyanın gözü önünde,
Hrant Dink davası tıkanmış durumda. Bir kaç tetikçinin cezalandırılması dışında bir sonuç çıkmayacağı artık iyice belli oldu. Dava dosyası bu şekilde kapanacak gibi görünüyor…
Onun nasıl ölüme gittiğine ilişkin çok sayıda kitap yazıldı. Bu kitaplarda, devlet kurumlarının belgeleri, bilgileri nasıl hasır altı ettikleri, cinayetle dolaylı, ya da dolaysız ilgisi olan devlet görevlilerinin nasıl korunup kollandıkları bütün ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Gerçeği herkes biliyor. Mahkeme de biliyor, Başbakan da. Herkesin bildiği gerçeğin asıl mahkemesi görülemiyor. Asıl sorumlular hesap vermiyor. Hrant’ın duruşma için toplanan arkadaşları, doğal olarak, ‘Asıl dava ne zaman başlayacak?’ sorusunu soruyorlardı.
***
Bu davanın bu şekilde sürüp gitmesi (ve muhtemelen bu şekilde sonuçlanacak olması) ülkemiz açısından, adalet açısından bir utançtır, bir yüzkarasıdır. Mahkeme salonundaki manzara vicdanları kanatıyor. Salonda sırıtan tetikçilere bakıyor, ruhumuzun daraldığını hissediyor ve bunların dışında da pek bir şeye ulaşamıyoruz… Adalet, vicdan, erdem gibi soyut kavramlarla açıklanması pek kolay olmayan, ancak yaşayanın algılayabileceği bir çaresizlikle karşı karşıyayız…
Katili de biliyoruz, azmettirenleri de, onların arkasındaki örgütlü devlet çetelerini de… Sorun, herkesin farkında olduğu gerçekleri adalete dönüştürecek bir mahkeme kararının oluşmuyor olması.
***
Sabah gazetesinin Genel Yayın Müdürü Erdal Şafak, 2 Temmuz 2007 tarihinde köşesinde şunları yazdı: “Geçen yılın sonbahar aylarıydı. Hrant Dink davalarına bakan yargıçlardan biriyle tesadüfen bir araya geldik. Sohbet sırasında Dink’in ‘Mahkûm olursam Türkiye’yi terk ederim’ sözünü hatırlattık. Yargıç bıyık altından güldü ve başımızı döndüren bir yanıt verdi: ‘Ya sevecek ya terk edecek. Başka seçeneği yok!’ Yargıcın fikriyatı buydu.”
Bu cinayetin oluşum sürecine egemen olan fikriyat tam olarak budur. Devletin, idarenin birçok kurumuna egemen olan bir fikriyattır bu…
Duruşmanın görüldüğü salona baktım…
‘Buradan nasıl adalet çıkabilir’ diye düşündüm kendi kendime…
Soruyu yeniden soruyorum: Asıl dava ne zaman başlayacak?
BİA Haber Merkezi – 17.07.2010 / Erol ÖNDEROĞLU – İnternete Özgürlük İçin Sokağın Sesini Yükselttiler!
EMO, Küresel BAK ve SODEV temsilcileri, İNETD’den Mustafa Akgül , Yaman Akdeniz ve İnternet özgürlüğü için mücadelen eden 2 bin kadar kişi Taksim’deydi. Kortej, “Sokağın sesini yükselt” sloganlarıyla Galatasaray’a kadar yürüdü.
İnternete özgürlük isteyen sivil toplum örgütlerinden meslek örgütlerine, İnternet site temsilcilerinden okurlarına, sansürden etkilenen özel şirket çalışanlarından insan hakları aktivistlerine kadar yaklaşık 2 bin kişi, Taksim’den Galatasaray Meydanı’na kadar yürüdü.
Sloganları “Yükselt, yükselt, sokağın sesini yükselt”, “kurtuluş yok tek başına ya hep birlikte ya hiç birimiz”, pankartları “Özgürlüğümüze tıklamayın”, “Siyasi sitelerine sansüre hayır” idi… Ekşi Sözlük kullanıcıları da “Binali şaşırma, sözlüğüme dokunma” diye seslerini yükseltiyordu.
Kaynak: Hukukdışı ve keyfi zihniyeti reddediyoruz
Sansürsüz İnternet İnisiyatifi, İnternet sansürüne karşı olan tüm kurum, İnternet ve yurttaşlar adına Galatasaray Meydanı’nda yaptığı açıklamada, yurttaşların ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkının engellenemeyeceği düşüncesiyle İnternette örgütlenildiği, çözümün artık sokakta aranacağı vurgulandı.
Deniz Kaynak’ın okuduğu açıklamada, “5651 Sayılı Kanunla zapturapt altına alamadıkları İnternet kullanımını hukukdışı keyfi uygulamalarla kontrol etmeye çalışan zihniyeti artık kabul etmek istemiyoruz” denildi.
“Son günlerin en genç ve dinamik eylemi…”
Eylemi düzenleyenler ve eyleme omuz verenler, İnternet kullanıcılarını İstiklal Caddesi üzerinde bir araya getiren etkinliğe duyulan ilgiden memnundu.
Bianet’e görüşlerini paylaşan Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nden (EDP) Bülent Aydın, Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV) Genel müdürü Alper Çelikel, Radikal gazetesinden Serdar Kuzuloğlu, İnternet Teknolojileri Derneği (İNETD) başkanı Mustafa Akgül, Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Yaman Akdeniz ve Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) İstanbul Şubesi başkanı Erhan Öztürk de bu düşüncedeydi.
bianet proje koordinatörü Ertuğrul Kürkçü’nün de destek verdiği eylemde Çelikel, “5651 Sayılı Yasa bu alanda çalışan STK’lar ve İnternet kullanıcıları da sürece katılarak değiştirilmedikten sonra sorun sürer. BU ilk eylemi desteklediğimiz gibi İnternette sansüre daima karşı çıkacağız” dedi.
Aydın ise, Gençler kendilerine ait tek özgürlük alanının da ellerinden alındığı düşüncesiyle buraya geldiler. İnternet platformlarında seslerini duyuramadıkları için sokakta duyurmak istediler. Benim gördüğüm son günlerin en genç ve dinamik eylemidir” şeklinde konuştu.
Akgül: Olumlu sinyal aldık, eylemler sürecek
Akgül, eyleme katılımdan olumlu bir sinyal aldıklarını ve mücadeleye devam edeceklerini ifade ederken Akdeniz de, “Sesimizi çıkarttığımızı düşünüyorum. Artık İnternet kullanıcısı sesini sokakta çıkartıyor” dedi; önemli olanın “Ankara’nın bakalım halkın sesini duyması” olduğunu söyledi. Kuzuloğlu da, eylemin umut vaat ettiğini kaydetti; “Bence devamı da gelir” dedi.
EMO olarak yaygınlaştırılan İnternet sansürüne karşı olduklarını açıklayan Öztürk de, etkinliğin bir parçası olarak üyeleriyle birlikte sokakta olduklarını, sorunun “siyasi yetkililerin kafasından” kaynaklandığını söyledi.
Önen: Ekmek yediğimiz siteleri yasaklıyorlar
Aykut Önen ise, sansürün Google’ün yan hizmetlerini de etkilediği için mesleğini yaparken mağdur olmuş. Monofact isimli web tasarımı yapan bir şirkette çalışan ve Google Analitics’i yaygınlıkla kullandıklarını açıklayan Önen, “Ekmek yediğimiz web sitelerini yasaklıyorlar” diyerek tepkisini dile getirdi.
Birgün – 26.07.2010 / Zeynep KURAY – ‘Silahlar sussun, çocuklar öldürülmesin’
İstanbul Taksim Meydanı’nda toplanan yüzlerce kişi, Van’da Canan Saldık (16) adlı çocuğun “askerler tarafından öldürülmesi”ni protesto etti.
Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen yüzlerce kişi, asker kurşunuyla hayatını kaybettiği iddia edilen çok sayıda çocuğun isimlerinin yazılı olduğu dövizler ve “Operasyonlar dursun, silahlar sussun çocuklar ölmesin” pankartı açarak yürüyüşe geçti. İHD öncülüğünde düzenlenen ve BDP, EHP, 78’liler Vakfı, Barış Anneleri, Barış Meclisi, Küresel BAK ve daha birçok kurumun destek verdiği eylemde, “Silahlar sussun çocuklar öldürülmesin”, “Yaşasın halkların kardeşliği” ve “Savaşın sesini sustur barışın sesini yükselt” şeklinde slogan atıldı.
Galatasaray Meydanı’na kadar yürüyen grup adına açıklamada bulunan İHD İstanbul Şube Başkanı Abdulbaki Boğa, Canan’ın asker silahıyla ölen 351. Kürt çocuğu olduğunu söyleyerek, Kürt çocuklarının iradeleri dışında devletçe taraf olarak görüldüğünü ve öldürüldüğünü ifade etti. Bu savaşta yaşamını yitiren çocukların dağ başında bir çatışmanın ortasında kalan çocuklar olmadığını kaydeden Boğa, “Şehir ve köy merkezlerinde annelerinin kucağında, aile sofralarında, bir kaldırım kenarında, bir piknik alanında, devletin ‘güvenlik’ kaygılarına ve pervasız savunma reflekslerinin kurbanları idi” dedi.
BİA Haber Merkezi – 28.07.2010 – Behice Boranların Barış Çağrısı 60 Yıl Sonra Aynı Yerde Dağıtıldı
Behice Boran 100 Yaşında Çalışma Grubu, Boran başkanlığında kurulan “Türk Barışseverler Cemiyeti”nin Kore savaşına karşı yayımladığı bildiriyi 60 yıl sonra aynı yerde, Galata Köprüsü’nde, aynı gün halka dağıttı. Gruptan Atalay “Barışseverler bugün de ‘savaşa hayır’ diyor” diye konuştu.
Behice Boran 100 Yaşında Çalışma Grubu, savaşa karşı çıkan 60 yıllık bildiriyi, aynı gün, aynı saatte, Galata Köprüsü’nde yeniden dağıttı.
Türkiye sosyalist hareketinin önderlerinden, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı, Urfa milletvekili, sosyolog Doç. Dr. Behice Boran’ın başkanlığında 14 Temmuz 1950’de kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti, Kore’ye asker gönderilmesine karşı çıkan bir bildiri hazırlamıştı. Cemiyetin ilk eylemi olarak tarihe geçen bu bildiri halka dağıtılmıştı.
60 yıl sonra aynı gün aynı yerde
“60 Yıl Önce Bugün de Savaşa Hayır Denildi/ Barış Öldürmez Birleştirir, Savaş Öldürür Böler” yazılı afiş açan Barışseverler adına açıklamayı grup sözcüsü Mustafa Atalay okudu.
“60 yıl önce bir başbakan, Kore’ye asker gönderme kararını eleştiren Barışseverleri ‘kökü dışarıda sözde barışseverler’ diye hedef gösteriyordu. Bugün yine bu ülkede bir başbakan barış isteyen ve bu yüzden hükümeti eleştirenlerin ‘teröristlerden farkı olmadığını’ iddia ediyor.
“Başbakanlar ne derse desin Türkiye’de ve dünyanın her yerinde barışseverler ‘savaşa hayır’ diyor, yarın da ‘savaşa hayır’ diyecek. Ta ki savaşsız, sömürüsüz, barış içinde bir başka dünyayı el birliğiyle kurana dek…”
Eyleme katılanlar arasında DİSK Genel Başkan Yardımcısı Ali Cancı, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, SODEV Genel Başkanı Erol Kızılelma, Neşe Erdilek, Hakan Tahmaz, Abdurrahman Atalay, Faruk Sevim, Yıldız Önen, Hüseyin Eroğlu, Tayfun Mater, Günseli Atalay, Can Atalay da vardı. Behice Boran’ın 100. yıl dönümü nedeniyle düzenlenen etkinlikler yıl boyunca sürecek.
Türk Barışseverler Cemiyeti’nin ilk eylemi
Genel sekreterliğini Adnan Cemgil’in üstlendiği cemiyetin yönetim kurulu üyeleri Vahdettin Barut, Osman Fuat Toprakoğlu, Reşat Sevinçsoy, Nevzat Kemal Özmeriç ve Muvakkar Güran’dı.
Cemiyet, Meclis onayı alınmadan 25 Temmuz 1950’de Adnan Menderes başbakanlığındaki Demokrat Parti (DP) hükümetinin kararına karşı yayınladığı bildiride ABD liderliğindeki Birleşmiş Milletler (BM) güçleri arasında çarpışmak üzere Kore’ye asker gönderme kararına karşı çıkıyordu.
4 bin 500 asker gönderildi
Cemiyet, Kore’ye 4 bin 500 asker gönderilmesinin yasadışı olduğunu söyleyen dilekçeyi meclise göndermişti. Bildiriyi 28 Temmuz 1950’de Galata Köprüsü’nde Boran, Beyoğl’nda Cemgil, Samatya’da Özmeriç , Eyüp’te Sevinçsoy Eyüp’te, Beşiktaş’ta cemiyet sempatizanı Naci Ormanlar’ca dağıtılmıştı.
Boran ve arkadaşları tutuklandı
Ertesi gün Boran, Cemiyet yöneticileri ve bildiriyi basan matbaacı Cemal Anıl, “hükümet kararını tenkit etmek, milli mukavemeti kırıcı ve askeri isyana teşvik edici beyanname neşretmek” suçundan tutuklandı.
Barışseverler, 3 yıl 9 ay hapse mahkum oldular; askeri temyiz mahkemesinin kararı bozmasıyla 15 aya hüküm giydiler.
Kore Savaşı’nın bilançosu
Barışseverlerin karşı çıktığı Kore Savaşı’nda resmi rakamlara göre 1,5 milyon, gayriresmi açıklamalara göreyse 3 milyon insan yaşamını yitirdi. 721 Türkiye askeri öldü, 2 bin 147’si yaralandı, 234’ü esir düştü, 175’i kayboldu.
Behice Boran 100 Yaşında Çalışma Grubu Sözcüsü Mustafa Atalay, “Başta başbakan olmak üzere, bu çatışmanın, bu gerilimin taraflarına sesleniyoruz. İnegöl ve Dörtyol’da yaşananların ülkemizin başka yerlerine de sıçramasından korkuyoruz. Bu çatışma ortamı barışı getirmez. Hükümet, bir an önce gerilimi ortadan kaldıracak barışçıl önlemleri almalıdır. Sorunu savaşarak değil ancak barışarak çözebiliriz” dedi.
Türk Barışseverler Cemiyeti’nin ve Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP) Genel Başkanı Behice Boran’ın 100. doğum yıldönümünde, TİP’liler ve barışseverler, Boran’ın 60 yıl önce 28 Temmuz 1950’de, Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermesine karşı çıkan bildiri dağıttığı yerde, Eminönü’nde, bir kez daha savaşa karşı çıktılar. Behice Boran 100 Yaşında Çalışma Grubu tarafından düzenlenen eylemde, Behice Boran’ın 60 yıl önce dağıttığı bildirinin orijinali de dağıtıldı.
Sabah – 29.07.2010 – 60 yıl sonra yine barış çağrısı
TÜRKİYE İşçi Partisi’nin efsane Genel Başkanı Behice Boran önderliğinde 1950’de kurulan Türk Barışseverler Cemiyeti, bundan tam 60 yıl önce Kore Savaşı’na asker gönderilmesine karşı çıkmıştı. Cemiyet, Galata Köprüsü’nde bildiri dağıtıp “savaşa hayır” kampanyası başlatmıştı. Boran’ın doğumunun 100’üncü yılında oluşturulan “Behice Boran 100 Yaşında Çalışma Grubu”, 60 yıl sonra aynı gün aynı yerde bildiri dağıtıp, sağduyu çağrısı yaptı.
DİHA – 28.07.2010 – İNEGÖL VE DÖRTYOL, BARIŞA HER ZAMANKİNDEN DAHA ÇOK İHTİYACIMIZ OLDUĞUNU GÖSTERİYOR
BARIŞ ÖLDÜRMEZ BİRLEŞTİRİR
Bundan tam 60 yıl önce bugün, Türk Barışseverler Cemiyeti, Türkiye’nin Kore Savaşı’na asker göndermesini protesto etmek amacıyla İstanbul’da bir bildiri dağıtmıştı.
Türk Barışseverler Cemiyeti, Menderes Hükümeti’nin Kore’ye asker gönderme tartışmaları sırasında, 14 Temmuz 1950’de kuruldu. Cemiyetin kurucu başkanı Behice Boran’dı. Genel sekreterliği Adnan Cemgil üstlenmişti. Yönetim kurulu üyeleri ise Vahdettin Barut, Osman Fuat Toprakoğlu, Reşat Sevinçsoy, Nevzat Kemal Özmeriç ve Muvakkar Güran’dı.
Cemiyet kurulduktan henüz 11 gün sonra, 25 Temmuz 1950’de, bu tarihten iki ay önce genel seçimleri kazanmış olan Demokrat Parti’nin Adnan Menderes başbakanlığındaki hükümeti, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) liderliğindeki Birleşmiş Milletler (BM) güçleri arasında çarpışmak üzere Kore’ye asker gönderme kararı aldı. BM Güvenlik Konseyi savaş kararını, ABD’nin bastırması ile Sovyetler Birliği’nin katılmadığı bir toplantıda almıştı.
Barışseverlerin ilk eylemi tutuklanmayla sonuçlandı…
Barışseverler Cemiyeti’nin ilk eylemi bu karara karşı oldu. TBMM’ye bir dilekçe gönderip, Menderes hükümetinin Kore’ye -üstelik Meclis kararı olmaksızın- 4.500 asker göndermesinin yasa dışı olduğunu hatırlattılar. Ve hem de İstanbul’da bir bildiri dağıtarak halkı bu yasa dışı girişimden haberdar ettiler, Kore’ye asker gönderilmemesi taleplerini yükselttiler.
28 Temmuz 1950’de, Behice Boran Eminönü’nde, Adnan Cemgil Beyoğlu’nda, Nevzat Kemal Özmeriç Samatya’da, Reşat Sevinçsoy Eyüp ve Fener’de, Cemiyet sempatizanı Naci Ormanlar ise Beşiktaş ve Ortaköy’de dağıttı bildiriyi. İzleyen günlerde Behice Boran ve Barışseverler Cemiyeti yöneticileri ile bildiriyi basan matbaacı Kemal Anıl, polis tarafından gözaltına alınarak Ankara’ya gönderildi.
Barışseverlerin suçu (!), “hükümetin aldığı kararı tenkit etmek, milli mukavemeti kırıcı ve askeri isyana teşvik edici beyanname neşretmek”ti. Askeri mahkemede yargılanan Barışseverler, 3 yıl 9 ay hapse mahkum oldular; ancak askeri temyiz mahkemesinin kararı bozması ile 15 aya hüküm giydiler.
4.500 asker gönderildi, 1.000’e yakın ölü ve kayıp, 2.147 yaralı, 234 esir verdik…
Barışseverlerin karşı çıktığı Kore Savaşı’nda resmi açıklamalara göre 1,5 milyon, gayriresmi açıklamalara göre ise 3 milyon insan hayatını kaybetti. Bizim ise 721 askerimiz öldü, 2.147 askerimiz yaralandı, 234 askerimiz esir düştü, 175 askerimiz kayboldu. Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı Temmuz 1953’te sona erdi ama savaş, Kore’nin bölünmüşlüğünü sona erdiremedi. Her savaşın sonunda öyle ya da böyle bir “barış anlaşması” mutlaka imzalanır. Kore’de de öyle oldu. Ama anlaşma ne ölenleri geri getirdi ne de barışı.
Barışseverler Cemiyeti, Kore Savaşı’na karşı çıkmakta elbette haklıydı. Çünkü, savaşa karşı barış istemek, ölüme karşı hayatı savunmak insanlığın en temel erdemi, insanın en haklı eylemiydi.
60 yıl önce aynıydı, 60 yıldır hep aynı, 60 yıl sonra da değişen bir şey yok!
60 yıl önce bu ülkede bir başbakan, Kore’ye asker gönderme kararını eleştiren Barışseverler’i “kökü dışarıda, sözde barışseverler” diye hedef gösteriyordu. Bu durum, 60 yıldır bütün başbakanlarda böyle devam etti. Bugün, yine bu ülkede bir başka başbakan, muhtemel bir iç savaşın yaşanmaması için barış isteyen ve bu nedenle hükümet kararlarını eleştirenlerin “teröristlerden farkı olmadığını” iddia ediyor.
Başbakanlar ne derse desin, 60 yıl önce olduğu gibi bugün de Türkiye’de ve Dünya’nın dört bir yanında Barışseverler “savaşa hayır” diyor, yarın da “savaşa hayır” diyecek. Taa ki savaşsız, sömürüsüz, barış içinde bir başka dünyayı el birliğiyle kurana dek…
Biz barışseverler, bugün de Boran’ın bildiri dağıttığı yerdeyiz!
Doğumunun 100. yılında Türk Barışseverler Cemiyeti Başkanı Behice Boran’ı, barışsever arkadaşlarını ve onların eylemini, Boran’ın bildiri dağıttığı yerde saygıyla anıyoruz.
BEHİCE BORAN 100 YAŞINDA ÇALIŞMA GRUBU
TÜRK BARIŞSEVERLER CEMİYETİ’NİN 28 TEMMUZ 1950’DE İSTANBUL’DA YAYINLADIĞI, BEHİCE BORAN’IN GALATA KÖPRÜSÜ’NDE DAĞITTIĞI BİLDİRİ
Aziz Türk Halkına;
Adnan Menderes Hükümeti, Kore’de harp etsin diye 4500 Türk çocuğunu General Mac Arthur’un emrine veriyor.
Adanan Menderes Hükümetinin bu kararı Türk Milletine nasıl gösterilirse gösterilsin Amerikan menfaatleri uğuruna harbe katılmamız demektir. Hükümet bu kararını Amerika’nın zoru ile vermiştir. Çünkü:
15 Temmuz’da Birleşmiş Milletlerden gelen telgrafla hükümet, Birleşmiş Milletler Anayasasının bu gibi işlerde üyelere tanıdığı haklara dayanarak doğrudan asker gönderemeyeceğini ima yollu bir karşılık vermişti. Zaten Birleşmiş Milletlerin bu müracaatını 52 üye devletten en az 12’si cevaplandırmış ve onlar da bir tek kara askeri göndermemişlerdir.
Dahası var: Kore’de harp etmek için gönüllü toplamaya kalkıştığı zaman Dış İşleri Bakanı Fuat Köprülü bir Fransız gazetecisine mülakat vererek bazı komşularımıza karşı bir tahrik olur diye gönüllü göndermeye hükmüne razı olamayacağını söyledi. Demek oluyor ki Adnan Menderes Hükümeti kara askeri göndermeyi ilk önceleri doğru bulmuyor, kendisini buna mecbur saymıyordu.
Derken, Amerikan senatörü Cain 23 Temmuz’da Ankara’ya geldi. Dış İşleri Bakanı Fuat Köprülü, Milli Savunma Bakanı Refik İnce ve Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut ile konuştu. Bu konuşmalardan sonra memleketin muhtelif yerlerinde bulunan Bakanlar alelacele Ankara’da toplanarak Kore’ye 4500 Türk çocuğunu göndermeye karar verdiler. Ardından da senatör Cain gazetecilere verdiği bir mülakatta (Bu harpte piyade kuvvetlerinin rolü büyüktür. Diğer milletlerden kara kuvveti istememizin tek sebebi Amerika’nın yıpranmamasının teminidir) diyerek işi içyüzünü meydana koydu, yani bu işin Amerika’nın zoru ile yapıldığını açıkladı.
Kore’deki savaşa, Türk Milletinin katılmasında istikbalimiz ve güvenliğimiz bakımından hiçbir fayda yoktur. “Biz şimdi Kore’ye asker göndermezsek, bizim başımız dertte kaldığı zaman Amerika da bize yardım etmez” diyenlere yakın zamana kadar Dışişleri Bakanlığı yapmış ve milletler arası işleri içinden takip etmiş olan Necmeddin Sadak cevap veriyor : “Bu işler bir menfaat işidir, hissi sebepler rol oynamaz, eğer o gün Amerika’nın çıkarı varsa bize yardım eder, yoksa etmez” diyor.
Kaldı ki, bugün karşılaştığımız hadise de gösteriyor ki, mesele bize
Amerika’nın “yardım” edip etmemesi değil, fakat bir üçüncü cihan harbine yol açacak maceralara sürüklemek istemesidir. Bundan da anlaşılıyor ki, Kore’ye asker göndermekte Türk Milletinin herhangi bir menfaati yoktur. Türk Milletinin istiklali ve güvenliği dünya barışına sıkı sıkıya bağlıdır. Kore’ye asker göndermek ise Türk Milletinin nasıl bildirilirse bildirilsin, herhalde barışçı bir hareket değildir.
Bütün dünya milletleri ve bu arada Türk milleti de barışseverdir. Türk halkının menfaati dünya barışının bozulmamasındadır. Bu barışın bozulmaması için de Kore’de ki iç savaşın barışçı yollar bulunarak hemen sona erdirilmesi gerekir. Türk Milletine yaraşan ve gerçek menfaatlerine uygun düşen Şeymasala Hindistan Başbakanı Nehru’nun yaptığı gibi barışçı teklifler yapmaktır.
Biz Türk Barışseverler Cemiyeti, bunları tüm halk efkârına bildirirken onun en samimi düşüncelerini belirttiğimizi her Türk vatanseverinin bizimle aynı fikirde olduğuna inanıyoruz. Adı söylenmeden, bir harp ilanı demeye gelen Adnan Menderes hükümetinin bu kararını, Türkiye Büyük Millet Meclisinin rededeceğini umuyoruz. Çünkü anayasamıza göre, gerekince harp ilan etmek yetkisi sadece Büyük Millet Meclisine aittir.
Milli menfaatlerimize ve dünya barışının korunmasına tamamen aykırı olan bu kararı şiddetle protesto ederiz.
Türk Barışseverler Cemiyeti
BİA Haber Merkezi – 26.08.2010 – İstanbul’da 350’den Fazla Örgüt, Çözümsüzlüğe “Yeter” Dedi
İstanbul Barış Meclisi, 350’den fazla örgütün imzaladığı “İstanbul Yeter Diyor” çağrısını kamuoyuna açıkladı. Örgütler PKK’nin eylemsizlik kararına operasyonların durdurulmasıyla yanıt verilmesini, Kürt sorununun müzakerelerle çözülmesini istedi.
İstanbul Barış Meclisi, “silahları susturmak, parmakları tetiklerden uzaklaştırmak, Kürt sorununda demokratik ve adil bir çözüm istemek” için sayısı 350’yi aşan örgüt ve kurumun imzaladığı metni kamuoyu ile paylaştı. Kurumlar, 13 Ağustos’ta eylemsizlik kararı alan PKK’ye, operasyonları durdurarak karşılık verilmesi gerektiğini belirterek Kürt sorununun bir an önce müzakere yoluyla çözülmesi çağrısında bulundu.
Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde düzenlenen toplantıyı açan Barış Meclisi’nden Hakan Tahmaz; “Umutların kırıldığı bir aşamada başlattığımız bu çalışma, PKK’nin 20 Eylül’e kadar sürecek olan eylemsizlik ilanının olduğu bir dönemde yetkililer tarafından duyulur ve silahların susmasına evrilecek bir katkı sunulur. Bu çalışmamız umarım ellerin tetikten çekilmesine yol açar” dedi.
Kürt sorununun barışçıl çözümü için imzalarıyla destek veren 376 kurum adına basın açıklamasını İstanbul Tabip Odası (İTO) Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu okudu.
“Çatışmalı ortam halkları her bakımdan yıpratıyor”
Çerkezoğlu, çatışma ortamının halkları “fiziksel, ruhsal, toplumsal ve siyasal bakımdan” yıprattığını belirterek, şunları söyledi:
“40 bin ölüm, büyük bir ekolojik yıkım ve yaşatmaya değil silahlanmaya harcanan milyar dolarlar… Bu çatışma ortamı bizleri ruhsal olarak yıprattı. Öleni ve öldüreni kardeş olan bu topraklardaki bunca cenaze töreni ve yakılan ağıtlar toplumun dokusunda büyük bir tahribat yarattı.
“Bu çatışma ortamı bizleri toplumsal olarak da yıprattı. Saldırganlık ve linç atmosferi yaygınlaşmaya başladı. En temel demokratik etkinliğin dahi bu linç kültürüne muhatap kalabileceği günleri yaşıyoruz.
“Bu çatışma ortamı bizleri siyasal olarak da yıprattı. Yıllardır inkar edilen, askeri operasyonların, silahların çözemediği, ‘Asalım’cıların çözemediği, bu haliyle ‘açılım’cıların da çözemeyeceğinin anlaşıldığı Kürt sorununda çözümsüzlük dayatmasıyla baş başa bırakılıyoruz. Yeter. Silahları susturmanın, parmakların tetiklerden uzaklaştırmanın zamanıdır.”
Çerkezoğlu, Kürt sorununda çözümü siyasetçilere bırakmadan “toplumun aklını ve vicdanını temsil eden tüm güçleri, Kürt sorunundaki ölme ve öldürme kısır döngüsüne yeter demeye” çağırdı.
“Bu ülkede yaşayan akıl ve vicdan sahibi herkesi, 26 yıllık çatışmanın yarattığı travma ve toplumsal gerçekliğimizle yüzleşmeye, birbirimizi anlamaya, acılarımızı paylaşmaya çağırıyoruz. Ve toplumsal birliğimizi inşa etmek üzere birbirimize karşı saygı, kardeşlik, özgürlük, demokrasi, hukuk ve eşitlik temelinde bir araya gelmemiz gerektiğini söylüyoruz.”
Açıklamanın ardından “İstanbul Yeter Diyor” afişi asılan sahneye çıkan örgüt temsilcileri, uzun süre alkışlandı. Toplantı daha sonra basına kapalı olarak devam etti.
BİA Haber Merkezi – 26.08.2010 – “İstanbul Yeter Diyor”a İmza Atan Örgütler
Kürt sorununda çözümsüzlüğe yeter diyen, PKK’nin eylemsizlik kararına operasyonların durdurulması ve müzakerelerin başlatılmasıyla yanıt verilmesini isteyen metni imzalayan örgütler…
Kürt sorunun çözümü için çağrıya imza atan örgütler şöyle;
İstanbul Tabip Odası, Türkiye Barış Meclisi İstanbul Girişimi, KESK İstanbul Şubeler Platformu (28 şubeden oluşuyor), TMMOB İstanbul il Koordinasyon Kurulu (22 Oda şubesinden oluşuyor), Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Kadıköy, Türk-iş/ DERİ-İŞ Sendikası, HALKEVLERİ İstanbul Şubesi, DİSK/ LİMTER-iş, İHD (İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi), Doğu ve Güneydoğu Dernekleri Platformu, SODEV (Sosyal Demokrasi Vakfı), İstanbul Eczacı Odası, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, İstanbul Dişhekimleri Odası, Divriği Kültür Derneği, TÜKO-DER Genel Merkezi (Tüketici Hakları Derneği), DİSK/Birleşik Metal-İş Genel Merkezi, Üniversite Öğretim Elemanları Derneği, Başak Şehir Diyarbakır Derneği, DİSK/ Dev Sağlık-is, Anadolu Kültür, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Barış Girişimi, Türk-İş/ Petrol-İş Genel Merkezi, Türk-iş/ Tek-Gıda-iş Genel Merkezi, DİYADER (Din Adamları Yardımlaşma Derneği), Çocuk-Der (Dünya ve Ülkemiz Çocukları Sağlık ve Eğitim Yardımlaşma Derneği), Mezopotamya Kültür ve Dayanışma Derneği (Süryaniler Derneği), Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu (TGDP), DİSK/ Sosyal-iş İstanbul Şubesi, İstanbul Veteriner Hekimler Odası, DİSK/Emekli-Sen Sendikası Aksaray Şubesi, DİSK/ Basın-iş, DİSK/ Gıda -iş, TODAP(Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Girişimi), Vakit Geldi Platformu, Hala Tanığız Platformu, Diyalog Platformu, Ev-Ek-Sen (Ev Eksenli Çalışanlar Sendikası), DİSK/ Sine-Sen, DİSK/Genel-iş Sendikası İstanbul Konut İşçileri Şubesi, ENERJİ-Sen, TEKSTİL-Sen, KA-DER (Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği), TÜKO-DER İstanbul Şubesi, Türkiye Sakatlar Derneği, Demokrat Hukukçular Derneği, Aydınlık için Yurttaş Girişimi, Yakay-Der (Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Dayanışma Derneği), Barış Anneleri, Kürt Enstitüsü, Barış için Sanat Girişimi, Adalı Kültür Merkezi, Adıyamanlılar Der., Bingöl Sos.Dernekler Federasyonu (42 üye dernekten oluşuyor), Gersoyder Kur. Bşk, Kahtalılar Sos.Yar. Dayç ve Kültür Derneği, Esenyurt Adıyaman Derneği, Batman İli ilçesi ve Köyleri Derneği, Batman İli Kozluk İlçesi Tumok Yardımlaşma Ve Dayanışma Derneği, Batman Bekiranlılar Derneği, Beşiri Derneği, Kozluk Derneği, Batman ve Çevresi Derneği, Hasankeyf Derneği, Bitlis Federasyonu, Bitlis İli Hizan ilçesi Çökekyazı Köyü Derneği, Bitlis İkitelli Derneği, Bağcılar, Bitlis İl Derneği, Bitlis Pendik Derneği, Bitlis ili Başakşehir Derneği, Diyarbakır Derneği, Silvanlılar Eğt. Kültür Yard. Ve Dayn. Derneği, Kulp Derneği, Türk-İş/ Belediye-iş istanbul l.nolu şube, Sosyalist Umut Derneği, Öğrenci Kolektifleri, TAKSAV (Toplumsal Araştırmalar ve Sanat için Vakıf), Düşünce Suçuna’na Karşı Girişimi, Düşün (Düşünceye Özgürlük Derneği), GÖÇ- DER, Bismil Derneği, Siverek ilçesi Derneği, Cizre Sos. Yard. Derneği, Siirt Eruh Derneği, Van Çataklılar Derneği, Doğu ve Güney Doğu iş Adamları Derneği, Van Gevaş Derneği, Sultan Gazi Van Çatak Derneği, KURTKAV, NUBIHAR, Gebze Bitlisliler Derneği, Muş (Kocamustafapaşa) Derincek Köyü Derneği, Muş Derneği, Van-Gevaş Daldere K.Derneği, Türk-İş/ Belediye-iş İstanbul 2.nolu şube, Türk-İş/ Belediye-iş istanbul 5.nolu şube, Mardin-Mazıdağ ilçe ve Köy. Derneği, Mardin-Derik Kültür Derneği, Mardin-Midyat-Heleğ Köyü Derneği, Mardin-Midyat -Keferzo Köyü Derneği, Mardin-Kerboran Derneği, Van Gürpınar ilçe ve Köy.Derneği, Başakşehir Van Kültür Derneği, Van Yeşil Gevaş Derneği, Avrupa Yakası Bingöl Derneği, Şahintepe-Şahin-Der, Sultanbeyli Bitlis Hizan Derneği, Bağcılar Hizan Derneği, Hizan ilçesi ve Köyleri Derneği, Din Adamları Derneği, Mezopotamya Süryani Derneği, Siirt Gebze Darıca Derneği, Öz Siirtliler Derneği, Şirvan Zivzik Derneği, Doğubeyazıt Derneği, Midyatlılar Derneği, Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST), DurDe Girişimi, 78’LiLer Derneği, Halkevleri Engelli Atölyesi, ASDER (Adaleti Savunanlar Derneği), Mahsus Mahal Derneği, Göç Edenler Sosyal Yardımlaşma ve Kültür Derneği istanbul, Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, Sulukule Platformu, TİHV İstanbul Temsilciliği, Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği, KÜRD-KAV, TUAD, JİNEPS, Mahsuma Derneği, Yaşamevi Kadın Dayanışma Derneği, Yeditepe Kadın Dayanışma Derneği, Sosyal Değişim Derneği, Revvşenbiren, Kurd (Kürt Aydınları Girişimi), TOHAV, Ardahan Damal Kültür Dernekleri Platformu (18 dernekten oluşuyor), Toplumsal Olayları Araştırma ve Yüzleşme Derneği (Yüzleşme Derneği), Türk-İş/ Tez-Koop-iş istanbul 5.nolu şube, Türk-İş/ Haber-iş İstanbul l.nolu şube, Uçan Süpürge, Kadın iletişim ve Araştırma Derneği, Nü. Kolektif (Bir Sanat Kolektifi), DİSK/Cam Keramik iş Sendikası, Türkiye Homenet (ev-eksenli) Çalışan Kadınlar Dayanışma Ağı), Genç Umut, Newede Dersim Gazetesi, Sacayak Dergisi, KAYY DER ( kuğe, Karakocan, Adaklı,Yayladere.Yedisu Kültür ve Day.Der, Türkiye Yazarlar Sendikası, KYD (Kadın Yazarlar Derneği), MKM (Mezopotamya Kültür Merkezi), DİSK/Emekli-Sen Beyoğlu Şubesi, Türk-İş/ Deri-iş Tuzla şube, Hak-iş/ Öz Gıda-İş istanbul 2.nolu şube, Yeşil ve Sol Çalışma Grubu, TAREM, DİSK/Emekli-Sen Kadıköy Şubesi, DİSK/Emekli-Sen Kartal Şubesi, Alevi Bektaşi Gençlik Platformu, SED-DER (Sevdilli ve Çevre Köyleri yardımlaşma ve Kültür Derneği), Kürecikliler Derneği, Mayısta Yaşam Kooperatifi Yeni Bosna Şubesi, Tunceli İli Nizamiye ilçesi Büyük Yurt Köyü Derneği, Abdal Köy Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Başak Kültür ver Sanat Vakfı, Akçayır, Akpınar ve Deveçayır Köyleri Kültür ve Yard. Der. Kadıköy Şubesi, KÖZ Gazetesi, Ardahan Göle Karlıyazı Köyü Derneği, istanbul Kulplular Eğitim Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği, Sivas imralı Derneği, Diyarbakır Milliler Derneği, Örenliler Dayanışma Derneği, Mayısta Yaşam Kooperatifi İstanbul Şubesi, HOÇVAN Dernekleri Federasyonu, Taraf Okuyucuları Derneği, Nebioğlu Köyü Derneği, Hasköy Derneği, Binbaşar Köyü Derneği, Beşiktaş Mucuc Köyü Derneği, Köprücük Köyü Derneği, Otbiçen Köyü Derneği, Bayramoğlu Köyü Derneği, Ömerağa Köyü Derneği, Genç siviller, Sol iletişim, Sarıyer Halkevi, Sefaköy Halkevi, Ümraniye Halkevi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Pendik, Mayıs Platformu, Yurttan Kürtçe Sesler Korosu, Tüm Siirtliler Derneği, Tunceliler Derneği Şahintepe, Mardin Merkez Elmabahçe Dirik Mz.Derneği, Şirvan Darkapı Derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Eyüp, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Gaziosmanpaşa, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Güngören, Pir Suttan Abdal Kültür Derneği Kartal, Adıyaman Altınşehir Deneği, Bingöl Demiroluk Köy Derneği, Kars-Ardahan-Iğdır Derneği Altınşehir, Malatya Pötürge Derneği Başakşehir, Başakşehir Malatya il ve ilçeleri Derneği, Sasonlular Eğitim Yardımlaşma Derneği, Midyatlılar Derneği, Beylikdüzü Halkevi, Çağlayan Halkevi, Esenyurt Halkevi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Maltepe, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Esenler, Eruhlular Derneği, GENÇ-SEN, Lehimli Köyü Derneği, Çobanlı Köyü Derneği, Çalabaş Köyü Derneği, Göleli Köyü Derneği, Aşağıkurdoğlu Köyü Derneği, Taşlıdere Köyü Derneği, Özalp-Saray ilçeleri Kültür ve dayanışma Derneği, Van gölü ve Çevresi Sosyal Yard. Derneği, Van ili ve İlçeleri Sos. Yard. Ve dayn. Der. Sultanbeyli, Siirt Kurtalan Derneği, Batman ve Çevre illeri Sos. Yard. Der. (Evren Mahallesi), İkitelli Batmanlılar Derneği, Batmanlılar Der. Çağlayan (Batman İli, ilçeleri ve köyleri Kültür Sos Yard. Der.), ist. Bağcılar Kültürel Gelişim ve Demokrasi derneği, Med kültür sanat derneği, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Sultanbeyli, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Ümraniye, Erzurum Karayazı Derneği, Bitlis ili Hizantılar Derneği Sultanbeyli, Batman Eğitim, Kültür ve Araştırma derneği Fatih, Batman ili Hasankeyf ilçesi Karaköyü Yard. ve Day. Der., Gercüş İlçesi Arıca Köyü Der., istanbul Çıra Kültür ve Sanat Derneği, Diyarbakır Eğ.Kül.Der. Bakırköy, RE-KÜRD, Siirt-Şirvan-Kirazlı Köyü Der. Bağcılar, Van-Özalp-Savatlı Köy. der. G.O.P, Van Dernekleri Federasyonu, Bizim Van Eğitim Kül.Yard. Derneği, Bahçesaray İlçesi ve Köyleri Yard.der., Muş Yard. Der. Küçükçekmece, Muş Yard. Der. Pendik, Siirt Esenyurt Derneği, KAGİDER (Türkiye Kadın Girişimciler Derneği), Suruçlular Derneği, Avcılar Halkevi, Bahçelievler Halkevi, SEVDER Sevdilli ve Çevre Köyleri Yar.ve Kül Der., Mayıs ta Yaşam Kooperatifi Yenibosna Şb., Van Balabanlılar Derneği, Pır Sultan Abdal Kültür Derneği Sultangazi, Gültepe Halkevi, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Sarıyer, Gaziosmanpaşa Halkevi, Şırnak Uludere Derneği, Malatya Pötürge Çevresi Köyleri Derneği Gençlik Platformu, Bitlis ili Mutki ilçesi Meydan Nahiyesi ve Çevre Köyleri der., Mardinliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği – Bağcılar, Beykoz Halkevi.
Birgün – 26 Ağustos 2010 – ‘İstanbul yeter diyor’
KCK’nin 13 Ağustos’ta ilan ettiği ateşkese karşılık verilmesi için İstanbul’da 376 sivil toplum örgütü yaptıkları ortak açıklamada, “Ölüme ve öldürmeye artık yeter” dedi. Sivil toplum örgütleri toplum olarak demokratik ve adil bir çözüm istemenin zamanı olduğunu kaydetti.
Kürt sorununda muhatapların bir araya gelerek meseleyi diyalog ve müzakere ile çözmelerini isteyen 376 sivil toplum örgütü, çatışma ortamının bir an önce sona ermesi ve sorunun karşılıklı müzakere yoluyla çözülmesi çağrısında bulundu.
‘İstanbul Yeter Diyor’ yazılı pankartın asıldığı Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde bir araya gelen ve aralarında sendikalar, meslek odaları, dernekler ve vakıfların olduğu organizasyonlar adına açılış konuşmasını yapan Hakan Tahmaz, İstanbul’da son yıllarda sıkça Kürt sorunuyla ilgili toplantılar yapıldığını, çağrılar yapıldığını, ancak bu kez ilk defa farlı bir şey yapmaya çalıştıklarını söyledi.
Sorunu sahiplenmeyi amaçlayan bir çalışma yapmak istediklerini kaydeden Tahmaz, “Ancak burası Diyarbakır değil. Buradaki yöre derneklerinin ve kurumların soruna yaklaşımı biraz daha farklı. Umarız ki umutların kırıldığı bir aşamada başlattığımız bu çalışmamız yetkililer tarafından bu sürecin kalıcı çözümü ve silahların kalıcı susması gibi bir sürece evrilir. Bu yüzden birlikte irade oluşturmak için bir araya geldik. Umarım ki bu çalışma bütün ellerin tetiklerden çekilmesine bir ön adım olur” dedi.
Tahmaz’ın ardından söz konusu kurumlar adına hazırlanan ortak metni okuyan İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu, ”Bizler; fiziksel, ruhsal, toplumsal ve hatta siyasal bir ‘iyilik halinde’ yaşayan sağlıklı bir toplum olmak istiyoruz” diye konuştu.
ÇATIŞMA ORTAMI RUHSAL VE TOPLUMSAL OLARAK YIPRATTI
On yıllardır süren çatışma ortamının herkesi fiziksel olarak yıprattığını, 40 bin ölüm ve büyük bir ekolojik yıkıma yol açtığını belirten Çerkezoğlu, yaşatmaya değil silahlanmaya milyar dolarların harcandığına dikkat çekti. Çerkezoğlu, “Bu ‘çatışma’ ortamı bizleri ruhsal olarak yıprattı. Öleni ve öldüreni kardeş olan bu topraklardaki bunca cenaze töreni ve yakılan ağıtlar toplumun dokusunda büyük bir tahribat yarattı. Nu “çatışma” ortamı bizleri ‘toplumsal’ olarak da yıprattı. Saldırganlık ve linç atmosferi yaygınlaşmaya başladı. En temel demokratik etkinliğin dahi bu linç kültürüne muhatap kalabileceği günleri yaşıyoruz” dedi. Çatışmalı ortamın bir diğer sonucunun da siyasal açıdan yıpranma olduğuna işaret eden Çerkezoğlu, “Yıllardır inkar edilen, askeri operasyonların, silahların çözemediği, ‘asalım’cıların çözemediği, bu haliyle ‘açılım’cıların da çözemeyeceğinin anlaşıldığı Kürt sorununda çözümsüzlük dayatmasıyla baş başa bırakılıyoruz. Bizler, bu toplumun aklını ve vicdanını temsil eden tüm güçleri, Kürt sorunundaki ölme ve öldürme kısır döngüsüne yeter demeye çağırıyoruz. Çözümsüzlüğe ve yıkıma karşı aklın ve vicdanın sesini silahlardan daha güçlü bir ses halinde duyurmanın zamanıdır” diyerek konuşmasını sürdürdü.
ÇÖZÜM TALEPLERİ
Artık silahları tamamen susturmanın, parmakları tetiklerden uzaklaşmasını sağlamanın ve çözümü ülke siyasetini yönlendirenlerin inisiyatifine bırakmamanın zamanı olduğunun altını çizen Çerkezoğlu, söz konusu kurumların çözüm taleplerini şu şekilde sıraladı:
* Yani toplum olarak demokratik ve adil bir çözüm istemenin zamanıdır.
* Biz aşağıda imzası olan kurumlar, bu sorunu görüyoruz. Çözülebilmesi için önce toplumun ortak bir sorununun olduğunu benimsemesi gerektiğini biliyor, çözümün her düzeyde ( sendikasından, meslek odasına, derneğinden siyasi partilerine ve sivil inisiyatiflere kadar) tüm muhataplarıyla tartışılarak bulunabileceğine inanıyoruz.
* Bu ülkede yaşayan akıl ve vicdan sahibi herkesi, 26 yıllık çatışmanın yarattığı travma ve toplumsal gerçekliğimizle yüzleşmeye, birbirimizi anlamaya, acılarımızı paylaşmaya çağırıyoruz. Ve toplumsal birliğimizi inşa etmek üzere birbirimize karşı saygı, kardeşlik, özgürlük, demokrasi, hukuk ve eşitlik temelinde bir araya gelmemiz gerektiğini söylüyoruz. Açıklama metnine imza koyan 376 kurum arasında, KESK Şubeler platformu, İstanbul Tabip Odası, Türkiye Barış Meclisi İstanbul Girişimi, SODEV, İHD, PSAKD, Küresel BAK, DİSK’e bağlı bazı sendikalar ve daha yüzlerce kurum yer alıyor.
Sendika.org – 26.08.2010 – İstanbul YETER diyor!
İstanbul Tabip Odası ve İstanbul Barış Meclisi Girişimi’nin çağrısıyla ortak bir deklarasyon yayınlayan 347 kurum, “Şimdi silahları susturmanın, parmakların tetiklerden uzaklaşmasını sağlamanın, Kürt sorununda demokratik ve adil bir çözüm istemenin zamanı” dedi. Aralarında pek çok sendika, meslek örgütü, demokratik kitle örgütü, dernek, vakıf, girişim ve inisiyatifin bulunduğu 347 kurum bugün (26 Ağustos) saat 12.00’de Mecidiyeköy Kültür Merkezi’ndeki basın toplantısında bir araya geldi. Basın toplantısında 347 kurum tarafından imzalanan ve yeni imzalara açılan metin kamuoyu ile paylaşıldı.
“Yeter” başlıklı ortak metni İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu okudu. Çerkezoğlu, toplumsal muhalefetin gündemi ne kadar yoğun olursa olsun, ülkede herkesin yaşamını derinden etkileyen ve görmezden gelinemeyecek bir Kürt sorunu olduğunu ve bu konuda çözümsüzlüğe artık bir yeter denmesi gerektiğini belirtti. Bu bir araya gelişin önümüzdeki dönemde daha da geliştirileceğini ve neler yapılacağı üzerine geniş katılımlı tartışmalar yürütüleceğini belirten Çerkezoğlu daha sonra tüm imzacı kurum temsilcilerini sahneye davet etti. Basın açıklamasının ardından kurum temsilcileri ile bir toplantı yapıldı.
Emek Dünyası Net – 26.08.2010 – İstanbul çözümsüzlüğe ‘artık yeter’ diyor
İstanbul’da “İstanbul artık yeter diyor” sloganı etrafında bir araya gelen 376 kitle örgütü, KCK’nin 13 Ağustos’ta ilan ettiği “Eylemsizlik” kararına karşılık verilmesini istedi.
Kürt sorunun adil ve barışçıl çözüme kavuşturulması için “İstanbul artık yeter diyor” sloganı ile bir araya gelen 376 kitle örgütü, Mecidiyeköy Kültür Merkezi’nde düzenledikleri basın toplantısı ile, konuya ilişkin görüşlerini kamuoyu ile paylaştı. Aralarında KESK, DİSK, Barış Meclisi, SODEV, Doğu ve Güneydoğu Dernek Federasyonu, İstanbul Tabip Odası, İstanbul Eczacı Odası’nın da bulunduğu 376 kitle örgütü, siyasi parti ve meslek odalarının bir araya geldiği toplantıda açılış konuşmasını Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Hakan Tahmaz yaptı. Tahmaz, son yıllarda Kürt sorunuyla ilgili çok çeşitli toplantılar ve çağrılar yapılmakla birlikte ilk defa bu derece geniş bir mutabakat sağlandığına dikkat çekti.
“ELLER TETİKTEN ÇEKİLMELİ”
Oluşturdukları bu geniş birliktelikle sorunu sahiplenmeyi amaçlayan bir çalışma yapmak istediklerini dile getiren Tahmaz, “Umuyoruz ki umutların kırıldığı bir aşamada başlattığımız bu çalışmamız yetkililer tarafından bu sürecin kalıcı çözümü ve silahların kalıcı susması gibi bir sürece evrilir. Bu yüzden birlikte irade oluşturmak için bir araya geldik. Umarım ki bu çalışma bütün ellerin tetiklerden çekilmesine bir ön adım olur” diye konuştu.
“ASALIMCILAR ÇÖZEMEDİĞİ, ‘AÇILIMCILARIN DA ÇÖZEMEYECEĞİ ANLAŞILDI”
Tahmaz’ın konuşmasından sonra kurumlar adına hazırlanan ortak basın metni İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Ali Çerkezoğlu tarafından okundu. Fiziksel, ruhsal, toplumsal ve hatta siyasal bir ‘iyilik halinde’ yaşayan sağlıklı bir toplum olmak istediklerini dile getiren Çerkezoğlu, “Bu çatışma ortamı bizleri siyasal olarak da yıprattı. Yıllardır inkâr edilen, askeri operasyonların, silahların çözemediği, ‘asalımcılar’ın çözemediği, bu haliyle ‘açılımcılar’ın da çözemeyeceğinin anlaşıldığı Kürt sorunu çözümsüzlük dayatmasıyla baş başa bırakıldı” dedi.
“AKLIN VE VİCDANIN SESİNİ DUYURMANIN ZAMANIDIR”
Toplumun aklını ve vicdanını temsil eden tüm güçleri Kürt sorunundaki “ölme ve öldürme” kısır döngüsüne yeter demeye davet ettiklerini belirten Çerkezoğlu, çözümsüzlüğe ve yıkıma karşı aklın ve vicdanın sesini silahlardan daha güçlü bir ses halinde duyurmanın tam zamanı olduğunu vurguladı. Çerkezoğlu, Kürt sorununun çözülebilmesi için önce toplumun ortak bir sorunu olduğunun benimsenmesi gerektiğinin altını çizdi.
“ÇÖZÜMÜN MUHATAPLARIYLA ÇÖZÜLECEĞİNE İNANIYORUZ”
Bunun yanı sıra çözümün her düzeyde (sendikasından, meslek odasına, derneğinden siyasi partilerine ve sivil inisiyatiflere kadar) tüm muhataplarıyla tartışılarak bulunabileceğine inandıklarının vurgulayan Çerkezoğlu, şunları belirtti: “Bu ülkede yaşayan akıl ve vicdan sahibi herkesi, 26 yıllık çatışmanın yarattığı travma ve toplumsal gerçekliğimizle yüzleşmeye, birbirimizi anlamaya, acılarımızı paylaşmaya çağırıyoruz. Ve toplumsal birliğimizi inşa etmek üzere birbirimize karşı saygı, kardeşlik, özgürlük, demokrasi, hukuk ve eşitlik temelinde bir araya gelmemiz gerektiğini söylüyoruz.” Açıklamanın ardından 376 kitle örgütü temsilcisinin katıldığı ve çözüm formülleri üzerinde tartışmaların yürütüldüğü toplantıya geçildi.