DHA – 01.09.2010 / Uğur CAN – Hrant’ın Arkadaşları’ndan soru yağmuru
AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in ölümüne ilişkin dava sürerken Hrant’ın Arkadaşları Grubu üyeler, “Hrant Dink cinayeti davasına ilişkin birkaç soru” konulu basın açıklaması yaptı.
3 yılı aşkın süredir devam eden Hrant Dink cinayeti davasının takipçisi olan ve kendini Hrant Dink’in arkadaşları olarak adlandıran Tamer Nalcı, Zeynep Tanbay, Gora Paylan ve Kemal Gökhan Güneş, Taksim Hill Otel’de basın açıklaması yaptı. Basın metnini okuyan Kemal Gökhan Güneş, “Hrant’ın katledilmesine üzülen devletin Ermeni’ye bakışını da biliyoruz ve yaşıyoruz. Örneğin Sabiha Gökçen’in Ermeni olduğu iddiasını haberleştirmeyi milli birlik ve beraberliğe kasıtlı saldırı olarak görenlerin ve Türk vatandaşlarının, bütün kurumları göreve çağıranların, annesinin Ermeni olduğunu iddia edenlere hakaret davası açanların, Ermenilerin ve Rumların ülkeden gönderilmesine güzelleme yapanların ve burada sayamadıklarımızın yarattığı utanç ve acıyı her gün yaşıyoruz” diye konuştu.
HERKESİ SORU SORMAYA DAVET ETTİ
Kemal Gökhan Güneş, herkesi Hrant için, adalet için soru sormaya çağırdıklarını belirtti. Güneş, Cumhurbaşkanı’na, Başbakan’a, İçişleri, Dışişleri ve Adalet bakanlarına sorular sordu. Bu soruların Dink cinayetinin kilit noktasına dair, hem de sonraki süreçte, devletin yanlış adım attığını ve tahammül sınırlarını zorladığını söyleyen Güneş, “BİMER, e-posta, faks ya da posta yoluyla, sorularımızı soracağız. Yasalar gereği devletin 15 gün geçtikten sonra soruların yanıtını aldıktan sonra tekrar basın açıklaması yapacağız” dedi. Güneş, konuşmasında şu soruları sordu:
CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL’E
“16 Ağustos 2010 tarihinde ’Hrant Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti’ demişsiniz. Hrant Dink’in hayatını kaybetmemesi için alınması gereken tedbirler nelerdi? Bu tedbirleri kimlerin alması gerekiyordu? Bu tedbirleri alamayanlar hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı, yapılması için herhangi bir talimat verdiniz mi? Bildiğimiz kadarıyla İstanbul ve Trabzon’daki kamu görevlileri hakkında 4483 sayılı yasaya göre yürütülen incelemelerde tek bir kamu görevlisinin bile ihmali olmadığı sonucuna ulaşıldı ve yargı önüne çıkmaları sağlanamadı. Bu durumda, Hrant Dink’in hayatını kaybetmesinin nedeninin alınmayan tedbirler olduğuna dair bilginizin kaynağı nedir? Bir helikopter kazasında ölen BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu için ve geçtiğimiz hafta ortaya çıkan KPSS sınav sorularının çalınmasıyla ilgili olarak Devlet Denetleme Kurulu’nu hemen harekete geçirdiniz? Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirilmesi için gerekli koşullar nelerdir? Hrant Dink Cinayeti ile ilgili olarak bir görevlendirme yapılması için gerekli koşullar oluşmamış mıdır? Devlet Denetleme Kurulu’nu Hrant için harekete geçirmeyi düşünüyor musunuz?
BAŞBAKAN ERDOĞAN’A
’Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından yasal süreçler vasıtasıyla elde edilen belge ve bilgilerde Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) herhangi bir faaliyetine rastlamamış olmamızın nedeni nedir? Ülke genelinde istihbarat toplamaya yetkili bir kurumun bu cinayetli ilgili hiçbir istihbarata ulaşmamış olması mümkün müdür? Ulaşmış ise bu bilgiler nelerdir? Ulaşmamış ise MİT yetkilileri ile ilgili herhangi bir işlem yaptınız mı? Yaptınız ise nedir? Yapmadınız ise neden?
DIŞİŞLERİ BAKANI’NA
Hrant Dink’in öldürülmesinden önce yaptığı ve öldürülmesinin ardından ailesi tarafından AİHM’e yapılan başvurulara ilişkin Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından gönderilen ’Ruhuma birçok krizden ağır geldi, oruçtan bile ağır geldi, içime sindiremedim’ dediğiniz savunmayı hazırlayan görevli ya da görevliler kimdir? Savunmayı veren kişiler nasıl, kimler tarafından, ne zaman görevlendirilmiştir? Söz konusu savunma kimler tarafından ne zaman okunup onaylanmıştır? Savunmayı hazırlayan görevli ile ilgili herhangi bir yasal işlem yaptınız mı? Yaptınız ise nedir? Yapmadınız ise neden?”
ADALET BAKANI’NA
2004 yılında Hrant Dink’in hedef haline getirilme sürecinin başlangıç adımlarından biri olan ve başını Levent Temiz’in çektiği bir grup tarafından Agos Gazetesi önünde bir eylem yapılmış ve Levent Temiz ’Hrant Dink bundan sonra nefretimizin hedefidir, hedefimizsin’ ve ’Bir gece ansızın gelebiliriz’ şeklinde tehditler savurmuştu. Aleni tehdit içeren bu suç ve failleri hakkında hiçbir yasal işlem yapmayan İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri ve savcılar hakkında herhangi bir işlem yaptınız mı? Cumhurbaşkanı’nın dahi Hrant Dink’in yaşamının korunması konusunda gerekli tedbirlerin alınmadığını ifade ettiği bir süreçte İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında incelemelerde bulunulmuş ve son incelemede 6 polis memuru hakkında soruşturma açılması gerektiği yönünde görüş bildirilmişti. Ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, bir muhalif oyla, hiçbir polis memuru hakkında soruşturma izni vermemişti. İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin hazırladığı raporlara ve İstanbul Valiliği’nin eksik de olsa soruşturma izni verilmesi gerektiği yönünde karar vermiş olmasına rağmen yasal süreci tıkayan İstanbul Bölge İdare Mahkemesi hakimleri ile ilgili herhangi bir işlem yaptınız mı? Yaptınız ise nedir? Yapmadıysanız neden?
İÇİŞLERİ BAKANI’NA
İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevlileri hakkında yasa uyarınca yürütülen 3 ön inceleme sonucunda müfettişler tarafından bu cinayetin işlenmesinde en alt kademeden, en üst kademedeki görevlilere kadar sorumluluk bulunduğu ve kamu görevlilerinin yükümlülüklerini yerine getirmediği tespit edilmişti ancak İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, bir muhalif oyla hiçbir polis memuru hakkında soruşturma izni vermemişti. Müfettişleriniz, herhangi bir kusuru olmayan kamu görevlilerine haksız suç isnadında bulunmuş ve hatta iftira atmış olmaktadırlar. Bu müfettişlerle ilgili herhangi bir işlem yaptınız mı? Yaptıysanız nedir? Yapmadıysanız neden? Gerçek, yasalar gereği 15 gün geçtikten sonra sordukları soruların yanıtını basına duyuracaklarını söyledi.
BİA Haber Merkezi – 01.09.2010 / Berivan TAPAN – ABD Askerlerini Çekerken İşgalin Bedelini Irak Halkı Ödüyor
Küresel BAK’tan Önen “ABD askerlerini çekti ama yedi yıllık Irak’ı işgalinin bedelini kim ödeyecek. Şu anda bu bedeli ödeyecek olan Irak halkı” diyerek ABD’nin işgal sonrasında bölgenin gelişimi için ekonomik bir program sunması gerektiğini söyledi. ABD askerlerinin Irak’ta kalan son muharip askeri gücünü çekmesinin ardından bölgenin nasıl etkileneceğini bianet’e değerlendiren Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan (Küresel BAK) Yıldız Önen, “Yedi yıllık Irak işgalinin bedelini kim ödeyecek. Şu anda bu bedeli ödeyecek gözüken Irak halkı” dedi.
“İşgal özel güvenlik şirketleriyle sürüyor”
Önen, şöyle konuştu: “Kuveyt üzerinden çekilen ABD askerlerinden geriye, Irak askerlerini eğitmek üzere 50 bin ABD askeri kaldı. Irak’ta eski ABD askerlerinden oluşan özel güvenlik şirketleri, aslında işgali bir şekilde devam ettiriyor. Resmi olarak Barack Obama’nın da dediği gibi ‘Irak Özgürlük Operasyonu bitti.’ Ama Obama’nın cümlesi şöyle olmalı; ‘Irak’ın kabusu bitti.’ “Çünkü bu işgallerin ve çekilmelerin tek bir anlamı vardır; hiçbir ülkeye hiçbir şekilde istikrar, demokrasi ve özgürlük getirmiyor. Yedi yıldır yarattıkları kabusa son vermek zaten ABD’nin sorumluluğunda. Ama bu sorumluluk askeri değil ekonomik olmalı.” Obama’nın seçim vaatlerinden biri olan “Irak’tan askerlerin geri çekilmesi”nin yerine geldiğini belirten Önen, “Ama askerleri çekerken Irak’ın daha özgür, daha demokratik bir ülke olması için somut program açıklamadı” diye konuştu. ABD’nin Irak’taki petrol şirketlerinin yönetimi üzerinden bölgeye yerleştiğini söyleyen Önen, “ABD, Ortadoğu’ya yerleşmiş bir güç olma amacını gerçekleştirdi” dedi. Askerlerin çekilmesinin Türkiye üzerinde nasıl bir etkisi olacağına ilişkin ise Önen, “Daha önce nasıl bir ilişki sürdürülüyorsa yine benzer bir ilişki olacak. Söylendiği gibi Türkiye’nin orayı işgal etmesi gibi bir durum da olmayacak” ifadesini kullandı. “Irak’ta zaten mevcut şiddet olayları var” diyen Önen, askerlerin boş bıraktığı bölgede muhtemel şiddet olaylarının umulanın çok üzerinde olmayacağını düşündüğünü de sözlerine ekledi.
Vatan – 01.09.2010 – Hrant için soru
Hrant’ın Arkadaşları İnsiyatifi, cinayeti kınayan herkesi, yetkili kurumlara soru sormaya çağırdı.
Hrant’ın Arkadaşları İnsiyatifi, cinayeti kınayan herkesi, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde, yetkili tüm devlet kurumlarına soru sormaya çağırdı
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından başlatılan soruşturmada bugüne kadar atılmamış adımları gündeme getirmek ve yetkililerin harekete geçmesini sağlamak isteyen Hrant’ın Arkadaşları İnsiyatifi, resmi makamlara soru gönderme kampanyası başlatarak herkesi bu kampanyaya katılmaya davet etti.
Dink’in öldürülmesine üzüldüklerini anlatanların yasama ve yürütmeyi ellerinde bulunduranlar olduğunun altını çizen İnsiyatif üyeleri, “Biz, 3 yılı aşkın süredir devam eden Hrant Dink cinayeti davasının takipçileri, bugüne kadar durmaksızın sorular sorduk, taleplerimizi ilettik. Ne Cumhurbaşkanı, ne de hükümet ya da devletten bugüne kadar olumlu bir yanıt aldık. Bugün itibarıyle Hrant’ın arkadaşları olarak Hrant’ın arkadaşlarına çağrımızdır. Bu ülkenin vicdanlı insanlarına çağrımızdır. Yasadan gelen haklarımızı kullanmaya ve Bilgi Edinme Hakkı Yasası kapsamında herkesi Hrant için, adalet için soru sormaya çağırıyoruz. Cumhurbaşkanı’na, Ba∫bakan’a, İçişleri, Dışişleri ve Adalet bakanlarına sorularımız var. Bu sorular, hem Hrant Dink cinayetinin kilit noktalarına dair, hem de sonraki süreçte artık tahammül sınırlarımızı zorlayan devletin yanlış adımlarına dair. Yapacağımız şey çok basit: BİMER, e-posta, faks ya da posta yoluyla, sorularımızı soracağız. Yasalar gereği devletin 15 işgünü içinde bizlere, vatandaşlarına yanıt vermesi gerekiyor. 15 işgünü bitip sorularımızın yanıtlarını alınca bu kez yanıtları paylaşacağız” diye konuştu.
Cinayetini kınayan herkesi, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı, Adalet Bakanı, ve eski İçişleri Bakanı’na soru sormaya çağıran insiyatif, yetkililerin soruları yanıt vermesi için 15 gün bekleyeceklerini ve daha sonra bu sonuçları açıklayacaklarını kaydettiler.
İŞTE O SORULARDAN
Cumhurbaşkanı’na 16 Ağustos 2010 tarihinde “Hrant Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti” demiştiniz.
* Hrant’ın hayatını kaybetmemesi için alınması gereken tedbirler nelerdi?
* Bu tedbirleri almayanlar hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı, yapılması için herhangi bir talimat verdiniz mi?
* Dink’in hayatını kaybetmesinin nedeninin alınmayan tedbirler olduğuna dair bilginizin kaynağı nedir?
* Devlet Denetleme Kurulu’nu Hrant Dink için harekete geçirmeyi düşünüyor musunuz?
Başbakan’a
* Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından yasal süreçler vasıtasıyla elde edilen belge ve bilgilerde MİT’in herhangi bir faaliyetine rastlamamış olmamızın nedeni nedir?
* Ülke genelinde istihbarat toplamaya yetkili bir kurumun bu cinayetle ilgili hiçbir istihbarata ulaşmamış olması mümkün müdür? Ulaşmış ise bu bilgiler nedir? Ulaşmamış ise MİT yetkilileri ile ilgili herhangi bir işlem yaptınız mı? Yaptınız ise nedir? Yapmadıysanız neden?
Dışişleri Bakanı’na
* AİHM savunması için, “Ruhuma birçok krizden ağır geldi, oruçtan bile ağır geldi, içime sindiremedim” dediğiniz savunmayı hazırlayan görevli ile ilgili herhangi bir yasal işlem yaptınız mı? Yaptınız ise nedir? Yapmadıysanız neden?
BİA Haber Merkezi – 01.09.2010 – Hrant’ın Arkadaşları’nın Hükümete Soruları Var!
Hrant’ın Arkadaşları, herkesi Bilgi Edinme Yasası’ndan yararlanarak Dink cinayetiyle ilgili Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri, İçişleri ve Adalet bakanlarına soru yöneltmeye çağırdı. Sorular, devlet neden kayıtsız kaldığına odaklanıyor.
Hrant’ın Arkadaşları, Bilgi Edinme Hakkı kapsamında herkesi Hrant için, Adalet için cumhurbaşkanı , başbakan, içişleri, dışişleri ve adalet bakanına soru göndermeye çağırıyor.
“Vatandaşlık hakkımızı kullanıyor ve soruyoruz”
Hrant Dink cinayetinin “kilit noktaları” ve “üç yıllık yargılama sürecinde tahammül sınırlarını zorlayan devletin yanlış adımları”na dair soruların yanıtları için 15 günlük yasal süre beklenecek, sonuçlar kamuoyuyla paylaşılacak.
Aralarında karikatürist Kemal Gökhan Gürses, dansçı Zeynep Tanbay ve eğitimci Garo Paylan’ın da bulunduğu İnisiyatif üyeleri, bugün Taksim Hill Oteli’ndeki toplantıyla Dink cinayetinin tanıkları, mağdurları ve takipçileri olarak sorulan ancak yanıtlanmayan soruları tekrarlayarak kampanyalarını başlattı.
Cumhurbaşkanı’na sorular
Hrant’ın arkadaşları öncelikle Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den Devlet Denetleme Kurulu’nun Dink cinayetiyle ilgili neden devreye sokulmadığının yanıtını bekliyor.
Cumhurbaşkanı’nın “Hrant Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti” sözleri de “Tedbirlerin olduğu, neden ve kimlerce alınmadığı, almayanlarla ilgili işlem yapılıp yapılmadığı, yapıldıysa sonuçları” üzerinde sorulara kaynaklık ediyor.
Davutoğlu’na
Hrant’ın arkadaşları, Dışişleri Bakanı’ndan Dink ve ailesinin başvurusuyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) süren yargılamada Türkiye’nin savunmasıyla ilgili “ruhuma oruçtan bile ağır geldi, içime sindiremedim” sözleri kaynaklı sorulara yanıt bekliyor.
“Dışişleri’nde savunmayı kimler hazırladı? Hazırlayanlarla ilgili işlem yapıldı mı? Sonuç? Yapılmadıysa neden? AİHM’e gönderilen savunmayı kimler onayladı?”
Başbakana
Hrant’ın arkadaşları Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dan Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) bağlantılı sorulara yanıt bekliyor: “MİT’in Dink cinayetiyle ilgili hiçbir istihbarata ulaşmaması mümkün müdür? Ulaştıysa bu bilgiler nelerdir? ”
Başbakanlık, MİT’in elinde hiçbir bilgi yoksa, MİT yetkilileriyle ilgili işlem yaptı mı? Yapmadıysa neden?
Adalet ve İçişleri bakanlarına
Müfettiş raporlarında Dink cinayetinin önlenememesinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde en alttan en üste görevlleirn sorumlu olduğu yükümlülüklerin yerine getirilmediği, altı polis memuru hakkınd soruşturma gerektiği yönünde görüş belirtiliyor.
Hrant’ın arkadaşları, Adalet Bakanından polisler için soruşturma izni vemeyen Bölge İdare Mahkemesi yargıçlarıyla ilgili işlem yapılıp yapılmadığını, yapıldıysa sonucunu, yapılmadıysa nedenini soruyor.
Hrant’ın arkadaşları, İçişleri Bakanından da altı polis memuruyla ilgili soruşturma açılması yolundaki görüşleri Bölge İdare Mahkemesi’yle uyuşmadığına göre müfettişlerle ilgili soruşturma açılıp açılmadığı, açıldıysa sonucunu, açılmadıysa nedenini öğrenmek istiyor.
BİA Haber Merkezi – 01.09.2010 – İstanbul’da Barış Zinciri: Operasyonlar Dursun, Barış Olsun
1 Eylül Barış Günü nedeniyle İstiklal caddesinde barış zinciri oluşturan bine yakın kişi, “PKK’nin eylemsizlik kararı tarihi bir fırsattır. Devlete ve AKP’ye çağrımız açıktır. Operasyonları durdurun, ölümleri durdurun” dedi.
1 Eylül Barış Günü’nde bine yakın kişi, ele ele tutuşarak İstiklal caddesinde barış zinciri oluşturdu.
Beyoğlu’nda Galatasaray meydanında toplanan aralarında siyasi parti ve oluşum üyesi, savaş karşıtı, vicdani retçi, insan hakları savunucularının olduğu aktivistler, düdük ve davullar eşliğinde “Öldürmeyeceğiz ölmeyeceğiz”, “Hiç kimse asker doğmaz”, “Askere gitme kardeş kanı dökme” sloganları attı.
“Operasyonlar durdurulsun, barış olsun” yazılı afiş açan eylemciler, daha sonra Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti.
“İşgal etme, barış olsun”, “Sarıl kardeşine barış olsun” yazılı önlükler giyen barışseverler, büyük bir gökkuşağı ile beyaz bez ve yazılı “Kadınlar barış istiyor” yazılı dövizler taşıdı.
Meydanda kurulan kürsüden Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Başkanı Sami Evren, şöyle konuştu:
“30 yıldır iç çatışmalar nedeniyle 30 binden fazla insanımızı kaybettik. Artık insanlarımız ölmesin istiyoruz, barış olsun diyoruz. Barışı istemeyenler, elleri tetikte sürekli savaşı kışkırtan politikalar üretiyorlar. PKK’nin eylemsizlik kararı dikkate alınmalıdır. Kılıçdaroğlu’nun genel af sözünü destekliyoruz. Başbakan da artık bunu siyaset malzemesi yapmasın.”
Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) Başkan Yardımcısı, eski İHD Başkanı Yusuf Alataş Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye’nin dünya barışını sağlayacağı” yönündeki ifadelerine gönderme yaparak “Kendi evinde barışı sağlayamayanların dünyada barışı sağlamak gibi bir hakkı yoktur. 30 yıldır süren bu yakıcı savaşta halklar savaştırılmak isteniyor. Bizler buna hayır diyoruz” diye konuştu.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan ise şunları söyledi:
“Birleşmiş Milletler barış getirmek için kuruldu. Ama bu sistem işe yaramıyor. Büyük devletler bunu engelliyor. Hepimizin barışa ihtiyacı var. Barış; adalet, eşitlik ve özgürlük kadar gereklidir. Artık yeni ölümler istemiyoruz. Yeni ihlaller istemiyoruz. Yakılan, yıkılan köyler istemiyoruz. Tek taraflı çatışmasızlık hali, iki taraflı çatışmasızlık halini alsın istiyoruz.”
Daha sonra İHD İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Sultan Seçik örgütler adına ortak basın açıklamasını okudu:
“Coşkuyla kutlanması gereken bu günü yine buruk bir acı ve endişe içerisinde geçiriyoruz. Türkiye’de de iç barışın olduğu söylenemez.
“Kürt açılımı projesinin içi boş çıktı. Gerekli adımların atılmaması, Kürt kurumlarına ve seçilmiş Kürt temsilcilerine yönelik saldırı ve operasyonlar, söylenenlerin aksine artırıldı.
“PKK’nin eylemsizlik kararı tarihi bir fırsattır. Bu karar, devlet ve AKP tarafından operasyonların sona erdirilmesi, eylemsizliğin kalıcı bir ateşkese ve barışa evrilmesi olarak cevaplandırılmalıdır. Devlete ve AKP hükümetine çağrımız açıktır: Operasyonları durdurun. Ölümleri durdurun.”
Eyleme katılanlar arasında BDP İstanbul İl Başkanı Mustafa Avcı, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Abdülbaki Boğa, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan (Küresel BAK) Yıldız Önen, 78’liler Girişiminden Nimet Tanrıkulu ve Celalettin Canile Jülide Kural, Yusuf Çetin, Nur Sürer gibi sanatçılar da vardı.
Eyleme katılan örgütler şöyle:
İHD, 78’liler Girişimi, Barış için Vicdani Ret Girişimi, Türkiye Barış Meclisi, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Adalı Kültür Merkezi, Barış Anneleri İnisiyatifi, Barış için Sanat Girişimi, Genç Siviller, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De, LAMBDA İstanbul, MKM, BDP, DBH, ESP, DSİP, EDP, EHP, SDP, SP DÖH, Yeşiller Partisi, TÖP, SES Şişli Şubesi, KESK Şubeler Platformu.
Marksist.org – 01.09.2010 – İstanbul’da barışın sesi yükseltildi
1 Eylül’de barış yanlısı bir çok örgüt, kampanya ve partinin çağrısıyla İstanbul’da yapılan “Operasyonlar durdurulsun, barış olsun” eylemine yüzlerce savaş karşıtı katıldı. Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümü talebiyle Galatasaray’dan Taksim’e uzanan insan zincirinde anti-militarist sloganlar öne çıktı.
İstanbul’da 1 Eylül akşamı saat 19.00’da Galatasaray Meydanı’nda barış şenliği vardı. Davullar ve ritmler eşliğinde atılan “Savaşa hayır, barış hemen şimdi!” sloganıyla başlayan eylemde dev bir gökkuşağı bayrağı taşındı. Beyaz tişörtlerin üzerine yapşıtırılan dev çıkartmalarda “Operasyonları durdurun” sloganı yazıyordu. Savaşa ve işgale karşı ses çıkartan savaş karşıtları İstiklal Caddesi boyunca el ele tutuşarak sonu Taksim’e ulaşan barış zincirini ördü.
Beyoğlu yüzlerce savaş karşıtı tarafından atılan ve çevredekiler tarafından alkışlarla desteklenen “Sustur sustur savaşın sesini sustur, yüksekl yükselt barışını sesini yükselt”, “Dengi bi de deng gen bi de aşitiye”, “Yaşasın hakların kardeşliği”, “Biji bıratiya gelan”, “Öz-öz-özgürlük Kürt halkına özgürlük” sloganlarını attı. Davullar eşliğinde “Barışalım yeter” şarkısını söyleyen topluluk “Askere gitme kardeş kanı dökme”, “Öldürmiycez ölmiycez kimsenin askeri olmıycaz” ve “Hiç kimse asker doğmaz” sloganlarını yumrukları havada zıplayarak attı.
Araların DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan, KESK Genel Başkanı Sami Evren ve BDP İstanbul İl Başkanı Mustafa Avcı’nın bulunduğu çok sayıda örgüt, kampanya ve parti temsilcisi de Taksim’e yürüdü. Yürüyüş boyunca en önde imzasız “Operasyonları durdurun” yazılı beyaz pankart taşındı.
Etkin Haber Ajansı – 01.09.2010 – İstanbul’da 3 bin kişilik barış zinciri
İnsan hakları savunucuları, savaş karşıtları, barış anneleri, vicdani retçiler, siyasi parti üyeleri, 1 Eylül Dünya Barış gününde İstanbul Taksim’de buluştu. Barış zinciri oluşturan binlerce kişi, operasyonların durmasını ve bütün halkları kucaklayan demokratik bir anayasa istedi.
Operasyonlar durdurulsun, barış olsun 24
Taksim, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde binlerce “barış” sesine sahne oldu. 3 bin kişinin katıldığı yürüyüşte savaşa isyan ve barış için mücadele kararlığı vardı.
Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen İHD, ESP, KESK, Barış için Vicdani Ret Platformu, Barış Anneleri İnisiyatifi, SDP, TÖP’ün de aralarında olduğu yaklaşık 30 kurum, “Operasyonlar durdurulsun, barış olsun” yazılı pankart açtı. “İşgal etme, barış olsun”, “Sarıl kardeşine barış olsun”, “Askere gitme barış olsun” yazılı önlükler giyen 3 bini aşkın kişi, ellerinde dünya halklarını temsil eden büyük bir gökkuşağı ile beyaz bez taşıdı.
Tek sıra halinde el ele tutuşarak barış zinciri oluşturan binlerce kişi, “Savaşa hayır barış hemen şimdi”, “Askere gitme kardeş kanı dökme”, “Ölmek öldürmek istemiyoruz”, “Öz Öz Özgürlük, Kürt halkına özgürlük” sloganları eşliğinde, davul ve düdüklerle İstiklal Caddesi boyunca barışın sesini yükseltti.
‘BU ANAYASA HALKINA SAVAŞ AÇMIŞTIR’
Taksim Meydanı’nda ilk sözü alan KESK Genel Başkanı Sami Evren, savaşın açlık, yoksulluk ve ölüm olduğunu söyledi. Evren, şöyle konuştu: “Dünya halkları yıllardır bu acıyı hep hissettiler. Emperyalist güçler dünya barışını her zaman bozdular. Tabii ki Türkiye savaştan en çok etkilenen milletler arasındadır. Son 30 yıldır ülkemizde iç çatışmalar nedeniyle 30 binden fazla insanımızı kaybettik. Ve artık biz bu ülkede insanlarımız ölmesin diyoruz. Artık bu ülkede barış olsun diyoruz.”
Savaş kışkırtıcıları ve barış düşmanlarının silahlarını ellerinden bırakmadıklarını ifade eden Evren, PKK’nin 20 Eylül’e kadar ilan ettiği çatışmasızlık kararının doğru değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. KESK Başkanı, “Artık çatışmaların olmaması; askerlerin, Kürk gençlerinin ölmemesi için Türkiye halkları barış istiyor. Artık anayasa tamamen değişmelidir. Mevcut anayasa kendi halkıyla barışık değildir. Kürtleri yok sayan, Alevileri yok sayan bir anayasa halkına savaş açmış demektir. Bu nedenle yapılması gereken açık ve nettir. Silahların susması için gerçek barışın inşası için eşit yurttaşlık temelinde iyi bir anaya yapılmalıdır” diye konuştu.
‘İNSANLAR ÖLMEYE-ÖLDÜRMEYE ZORLANIYOR’
Taksim’de kurumlar adına ortak açıklamayı okuyan İHD İstanbul Şube Yönetim Kurulu Üyesi Sultan Seçik, “Coşkuyla kutlanması gereken bu günü yine buruk bir acı ve endişe içerisinde geçiriyoruz” dedi. Seçik, 1 Eylül’ün Dünya Barış Günü ilan edilmesinden bu yana ne dünya da ne de Türkiye’de adalete dayanan kalıcı bir barışın sağlanamadığını söyledi.
Savaşın, ölümlerin yanı sıra, sakatlıklar, göç, kadın ve çocukların tecavüze uğramasını getirdiğini belirten Seçik, insanların egemenler eliyle savaşmaya, öldürmeye ve ölmeye zorlandığını kaydetti.
Sultan Seçik, “Türkiye’de de iç barışın olduğu söylenemez” dedi ve çatışma ortamının yarattığı sonuçlara dikkat çekti: “30 binden fazla insanın yaşamını yitirmesine, 4 binden fazla yerleşim yerinin boşaltılmasına ve ormanlık alanların tahrip edilmesine, yaklaşık 3 milyon insanın kendi ülkesinde mülteci konumuna düşmesine yol açmıştır. 1990-2008 arasında, 2038 kişi yargısız olarak infaz edilmiş, 709 kişi gözaltı merkezlerinde ve cezaevlerinde öldürülmüştür.”
2009 yılı 1 Eylül’üne ‘Kürt açılımı’ ile girildiğini hatırlatan Seçik, “Ancak projenin içi boş çıkmıştır. Demokratik ve adil bir sürecin ezilen halklar nezdinde işletilmemesi, gerekli adımların atılmaması, Kürt kurumlarına ve seçilmiş Kürt temsilcilerine yönelik saldırı ve operasyonlar, söylenenlerin aksine artırılmıştır” dedi.
İHD yöneticisi, PKK’nin aldığı eylemsizlik kararının tarihi bir fırsat olduğunu vurguladı, “2010 1 Eylül’ünün Türkiye’de barışın yıl dönümü olmasına her zamankinden daha yakınız. Bu karar, devlet ve AKP tarafından operasyonların sona erdirilmesi, eylemsizliğin kalıcı bir ateşkese ve barışa evrilmesi olarak cevaplandırılmalıdır. Devlete ve AKP hükümetine çağrımız açıktır: Operasyonları durdurun. Ölümleri durdurun” dedi.
Seçik, bugün Türkiye’de barışı talep etmenin, Türkiye’nin çocuklarına bir gelecek talep etmek, kadınların acılarının, ağıtlarının son bulmasını talep etmek, insanlar için ekmek istemek, insanca bir yaşam istemek anlamına geleceğini kaydetti.
‘DEMOKRATİK BİR ANAYASA İLE KALICI BARIŞ İSTİYORUZ’
İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan da burada yaşanan coşkunun insanların barışa ne kadar ihtiyacı olduğunu gösterdiğini söyledi. “Şuan dünyanın içinde bulunduğu sistem barıştan uzak bir sistem” diyen Türkdoğan, BM’nin barışı getirmek için kurulduğunu ancak bu sistemin işlemediğini söyledi.
Öztürk Türkdoğan, şöyle konuştu: “Barış adalet kadar, eşitlik kadar, özgürlük kadar gereklidir. Adalet isteyenler niçin barış istemiyorsunuz? Özgürlük isteyenler niçin barış istemiyorsunuz? Bu dördü yan yana olursa bir anlam ifade edebilir. Nitekim biz onurlu insanlar barışı isteyeceğiz. Ve kalıcı hale gelmesini sağlayacağız. Artık yeni ölümler istemiyoruz. Yeni ihlaller istemiyoruz. Coğrafyamızın tahrip edilmesini istemiyoruz. Yakılan, yıkılan köyler istemiyoruz. Biz kalıcı bir çatışmasızlık ortamında yeni demokratik bir anayasa ile kalıcı barış istiyoruz.”
BİA Haber Merkezi – 03.09.2010 / Semra PELEK – ABD Irak’taki Ağır Silahları İçin Türkiye’yle Pazarlıkta
Küresel BAK’tan Dalay, ABD ve Türkiye Genelkurmay başkanlarının görüşmesiyle ilgili, “Amerika ağır silahlarını Türkiye’den geçirmek için pazarlık yapıyor” dedi; ABD’nin Irak’ta işlediği suçlardan yargılanması için “Hesap Ver!” kampanyası başlatacaklarını söyledi.
“Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) yeni savaş odağı kaynaklarına sahip olmak istediği Afganistan, Türkiye’de buna alet ediliyor. ABD İncirlik Üssü ile Türkiye karayollarından tank ve tüfeklerini Afganistan’a geçirmek için Türkiye ile çok ince pazarlıklar yapıyor.”
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) aktivisti Nilüfer Uğur Dalay, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Genelkurmay Başkanı Oramiral Michael Mullen’ın, Ankara’da, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Işık Koşaner ile görüşmesini böyle yorumluyor.
Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Selçuk Ünal’ın yaptığı basın açıklamasına göre Mullen, Türkiye’den Irak’ta bulunan silahsız teknik malzeme geçişi konusunda talepte bulundu.
Sadece insanı transfere izin var
Bianet’e konuşan Dalay “Bu talepler yeni değil” diyerek, şunları söyledi:
“ABD Irak’tan çekilmeye karar verdiği andan itibaren Türkiye ile görüşmelerini sürdürüyor. ABD, lojistik destek üssü olan İncirlik Üssü’nü Irak’tan çekilirken kullanmak istiyor. Türk hükümetinin çıkardığı mevcut kararname sadece insani transferlere izin veriyor; bizim bilebildiğimiz kadarıyla askeri teçhizatın Türkiye üzerinden geçişine izin verilmiyordu. Ama 23 Haziran’da, yenilenen kararnamede ne tür kararlar alındı, nelere izin veriliyor, gizli tutulduğu için bilmiyoruz. Mullen ve Koşaner’in görüşmesi bununla ilgili olabilir diye düşünüyoruz.”
Dalay, Irak’ta halen 50 bin ABD askerinin bulunduğunu, ABD Başkanı Barack Obama’nın açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla, ABD’nin kaynaklarına sahip olmak için yeni savaş alanı olarak seçtiği Afganistan’a bu askerlerin kaydırılmak istendiğini söylüyor.
“Pazarlığın iki unsuru var. Askerlerin, ağır silahların ve askerlerin yaşamlarını sürdürmek için kullandığı eşyaların İncirlik Üssü’nden hava yoluyla ve Türkiye’nin karayollarından Afganistan’a sevki.”
Küresel BAK “Hesap ver” kampanyası başlatıyor
Küresel BAK’ın ABD’nin Irak’tan çekilmesiyle ilgili “Hesap Ver” kampanyası başlatacağını anlatan Dalay, kampanyanın gerekçesini şöyle anlattı:
“Irak’ta bir milyona yakın insanın öldüğü birçok raporda açıklandı. Ülkenin altyapısı tamamen çöktü. Çocukların ve kadınların yaşam şartları çok kötüleşti. Bu arada bir sürü ABD’li ve tabii Türkiyeli şirketler zengin oldu. Şimdi Amerika, ‘askerimizi çekiyoruz, Irak’a demokrasi getirdik’ diyerek bu insanlık suçundan kurtulamaz; savaş suçları mahkemesinde ve insan hakları mahkemelerinde yargılanması gerekiyor. ABD, Irak’ta arkasında bıraktığı enkazın hesabından kurtulamaz, kurtulmamalı.”
Dalay 8-9 Ekim’in Afganistan’ın işgalinin dokuzuncu yıldönümü olduğunu da hatırlatarak, Küresel BAK olarak, işgali kınayan bir basın açıklaması yapacaklarını duyurdu.
Turnusol – 13.09.2010 / Bülent Aydın – Hrant Dink Parkı açıldı
Kınalıada sahilindeki çocuk parkının adı ‘Gazeteci Hrant Dink Çocuk Parkı’ oldu. Açılış törenine Adalılar, Hrant Dink’in arkadaşları ve Rakel Dink de katıldı.
Kendisi de bir Kınalıada sakini olan Hrant Dink’in adının bir sokağa ya da mahalleye verilmesi fikri, Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu’nun önergesiyle gündeme gelmiş ve meclis üyeleri desteklemişti. Tüm isim değişikliklerinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin onayından geçmesi gerektiğinden Dink’in adının isimsiz bir bölgeye verilmesi kararlaştırıldı. Bunun üzerine Kınalıada sahilindeki Balıkçılar Kooperatifi’nin karşısındaki çocuk parkı gündeme geldi.
Parkın ‘Gazeteci Hrant Dink Çocuk Parkı’ ismiyle açılış töreni, Adalar ve İstanbul’dan gelen kalabalık bir katılımla 11 Eylül Cumartesi saat 13.30’da başladı.
HERMON: ‘TOPU ALİ’DEN ALDIK, AGOP’A ATIYORUZ’
Önce Adalar Belediye Başkanlığı Kültür danışmanı Rafi Herman bir konuşma yaptı: “Hrant Dink’in de bir yazısına konu ettiği gibi, yıllardır bu ülkenin bütün ders ve çocuk kitaplarında Ali, topu Ahmet’e at, Ahmet topu Ali’ye at denildi. Bir türlü topu Garo’ya, Agop’a at’ diye alışkanlığımız olmadı…”
Herman, sözlerine şöyle devam etti: “Adalar Belediye Başkanı Dr. Mustafa Farsakoğlu’nun önerisi ve tüm meclis üyelerinin işbirliğiyle bugün burada yaptığımız anlamlı açılışla şimdi hep beraber, topu Agop’tan aldık, Ali’ye atıyoruz. Topu Adalardan aldık. Hrant’a atıyoruz, maalesef kendi yokluğunda. Onun Adalar’a karşı büyük sevgisi, çocuklara karşı da özel bir sevgisi ve hassasiyeti vardı…”
RAGIP ZARAKOLU: ‘HENÜZ DÜŞTÜĞÜ YERDEN KALDIRAMADIK’
Daha sonra Hrant Dink’in arkadaşlarından Ragıp Zarakolu bir konuşma yaptı. Açılış töreni için parkın girişine asılan Serap Çota’nın tablosunu işaret eden Zarakolu “Keşke Hrant bugün aramızda olsaydı ve teknesinde denizden balık çektiği şu tabloda olduğu gibi sevinçli ve neşeli görebilseydik onu” sözleriyle başladığı konuşmasında şöyle dedi:
“Değerli dostlar, bu vesileyle Hrant Dink’in nasıl yok edildiğini hatırlayalım. Ona ne olduğunu hiç unutmayalım ve bir daha asla diyelim. Onu öldürenlerin yargılandığı davayı izliyoruz. Sözde yargı onun anısını ve hepimizi yargılayan bir süreç olarak sürüyor. Sözde yargı ilerlemedikçe biz Hrant’ı düştüğü yerden kaldıramayacağız…”
Ardından bir konuşma yapan Adalı şair Ataol Behramoğlu, Hrant Dink ile sadece bir kez görüştüğünü belirterek, onun kendisine saldıran şoven çevrelere karşı onurlu ve insanca duruşundan çok etkilendiğini kendisiyle de paylaştığını söyledi. Hrant Dink Çocuk Parkı açılışında bulunmaktan büyük onur duyduğunu söyleyen Behramoğlu, bunu gerçekleştiren Adalar Belediyesini kutladı.
‘ÇOCUKLAR HRANT’IN DÜŞÜNCESİNİ GELECEĞE TAŞISIN’
Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu ise konuşmasında törene katılan herkese teşekkür ederek başladı. Şöyle dedi:
“Bu parkın açılışı vesilesiyle bir acı olayı anmanın ötesinde bir dostumuzu, ada sevdalısını, yürekli ve herkesin gönlünde taht kurmuş bir insanı anıyoruz. Onun üzüntü verici olay sonucu hayatını kaybetmesi, Adalar’da derin bir travmaya neden oldu. Onun gibi değerli insanların isimlerinin Adalar’da yaşatılması gerektiğini düşünüyoruz. Gazeteci Hrant Dink Parkı’nda oynayan çocuklar, onun ideallerini geleceğe taşısın diye onun adını veriyoruz. Biz Adalılar, burada birarada yaşıyor olmlaktan çok mutluyuz. Farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak görüyoruz. Ayrışma ve ötekileştirme düşünceleri asla taşımadık. Hrant Dink en kıymetli insanlarımızdan birisiydi. Onun hatırası önünde saygıyla eğilirken onun düşüncesine daha çok sahip çıkacağımızı belirtmek isterim…” RAKEL DİNK: ‘NE MUTLU DOĞRULUK VE BARIŞ İÇİN MÜCADELE EDENLERE’
Son konuşmayı yapmak için kürsüye davet edilen Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ise şöyle dedi:
“Bu tabelayı her görenin; ister çocuk, ister yetişkin olsun Hrant’a yapılan hakaret ve iftiraları, çektirilen acıları hatırlasın isterim. Bu tabelayı her görenin onun sevdiklerinden ayrılmasını hatırlamalarını isterim. Irkçılığın ve ayrımcılığın onu öldürdüğünü unutmamalarını isterim. Çünkü o zaman ‘o duygulardan’ nefret edecekler. Ona ve bize çektirilen acıları unutmasınlar. Hrant bize, ‘benim tek silahım samimiyetimdir’ demişti. Buraya ismi yazılan o samimi kardeşinizi hatırlayın. Ne mutlu doğruluk ve barış için mücadele edenlere der Tanrı. O öyleydi. Biz de o doğru insanlardan olalım…”
Konuşmaların ardından parkın tabelasını örten örtü Adalar Belediye Başkanı ve Rakel Dink tarafından kaldırılarak açılış alkışlar arasında yapıldı. Bu arada ‘Hrant için adalet için’ sloganları da atıldı.
Açılışa katılanlar arasında, Eşber Yağmurdereli, Gülten Kaya, Ali Topuz, Vecdi Sayar, İpek ve Oral Çalışlar, Nadire ve Tayfun Mater, Kemal Gökhan Gürses, Maral Jefroudi, Garo Paylan, Sibel Ayten ve Erdoğan Usta, Adnan Genç, Hasan Kayım, Yıldız Önen, Şenol Karakaş, Ferdan Ergut, Sezer Duru, Ayda Özlü ve Levent Çevik de vardı.
Güneşli bir sonbahar gününde parkta neşe içinde oynayan çocuklar, tören boyunca oyunlarına ara verip açılışı izlediler. Büyükler dağılırken elele tutuşup oynamaya devam ettiler.
BİA Haber Merkezi – 11.09.2010 / Berivan TAPAN – Kınalıada Sahilinde Artık “Hrant Dink Çocuk Parkı” Var
Hrant Dink’in “yazları sandalında balık tuttuğu” Kınalıada’da, adının verildiği çocuk parkının açılışında Rakel Dink “Bu tabelayı her görenin ister çocuk, ister yetişkin olsun ona yapılan hakaretleri, iftiraları, çektirilen acıları hatırlamasını isterim” dedi.
Öldürülen Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in adı “yazları sandalında balık tuttuğu” Kınalıada’da, sahildeki çocuk parkına verildi.
Park açılışında konuşan Dink’in eşi Rakel Dink, “Bu tabelayı her görenin ister çocuk, ister yetişkin olsun ona yapılan hakaretleri, iftiraları, çektirilen acıları hatırlamasını isterim” dedi.
Resmi adı “Adalar Belediyesi Gazeteci Hrant Dink Parkı” olan parkın açılışına, Rakel Dink’in yanı sıra, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili Ali Topuz, Hatice Farsakoğlu, Başkan danışmanı Agop Sarıyan, Eşber Yağmurdereli, İpek Çalışlar, Oral Çalışlar, Nadire Mater, Tayfun Mater, Bülent Aydın, Feride Akovalı Aydın, Sezer Duru, Ayda Özlü Çevik, Levent Çevik, Yahya Akyel, Sue Marsh Akyel, Yıldız Önen, Gülten Kaya, Maral Jefroudi, Garo Paylan, Adnan Genç, Ferdan Ergut, Serap Güre, Nayat Karaköse, Serpil Çelik gibi siyasetçi, gazeteci ve aktivistler katıldı.
Rafi Hermon Atraks açılışta Hrant’ın “Yahu ders ve çocuk kitaplarında, ‘Ali, topu Ahmet’e at’ deniyor. Ama bir türlü ‘topu Garo’ya at, Agop’a at” demedik” sözlerini hatırlattı.
“Şimdi hep beraber, topu Agop’tan aldık, Ali’ye atıyoruz. Topu adalardan aldık Hrant’a atıyoruz ama maalesef kendi yokluğunda….”
Dink’in yakın dostu ve çalışma arkadaşı yayıncı Ragıp Zarakolu da “Keşke ismi verilmeseydi, keşke anıtı dikilmeseydi de Hrant aramızda olsaydı” diye konuştu.
“Onu hep Kınalıada’da sandalında balık tutan haliyle hatırlamak istiyorum. Onca belge ortaya çıkmasına rağmen hala Hrant’ı elimizden alanlara yönelik sözde yargı ilerleme sağlayamıyor. Böyle oldukça biz Hrant’ı kaldıramayız. Kavgamız devam edecek.”
Şair Ataol Behramoğlu da iktidarın Dink davasında aciz davrandığını söyledi.
“Uydurma çeteleri yaratarak Dink Davası’nda Türkiye bayrağı önünde, sanki o bayrak Hrant’ın da değilmiş gibi, onu kirleterek, fotoğraf çektiren katilleri yargılamaktan aciz bir iktidardır. Burada çocuklar oyun oynarken merak edecekler ve çok utanç verici bir olayı öğrenecekler, bunu da ileri kuşaklara taşıyacaklar.”
Park fikrinin mimarı CHP’li Adalar Belediye Başkanı Mustafa Farsakoğlu da, “Bu acı olayı anmamızın ötesinde,bir dostumuzu, bir ada sevdalısını, yürekli ve herkesin gönlünde taht kurmuş bir insanı anıyoruz. Unutmamamız için, yeni kuşağın onun ismini, neler yapmak istediğini öğrenerek, geleceğe taşımaları için bu parka onun adını verdik” dedi.
Rakel Dink ise parkın açılışının kendisine neler hissettirdiğini anlattı:
“Eşimin doğduğu ve büyüdüğü ülkede ilk defa, küçük de olsa, çocukların parkı olması çok zarif bir düşünce… Bu tabelayı her görenin onun sevdiklerinden ayrılmasını hatırlamalarını isterim. Irkçılığın ve ayrımcılığın onu öldürmelerini unutmamalarını isterim. Çünkü o zaman ‘o duygulardan’ nefret edecekler.”
Gözyaşları içinde dinlenen konuşmaların ardından Dink ve Farsakoğlu alkışlar eşliğinde parkın açılışını gerçekleştirirken katılımcılar, “Hrant İçin Adalet İçin” sloganı attı.
CNN Türk – 14.09.2010 – Rakel Dink: “Tazminatı bağışlayacağız”
Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) başvurularına ilişkin kararının, yarın doğum günü olan eşine bir hediye niteliği taşıdığını belirterek, “Aile olarak mahkeme tarafından uygun görülen manevi tazminatın tamamını bağış olarak 3 kurum arasında paylaştıracağımızı duyurmak istiyoruz” dedi.
Rakel Dink, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin ve Agos Gazetesi çalışanları, Hrant Dink’in öldürüldüğü gazete binasının önüne kırmızı güller ve mumlar bıraktı.
Burada gazetecilere açıklama yapan Rakel Dink, Şubat 2004’ten beri en son AİHM’e gönderilen savunmada da görüldüğü gibi Türkiye toplumunun planlı ve örgütlü bir şekilde Hrant Dink’in Türklüğe hakaret ettiğine, Türk düşmanı olduğuna inandırılmak istendiğini ileri sürdü.
Rakel Dink, “Hrant’ın hayattayken en çok canını acıtan da bu ırkçı yaftanın üzerine yapıştırılmaya çalışılmasıydı. Çünkü o bütün yaşamı boyunca ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadele etti” dedi.
Hrant Dink’in 23 Ocak 2007’deki cenazesinde yüz binlerce insanın, onunla ilgili vicdanının kararını ilan etmesinden sonra AİHM’in bugünkü kararının, onun haklılığının tescili olduğunu vurgulayan Rakel Dink, “Yarın Hrant’ın doğum günü. AİHM’in oy birliğiyle verdiği bu karar, bir doğum günü hediyesi. Aile olarak mahkeme tarafından uygun görülen manevi tazminatın tamamını bağış olarak 3 kurum arasında paylaştıracağımızı duyurmak istiyoruz. Bu tazminat eğitimde kullanılması için Toplum Gönüllüleri Vakfı Hrant Dink Burs Fonuna, Ermeni kültürünün, Ermenice eğitiminin Türkiye’deki devamlılığına destek olması için Getronagan Ermeni Lisesine ve Türkiye’deki Ermenistanlı göçmen çocukların eğitimine destek olması için Gedikpaşa Protestan Kilisesi’ne bağışlanacaktır” şeklinde konuştu.
Eşinin bugünü görmesine engel olunduğunu ifade eden Rakel Dink, şöyle devam etti:
“Öldürülmemiş olsaydı şu anda kesinlikle çok mutlu olurdu. Çünkü ülkesinden ayrılmak istemiyordu. Ama bir o kadar da üzüntülü olduğunu söylerdi Türkiye için. Çünkü her zaman ülkesiyle övünmek isterdi. Bu kararın ardından Türkiye’de hukuki ve siyasi olarak çok şeyin değişeceğine inanmak istiyoruz. Umarız bugüne kadar ifade özgürlüğüyle ilgili veya cinayet soruşturması ve davası sürecinde üzerine düşen hiçbir görevi onun övünebileceği şekilde yerine getirmeyen Türkiye Devleti, bugünden sonra suçluyu aklayan, suçsuzu mahkum eden bu tavrından vazgeçer ve toplumun vicdanına layık bir devlet gibi davranmanın ilk adımlarını atar.”
Turnusol – 14.09.2010 – Türkiye Dink davasında mahkum oldu…
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Türkiye’yi Hrant Dink davasında oybirliğiyle mahkum etti. AİHM, Dink’in yaşam ve ifade özgürlüğü ve mahkemeye etkin başvuru haklarının çiğnendiğini tescil etti. Hrant Dink Dava İzleme İnisiyatifi, kararın sunumu ve tartışılması için basın toplantısı yapıyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 2007 yılında suikast sonucu hayatını kaybeden Agos yayın yönetmeni gazeteci Hrant Dink davasıyla ilgili kararını açıkladı. Mahkeme Türkiye’yi mahkum etti.
AİHM, ölümünden önce Hrant Dink’in ve daha sonra ailesinin yaptığı 5 ayrı başvuruyu ele aldığı davayı ortak bir karara bağladı. AİHM, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin yaşama hakkı, ifade özgürlüğü ve etkili başvuru hakkıyla ilgili maddelerini ihlal ettiğini belirtti.
Ailesi, Hrant Dink’in Türkiye’de yargılanıp mahkum olmasıyla aşırı uçların hedefi haline geldiğini, devlet tarafından korunmadığını ve saldırının faillerinin etkili şekilde soruşturulmadığını söylemişti.
Kararın detayları henüz açıklanmadı. Türkiye, Dink Ailesi’ne toplam 133 bin 595 avro (256 bin 500 TL) ödeyecek.
‘DAVADA TETİKÇİLER VAR, KAMU GÖREVLİLERİ YOK’
Dink ailesinin avukatı Arzu Becerik ise AİHM kararını NTV canlı yayınında şöyle değerlendirdi:
“Bu beklediğimiz bir karardı, özellikle ifade özgürlüğü konusunda. Türkiye’deki hüküm uluslararası kriterlere aykırılık oluşturuyordu. Ayrıca yaşam hakkı konusundaki karar da yine beklediğimiz bir hükümdü. Cinayetten önce kamu görevlilerinin gerekli önlemleri almamış olmaları, gelen istihbaratları yeterince değerlendirmemeleri, sorumlular hakkında gerekli davaların açılamaması gibi unsurlar vardı.
AİHM kararı çok anlaşılır bir şey, İstanbul 14. Ağır Ceza’da görülen davada sadece tetikçiler var, kamu görevlileri yok. AİHM’e biz bunu anlattık ve bu doğrultuda bir karar verdi.
Bundan sonra yürüyen davalar var, o davalarda da bir yanıt alamadık, birçok talebimiz var ve bunlar da karşılanmadı. Yargılama süreci devam ediyor, sona erdiğinde AİHM’e başvuru yapacağız. Sorumlular ve kamu görevlileri yargılanıp ceza alana kadar çabamız sürecek.”
SAVUNMA TEPKİYLE KARŞILANMIŞTI
Hrant Dink’e 301. maddeden verilen cezaya ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM’) Hükümetin gönderdiği savunma basında yer almış ve büyük tepkiyle karşılanmıştı. Savunmada, Hrant Dink’in öldüğü için mağdur sayılamayacağı iddia edilmiş ayrıca Hrant Dink ‘Türklüğü aşağılamak, halkı kışkırtmak ve nefret söyleminde bulunmak’la suçlanmıştı. Bunlarla da yetinilmeyen savunmada, Dink’in cezalandırılmasına emsal olarak Nazi örgüt lideri Alman Kuhnen’in Yahudi soykırımını inkâr ettiği yazısını AİHM’in suçlu bulması gösterilmişti.
Tepkilerin ardından Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, dostane çözüme gidilebileceğini söylemiş, ancak bu gerçekleşmemişti.
Hükümetin yaptığı bu savunmaya tepkisini Taraf gazetesine yolladığı bir yazıyla gösteren Arat Dink, şöyle demişti: “Devlet ve katiller arasındaki benzerlik, savunmalarındaki benzerlikten ibaret değildir. Savunmaların benzerliği, aralarındaki benzerliğin sebebi değil tam tersine sonucudur. Dahası aralarındaki ilişki benzerlikten çok aynılıkla açıklanabilir…”
BASIN AÇIKLAMASI YAPILACAK
Hrant Dink Dava İzleme İnisiyatifi, AİHM’in Hrant Dink davası kararının ayrıntılı olarak sunumu ve tartışılması için bir toplantı gerçekleştiriyor. Basın toplantısı, 15 Eylül Çarşamba Saat: 11.00’de İstanbul Taksim Meydanındaki Taxim Hill Otel’de gerçekleştirilecek.
Dava İzleme İnisiyatifi tarafından AİHM kararıyla ilgili basına verilen bilgi şöyle:
HRANT DİNK DAVASI HAKKINDA BASIN BİLDİRİSİ
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Hrant Dink ile ilgili yapılan başvuruları karara bağladı ve Türkiye’yi mahkûm etti.
Hrant Dink, öldürülmeden önce, o zaman yürürlükte olan Ceza Kanunu, m. 159’da düzenlenen Türklüğe hakaret suçlamasıyla hakkında verilen mahkûmiyet kararı nedeniyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “insan haklarına saygı yükümlülüğü”nü düzenleyen 1. maddesi, “ifade özgürlüğü”nü düzenleyen 10. maddesi ve “âdil yargılanma hakkı”nı düzenleyen 6. maddesinin ihlâl edildiği gerekçesiyle AİHM’ye başvurmuştu.
Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından, cinayet ihtimalini bildiği halde önlemeyen ve Hrant Dink’in korunması konusunda hiçbir önlem almayan İstanbul Emniyet Müdürlüğü, Trabzon Emniyet Müdürlüğü ve Trabzon Jandarma Komutanlığı görevlileri hakkında, 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun uyarınca yürütülen incelemeler sonucunda, hiçbir kamu görevlisi hakkında soruşturma yapılmasına yer olmadığına karar verilmişti. Dink ailesi iç hukuk yollarının tüketilmesinin ardından, AİHS’nin “insan haklarına saygı yükümlülüğü”nü düzenleyen 1. maddesi, “yaşam hakkı”nı düzenleyen 2. maddesi, “âdil yargılanma hakkı”nı düzenleyen 6. maddesi ve soruşturmanın etkili sonuçlar doğuracak bir biçimde yapılmasını düzenleyen “etkili başvuru hakkı”nı düzenleyen 13. maddesinin ihlâl edildiği gerekçesiyle AİHM’ye başvurmuştu.
Aynı şekilde, cinayetin ardından Ogün Samast ile çektirdikleri fotoğrafları basına yansıyan Samsun Emniyet Müdürlüğü ve Jandarma görevlileri hakkında da 4483 sayılı Kanun uyarınca yapılan ön incelemeler sonucunda, hakkında soruşturma yürütülen 23 kamu görevlisinden sadece iki kamu görevlisi hakkında soruşturma izni verilmiş ve dava açılmıştı. Ancak bu iki kamu görevlisi de yapılan yargılama sonucunda beraat etmişti. Dink ailesi, haklarında soruşturma izni verilmeyen 21 polis ve jandarma görevlisi bakımından iç hukuk yolları tükenmiş olduğundan, bu konuda da, AİHS’nin 1, 6, 13 ve “ayrımcılık yasağı”nı düzenleyen 14. maddesinin ihlâl edildiği gerekçesiyle AİHM’ye başvurmuştu.
Hrant Dink’in ölümünden önce, kendisi tarafından, ifade özgürlüğünün ihlâli nedeniyle yapılan başvuru ile Hrant Dink’in öldürülmesinin ardından, Dink ailesi tarafından yapılan başvuruları birleştirerek inceleyen AİHM, 14 Eylül 2010 günü kararını açıkladı.
AİHM, resmi internet sitesi üzerinden açıklanan kararında, Hrant Dink’in yargılanmasına neden olan cümlenin ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğine devletin Hrant Dink’in görüşlerini ifade edebilmesi için gerekli ortamın sağlamadığı gerekçesiyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ve Hrant Dink’in öldürüleceği emniyet birimleri tarafından bilinmesine rağmen yaşam hakkı korunmadığı için yaşam hakkının ihlâl edildiğine; devletin bu cinayeti aydınlatmak konusunda etkili bir soruşturma yürütmediğine oybirliğiyle karar verdi.
AİHM kararında varılan sonuçlar kısaca şöyledir:
“Planlanan suikasttan ve bu suikastın yakın bir zamanda gerçekleştirileceğinden haberdar olan üç makamın hiçbiri, suikastı önlemek için herhangi bir adım atmamıştır. Türk Hükümeti tarafından da vurgulandığı üzere, Fırat Dink’in polis koruması talep etmemiş olduğu kabul edilmektedir. Ne var ki, Dink’in kendisine yönelik suikast planını bilme ihtimali bulunmamaktaydı. Fırat Dink’in yaşamını korumak için eyleme geçmesi gerekenler, bu plandan haberdar olmuş olan Türk makamlarıydı.”
“Mahkeme öncelikle, valilik il idare kurulunun, alt düzey iki görevli dışında, Trabzon jandarma görevlilerine karşı ceza davası açılmasına izin vermeyi reddetmiş olduğunu kaydetmiştir. Alt düzey yetkililer tarafından bilginin iletilmesinin ardından uygun adımları atmaya yetkili yetkililerin bu adımları atmama sebepleri hakkında hiçbir yargısal hüküm verilmemiştir. Bunun yanı sıra, alt düzey yetkililer müfettişlere yalan beyanlarda bulunmaya zorlanmıştır. Bu durum, söz konusu olaylarla ilgili delil toplamak için adımlar atılması ödevine yönelik açık bir ihlal ve sorumlu olanların tespit edilmesi için yürütülen soruşturmanın kapasitesine engel olunması yönünde planlı yürütülen bir işlemdir.”
“Mahkeme, Trabzon jandarması ve İstanbul polisi ile ilgili soruşturmaların yürütme erkine ait resmi görevlilerce yürütülmüş olduğunu ve maktulün yakınlarının bu işlemlere dahil edilmemiş olduğunu gözlemlemiş bulunmaktadır; ki bu durum soruşturmaları zedelemiştir. Bir emniyet müdürünün, sanığın eylemlerini desteklemiş olma şüphesi de ayrıntılı bir soruşturma konusu yapılmamış olduğu görünmektedir.”
“Bu nedenledir ki, Fırat Dink’in yaşamının korunmasında meydana gelen eksikliklere yönelik olarak hiçbir etkili soruşturma yürütülmemiş olduğundan, 2. maddeye yönelik bir ihlal bulunmaktadır (2. maddenin “usuli yönü” ile ilgili olarak).”
“Mahkeme, Fırat Dink’in suç isnat edilen ifadeyi kullandığı yazı dizisinin tamamı incelendiğinde, kendisinin “zehir” olarak tanımladığı şeyin Yargıtay tarafından onandığı üzere “Türk kanı” değil, Ermenilerin “Türk halkına yönelik algısı” ve Ermeni diasporasının Türkiye’nin 1915 olaylarını soykırım olarak tanıması yönünde yürüttüğü kampanyanın saplantılı niteliği olduğunun açıkça gözler önüne serildiği hususunda Yargıtay Başsavcısının görüşünü paylaşmaktadır. Mahkeme, Yargıtay’ın söz konusu ifadeyi yorumlayıp fiili ifadeye Türk kimliği kavramını yükleme biçimini analiz ettikten sonra, Yargıtay’ın aslında Fırat Dink’i, 1915 olaylarının soykırım teşkil ettiği görüşünü inkâr etmesinden ötürü Devlet kurumlarını eleştirdiği için dolaylı olarak cezalandırdığı sonucuna varmıştır.”
“Tarihsel gerçeğin aranmasının ifade özgürlüğünün bölünmez bir parçası olduğunu yinelemiştir. Bu nedenledir ki Mahkeme, Fırat Dink’in Türk kimliğini tahkir etmekten ötürü mahkûmiyetinin herhangi bir “acil toplumsal ihtiyaca” cevap vermediği sonucuna varmıştır.”
“Devlet sadece kişinin ifade özgürlüğüne yönelik herhangi bir müdahaleden kaçınması gerekmekle kalmayıp, aynı zamanda kişinin ifade özgürlüğü hakkını özel şahısların saldırıları da dahil olmak üzere her türlü saldırıdan koruma yönünde bir “pozitif yükümlülük” altındadır. Mahkeme, yetkili makamların Fırat Dink’i aşırı milliyetçi bir gruba mensup kişilerin saldırısına karşı koruyamamasına ilişkin ve ayrıca mahkûmiyet kararının “acil bir toplumsal ihtiyaç” bulunmazken verilmesine ilişkin tespitleri ışığında, Türkiye’nin Fırat Dink’in ifade özgürlüğüne ilişkin “pozitif yükümlülüklerine” riayet etmemiş olduğu sonucuna varmıştır.”
“Yaşam hakkına ilişkin olaylarda, 13. madde sadece uygun hallerde tazminat ödenmesini değil, aynı zamanda sorumluların teşhis edilip cezalandırılmasını sağlamaya muktedir ve ailenin soruşturmaya etkin erişimine imkân veren derin ve etkili bir soruşturma yürütülmesini de gerektirmektedir (bu gereklilik 2. madde tarafından getirilen etkili soruşturma yürütülmesi yükümlülüğünün ötesine geçmektedir). Bu nedenledir ki, başvuruculara tazminat davası gibi teoride var olan diğer hukuk yollarına erişim imkânı verilmemiş olduğundan, somut olayda etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi Mahkeme’nin Sözleşme’nin 2. maddesiyle birlikte ele alındığında 13. maddesine yönelik bir ihlalin de mevcut olduğu tespitine varmasına yol açmıştır.”
BİA Haber Merkezi – 15.09.2010 – Dink Davası AİHM Kararıyla Genişleyecek
Dink ailesi avukatları, AİHM’nin verdiği mahkumiyet kararının Türkiye’deki davayı etkileyeceğini açıkladılar. Avukat Çetin, “Olayda sorumluluğu bulunan MİT, jandarma, polis ve devlet yetkilileri hakkında da soruşturmaların açılması için başvuruda bulunacağız” dedi.
Dink ailesi avukatları, Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de öldürülmesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi “yaşama hakkı”, “ifade özgürlüğü” ve “etkili başvuru hakkı”nı ihlal ettiği gerekçesiyle mahkum ettiği karara ilişkin bugün bir açıklama yaptı.
AİHM kararının Dink davası dosyasına ekleneceğini belirten avukatlar olayda sorumluluğu bulunduğunu düşündükleri MİT, jandarma, polis ve devlet yetkilileri hakkında soruşturmaların açılması için başvuruda bulunacaklarını açıkladı.
Taksim Hill Otel’de düzenlenen toplantıya, avukatlardan Fethiye Çetin ve Arzu Becerik’in yanı sıra Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Turgut Tarhanlı, Bilgi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel İnceoğlu ile Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş katıldı.
Çetin, konuşmasında Dink’in ölümünden önce aldığı tehditlerle ilgili davaya da yansıyan gelişmeleri anımsattı, “AİHM kararı, soruşturmanın seyrini etkilemelidir” dedi.
AİHM kararını bir “fırsat” olarak değerlendiren Çetin, “Dink cinayetine giden taşların döşenmesine kimlerin ve nasıl yardımcı olunduğunun araştırılması gerektiğini” belirtti. Çetin, “Hrant bu kararı görmeyi çok istiyordu ve o karar geldi. Biz bu kararda gördük ki AİHM Hrant’ı da bizim anlattıklarımızı da anlamış” dedi.
“Avcı, bu açıklamalardan kaçınmalıydı”
Bir gazetecinin Hanefi Avcı’nın “Haliç’te Yaşayan Simonlar” kitabında Dink cinayetine ilişkin “Ogün Samast’ın tetikçilik görevi üstlendiği, Trabzon’da yuvalanmış bir gençlik çetesinin bağımsız eylemi sonunda öldürüldüğü” iddiasını nasıl değerlendirdiği sorusuna Çetin, şu yanıtı verdi:
“Avcı’nın emniyet içerisinde önemli bir yerde olduğu düşünülecek olursa büyük olasılıkla kendisinin de kulağına cinayetin bazı aşamaları hakkında bilgiler gelmiştir. Avcı, bu kadar net açıklamalardan kaçınmalıydı.”
Çetin’in ardından söz alan Koptaş da şunları söyledi:
“Hrant bugün 56 yaşına girdi. Bu kararın bizim açımızdan manevi ve siyasi anlamları var. Manevi olarak, Dink, AİHM’ye öldürülmesinden sekiz gün önce başvurmuştu. Kendi alnına çalınan bu kara lekeyi temizlemek istiyordu. Hrant’ın Türk düşmanı, ırkçı olmadığı onayının Avrupa mahkemelerinden geldiği gibi gönül isterdi ki Türk mahkemeleri de böyle bir karar versin.”
“Aynı belgelerle AİHM bu kararı verdi”
Prof. Dr. Tarhanlı da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) üç konuda ihlal edildiğini belirtti. “Bu çok ağır bir sonuç aslında. Bu ağırlığı hissetmemiz gerekir” dedi.
Prof.Dr. İnceoğlu da Türkiye’nin “yaşama hakkı”nı ihlalden mahkûm edilmesinin çok ciddi bir sorun olduğunu söyledi.
Avukat Becerik de AİHM’ye gönderilen tüm belgelerin iç hukukta yürütülen davanın dosyasında da yer aldığını buna karşın iki kararın birbirine taban tabana zıt olduğunu söyledi.
“AİHM, aynı belgelerle bu sonuca varabildi. Biz bunu iç hukuktan da bekliyoruz.”
Milliyet – 15.09.2010 – ‘AİHM Hrant’ın meramını anlamış’
Hrant Dink’in ailesinin avukatı Fethiye Çetin, AİHM’nin Türkiye’yi mahkûm eden kararına ilişkin, “Bu kararda AİHM, Hrant’ın meramını anlamış. AİHM, Hrant’ın 2004’ten beri nasıl hedef gösterildiğini, nasıl cinayetin adım adım hazırlandığını, nasıl medyanın ve yargının burada rol aldığını anlamış” dedi.
Avukatlar ve akademisyenler AİHM kararını yorumladı.
Dink ailesinin avukatları ve akademisyenler dün bir basın toplantısı düzenledi. Avukat Çetin, şunları söyledi:
“Hrant Dink’i, Türk düşmanı olarak lanse ettiler. Hrant, AİHM kararını göremeden aramızdan ayrıldı. AİHM, İstanbul Emniyeti’nin ve jandarmanın kusurlarını anlamış.”
Dink ailesinin AİHM avukatı Arzu Becerik de “AİHM resmin tamamını görebildi. Biz bunların hepsinin iç hukukta yapılmasını istedik. Kamu görevlilerinin yargılanmasını istiyoruz” diye konuştu. Çetin, Hanefi Avcı’nın kitabındaki Dink yorumunun sorulması üzerine, “Avcı bu kadar açık ifadelerden kaçınmalıydı. Çok önemli görevlerde yer aldı. Dink’le, bu uğursuz planla ilgili kulağına bir şeyler de gelmiş olabilir” diye konuştu.
Milliyet – 16.09.2010 – Hrant Dink Ödülü sahiplerini buldu
Ödül töreni Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda yapıldı. Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de verilen Hrant Dink ödülü bu yıl ikinci kez verildi. Lale Mansur’un sunuculuğunu yaptığı gecede Sıla, Kardeş Türküler, Arto Tunç gibi isimler sahne aldı.
Ulusal dalda Türkiye Vicdani Ret Hareketi adına Mehmet Tarhan, uluslararası dalda ise İspanyol Hâkim Baltasar Garzon Real ödüle layık görüldü. Garzon konuşmasında, “Ermeni Soykırımı bugüne kadar haksız olarak inkar edildi ve ediliyor” dedi.
Ödül, her yıl, biri Türkiye ’den biri Türkiye dışından olmak üzere ayrımcılıktan, ırkçılıktan, şiddetten arınmış, daha özgür ve adil bir dünya için çalışan, bu idealler uğruna bireysel risk alan, ezber bozan, barışın dilini kullanan, bunları yaparken, insanlara mücadeleye devam etme yolunda ilham ve umut veren iki kişiye veriliyor.
Zaman – 15.09.2010 – Hrant Dink ödülleri sahiplerini buldu
Hrant Dink Vakfı Ödülü, Hrant Dink’in doğum günü olan 15 Eylül’de İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu´nda gerçekleştirilen törenle sahiplerini buldu. Hrant Dink Ödülleri, “Vicdani Retçiler Hareketi” ile İspanyol Yargıç Baltazar Garzon’a verildi.
Ödül, her yıl biri Türkiye’den diğeri Türkiye dışından olmak üzere iki kişiye veriliyor. Hrant Dink Vakfı tarafından bu yıl ikinci kez verilen ödülün jürisinde, Jüride Adalet Ağaoğlu, Judith Butler, Hasan Cemal, Daniel Cohn-Bendit, Rakel Dink, Alper Görmüş, Amira Hass, Irene Khan ve Boris Navasartian yer aldı. Lale Mansur’un sunuculuğunu yaptığı ve Sıla, Kardeş Türküler, Arto Tunç gibi isimlerin sahne aldığı geceye ayrıca Zeynep Tanbay, Serra Yılmaz, Ufuk Uras, Cengiz Çandar ve Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin de katıldı. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, yaptığı açılış konuşmasında; hafızaları ve vicdanları uyanık tutma adına bu ödüllerin önemini vurguladı. Hrant Dink’in doğum gününü kutlayan ve Agos Gazetesini kurduğu için Dink’e teşekkürlerini ileten Rakel Dink, bugün piyasaya çıkan Hrant kitabının da Hrant Dink için bir hediye olduğunu belirtti.
Basının bir ülke inşasında vazgeçilmez bir rol oynadığının altını çizen Garzon da, “Her devlet vatandaşlarını korumak için her türlü aracı sunmalıdır. Özellikle daha adil, eşit ve özgür bir toplum için. Yargının eylemsizliği ve özgürlüğü en önemli noktalardan birini teşkil eder. Hrant Dink’in soruşturması hepimiz için bir utanç sebebi oldu. İnsanlık tarihi cezasızlık ve suç inkarlarının kural olduğu örneklerle doludur” dedi. Garzon, soykırımın bugüne kadar haksız olarak inkar edildiğini ileri sürdü.
Ödülün onur ve cesaret verici olduğunu belirten Vicdani Retçiler; “Vicdani retçilere, susun vazgeçin, fişlenin ya da bu ülkeyi terkedin deniliyor. Ama biz de Hrant gibi bu ülkeyi terk etmiyoruz. Bu ödülle Hrant’a bir söz vermiş oluyoruz. Borcumuz borç Hrant” şeklinde konuştu.
Zaman – 21.09.2010 / Yıldız Ramazanoğlu – Türkiye’nin ortak vicdan tecrübesi
Yaşanan olaylar gösterdi ki kötülüklerle hiç kimsenin tek başına baş etmesi mümkün değil.Mazlum-Der işbirliği adına içine dahil olduğum ilk çaba. 1990’da kuruluşuna dahil olurken mazlumun ve zalimin kimliğini sormayacağımız düşüncesi cezbetmişti beni. Yönetiminde her zaman dindarlar bulunan ama sinesini herkese açmaya çalışmış bir insan hakları örgütü.
Doğu Konferansı inisiyatifi ise Mart 2003’te daha önce ortak bir çalışma için bir araya gelmesine alışık olmadığımız insanlar tarafından oluşturuldu. ABD’nin Irak’a vahşice saldırması vicdanları derinden sarsmış, farklılıklara hiç aldırmadan ortak bir kalp ve akılla yola çıkmanın bir yolunun bulunabileceğini bu acı olay bize göstermişti. İkinci hedef olarak ilan edilen Şam’a doğru yola çıkan yolcular, Üçüncü Dünyacı ya da Batı karşıtı olmayan, tahakküm edenlerin de tahakküm edilenler kadar tutsak olduğunu bilen, savunmacı dilden çok silkinen bir ruha ihtiyaç olduğunu düşünen insanlardı. Ortadoğu’da iyi bir başlangıçtı yapılan, hareket şimdi daha çok varlığını ve felsefesini Doğudan dergisi çevresinde sürdürüyor.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu da dünyanın sürüklendiği emperyalist şiddete karşı bir cevaptı. Haziran 2003’te tüm dünyada Howard Zinn, Tarık Ali gibi savaş karşıtı, antikapitalist aydınların işgale karşı yayınladıkları bir bildirinin Türkiye’de de imzaya açılmasıyla kuruldu. Küresel BAK bugüne kadar, Türkiye’nin NATO’dan çıkması, İncirlik Üssü’nün kapatılması, Irak ve Afganistan’daki işgallere son verilmesi, Filistin’in özgürleşmesi ve daha birçok başlıkta sayısız eyleme imza attı. İnsanlığın doğal kaynaklarının ve çevrenin korunması için de çaba harcayan, doğa için titizlik gösteren bir birliktelik. Dünyadaki savaş ve sömürü karşıtlarının önemli bir parçası, enternasyonalist bir hareket.
Genç Siviller 2006’da Kürt sorunuyla ilgili bir bildiri yayınlayarak farklı kesimlerden duyarlılık sahibi insanları, özellikle de gençleri bir araya getirdiler. İstanbul, Rize, Konya gibi farklı şehirlerde buluşmalar gerçekleştirdiler. Yeni yaratıcı muhalif bir söylem oluşturmak istiyor, mizahın gücünden çok iyi yararlanıyorlardı. “Genç siviller rahatsız” başlığı çok ses getirdi mesela. Kendilerini bu ülkenin hastanelerinde doğmuş, okullarında okumuş, kimseden ne çok ne de az herkes kadar bu ülkenin sahibi olan, şiddetle uzaktan yakından alakası olmayan, kimsenin üniformasını giymeyen, zihni bedeni esnek ve özgür olabilen, herkesin sadece kendi sorunları hakkında duyarlı ve herkesin sadece kendine demokrat olmasına itiraz eden kimseler olarak tanımlıyorlar. Vicdanlarının peşinden gidiyor, iktidar odaklı değil sivil toplum tabanlı siyasetin anlamlı olduğuna inanıyor, çok büyük hedeflerimiz yok diyorlardı ama soranlara ironiyle ‘iktidara yürüyoruz’ demekten de geri kalmıyorlardı doğrusu.
Yüzleşme Derneği’nin kuruluşu, Cafer Solgun ve arkadaşları tarafından Eylül 2007’de gerçekleştirildi. Geçmişimizle barışmak için çok önemli bir girişim oldu. Daha iyi bir gelecek için yola çıktılar. Kuruluş amaçlarını Goethe’den bir alıntıyla özetlediler: “Geçmişi anlamayanlar onu yeniden yaşamaya mahkum olurlar.” Toplumların vicdanına seslenmek için ne yapmak gerekir, toplum vicdanı nasıl harekete geçirilir, Türkiye’de geçmiş neden bu kadar uzun sürüyor, neden geçmişimiz ebedi bir hapishaneye dönüşerek günümüzü ve geleceğimizi de tutsak etti sorularına cevap arıyorlardı. Gerçekten tüm kurum ve kurallarıyla işleyen, barış ve kardeşlik kültürüyle inşa edilmiş, önyargılardan, milliyetçi bağnazlıktan uzak tam demokratik bir toplum istiyor muyuz diyorlardı. Unutmak, yok saymak, tarihi gündelik çıkarlara ve küçük hesaplara göre kurgulamak, yeni çatışmalar düşmanlıklar yaratıyordu besbelli. Geçmişle yüzleşmek bizi korkutmamalı, yargılayan, mahkum eden, düşmanlaştıran bir süreç olmamalıydı. Amaçları rövanş almak, hesap sormak, kavgaya tutuşmak da değildi. Yüzleşmek bir tür tedavi, onarma ve telafi süreciydi. Kendimizle barışmak, geçmişi ve kendimizi sağlıklı bir şekilde algılamak ve anlamak için cesaret sahibi olmaktı. Bu durumda sadece devleti suçlamak, her şeyi devletten beklemek yerine iğneyi kendimize de batırmalıydık. Derneğin hedeflerinden biri de iade-i itibar idi. Hüseyin Avni Ulaş, İskilipli Atıf Hoca, Sabahattin Ali, gazeteci Musa Anter, Prens Sebahattin ve Çerkes Ethem gibi isimlerin hakikatine eğilmekti.
Henüz Özgür Olmadık bildirisi ise son yılların en dikkat çekici ve heyecan yaratan hareketi oldu. Üç başörtülü üniversite öğrencisi (Hilal Kaplan, Neslihan Akbulut, Havva Yılmaz) Şubat 2008’de bir gece vakti yazmışlardı. Üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakacak anayasa değişikliği maddesi Meclis’ten 411 oyla geçince sevinçten uçmak yerine, yaşlarından beklenmeyecek bir hüzün ve olgunlukla, başka acıları hatırlamışlardı. Neslihan imza için gece beni aradığında büyük bir yankı yapacağını, karşılık bulacağını, vicdanları sarsacağını hissetmiştim ama bu kadarına kim ihtimal verebilirdi ki.
“Üniversite kapısı sert bir şekilde yüzümüze kapatıldığı günden bu yana yaşadığımız acılar bize bir şey öğretti: Gerçek sorunumuz insanların hayatlarına, görünüşlerine, sözlerine, düşüncelerine müdahale edebilme hakkını kendinde gören yasakçı zihniyettir” diye başlıyorlardı söze. Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların, düşünceleri yüzünden yargılananların hakları iade edilmeden, sivil bir anayasa yapılmadan mutlu olmayacaklarını bildiriyorlardı. Peygamberimiz’in “Gökler ve yerler adaletle ayakta durur.” sözleriyle bitiyordu bildiri.
Birbirimize Sahip Çıkıyoruz diyen kadınlar girdi hayatımıza sonra Eylül 2008’de. Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsünü serbest bırakan yasayı geri çevirmesinden ve çevreye psikolojik bir şiddet yayılmasından sonraydı sanırım. Ülkede belli bir kıvama gelen sahip çıkma duygusuyla, değişik mesleklerden, farklı üniversitelerdeki akademisyenlerden, sivil toplum örgütlerinden, sanat dallarından gelen kadınların dayanışmalarını ilan etmelerine gelmişti sıra. “Başörtülü ve başı açık kadınlar olarak birlikte kol kola yürüyemediğimiz kamusal alan bizim kamusal alanımız değildir” cümlesini kurmuşlardı en başta. “Hep birlikte özgür oluncaya kadar birbirimize sahip çıkacağız” başlığını taşıyordu ortak bildiri. “Kadın oldukları için, inandıkları gibi riyasız yaşamak istedikleri için, onlara yıllardır bu ırkçılığa varan ayrımcılığı yaşatanlar bilmeliler ki; farklı inanç, düşünce ve yaşam pratiğinden gelen kadınlar olarak biz onların yanındayız. Birimizin tutsak olduğu yerde hiçbirimiz özgür değiliz, birimizin mahrum olduğu yerde hiçbirimiz sahip olduklarımızla mutlu değiliz.” diyorlardı.
Artık darbelere karşı örgütlenmenin zamanı gelmiş de geçiyordu bile. Darbelere Karşı Yetmiş Adım Koalisyonu (Darbelere Dur De) böyle bir ortamda gelişti ve çok geniş katılımlı mitinglere, yürüyüşlere imza attılar el ele verip. Bu yürüyüşlerde yan yana yürüyen insanların anlatılması ayrı bir yazı konusu.
Barış Meclisi’ni unutmamak lazım. Ocak 2007’de Türkiye Barışını Arıyor konferansıyla çalışmalara başladılar. Onlarca akil adam ülkenin barışına kafa yordu. Yüzlerce sayfalık metinler çıktı ortaya. Daha birçok tecrübeler yaşanıyor adını anamadığım.
Terörle Mücadele Kanunu Mağduru Çocuklar İçin Adalet Çağırıcıları grubunun oluşumu, Mehmet Atak ve Mehmet Ucum gibi insanların cansiperane gayretleri, bizleri bir araya getirmek için sarf ettikleri çaba, durmadan dağılan dikkatimizi konu üzerinde toplamak için gösterdikleri sabır, sarf ettikleri mesai, netice alınıncaya kadar yaptıkları fedakârlık ve izledikleri yöntemler kesinlikle bir tez konusu ve bir sivil toplum örgütlenmesi başarı hikâyesi.
Bu ülkede kardeşlerimiz, yakınlarımız öldürülüyor. Ölüm ortaklığından daha hakiki ne olabilir? Hiçbir ortak şeyi olmadığı sanılanların ortaklığı, hayata yeniden adalet suyu vermek söz konusu olduğunda nasıl da parıldayarak yükseliyor. İnsanlığın ortak vicdanı farklara bakmadan nasıl da bir iyilik salgınında buluşmak istiyor.
BİA Haber Merkezi – 24.10.2010 / Berivan TAPAN – Hakkari Olayının Failleri ‘İyi Çocuklar’; Sorumluları Bulun
Barışın Sesi Susturulamaz İnisiyatifi, Hakkari’de 9 kişinin ölümüyle sonuçlanan mayınlı saldırının faillerinin bulunması için eylem yaptı. “Şemdinli Hakkari failleri besbelli” sloganı atan eylemciler adına konuşan avukat Keskin, “Biz failleri biliyoruz. Her zamanki ‘İyi çocuklar’…” dedi.
Barışın Sesi Susturulamaz İnisiyatifi, Hakkari’de dokuz kişinin ölümüyle sonuçlanan mayınlı saldırının faillerinin bulunması için düzenlediği eylemde, hükümetten faillerin ortaya çıkarılmasını istedi.
Galatasaray Meydanı’nda akşam saatlerinde bir araya gelen eylemciler, burada “Şemdinli Hakkari failleri besbelli” ve “Hakkari katliamı barışın sesini kısamaz” yazılı afişler açtı.
Davul ve düdükler eşliğinde “Muhatapsız çözüm olmaz”, “Savaşa bomba patlatanlara, çocukları öldürenlere hayır”, “Barışın sesini yükselt”, “Kürt halkına özgürlük” sloganları atan, Kürtçe ve Türkçe “Edi Bese”, “Failleri besbelli” yazılı dövizler taşıyan grup daha sonra da Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti.
Keskin: Barışçıl yöntemle bombacılar durdurulur
Burada grup adına basın açıklamasını okuyan Avukat Eren Keskin, şunları söyledi:
“Bugün yürüdük çünkü faillerin, planlayıcı ve tetikçilerin açığa çıkartılmasını istiyoruz. Geçitli Köyü’nde dün 500 kişi de bunu istediği için köylerini terk edip Suriye’ye yerleşmek üzere yola çıktı. Onları Barış ve Demokrasi Partililer (BDP) yetkililer durdurdu.
İnsanlar parçalanmak istemiyor artık. Bebeklerin öldürülmesine tahammül etmek istemiyor. Cinayet işleyenlerin elini kolunu sallayarak yeni cinayetlere hazırlanma fırsatını yakalamasını istemiyor. ‘İyi çocuklar’la daha fazla muhatap olmak istemiyor.
Katiller yakalanıp da yargılanmadığında yaşamlarının büyük bir tehdit altında olduğunu, devletin derinlerinden gelen ‘Tanırım, iyi çocuktur’ tanıklıklarının ise, cinayet işlemeye hazırlananlara güç verdiğini görüyorlar, biliyorlar ve yaşıyorlar.”
Keskin, Kürt sorununun ancak “barışçıl, siyasal ve demokratik yöntemlerle, gerginliği azaltacak, karanlık ruhlu bombacıları durduracak mekanizmalarla çözülebileceğine” işaret etti.
“Failler, ‘İyi Çocuklar”
Geçitli Köyü’nde binlerce faili meçhul dosyaya dokuz ismin daha eklenmesine izin vermeyeceklerini söyleyen Keskin, “Çünkü biz failleri biliyoruz. Şemdinli’ye, kontrgerillaya, Ergenekon’a, darbe planlayıcılarına bakıyoruz ve failleri görüyoruz. Her zamanki iyi çocuklar…” dedi.
Hükümetin kamuoyunu ve Geçitli Köyü’nü rahatlatacak adımlar atmak zorunda olduğunu belirterek, “Kürt sorununun çözümü için daha radikal adımlar atılmalı, sorunun ancak muhataplarıyla diyalogla çözüleceği görülmeli” diyen Keskin, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kürtlerin ulusal varlığının her düzeyde tanınacağı yeni bir yasal, anayasal düzenlemeye gidilmelidir. Geçitli Köyü’ndeki deliller karartılmamalı, bombaları yerleştiren ve patlatanlar derhal açığa çıkartılmalıdır. Hakkari’de patlayan bombanın barışın sesin kısmasına izin vermemek için zaten başka bir yol da yok.”
Birgün – 28.09.2010 – Ceylan Önkol unutulmadı
28 Eylül 2009 tarihinde Şenlik köyünde hayvan otlatmaya giden Ceylan Önkol bir cismin patlaması sonucu hayatını kaybetmişti.
Ceylan’ın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam bir yıl geçerken, Ceylan için bugün İnsan Hakları Derneği (İHD) bir heyet oluşturarak Şenlik köyüne gitti. Heyette Lice Belediye Başkanı Fikriye Aytin ve BDP Lice İlçe Teşkilatı yöneticileri de yer aldı. Köyde Ceylan’ın ailesi ile yapılan sohbet sonrası Ceylan’ın mezarına gidilerek dualar edildi. Anne Saliha Önkol gözyaşlarına hakim olamazken dualar edildi.
İHD Diyarbakır Şube yöneticisi Serdar Çelebi, aradan geçen bir yıla rağmen Önkol’un ölümünden sorumlu olanların henüz tespit edilmediğine dikkat çekerek, “Bölgede birçok çocuk mayın ve benzeri patlayıcılardan hayatını kaybetti. Ama ne yazık ki bunların hiçbirinin faili bulunmadı şimdiye kadar” diyerek faillerin hukuk tarafından korunduğunu iddia etti.
Önkol ve diğer çocukların ölümünden sorumlu olanların bulunmasını beklediklerini belirten Çelebi, söz konusu ölümlerin asıl nedeninin Kürt sorununun çözümsüzlüğü olduğunu dile getirdi ve Kürt sorununun bir an önce barışçıl yöntemlerle çözülmesi gerektiğini kaydetti.
Lice Belediye Başkanı Fikriye Aytin, Ceylan Önkol başta olmak üzere çocukları katleden tüm faillerin bir an evvel bulunmasını istediklerini kaydetti.
Ceylan Önkol’un ağabeyi Rıfat Önkol, “Ceylan’ın ölümünden sonra, biz dedik ki başka analar ağlamasın, başka Ceylanlar ölmesin” diyerek bir yıl içerisinde bölgede çok sayıda çocuğun benzer olaylarda hayatını kaybettiğini ifade etti.
Bu ülkede çocuklar duvarlardaki resimlere bakarak yaşlanıyor
Ceylan Önkol, ölümünün birinci yılında Taksim’de mumlarla anıldı.
Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek, “Ceylan’ın öldüren militarizm, susma militarizmi sorgula” ve “Kaza değil cinayet sorumlular yargılanacak” yazılı pankartlar ile “Ceylan’ın hesabı sorulacak” ve “Em ji bîr nakin” yazılı Ceylan fotoğrafları taşıyan kalabalık grup, Taksim Meydanı’na kadar sloganlarla yürüdü.
Ceylan Önkol İnisiyatifi tarafından organize edilen yürüyüş boyunca, “Ceylan’ın hesabı sorulacak”, “Ceylan’ın katili Ergenekon devleti”, “Sustur sustur savaşın sesini sustur, yükselt yükselt barışın sesini yüksel” ve “Yaşasın halkların kardeşliği” şeklinde sloganlar atıldı.
ARTIK CEYLANLAR ÖLMESİN
Geniş güvenlik önlemlerinin alındığı yürüyüşün ardından Taksim Tranvay Durağı’nda kısa bir süre sessizce oturarak, mumlar yakan eylemciler arasında bulunan Barış Annesi Yıldız Demir, “Yeter artık, biz çok ceylan yitirdik, artık bu kan dursun, bu devlet ne istiyor. Artık barış olsun” diyerek ölümlerin durmasını talep etti.
Ceylan hayatını kaybettiği tarihte Lice’ye giderek, Ceylan’ın ailesini ziyaret eden dans sanatçısı Zeynep Tanbay da yaptığı kısa konuşmada, “Ceylan koyunlarını otlatırken vurup öldürülen bir Kürt çocuğu. O günlerde oraya gittiğimizde, basının, devletin ve yargının sesiz kalması bizi utandırmıştı. Bu gün hala aynı utancı taşıyorum” şeklide konuştu.
KÜRT ÇOCUKLARI DUVARDAKİ RESİMLERE BAKARAK YAŞLANIYOR
Yine Ceylan’ın köyünü ziyaret eden sanatçı İlkay Akkaya da, “Bazı durumlarda hiçbir sözcük yeterli gelmiyor. O zaman ailesini ziyarete gittiğimizde bu günkü gibi bana da hakim olan duygu utanma duygusuydu. Bu ülkede çocuklar duvarlardaki resimlere bakarak yaşlanıyor. Artık Kürt çocukları ölmesin. Bu davanın takipçisi olacağız” diyerek duygularını dile getirdi.
Eylem, yapılan konuşmaların ardından son buldu. Bu arada, Ceylan’ın ağabeyinin yeni doğan çocuğuna Ceylan ismi koyduğu öğrenildi.
Marksist.org – 28.09.2010 – Ceylan Önkol unutulmadı
Lice’de koyun otlatırken bir havan topu mermisiyle parçlanarak öldürülen 14 yaşındaki Ceylan Önkol, ölümünün birinci yıldönümde İstanbul’da anıldı. Savaş karşıtları ve sosyalistler, Galatasaray Meydanı’ndan Taksim’e yürüdü ve orada bir oturma eylemi yaparak Ceylan için adalet istedi.
Ceylan Önkol’un öldürülmesinden bu yana bir yıl geçti. Katilleri yargılanmadı. Önkol ailesinin avukatlarının yaptığı tüm girişimler engellendi. 14 yaşındaki çocuğun yaşamını elinden alan orduya ait havan topunu atanlar hala açığa çıkarılamadı. Ceylan’ın öldürülmesini takip eden bir yıl boyunca 9 Kürt çocuğu daha savaşa kurban edildi.
Ceylan’ın öldürülmesinin ardından Lice’ye ailesini ziyarete giden aydın ve sanatçılar tarafından kurulan Ceylan Önkol İnisiyatifi, devlet cinayetinin birinci yıldönümünde Beyoğlu’nda bir yürüyüş yaptı.
Yürüyüşe geçen yıl Lice’ye giden heyette bulunan sanatçı Zeynep Tanbay, sanatçı İlkay Akkaya, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe sözcüsü Cengiz Alğan ile DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan da katıldı. Devrimci Sosyalist İşçi Partisi, Demokrasi ve Özgürlük Hareketi, Barış ve Demokrasi Partisi üyeleri eylemde yer aldı.
Galatasaray Meydanı’nda buluşan topluluk, üzerinde Türkçe ve Kürtçe “Hesabını soracağız” yazılı Ceylan Önkol resimlerini taşıdı. “Ceylan’ın katili militarizm” pankartını açan savaş karşıtları, Taksim’e doğru yürüyüş boyunca “Ceylan’ın hesabı sorulacak”, “Ceylan’ın katili Ergenekon devleti”, “Barış hemen şimdi”, “Biji aşiti”, “Biji bıratiya gelan” sloganlarını attı.
Topluluk zaman zaman yere oturup “Savaşın sesini sustur, barışın sesini yükselt” sloganlarıyla ayağa kalktı.
Taksim Meydanı’na yürüyen sosyalistler ve savaş karşıtları burada yarım saatlik sessiz oturma eylemi yaptı.
Anma eylemi, Barış Anneleri’nden Yıldız Demir, Ceylan Önkol İnisiyatifi’nden Zeynep Tanbay ve İlkay Akkaya’nın yaptığı konuşmalarla sona erdi. Sosyalistler ve savaş karşıtları Ceylan Önkol cinayetinin sorumlullarının yargılanmasını istedi.
Barış Annesi Yıldız Demir, “Yeter artık, biz çok ceylan yitirdik, artık bu kan dursun, bu devlet ne istiyor. Artık barış olsun” diyerek ölümlerin durmasını talep etti.
Ceylan hayatını kaybettiği tarihte Lice’ye giderek, Ceylan’ın ailesini ziyaret eden dans sanatçısı Zeynep Tanbay da yaptığı konuşmada, “Ceylan koyunlarını otlatırken vurup öldürülen bir Kürt çocuğu. O günlerde oraya gittiğimizde, basının, devletin ve yargının sesiz kalması bizi utandırmıştı. Bu gün hala aynı utancı taşıyorum” dedi.
Yine Ceylan’ın köyünü ziyaret eden sanatçı İlkay Akkaya da, “Bazı durumlarda hiçbir sözcük yeterli gelmiyor. O zaman ailesini ziyarete gittiğimizde bu günkü gibi bana da hakim olan duygu utanma duygusuydu. Bu ülkede çocuklar duvarlardaki resimlere bakarak yaşlanıyor. Artık Kürt çocukları ölmesin. Bu davanın takipçisi olacağız” açıklamasını yaptı.
Atılım – 29.09.2010 – Ceylan için, adalet için
Ceylan Önkol İnisiyatifi, geçen yıl hayvanlarını otlatırken askeriyeye ait ağır silah mermisi ile hayatını kaybeden 14 yaşındaki Ceylan Önkol anısına dün akşam Taksim’de yürüyüş yaptı, adalet için mumlar yakıldı.
Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen inisiyatif üyeleri, “Kaza değil cinayet, sorumlular yargılansın”, “Ceylan’ı öldüren militarizm, susma militarizmi sorgula” pankartlarını açtı. Taksim’de doğru yürüyüşe geçen grup, “Ceylan’ın katili Ergenekon devleti”, “Kürt halkına özgürlük”, “Ceylan’ın hesabı sorulacak” sloganlarını attı.
Yürüyüşün ardından Taksim bir süre sessizce oturma eylemi yapan inisiyatif üyeleri, mumlar yaktı.
Sanatçı Zeynep Tanbay, Ceylan Önkol’un ölümünün ardından bölgeye gittiklerini hatırlattı. Tanbay, “Hem devlet, hem adalet, hem de medya Ceylan’ın ölümünde sessiz kaldı. Bu utancı hala duyuyoruz. Çünkü Ceylan, doğuda katledilen çocukların ne birincisi ne de sonuncusu. Bu yürüyüşümüz sadece Ceylan için değil, katledilen bütün çocuklar içindir. Biz artık bu tür katliamlara son verilmesini istiyoruz” dedi.
Sanatçı İlkay Akkaya da “Ülkemizde, maalesef binlerce çocuk, evlerinin duvarlarındaki fotoğraflarda solmaya terkedildi. Bunun utancını ancak birlikte aşabiliriz. Utanma duygusunu kaybetmemiş olmamız bile kazanım bence. Birlikte yapabileceğimiz çok şey olduğunu düşünüyorum. Davanın nasıl sonuçlanacağına dair bütün süreçlerde müdahil olmalıyız” dedi.
Barış Annesi Yıldız Demir ise “Yeter artık, biz çok Ceylan yitirdik, artık bu kan dursun, bu devlet ne istiyor. Artık barış olsun” diye konuştu.
Adana Live – 02.10.2010 – Nükleer karşıtı alman çift Adanada
Nükleer silahların zararlarına dikkat çekmek için bisikletle Almanyadan yola çıkan Alman çift, Adanaya geldi. Çift, burada düzenledikleri basın toplantısında İncirlik Üssünde de 90 adet nükleer bomba bulunduğunu iddia etti.
Merkezi Japonyada bulunan Barış İçin Belediye Başkanları adlı uluslararası birliğin nükleer silahlara karşı yürüttüğü çalışmalar kapsamında Almanyadan yola çıkan Wolfgang Schlupp-Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çiftinin son durağı İran olacak.
Global Zero Now başlığıyla nükleer silahların zararlarına dikkat çekmek için İrana gitmek üzere Almanyadan bisikletle yola çıkan Wolfgang Schlupp-Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, EDP Adana il binasında basın açıklaması yaptı. Kendi ülkelerinde de nükleer silahlara karşı mücadele verdiklerini belirten Schlupp-Hauck, “Aynı mücadeleyi Türkiyede de verebiliriz. Biz kendi ülkemizde yaptığımız mücadeleyi kazandık” dedi.
Adanada bulunan İncirlik Hava Üssünde Amerika Birleşik Devletlerine ait 90 adet nükleer bomba olduğunu iddia eden Wolfgang Schlupp-Huck, bu verileri uluslararası araştırmalarına dayandırdığını söyledi.
Az sayıda katılımcının izlediği toplantıda konuşan Alman çift, izleyicilerin sorularını cevapladı.
DİHA – 02.10.2010 – Nükleer karşıtı çift İran yolunda
Nükleer silahların zararlarına dikkat çekmek için Almanya’dan bisikletle yola çıkan ve İran’a gitmeyi hedefleyen Wolfgang Schlupp-Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, nükleer silahların olmadığı bir dünya arzu ettiklerini belirtti.
Almanya’dan bisikletle 3 ay önce yola çıkan ve İran’a gitmeyi hedefleyen Wolfgang Schlupp-Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP) Adana İl binasında basın toplantısı düzenledi. Almanya’dan yola çıktıktan sonra Avusturya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan’dan sonra Türkiye’ye geldiklerini belirten çift, İstanbul, Bursa, ardında ise ABD’nin askeri üssünün bulunduğu Adana’ya geldiklerini kaydetti. Adana’nın İncirlik Üssü’nde ABD kaynaklarınca da doğrulanan 90 nükleer bombası bulunduğuna dikkat çeken çift, “Nükleer silahlar kaldırılmalıdır. Bizim tüm çabamız nükleer silahların yasaklanması ve nükleer silahı olmayan bir dünya içindir. Biz istiyoruz ki anlaşamazlıklar şiddetsiz çözülsün. Biz burada dünyanın huzuru ve adil olması için insanlarla neler yapabileceğimizi göstermek istiyoruz. Barışa destek verenlerle bir araya gelmek istiyoruz” şeklinde konuştu.
Çiftin yarın saat 14.00’da, 90 nükleer başlıklı bomba olduğu ifade edilen İncirlik Üssü’ne gidebileceği belirtilerek, tüm duyarlı kesimlere nükleer silahlanmaya karşı çıkmaları çağrısı yapıldı.
Aktif haber – 04.10.2010 – Bisikletli Nükleer Karşıtı 2 Alman Adana’da
NÜKLEER silahların zararlarına dikkat çekmek için bisikletle Almanya’dan yola çıkan Wolfgang Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp- Wick çifti Adana’ya geldi. İncirlik 10’uncü Tanker Üs Komutanlığı’nın bulunduğu İncirlik Mahallesi’nde farklı dillerde ‘Barış’ yazılı pankart açan Almanlar, Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra başıboş köpeklerin saldırısına uğradıkları için bisiklete veda etmek zorunda kaldıklarını, havayolu ile Adana’ya geldiklerini söyledi.
Merkezi Japonya’da bulunan ‘Barış İçin Belediye Başkanları’ adlı uluslararası birliğin nükleer silahlara karşı yürüttüğü çalışmalar kapsamında 80 gün önce Almanya’dan yola çıkıp, Avusturya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye gelen Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp- Wick çifti, İncirlik 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı’nın bulunduğu Adana’nın merkez Sarıçam İlçesi bağlı İncirlik Mahallesi girişinde farklı dillerde ‘Barış’ yazılı pankartı açarak basın açıklaması yaptı.
Tüm atom silahlarının ortadan kaldırılmasına yönelik imzalanan anlaşmanın hayata geçirilmesi ve atom başlıklı silahların dünyadan kaldırılması amacıyla eylem yaptıklarını anlatan Alman çift, Türkiye’de başıboş köpekler yüzünden bisikletten inmek zorunda kaldıklarını ifade etti.
Brigitte Schlupp-Wick, “Türkiye’nin doğası çok güzel olan bir ülke. Ben bu yüzden Türkiye’de bisikletle seyahat etmeyi çok istiyordum. Fakat sınırdan İstanbul’a gelene kadar yolda yığınla, serbest, vahşi köpekle karşılaştık. Çok büyük korku yaşadım. Çok istememe rağmen Türkiye’yi bisikletle turlayamadım” dedi.
Sarıçam Belediyesi’ne ziyaret etmeyi planlayan Alman çift, görüşmelerin ardında İran’a hareket edecek. Alman çift, Adana’dan sonra bisikletle mi yoksa, karayolu veya havayolu ile mi yollarına devam edeceklerine henüz karar vermediklerini kaydetti.
ADANA (İHA) – 05.10.2010 – NÜKLEER SİLAH KARŞITI BİSİKLETLİ ALMAN ÇİFT, SARIÇAM BELEDİYESİNE ZİYARET ETTİ
Nükleer silahların zararlarına dikkat çekmek için bisikletle Almanya’dan yola çıkan Wolfgang Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp- Wick çifti Adana’da Sarıçam Belediyesini ziyaret etti.
Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, merkezi Japonya’da bulunan ‘Barış İçin Belediye Başkanları’ adlı uluslararası birliğin nükleer silahlara karşı yürüttüğü çalışmalar kapsamında 80 gün önce Almanya’dan yola çıktı. Avusturya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye gelen Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, İncirlik 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı’nın bulunduğu Adana’nın merkez Sarıçam ilçesi bağlı İncirlik’e uğradıktan sonra Sarıçam Belediyesini ziyaret ederek Başkan Vekili Ali Acembekiroğlu ile bir süre görüştü.
Alman çift, tüm atom silahlarının ortadan kaldırılmasına yönelik imzalanan anlaşmanın hayata geçirilmesi ve atom başlıklı silahların dünyadan kaldırılması amacıyla bisikletle eylem yaptıklarını anlattı. Alman çift, Türkiye’de başıboş köpekler yüzünden bisikletten inmek zorunda kaldıklarını ifade ederek şunları söyledi:
“Dünyanın önemli üslerinden İncirlik’in bulunduğu Sarıçam Belediyesini ziyaret etmek bizim için çok önemli. Başkanvekili bizi kabul etti. Kendilerinin de savaş karşıtı olması bizi mutlu etti.Tüm insanların nükleer silahlara karşı duyarlı olmasını istiyoruz. Bunun için yola çıktık.”
Sarıçam Belediye Başkan Vekili Ali Acembekiroğlu da tüm dünyanın nükleer silahlara karşı bilinçlenmesi gerektiğini belirterek, bunun için kim öncülük yaparsa yapsın bunu takdir ettiklerini kaydetti. İncirlik üssünün de bir savaş üssü olarak algılanmasını ve kullanılmasının Sarıçamlıları üzdüğünü belirten Acembekiroğlu, “Sarıçam’ın bir savaş üssü ile değil barış üssü ile anılması bizi mutlu eder” diye konuştu.
Yeni Adana – 05.10.2010 – Nükleer karşıtı Alman çift Sarıçam Belediyesi’nde…
Nükleer silahların zararlarına dikkat çekmek için bisikletle Almanya’dan yola çıkan Wolfgang Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp- Wick çifti Adana’da Sarıçam Belediyesini ziyaret etti.
Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, merkezi Japonya’da bulunan ‘Barış İçin Belediye Başkanları’ adlı uluslararası birliğin nükleer silahlara karşı yürüttüğü çalışmalar kapsamında 80 gün önce Almanya’dan yola çıktı. Avusturya, Macaristan, Sırbistan, Bulgaristan üzerinden Türkiye’ye gelen Schlupp- Hauck ve Brigitte Schlupp-Wick çifti, İncirlik 10’uncu Tanker Üs Komutanlığı’nın bulunduğu Adana’nın merkez Sarıçam ilçesi bağlı İncirlik’e uğradıktan sonra Sarıçam Belediyesini ziyaret ederek Başkan Vekili Ali Acembekiroğlu ile bir süre görüştü.
Alman çift, tüm atom silahlarının ortadan kaldırılmasına yönelik imzalanan anlaşmanın hayata geçirilmesi ve atom başlıklı silahların dünyadan kaldırılması amacıyla bisikletle eylem yaptıklarını anlattı. Alman çift, Türkiye’de başıboş köpekler yüzünden bisikletten inmek zorunda kaldıklarını ifade ederek şunları söyledi:
“Dünyanın önemli üslerinden İncirlik’in bulunduğu Sarıçam Belediyesini ziyaret etmek bizim için çok önemli. Başkanvekili bizi kabul etti. Kendilerinin de savaş karşıtı olması bizi mutlu etti.Tüm insanların nükleer silahlara karşı duyarlı olmasını istiyoruz. Bunun için yola çıktık.”
Sarıçam Belediye Başkan Vekili Ali Acembekiroğlu da tüm dünyanın nükleer silahlara karşı bilinçlenmesi gerektiğini belirterek, bunun için kim öncülük yaparsa yapsın bunu takdir ettiklerini kaydetti. İncirlik üssünün de bir savaş üssü olarak algılanmasını ve kullanılmasının Sarıçamlıları üzdüğünü belirten Acembekiroğlu, “Sarıçam’ın bir savaş üssü ile değil barış üssü ile anılması bizi mutlu eder” diye konuştu.
BİA Haber Merkezi – 08 Ekim 2010 – “Rasmussen’i Reddedin; Afganistan’dan Çekilin”
Küresel BAK, hükümetten Türkiye’yi ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in “savaş” taleplerini reddetmesini ve Afganistan’daki 1.800 Türkiyeli askerin geri çekilmesini istedi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), Türkiye’yi ziyaret eden NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’ın taleplerinin reddedilmesini ve NATO’ya bağlı Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü’nün (ISAF) Kabil Merkez Bölge Komutanlığı’nda görevli bin 800 Türkiyeli askerin geri çekilmesini istedi.
Küresel BAK adına Nilüfer Uğur Dalay’ın, Rasmussen’in ziyareti nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, “NATO temsilcilerinin her ziyareti, Türkiye’den yeni talepler demektir. Türkiye ABD ve NATO’nun işgal ettiği Afganistan’a 1.800 asker göndermiştir. Çoğu sivil, on binlerce yoksul Afgan’ı öldüren işgale böylece Türkiye de hükümet eliyle ortak edilmiştir” dendi.
Rasmussen’in ziyaretinde Türkiye’den hangi taleplerde bulunduğunun kamuoyuna açıklanmasını isteyen Dalay, şöyle devam etti:
“NATO’nun ve ABD’nin hiçbir isteğinin karşılanmamasını, hükümetin Afganistan’daki askerleri derhal geri çağırarak Afganistan işgalinin daha uzun bir süre ortağı olmaya son vermesini talep ediyoruz.”
Dalay önümüzdeki ay Lizbon’da yapılacak NATO zirvesi sırasında Küresel BAK aktivistlerinin, Avrupa’daki savaş karşıtları ile birlikte “NATO dağıtılsın!” talebinin dile getirileceği eylemlere katılacağını belirtti.
Erdoğan NATO’ya destek sözü verdi
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, NATO Genel Sekreteri Rasmussen’i kabulünde, Türkiye’nin bir müttefik olarak NATO’ya her türlü desteği vereceğini söyledi.
Afganistan’daki gelişmeleri çok önemsediklerini belirten Erdoğan, “NATO’da devam eden yeni stratejik çalışlalar ve reformlar konusunu önemsiyoruz” dedi.
Rasmussen ise Türkiye’nin özellikle Afganistan’daki eğitim çalışmalarına büyük yarar sağladığını ve bunun devam etmesi gerektiğini belirtti.
Yeşil Gazete – 07.10.2010 – NATO genel sekreteri Rasmussen Ankara’da
NATO genel sekreteri Rasmussen’in Ankara ziyareti üzerine bir açıklama yapan Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) bu ziyaretten önce, Türkiye’nin, Afganistan’da NATO’ya bağlı Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü’nün (ISAF) Kabil Merkez Bölge Komutanlığı 1 yıl daha uzatıldığını hatırlattı. Her NATO ziyaretinin yeni talepler anlamına geldiği ifade edilen açıklamada “Türkiye ABD ve NATO’nun işgal ettiği Afganistan’a 1800 asker göndermiştir. Çoğu sivil, on binlerce yoksul Afgan’ı öldüren işgale böylece Türkiye de hükümet eliyle ortak edilmiştir. Bu yüzden yapılması gereken NATO sekreteriyle yeni görüşmeler değil ABD, NATO ve Türkiye askerlerinin derhal Afganistan’dan geri çekilmesini talep etmektir.” dendi.
Marksist.org – 07.10.2010 – Rasmussen boşuna gelme
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen Türkiye’yi ziyaret ediyor. Ziyaret NATO’nun Türkiye’den bir dizi talebi daha olduğunu gösteriyor. Yeni taleplerin karşılanmaması gerektiği gibi Türkiye, Afganistan’da NATO ve ABD işgalinin ortağı olmaya son vermelidir.
NATO genel sekreterinin hangi taleplerde bulunacağını bilemiyoruz. Ama Türkiye’den NATO adına Afganistan’a giden 1800 askerlik Türk Silahlı Kuvvetleri gücü derhal geri çekilmelidir.
NATO, tehlikeli bir örgüttür. Rasmussen bu tehlikeli örgütün sekreteridir. NATO işgalci bir örgüttür. NATO Genel Sekreteri bu işgalci güç adına Türkiye’den yeni taleplerde bulunacaktır.
Hükümet, zaten Afganistan’a asker göndererek ABD işgalinin ortağı olmuştur. Afganistan’daki uluslararası savaş gücünün komutası daimi olarak Türkiye’ye devredildi. Hükümet ABD’nin ve NATO’nun bir parçası olmaya, savaş politikalarının ortaklığını yapmaya hemen son vermelidir.
Küresel BAK aktivistleri, NATO Genel Sekreteri’nin ziyaretini bugün Ankara’da saat 19.00′da Yüksel Caddesi’nde protesto edecek.
Turnusol – 07.10.2010 – Rasmussen’e tepki: ‘NATO savaş örgütüdür’
NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen’in Türkiye ziyaretini tümüyle gereksiz ve tehlikeli bulduklarını söyleyen savaş karşıtları, ‘küresel savaş örgütü NATO’nun Türkiye’den hangi taleplerde bulunduğunun kamuoyuna açıklanmasını ve Afganistan’daki askerlerin geri çağrılmasını istedi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) tarafından yapılan açıklamada, NATO ve ABD’nin Afganistan’da sürdürdüğü savaş ve işgale vurgu yapılarak, Türkiye’nin de hükümet eliyle bu savaşa ortak edildiğine dikkat çekiliyor. Geçen hafta, NATO’ya bağlı Uluslararası Güvenlik ve Destek Gücü’nün (ISAF) Kabil Merkez Bölge Komutanlığı 1 yıl daha uzatılan Türkiye’nin halen Afganistan’da 1800 askeri var. 18 – 21 Kasım’da Lizbon’da yapılacak zirvede NATO’nun yeni konsepti ilan edilecek. Aynı tarihlerde Lizbon’da toplanacak savaş karşıtları da NATO karşıtı toplantı ve gösteriler gerçekleştirecek.
CNN Türk – 12 Ekim 2010 – Dink’in arkadaşlarından ‘cevap alamadık’ tepkisi
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin dava sürerken “Hrant’ın Arkadaşları Grubu” üyeleri, cinayete ilişkin Cumhurbaşkanlığına, Başbakanlığa, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Adalalet Bakanlığı’na sordukları soruları ve aldıkları cevapları basın mensuplarına açıkladı. 3 yılı aşkın süredir devam eden Hrant Dink cinayeti davasının takipçisi olan ve kendini Hrant Dink’in arkadaşları olarak adlandıran Ümit Kıvanç, Eylem Yılmaz, Anıl Güler Beyoğlu’nda Cezayir Toplantı Salonu’nda ortak basın toplantısı düzenledi.
“Cumhurbaşkanlığı’ndan cevap alamadık”
Basın açıklamasını okuyan Ümit Kıvanç devlet ve hükümet yetkililerine Hrant’ın öldürülmesine ilişkin çeşitli sorular sorduklarını hatırlatarak, “Size sorduklarımızı özetleyecek, aldığımız cevapları aktaracağız. Biliyorsunuz Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ‘Hrant Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti’ demişti. Biz de ona, ‘Bu tedbirler nelerdi?, bunları kimlerin alması gerekiyordu?, alması gerekirken almayanlar hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı, bunun için siz talimat verdiniz mi?’ diye sorduk. Cevap alamadık” şeklinde konuştu. Ümit Kıvanç, “Cumhurbaşkanına ayrıca, Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili olarak Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmeyi düşünüp düşünmediğini, bu kurulun harekete geçmesi için gerekli şartların oluşup oluşmadığını sorduk. Aldığımız cevap şu: ‘Yargı organları Devlet Denetleme Kurulu’nun görev alanı dışındadır.’ Çünkü Hrant Dink davası artık yargının işiydi ve yargı mercilerinin görev alanına giren konularla ilgili dilekçeler incelenmiyordu. Diğer sorularımız da bilmem kaç sayılı kanun kapsamına girmiyordu dolayısıyla bize cevap vermeleri gerekmiyordu. Cumhurbaşkanlığı’ndan aldığımız cevapların belki de en anlamlısı şuydu: ‘Hrant Dink cinayeti yargıya intikal etmiştir.’ Aslına bakarsanız bunu söyledikleri iyi oldu, çünkü biz fark etmemiştik” diye konuştu.
“Dışişleri Bakanlığı’ndan da cevap alamadık”
Ümit Kıvanç, “Dışişleri Bakanlığı’nın AİHM’e gönderdiği savunmayı hatırlıyorsunuz. Dışişleri Bakanına, “Bu savunmayı kimin hazırladığını sorduk. ‘Savunmayı hazırlayana bu görevi kim ne zaman verdi, o metni kimler okudu, kimler onayladı?’ dedik. ‘O savunmayı hazırlayan görevliyle ilgili işlem yaptınız mı, yaptıysanız nedir, yapmadıysanız neden?’ diye sorduk. Bunların hiçbirine cevap alamadık. Bunun yerine, Dışişleri Bakanlığı, o korkunç savunmayla ilgili sorumluluğun sadece kendilerine ait olmadığını söyledi. ‘Adalet ve İçişleri bakanlıklarından alınan bilgilere dayanarak hazırladık’ dediler. Savunmanın hazırlanması konusunda “mevzuata aykırı bir husus olmadığını vurguladılar” açıklamasında bulundu.
“Talebinizi ilgili firmaya şahsen iletmeniz gerekmektedir”
“Hrant Dink cinayeti davası sırasında devletin çeşitli kurumlarından birçok belge geldi gitti” diyen Kıvanç, “Aralarında MİT’ten gelen tek yaprak yoktu. Başbakana, “Bu süreçte MİT’in herhangi bir faaliyetinin izine rastlamayışımız neden?” diye sorduk. ‘MİT’in cinayetle ilgili hiçbir istihbarat kırıntısına ulaşmamış olması mümkün mü?’ dedik. ‘Varsa bu bilgiler nedir, yoksa MİT’le ilgili işlem yaptınız mı? Yapmadıysanız neden?’ diye sorduk. Bu defa aldığımız cevabı aynen aktaracağız. “Başvurunuzda belirttiğiniz kurum özerk konumda olduğundan, Başbakanlıkça yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır. Talebinizi ilgili firmaya şahsen iletmeniz gerekmektedir” şeklinde cevap aldık” diye konuştu.
“Siz zaten bu soruşturmalarda taraf değlsiniz ki, size ne oluyor”
Kıvanç, “Adalet Bakanlığına sorduğumuz ilk soru şuydu: 2004′te başını Ergenekon sanıklarından Levent Temiz’in çektiği bir Ülkücü grubu Agos önünde eylem yapmış, Hrant’a ‘Bundan sonra nefretimizin hedefisin, hedefimizsin’ demişlerdi. Bu, tanımı yasada bulunan bir suçtu. Ve herhangi bir soruşturmanın konusu olmamıştı. Suç oluşturan bu eyleme dair hiçbir yasal işlem yapmayan savcılar hakkında bakanlık bir şey yapmış mıydı? İkinci sorumuzsa, yine İstanbul Emniyeti’nden görevlileri kusurlu bulan müfettiş raporuna rağmen Bölge İdare Mahkemesi’nin polisleri soruşturmadan kurtarmasına ilişkindi. ‘Bu hakimler yasal süreci tıkadı, ne yaptınız?’ diye sorduk. Aldığımız cevapta Adalet Bakanlığı, önce, hakim ve savcılarla ilgili soruşturmaların gizli olduğunu, sade vatandaşa bu konuda bilgi verilemeyeceğini hatırlattı. Sonra, ‘Siz zaten bu soruşturmalarda taraf değilsiniz ki, size ne oluyor!’ dedi” açıklamasında bulundu.
Ümit Kıvanç sözlerine şöyle devam etti:
“Yani devlet bize ne demek istedi, şöyle toparlayabiliriz. Kusura bakmayın, biz henüz ciddiye alınacak bir devlet değiliz. Bir hukuk devleti, hiç değiliz. Kuruluş aşamasındayız. Şu anda henüz, eski cumhurbaşkanımız ve jandarma genel komutanımız acaba kendi resmî görevlilerimiz tarafından mı öldürüldü, bunu araştırıyoruz. Yaklaşık on yedi yıl sonra sizin meselenizle de ilgileneceğiz Allah kısmet ederse.”
“Adalet istiyoruz”
Basın açıklamasının ardından Hrant Dink’in arkadaşları basın mensuplarının soruları yanıtladı. Bir gazetecinin aldığınız bu cevaplardan sonra devletten ve hükümetten umudunuzu kestiniz mi? şeklindeki soruya Ümit Kıvanç, “Şahsen benim umudum yok bu devletten hiçbir zaman. Biz arkadaşı öldürülmüş bir grup insanız. Adalet istiyoruz. Bunu başka kimden isteyebiliriz ki. Yani burada bahsettikleri gibi bir firmaya gidip adalet istemeyemeyiz. Adalet olacaksa bunun sorumlusu devlettir” diye konuştu.
BİA Haber Merkezi – 12 Ekim 2010 – Devlet Hrant Dink Sorularına Yanıt Verdi: Cevap Yok
“Hrant’ın Arkadaşları”, Dink cinayetiyle ilgili devletin bilgi edinme sorularına verdiği yanıtları açıkladı. Başbakanlık MİT’i “özerk bir firma” olarak nitelendiriyor, “Talebinizi ilgili firmaya şahsen iletmeniz gerekmektedir” diyor. Hrant’ın Arkadaşları’ndan Kıvanç, “Devlet bizimle alay ediyor” dedi.
Hrant Dink cinayetinin çözülmesi ve sorumluların yargılanabilmesi için bir bilgi edinme kampanyası başlatan “Hrant’ın Arkadaşları”, Cumhurbaşkanlığına, Adalet, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarına ve Başbakanlığa sorulan sorulara gelen yanıtları paylaştı.
Bugün Cezayir Toplantı Salonu’ndaki toplantıda, Dink’in öldürülmesi, cinayet öncesi ve sonrası ile dava sürecinde yaşananlarla ilgili sorulara verilen yanıtların da yer aldığı basın açıklamasını okuyan Hrant’ın Arkadaşları’ndan Ümit Kıvanç, şunları söyledi:
“Birtakım devlet görevlilerinin neredeyse yolları açan iş makinesi gibi çalıştığı, yargı ve medyanın büyük bir iştahla katıldığı cinayet süreci yetmiyormuş gibi, cinayet sonrasında da bütün resmi görevliler korundu, kollandı, kimse soruşturulmadı, yargılanmadı, cezalandırılmadı. Cinayet davası giderek insan onuruna aykırı sahnelerin art arda sergilendiği bir meşum tiyatroya döndü.”
Kıvanç, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “Hrant Dink gerekli tedbirler alınmadığı için öldü” ifadeleri üzerine “Bunu nereden biliyorsunuz” sorularına “Cumhurbaşkanımız kamuoyunda paylaşılan endişeleri dile getirdiler, nitekim AİHM kararıyla bu endişelerin yersiz olmadığı anlaşıldı” diye yanıt aldıklarını söyledi.
“Size ne oluyor, siz soruşturmanın tarafı mısınız”
Kıvanç, Adalet Bakanlığı’na, Ergenekon sanıklarından Levent Temiz ile birlikte milliyetçi bir grubun 2004′te Agos önündeki eylemde Dink’e “Hedefimizsin” tehditleri üzerine harekete geçmeyen savcılarla ilgili bir işlem yapıp yapmadıklarını da sorduklarını, “Adalet Bakanlığı’nın “Siz zaten bu soruşturmalarda taraf değilsiniz ki size ne oluyor” tonunda bir yanıt verdiğini söyledi.
“O korkunç savunmaya üç bakanlık sahip çıktı”
Dışişleri Bakanlığı’nın AİHM’ye gönderdiği savunmayı kimin hazırladığını, bu görevin kim tarafından, ne zaman verildiğini, kimler tarafından onaylandığını, savunmayı hazırlayan görevliyle ilgili işlem yapılıp yapılmadığıyla ilgili başvurulara ise gelen yanıta dair ise Kıvanç, şöyle konuştu;
“Bunların hiçbirine cevap alamadık. Bunun yerine, Dışişleri Bakanlığı, o korkunç savunmayı, Adalet ve İçişleri Bakanlıklarından alınan bilgilere dayanarak hazırladıklarını söyledi. Bu cevaptan sonra, Hrant’ı yazdığı şeyin tam aksinden ötürü mahkum eden, hiç olmadığı bir şeyle suçlayan, bir Neo-Nazi ile bir tutan iç kaldırıcı savunmaya hükümetin ve devletin toptan sahip çıktığını anlamış olduk.”
MİT bir firma mıdır?
Kıvanç, Başbakana, Dink cinayeti davasında neden MİT’in herhangi bir faaliyetine rastlamadıklarına ilişkin soruya ise, “Başvurunuzda belirttiğiniz kurum özerk konumda olduğundan, Başbakanlıkça yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır. Talebinizi ilgili firmaya şahsen iletmeniz gerekmektedir” diye yanıt verildiğini söyledi.
Toplantıya katılan Zeynep Tanbay, açıklamanın sona ermesinin ardından bilgi edinme hakkının var olmadığının kanıtlandığını söyledi.
Marksist.org – 12 Ekim 2010 – Hrant’ın Arkadaşları’na cevap veren yok
Ermeni olduğu için öldürülen gazeteci Hrant Dink’in arkadaşları 1,5 ay önce İçişleri, Dışişleri ve Adalet Bakanlığı ile Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı’na gönderdikleri soruların “cevaplarını” bir basın toplantısı ile duyurdu. Devlet görevlileri sorulara doyurucu yanıtlar vermek yerine “mevzuata uygun” olarak cevap vermeyi reddetti.
Hrant’ın arkadaşları 1 Eylül 2010′da bir basın toplantısı düzenleyerek bilgi edinme haklarını kullanacaklarını açıklamış ve üç bakanlık ile Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığa bir dizi soru sormuşlardı. Aynı sorular bu makamlara yüzlerce farklı yurttaş tarafından e-mail yoluyla da gönderilmişti. Bugün Cezayir Otel’de bir basın toplantısı düzenleyen Hrant’ın arkadaşları devlet görevlilerinin verdikleri “cevapları” basınla paylaştılar. Basın açıklamasını okuyan Ümit Kıvanç; “Türkiye Cumhuriyeti’nin, vatandaşa bilgi edinme hakkı diye bir hak tanıyan yasaları var; biz de bu yasalardan doğan hakkımızı kullanarak, arkadaşımızın öldürülmesine ve sonrasına dair kaygılarımızı, şüphelerimizi dağıtmak istedik” diyerek gelen cevapları özetledi.
Hrant’ın arkadaşları “Hrant Dink maalesef gerekli tedbirler alınmadığı için hayatını kaybetti” diyen Cumhurbaşkanı’na “Bu tedbirler nelerdi? Bunları kimlerin alması gerekiyordu? Tedbir alması gerekirken almayanlar hakkında herhangi bir işlem yapıldı mı, bunun için siz talimat verdiniz mi?” diye sordur. Cumhurbaşkanlığı’nın cevabı “Cumhurbaşkanımız kamuoyunda paylaşılan endişeleri dile getirdiler, nitekim AİHM kararıyla bu endişelerin yersiz olmadığı anlaşıldı” oldu. Cevap bununla sınırlıydı. Ayrıca Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili Devlet Denetleme Kurulu’nun harekete geçirmeyi düşünüp düşünmediği sorusuna da Cumhurbaşkanlığı topu yargıya atarak kurtulmaya çalıştı: “Hrant Dink cinayeti yargıya intikal etmiştir.”
İçişleri Bakanlığı mülkiye müfettişlerinin suçladığı polislerin bölge idare mahkemesi ve bakanlığın memurları tarafından nasıl soruşturmadan korunduğunu bir kez daha anlattı, sorulara cevap vermedi.Adalet Bakanlığı’na sorulan sorular 2004′de Ergenekon sanıklarından Levent Temiz’in bgaşını çektiği bir grup ülkücünün Agos gazetesi önünde yaptıkları ve “Hrant bundan sonra nefretimizin hedefidir, hedefimizdir” dedikleri eylemle ilgili savıların niçin harekete geçmediği ve polisin soruşturulmaktan neden kurtarılmadığı ve bu savcılar hakkında soruşturma açılıp açılmayacağıydı. Adalet Bakanlığı “hakim ve savcılarla ilgili soruşturmaların gizli olduğunu” hatırlatmakla yetindi. Dışişleri Bakanlığı’na Türkiye’nin AİHM’e verdiği Hrant’ı bir neo-nazi ile bir tutan iğrenç savunma hatırlatıldı ve Dışişleri Bakanı’na “O savunmayı hazırlayan görevliyle ilgili işlem yaptınız mı, yaptıysanız nedir, yapmadıysanız neden?” diye soruldu. Dışişleri Bakanlığı bu sorulara cevap vermedi sadece tek sorumlunun kendisi olmadığını vurulamak istercesine savunmanın “Adalet ve İçişleri bakanlıklarından alınan bilgilere dayanarak hazırlandığını” söylemekle yetindi.
Başbakanlık’tan verilen cevap ise cevapların en trajik olanıydı.
Başbakanlığa “Bu süreçte MİT’in herhangi bir faaliyetinin izine rastlamayışımız neden?” diye sorulmuştu. Alınan cevap ise “Başvurunuzda belirttiğiniz kurumözerk konumda olduğundan, Başbakanlıkça yapılacak herhangi bir işlem bulunmamaktadır. Talebinizi ilgili firmaya şahsen iletmeniz gerekmektedir.”
BİA Haber Merkezi – 25 Ekim 2010 – “Dink Davası Adaletin Mihenk Taşıdır”
Hrant’ın Arkadaşları, AİHM’nin Türkiye’yi mahkum etmesinden sonraki ilk duruşmadan önce, devlet yetkililerini uyardı: “Cevap vermezseniz, hesap verirsiniz.” Dink için adalet nöbeti tutanlar arasında BDP milletvekilleri Aysel Tuğluk, Ahmet Türk ve Akın Birdal da vardı.
Agos Gazetesi Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007′de katlinden dolayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye’yi “yaşama hakkı”, “ifade özgürlüğü” ve “etkili başvuru hakkı”nı ihlal ettiği gerekçesiyle tazminata mahkum etmesinin ardından bugün ilk duruşma yapılıyor.
Beşiktaş Meydanında bir araya gelen Hrant’ın Arkadaşları ile aralarında siyasi parti, sivil toplum örgütü temsilcileri ve insan hakları savunucularının da bulunduğu yüzü aşkın kişi, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Hrant’ın katili Ergenekon devleti” sloganları attı.
Hrant için adalet nöbeti tutan isimler arasında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) eski genel başkanı Ahmet Türk, milletvekilleri Aysel Tuğluk ve Akın Birdal’ın yanı sıra Ahmet İnsel, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Kürkçü, Nadire Mater, Hakan Tahmaz, Barış Pirhasanoğlu, Nur Sürer, Gençay Gürsoy, Doğan Tarkan, Tayfun Mater, Zeynep Tanbay, Nemciye Alpay, Erol Kızılelma, Mehmet Atak, Emine Ocak, “İşimizi geri istiyoruz, 4-C’ye hayır” yazılı önlükleriyle İzmir TEKEL işçileri, siyasi parti temsilcileri, gazeteci, akademisyen ve sanatçılar da vardı.
Grup adına basın açıklamasını okuyan oyuncu Settar Tanrıöver, “Cevap vermezseniz, hesap verirsiniz” dedi.
Tanrıöver, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Devlet, bir türlü yapılmayan soruşturmalar, açılmayan davalar, sorgulanmayan, yargılanmayan görevlilerle ilgili sorularımıza bir tek doğru dürüst cevap vermedi. Cevap niyetine söylediklerinin özeti şuydu; ‘Biz ciddiye alınacak bir hukuk devleti değiliz, arkadaşınızın öldürülmesiyle ve sonrasındaki soruşturma rezaletleriyle ilgili edebileceğimiz tek laf yok.’
‘Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili soruşturmalarda, mahkemede, niye MİT’ten gelen tek satır bilgi yok?’ diye sormuştuk. Başbakanlık bize ’sözünü ettiğiniz kurum özerk, biz bir şey yapamayız’ ve ‘talebinizi ilgili firmaya şahsen iletin’ demişti. Biz bu rezaleti kamuoyuna açıkladıktan sonra Başbakanlıktan ‘yanlışlık oldu, kusura bakmayın’ yazan ikinci bir mektup aldık. Meğerse sorumuzu MİT müsteşarlığına iletmişler.
“Darbeciler de hesap vermeyeceklerini sanıyorlardı
Hatırlatmanın yeridir; bugün cevap vermeyenler er ya da geç hesap verecektir. Darbeciler, katliam planlayanlar, faili meçhullerin komutanları… bunlar da hiç hesap vermeyeceklerini sanıyorlardı. Ama veriyorlar. AİHM, Türkiye’yi mahkum etti, devlet yetkilileriyse ‘aman ucuz kurtulduk’ havasında. Hayır, kurtulmadılar. Cinayeti hafife alıyorlar. Devletin bu işteki sorumluluğunu hafife alıyorlar. Dink davası bu ülkede şimdilik sadece devletin yüz karası gibi görünüyor ama aslında adaletin mihenk taşıdır. İcraat yapacakları yerde durmadan ‘üzüldük, üzüldük’ diye açıklamalar yapan yetkililere tekrar hatırlatıyoruz: Cevap vermezseniz, hesap verirsiniz. “Hrant için adalet için” afişi açan grup açıklamanın ardından ellerinde “Ya cevap ver ya hesap ver” yazılı lolipoplarla adliyeye doğru yürüyüşe geçti.
Ntvmsnbc – 25 Ekim 2010 – Samast çocuk gibi yargılanacak
Gazeteci Hrant Dink’in katil zanlısı Ogün Samast’ın dosyası çocuk mahkemesine gönderildi. Emekli Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Ahmet Gündel, kararın Samast’a verilecek cezayı değiştirmeyeceğini söyledi. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’e düzenlenen suikastin 15. duruşması görülüyor. Duruşmada tutuklu sanıklar Ogün Samast, Erhan Tuncel ve Yasin Hayal ile tutuksuz sanık Ahmet İskender katıldı. Duruşmada Dink ailesi de hazır bulundu.
Duruşmada söz alan Ogün Samast’ın avukatı Levent Yıldırım, müvekkilinin dosyasının ayrılarak çocuk mahkemesine gönderilmesi talebini yineledi.
Talep üzerine Cumhuriyet Savcısı Mustafa Çavuşoğlu’nun görüşü soruldu. Savcı Çavuşoğlu, Ogün Samast’ın suç tarihinde 18 yaşından küçük olduğunu belirterek, mahkemenin Samast hakkındaki dava dosyasında görevsizlik kararı vererek dosyayı İstanbul nöbetçi Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine göndermesini istedi.
Mahkeme heyeti, savcının görüşünü dinledikten sonra Samast’ın avukatı Levent Yıldırım’a bir diyeceği olup olmadığını sordu. Avukat, Samast’ın tutukluluk halinin kaldırılmasını istedi.
Müdahil avukatlardan Güray Dağ ise dosyada maddi delillerin ortaya çıkarılması açısından Ogün Samast’ın diğer sanıklarla bu mahkemede yargılanması gerektiğini düşündüklerini belirtti.
Mahkeme heyeti, görüşleri dinledikten sonra Samast’ın dosyasının ayrılarak çocuk ağır ceza mahkemesine gönderilmesine oy birliğiyle karar verdi.
Mahkeme, Samast hakkındaki kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular bulunduğundan tutukluluk halinin devamına hükmetti.
Kararın ardından Ogün Samast görevli jandarma ekibi tarafından duruşma salonundan çıkarıldı.
Samast salondan çıktığı sırada, öldürülen Hrant Dink’in kardeşi Hosrof Dink, Mahkeme Başkanı Canak’a yönelik olarak ”Adalet işleseydi bu böyle olmazdı. Size düşen sorumluluğu hatırlatıyorum. 4 yıl oldu” dedi.
Duruşmada, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) tarafından mahkemeye gelen yazılar okundu.
Yazıda ”Hrant Dink’in İstanbul Valiliğine çağrılması müsteşarlığımızın bilgisi dahilindedir. Kendisine Sabiha Gökçen ile ilgili yazdığı yazının toplumsal infiale sebep olabileceği hatırlatılmıştır” ifadelerinin kullanıldığı belirtildi.
MİT’in yazısında ayrıca, ”Hrant Dink’e suikast düzenleneceğine yönelik bize herhangi bir bilgi ulaşmamıştır” denildiği de ifade edildi.
DURUŞMAYA BIÇAKLA GELMİŞLER
Öte yandan, tutuklu sanık Erhan Tuncel, şok edecek bir açıklama yaptı.
Nezarethanede bıçak bulduğunu söyleyen Tuncel, “Biz Yasin ile birlikte nezarethanede bıçak bulduk. Mahkemede benim üzerimdeydi. Size vermeyi düşündük ancak vermedik. Sonra komutana veririz diye konuştuk. Daha sonra ben tuvalete attım” dedi.
MÜDAHİL İSTEKLERİNE RET
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davada ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, Poyrazköy’de ele geçirilen mühimmatla ilgili davanın sanıklarından Tuğamiral Mehmet Fatih İlğar ve Koramiral Kadir Sağdıç’ın bu davaya müdahil olma talepleri ile müdahil avukatlarının olay yerinde yeniden keşif yapılması taleplerini reddetti.
Müdahil avukatlarının keşif talebini ”dosyaya yenilik getirmeyeceği” gerekçesiyle reddeden heyet, tanık Erhan Özen’in Amasya Ağır Ceza Mahkemesi’nden talimatla alınan ifadesinde anlattığı hususların araştırılması için dilekçe örneğinin Hrant Dink’le ilgili başka soruşturma yapan cumhuriyet savcıları Selim Berna Altay ile Fikret Seçen’e gönderilmesine ve gereğinin yapılmasının istenilmesine hükmetti.
AVUKAT ÇETİN: O HAKİM OLSAM KAÇACAK DELİK ARARDIM
Duruşmada söz alan müdahil avukatlarından Fethiye Çetin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM), Hrant Dink’in yazdığı yazılar üzerine Dink hakkında açılan davalara ilişkin verdiği kararı özetleyerek okudu.
Mahkemenin AİHM kararı doğrultusunda, Dink’e saldırı eylemini tüm yönleriyle araştırması gerektiğini belirten Çetin, AİHM kararının, Trabzon’da devam eden ”görevi ihmal” davası ile bu davanın birleştirilmesi yönündeki taleplerinin haklılığını ortaya çıkardığını ve AİHM’e göre Trabzon Savcılığınca verilen ”takipsizlik” kararlarının dosyadaki bilgilerle çeliştiğinin ortaya çıktığını savundu.
”Mahkeme heyeti AİHM kararı doğrultusunda harekete geçmelidir. Haklarında takipsizlik kararı verilen kamu görevlileri tespit edilmelidir” ifadesini kullanan Çetin, ihmali olan kamu görevlilerine karşı etkili soruşturma yapılmadığını ve incelemelerin dosya üzerinden, tanıklar çağrılmadan, derinlikten yoksun gerçekleştiğini söyledi.
AİHM’in söz konusu kararını, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 2. ve 10. maddelerinde yer alan ”yaşam hakkı” ve ”ifade özgürlüğü” çerçevesinde değerlendirdiğini aktaran Çetin, mahkemenin tespitleri doğrultusunda Hrant Dink’e ceza verilmesini sağlayan Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesinin yeniden değerlendirilmesi gerektiğini de söyledi.
Hrant Dink hakkında, Agos gazetesinde yazdığı bir yazıdan dolayı, TCK’nın 301. Maddesi kapsamında ”Türklüğe hakaret” suçundan yargılandığı Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesinde 6 ay hapis kararı verildiği ve bu kararın Yargıtayca onaylandığını hatırlatan Çetin, ”Yargıtay yargıçlarının okuduklarından farklı sonuçlar çıkarmalarını neye bağlayabiliriz? Bu yargıçlar neye göre hareket ediyor?” diye sordu.
Fethiye Çetin, ”AİHM yargıçları şaşkınlık içinde. Böyle karar veren Yargıtay’ın bu kararının nedenini araştırmaya başlamışlar. Yargıtay yargıçları açısından çok utanç verici bir durum ortaya çıkmıştır. Bu kararı veren bir yargıç olsaydım, utancımdan kaçacak delik arardım. Okuduklarından bu anlamı çıkarıyorlarsa, ön yargı vardır” dedi.
RAKEL DİNK: ADALET PRANGALARA VURULMUŞ
Mahkemenin Ogün Samast’la ilgili kararını gazetecilere değerlendiren Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, ”Adalet, kanunlarla prangalara vurulmuş, hakimler de uyguluyorlar” dedi.
GÜNDEL: CEZAYI ETKİLEMEZ
Emekli Yargıtay Cumhuriyet savcısı Ahmet Gündel, kararı NTV’ye değerlendirdi.
Mahkemenin verdiği kararın doğru olduğunu söyleyen Gündel, “Mahkemenin ayırma kararı gecikmiş olmakla beraber doğrudur. Başından bu işlemlerin yapılması gerekirdi. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nde bir yargılama sürecek. Önceki mahkemenin yaptığı işlemler, usulü muameleler geçerlidir” dedi.
Emekli savcı Gündel, kararın Samast’a verilecek cezayı değiştirmeyeceğini söyledi.
Gündel, “Çocuk mahkemesi ile özel yetkili ağır ceza mahkemesinde yargılanması sonucunda alacağı ceza yönünden herhangi bir değişiklik olmayacaktır” diye konuştu.
ARKADAŞLARI YİNE NÖBETTE
Beşiktaş İskelesi önünde toplanan ve ”Hrant için, adalet için”, ”Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, ”Hrant’ın katili, Ergenekon devleti” şekline sloganlar atan grup, davanın görüleceği İstanbul Adliyesi önüne kadar yürüdü.
Grupta bulunan kapatılan DTP’nin eski Genel Başkanı Ahmet Türk burada yaptığı konuşmada, Hrant Dink’in Türkiye’de barışın kalıcı olması, halkların kardeşliğini ve her türlü kimliğin özgürleşmesinin mücadelesini verdiğini söyledi.
Barışa, özgürlüğe ve demokrasiye olan inançlarının ortaya çıkan refleksi ile burada toplandıkların kaydeden Türk, ”Türkiye ve demokrasi için büyük bir kayıp. Bu yitirdiğimiz insanımızı daha güçlü bir iradeyi ortaya koyarak o özgürlüğe karşı duranlara karşı bir duruş göstermemiz gerekiyor” diye konuştu.
Kapatılan DTP’nin eski Milletvekili Aysel Tuğluk da, ”Barış için daha ciddi çalışmalar gösterebilseydik Hrant Dink’in ölümünü engelleyebilirdik” dedi.
‘TAŞ ATAN ÇOCUKLAR YASASI’
22 Temmuz 2010’da yürürlüğe giren ve kamuoyunda “Taş atan çocuklar yasası” olarak bilinen değişiklikle suç tarihinde 18 yaşından küçük olanların çocuk mahkemelerinde yargılanmaları sağlanıyor.
BİA Haber Merkezi – 25 Ekim 2010 – Rakel Dink: Adalet Kanunlarla Prangaya Vurulmuş
Gazeteci Dink’in katili Samast çocuk mahkemesinde yargılanacak. Dink ailesi tepkili. Paris Barosu’ndan Guilbaud “AİHM kararı kayda alınmalı” dedi. Davada iki tutuklu sanık kaldı.
Hrant Dink cinayeti davasında mahkeme katil zanlısı Ogün Samast’ın çocuk mahkemesinde yargılanmasına karar verdi. Dink’in eşi Rakel Dink öğlen duruşmaya ara verildiğinde yaptığı açıklamada “Adalet kanunlarla prangalara vurulmuş. Hakimler de bunu uyguluyor” diye tepki gösterdi.
Bugün Beşiktaş’taki İstanbul adliyesinde görülen duruşmayı izlemek için gelen Paris Barosu ekibinden Olivier Guilbaud “Mahkemenin AİHM’nin cinayetle ilgili verdiği kararında dikkat çektiği tüm yönleri kayda alacağını umuyoruz” dedi.
“Trabzon’daki dosyanın birleşmesi yönünde müdahil avukatlarının talebinini kabul edilmesini umuyoruz. Samast’ın çocuk mahkemesinde yargılanacak olmasının cinayetin ardındaki gerçeği tüm boyutlarıyla ortaya koymasına engel olmamasını ümit ediyoruz.”
Dava 7 Şubat 2011′e ertelendi.
Samast çocuk mahkemesine
Samast olay sırasında 18 yaşından küçük olduğu için bundan sonra çocuk mahkemesinde yargılanacak. Terörle Mücadele Kanunu’nda 15 yaşından büyük çocukların yetişkinlerle aynı şekilde yargılanmasını öngören düzenleme temmuzda yapılan değişiklikle kaldırıldı.
Özellikle Kürt bölgelerinde sokak eylemlerine katıldıkları iddiasıyla yargılanan çocukları ilgilendiren değişiklikten Samast da yararlandı. Mahkemenin bu sabah aldığı kararın ardından Samast duruşmadan çıkarıldı ve çocuk mahkemesine gönderildi.
Dink’i 19 Ocak 2007′de gazetesi agos’un önünde öldüren Samast 17 yaşındaydı.
Dink ailesinden tepki
İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, savcı Mustafa Çavuşoğlu’nun görüşüne paralel olarak Samast’ın İstanbul Sultanahmet Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına karar verdi. Mahkeme başkanı Samast çıkarıldıktan sonra “taleplerimiz olacaktı” diyen avukatı Levent Yıldırım’a “Günaydın yani, senin orada oturma sıfatın bile kalmadı, sanık gitti sen oturuyorsun” dedi. Mahkemenin kararına Dink’in kardeşi Hosrof Dink “Zamanında adaleti işletseydiniz bununla karşılaşmazdık. Dört yıl oldu, size sorumluluğunuzu hatırlatıyoruz” diye tepki gösterdi. Rakel Dink de yüksek sesle karara tepkisini dile getirdi.
AİHM kararı hatırlatması
Samast’ın çıkmasında sonra duruşmada azmettirici olmakla yargılanan Yasin Hayal’le Erhan Tuncel ve tutuksuz sanık Ahmet İskender kaldı. Müdahil avukat Fethiye Çetin AİHM’nin türkiye’yi mahkum eden kararının İstanbul’da ve Trabzon’da cinayetle ilgili sürdürülen dava ve soruşturmalar açısından önemine işaret eden bir sunum yaptı. Çetin, Dink’in ceza kanununun 301. maddesi çerçevesinde mahkum edilmesini onaylayan Yargıtay hakimleri için “Dink’i ölümcül bir saldırının ortasına atmışladır. Ölüm fermanını onaylamışlardır” dedi. Çetin AİHM kararının Türkiye devletine bu tür cinayetlerin hem fiili olarak önlenmesi hem etkin şekilde araştırılması konusunda pozitif yükümlülükler yüklediğini, Dink cinayetinin önceki ve sonraki aşamalarında özellikle memurların yargılanmasına dair 4383 sayılı yasanın etkisiz ve yetersiz kaldığını söyledi.
Marksist.org – 25 Ekim 2010 – ‘Cevap vermezseniz, hesap verirsiniz’
Önceki 1 / 2 Sonraki Hrant Dink suikastı davasının 15. duruşması İstanbul’da Beşiktaş’ta gerçekleşiyor. Her duruşma günü olduğu gibi bugün de yüzlerce insan adalet için sabahın erken saatlerinden itibaren Beşiktaş İskele Meydanı’nda toplandı. Tetikçi Ogün Samast’ın çocuk mahkemesinde yargılanmasına karar verildi.
İstanbul’da Beşiktaş Adliyesi’nde görülen duruşma öncesi adalet nöbeti tutanlar arasında Rakel Dink, kapatılan DTP’nin siyasi yasaklı eşbaşkanları Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, BDP İstanbul milletvekili Akın Birdal, DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan, Ferhat Kentel, Oral Çalışlar gibi pek çok isim de vardı.
Hrant’ın Arkadaşları adına okunan basın açıklamasında, bilgi edinme hakkından yararlanarak hükümet ve devlet yetkililerinin cinayet hakkındaki sorulara verdikleri yanıtlar aktarıldı. Hrant’ın Arkadaşları, yetkililerin sorular karşısında “bir tek doğru dürüst cevap vermediğini” söyledi ve şu gelişmeyi aktardı:
“Hrant’ın öldürülmesiyle ilgili soruşturmalarda, mahkemede, “Niye MİT’ten gelen tek satır bilgi yok?” diye sormuştuk, hatırlarsınız. Başbakanlık bize, “Sözünü ettiğiniz kurum özerk biz bir şey yapamayız” cevabı vermiş, “Talebinizi ilgili firmaya şahsen iletin” demişti. Biz bu rezaleti kamuoyuna açıladıktan sonra ikinci bir mektup aldık. “İlgili firmaya başvurun” cevabı için “Yanlışlıkla oldu, kusura bakmayın” dediler. Sorumuzu MİT müsteşarlığına iletmişler meğerse. Onlar da muhtemelen “Bizim de kusurumuz yok, hiçbir devlet görevlisinin bir kusuru yok” cinsinden bir cevap vereceklerdir. Heyecanla bekliyoruz!”
Hrant’ın Arkadaşları “İcraat yapacakları yerde durmadan ‘üzüldük, üzüldük’ diye açıklama yapan yetkililere hatırlatıyoruz: Cevap vermezseniz, hesap verirsiniz” dedi.
Basın açıklamasının ardından Beşiktaş Adliyesi’ne yürüyen topluluk “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeni’yiz”, “Hrant’ın katili Ergenekon çetesi”, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant” ve “Hrant için Adalet için” sloganlarını attı. Ermenice, Kürtçe ve Türkçe “Hrant için Adalet için” rozetlerini takan kalabalık bir topluluk duruşmayı izlemek için mahkeme salonuna girdi.
Tetikçi çocuk mahkemesinde yargılanacak
Duruşmanın öğleden önceki bölümünde önemli bir karar alındı. Tetikçi Ogün Samast’ın dosyasının ayrılarak İstanbul nöbetçi Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesi kararlaştırıldı. Gerekçe cinayeti işlediği zaman 18 yaşından küçük oluşu.
Tetikçi için hukuki kurallar titizlikle işlerken öldür diyenlere dokunan yok.
Rakel Dink, gazetecilerin Samast hakkındaki sorularına yanıt vermezken şu değerlendirmeyi yaptı: “Adalet kanunlarla prangalara vurulmuş. Hakimler de uyguluyorlar.”
Savaskarsitlari.org – 05 Kasım 2010 – BAK: BDP’li tutuklular serbest bırakılsın!
Tek taraflı ateşkes, şiddet ve gerilimden beslenen güçlerin olumsuz müdahalelerine rağmen genel seçimlere kadar uzatıldı. Yetkililerin, barış umutlarını yükselten açıklamaları oldu. Büyük bir barış adımı atmak için hiç olmadığı kadar güçlü bir tarihsel fırsat önümüzde. Tüm toplumda, bir adım daha atabilirsek, kalıcı bir barış sürecinin şekillenebileceği duygusu güçleniyor.
Savaştan beslenen, savaş politikası dışında bir ufku olmayan, bu yüzden de savaşın devam etmesini isteyen küçük bir azınlığı saymazsak, toplumun büyük çoğunluğu barış istiyor. Çatışmalar ve ölümler olmasın, çocuklar öldürülmesin, bomba ve silah sesleri sussun istiyor.
Kürt sorununda barışa giden yolda, Diyarbakır’da görülen KCK davasının gidişatı kritik bir önem taşıyor. Bu davada tutuklu olarak yargılanan Kürt halkının seçilmiş temsilcileri ve BDP üyelerinin bir an önce serbest bırakılması gerekiyor.
Bu aynı zamanda hukuki ve vicdani bir gerekliliktir.
Hükümet, eğer barış ve diyalog sürecinin gelişmesini istiyorsa, aralarında belediye başkanlarının ve seçilmiş siyasilerin de olduğu tutukluların serbest bırakılması için görüşünü açıklamalıdır.
Bizler, BDP’li tutukluların serbest bırakılması talebiyle, 11 Kasım Perşembe günü saat 19.00’da Galatasaray Lisesi önünden başlayarak Taksim’e yürüyecek ve bir basın açıklaması yapacağız.
Birlikte daha güçlü ses çıkarmak, bugün her zamankinden çok daha büyük bir öneme sahiptir.
Marksist.org – 06 Kasım 2010 – Küresel BAK’tan eylem çağrısı: Barışı serbest bırakın!
KCK davası adı altında Kürt siyetçilerin düzmece iddialarla yargılanmasına ve hapiste tutulmasına karşı tepkiler büyüyor. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, 11 Kasım’da İstanbul yürüyüş ve basın açıklaması yapacak. Savaş karşıtları Kürt siyasetçilerin serbest bırakılmasını istedi.
2003 yılından bu yana dünyada ve Türkiye’de savaşa, işgale, militarizme karşı aralıksız kampanya sürdüren, Türkiye’nin en büyük savaş karşıtı örgütlenmesi Küresel BAK, 11 Kasım Perşembe günü saat 19.00’daGalatasaray Meydanı’nda buluşma çağrısı yaptı.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun çağrısı:
Barışı serbest bırakın!
BDP’li tutuklular serbest bırakılsın!
Tek taraflı ateşkes, şiddet ve gerilimden beslenen güçlerin olumsuz müdahalelerine rağmen genel seçimlere kadar uzatıldı. Yetkililerin, barış umutlarını yükselten açıklamaları oldu. Büyük bir barış adımı atmak için hiç olmadığı kadar güçlü bir tarihsel fırsat önümüzde. Tüm toplumda, bir adım daha atabilirsek, kalıcı bir barış sürecinin şekillenebileceği duygusu güçleniyor.
Savaştan beslenen, savaş politikası dışında bir ufku olmayan, bu yüzden de savaşın devam etmesini isteyen küçük bir azınlığı saymazsak, toplumun büyük çoğunluğu barış istiyor. Çatışmalar ve ölümler olmasın, çocuklar öldürülmesin, bomba ve silah sesleri sussun istiyor. Kürt sorununda barışa giden yolda, Diyarbakır’da görülen KCK davasının gidişatı kritik bir önem taşıyor. Bu davada tutuklu olarak yargılanan Kürt halkının seçilmiş temsilcileri ve BDP üyelerinin bir an önce serbest bırakılması gerekiyor.
Bu aynı zamanda hukuki ve vicdani bir gerekliliktir. Hükümet, eğer barış ve diyalog sürecinin gelişmesini istiyorsa, aralarında belediye başkanlarının ve seçilmiş siyasilerin de olduğu tutukluların serbest bırakılması için görüşünü açıklamalıdır. Bizler, BDP’li tutukluların serbest bırakılması talebiyle, 11 Kasım Perşembe günü saat 19.00’da Galatasaray Lisesi önünden başlayarak Taksim’e yürüyecek ve bir basın açıklaması yapacağız. Birlikte daha güçlü ses çıkarmak, bugün her zamankinden çok daha büyük bir öneme sahiptir.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu
Dicle Haber Ajansı – 11.11.2010 – ‘Bilinmeyen dil!’ için yüzlerce kişi yürüdü
Yüzlerce kişi, KCK davasında yargılanan Kürt siyasetçilerin Kürtçe savunma talebinin mahkeme tarafından engellenmesi nedeniyle yargılamanın gerçekleşememesini, İstiklal Caddesi’nde yürüyüşle protesto etti.
KCK’nin daha önce ilan ettiği eylemsizlik kararını seçimlere kadar birkez daha uzatmasının ardından gözlerin çevrildiği KCK davası kapsamında tutuklu bulunan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması bir yana anadilleri olan Kürtçe savunma taleplerinin ‘bilinmeyen dil’ tanımlamasıyla mahkeme tarafından kabul edilmemesine, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (KüreselBAK) öncülüğünde düzenlenen yürüyüşle tepki gösterildi. Organize edilen protesto yürüyüşü için aralarında Şanatçı İlkay Akkaya, Şair Cezmi Ersöz, KESK Genel Başkanı Sami Evren, Dansçı Zeynep Tanbay’ın yanı sıra birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisinin de bulunduğu yüzlerce kişi Galatasaray Meydanı’nda toplanarak. İstiklal Caddesi üzerinden Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. “BDP’liler tutuklular serbest bırakılsın, barışı serbest bırakın” pankartının arkasında yürüyen kitle, hep bir ağızdan “Hepimiz Kürdüz, hepimiz BDP’liyiz”, “Tutukluyu bırak, diyaloğu sürdür”, “Muhatapsız çözüm olmaz”, “Savaşı sustur, barışı yükselt”, “Kimse asker doğmaz” ve “Askere gitme kardeş kanı dökme” diye slogan attı.
‘Hükümet sürecin sorumluluğunu yerine getirmeli’
Taksim Meydanı’nda yapılan basın açıklamasını Kürtçe Yıldız Önen, Türkçe olarak ise sanatçı İlkay Akkaya yaptı. Okunan açıklamada, düşmanlık ve gerilimden beslenen güçlerin olumsuz müdahalelerine rağmen halkın barış talebinin giderek yükseldiği belirtilerek, “Tek taraflı ateşkes kararının genel seçimlere kadar uzatılması ve yetkililerin barış umutlarını yükselten açıklamaları, diyalog ve müzakere sürecinin kapısını aralıyor” denildi. Toplumun büyük bir çoğunluğunun barış istediğinin kaydedildiği açıklamada, Kürt sorununun nihai çözümü yolunda büyük bir adımı atmak için hiç olmadığı kadar güçlü bir tarihsel fırsatın olgunlaştığı aktarıldı. Açıklamada şunlar kaydedildi: “18 Ekim’den bu yana Diyarbakır’da görülen KCK davasının gidişatı kritik bir önem taşıyor. Buna rağmen beklenen tahliyelerin gerçekleşmemesi ve sanıkların savunma haklarının Kürtçe yasağı engeliyle karşılaşması umut kırıcıdır. Sürecin sorumluluğunu üzerinde taşıyan Hükümet, barış ve diyalog sürecinin gelişmesi için yasakçı değil, özgürlükçü bir yaklaşımla inisiyatif kullanmalı, aralarında belediye başkanlarının ve seçilmiş siyasilerin de olduğu tutukluların serbest bırakılması için görüşünü açıklamalıdır.”
‘Barış iklimini bozmaya kimsenin hakkı yok’
Açıklamanın ardından konuşan Barış Anneleri’nden Güler Buğday, Kürt halkının barış için 15 yıldır mücadele ettiğini belirterek, “15 yıl önce ‘Kürtler yoktur’ diyorlardı, bugün Kürt sorununun olduğunu kabul ettiler. Kürt sorunu uluslararası boyuta taşındı. Biz bu savaşın sona ermesini istiyoruz. Gerillalar için de asker için de üzülüyoruz. Kaybedilen her can bizim canımızdır. Barış istiyoruz” dedi. Bu ülkeye barış gelene kadar susmayacaklarını ifade eden KESK Başkanı Sami Evren de, anadilde savunma hakkı ve anadilde eğitim talebi gerçekleşene kadar sokaklarda olacaklarını söyledi. KCK davasında süren anadilde savunma talebi tartışmalarını komik olarak değerlendiren Evren, “TRT ŞEŞ’de Kürtçe yayın yapacaksınız, sonra bu dil bilinmeyen dildir diyeceksiniz. Bu davanın tutukluları serbest bırakılsın. PKK’nin eylemsizlik kararı barış için bir fırsattır. Bir barış iklimi yaratmıştır. Hiç kimsenin bu barış iklimini bozmaya hakkı yoktur” diye konuştu.
‘Bütün mahkemelerde Kürtçe konuşacağız’
BDP İstanbul İl yöneticilerinden Dursun Yıldız da, AKP’nin bölgede genel seçimlerde BDP’den ağır darbe aldığına ve bu nedenle BDP’li yöneticilerin tutuklandığına işaret ederek, “Bu tutuklamamalarla BDP’nin çökeceğini sandılar. BDP çökmedi aksine güçlendi. Kürt sorunun barışçıl yollardan çözümü için mücadele etmeye devam edeceğiz, bunu mahkemede duysun, AKP’de duysun. Biz bu davanın hukuk normlarına uymadığını biliyoruz. Sadece bu mahkemede değil Türkiye’deki tüm mahkemelerde anadilimizde Kürtçe savunma yapacağız. Anadilde savunma hakkı insanlık hakkıdır, bu hakkı hiç kimse engelleyemeyecek” dedi.
Yüksekovahaber.com – 11.11.2010 – ‘Bilinmeyen dil’ için yürüdüler
Yüzlerce kişi, KCK davasında yargılanan Kürt siyasetçilerin Kürtçe savunma talebinin mahkeme tarafından engellenmesi nedeniyle yargılamanın gerçekleşememesini, İstiklal Caddesi’nde yürüyüşle protesto etti.
KCK’nin daha önce ilan ettiği eylemsizlik kararını seçimlere kadar birkez daha uzatmasının ardından gözlerin çevrildiği KCK davası kapsamında tutuklu bulunan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması bir yana anadilleri olan Kürtçe savunma taleplerinin ‘bilinmeyen dil’ tanımlamasıyla mahkeme tarafından kabul edilmemesine, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (KüreselBAK) öncülüğünde düzenlenen yürüyüşle tepki gösterildi.
Organize edilen protesto yürüyüşü için aralarında Şanatçı İlkay Akkaya, Şair Cezmi Ersöz, KESK Genel Başkanı Sami Evren, Dansçı Zeynep Tanbay’ın yanı sıra birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisinin de bulunduğu yüzlerce kişi Galatasaray Meydanı’nda toplanarak. İstiklal Caddesi üzerinden Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. “BDP’liler tutuklular serbest bırakılsın, barışı serbest bırakın” pankartının arkasında yürüyen kitle, hep bir ağızdan “Hepimiz Kürdüz, hepimiz BDP’liyiz”, “Tutukluyu bırak, diyaloğu sürdür”, “Muhatapsız çözüm olmaz”, “Savaşı sustur, barışı yükselt”, “Kimse asker doğmaz” ve “Askere gitme kardeş kanı dökme” diye slogan attı.
‘Hükümet sürecin sorumluluğunu yerine getirmeli’
Taksim Meydanı’nda yapılan basın açıklamasını Kürtçe Yıldız Önen, Türkçe olarak ise sanatçı İlkay Akkaya yaptı. Okunan açıklamada, düşmanlık ve gerilimden beslenen güçlerin olumsuz müdahalelerine rağmen halkın barış talebinin giderek yükseldiği belirtilerek, “Tek taraflı ateşkes kararının genel seçimlere kadar uzatılması ve yetkililerin barış umutlarını yükselten açıklamaları, diyalog ve müzakere sürecinin kapısını aralıyor” denildi. Toplumun büyük bir çoğunluğunun barış istediğinin kaydedildiği açıklamada, Kürt sorununun nihai çözümü yolunda büyük bir adımı atmak için hiç olmadığı kadar güçlü bir tarihsel fırsatın olgunlaştığı aktarıldı. Açıklamada şunlar kaydedildi: “18 Ekim’den bu yana Diyarbakır’da görülen KCK davasının gidişatı kritik bir önem taşıyor. Buna rağmen beklenen tahliyelerin gerçekleşmemesi ve sanıkların savunma haklarının Kürtçe yasağı engeliyle karşılaşması umut kırıcıdır. Sürecin sorumluluğunu üzerinde taşıyan Hükümet, barış ve diyalog sürecinin gelişmesi için yasakçı değil, özgürlükçü bir yaklaşımla inisiyatif kullanmalı, aralarında belediye başkanlarının ve seçilmiş siyasilerin de olduğu tutukluların serbest bırakılması için görüşünü açıklamalıdır.”
‘Barış iklimini bozmaya kimsenin hakkı yok’
Açıklamanın ardından konuşan Barış Anneleri’nden Güler Buğday, Kürt halkının barış için 15 yıldır mücadele ettiğini belirterek, “15 yıl önce ‘Kürtler yoktur’ diyorlardı, bugün Kürt sorununun olduğunu kabul ettiler. Kürt sorunu uluslararası boyuta taşındı. Biz bu savaşın sona ermesini istiyoruz. Gerillalar için de asker için de üzülüyoruz. Kaybedilen her can bizim canımızdır. Barış istiyoruz” dedi. Bu ülkeye barış gelene kadar susmayacaklarını ifade eden KESK Başkanı Sami Evren de, anadilde savunma hakkı ve anadilde eğitim talebi gerçekleşene kadar sokaklarda olacaklarını söyledi. KCK davasında süren anadilde savunma talebi tartışmalarını komik olarak değerlendiren Evren, “TRT ŞEŞ’de Kürtçe yayın yapacaksınız, sonra bu dil bilinmeyen dildir diyeceksiniz. Bu davanın tutukluları serbest bırakılsın. PKK’nin eylemsizlik kararı barış için bir fırsattır. Bir barış iklimi yaratmıştır. Hiç kimsenin bu barış iklimini bozmaya hakkı yoktur” diye konuştu.
‘Bütün mahkemelerde Kürtçe konuşacağız’
BDP İstanbul İl yöneticilerinden Dursun Yıldız da, AKP’nin bölgede genel seçimlerde BDP’den ağır darbe aldığına ve bu nedenle BDP’li yöneticilerin tutuklandığına işaret ederek, “Bu tutuklamamalarla BDP’nin çökeceğini sandılar. BDP çökmedi aksine güçlendi. Kürt sorunun barışçıl yollardan çözümü için mücadele etmeye devam edeceğiz, bunu mahkemede duysun, AKP’de duysun. Biz bu davanın hukuk normlarına uymadığını biliyoruz. Sadece bu mahkemede değil Türkiye’deki tüm mahkemelerde anadilimizde Kürtçe savunma yapacağız. Anadilde savunma hakkı insanlık hakkıdır, bu hakkı hiç kimse engelleyemeyecek” dedi. DİHA
‘Biinmeyen dil’ Kürtçe için yürüdüler
http://www.kazete.com.tr/haber_detay.php?hid=9540
KCK davasında mahkemenin kürtçe savnmayı engellemesini protesto için BDP ve KESK’liler İstanbul Beyoğlu’nda Galatasaray’dan Taksim’e yürüdü.
Yüzlerce kişi, KCK Davası’nda yargılanan Kürt siyasetçilerin Kürtçe savunma talebinin mahkeme tarafından engellenmesi nedeniyle yargılamanın gerçekleşememesini, İstiklal Caddesi’nde yürüyüşle protesto etti.
KCK’nin daha önce ilan ettiği eylemsizlik kararını seçimlere kadar birkez daha uzatmasının ardından gözlerin çevrildiği KCK davası kapsamında tutuklu bulunan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması bir yana anadilleri olan Kürtçe savunma taleplerinin ‘bilinmeyen dil’ tanımlamasıyla mahkeme tarafından kabul edilmemesine, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (KüreselBAK) öncülüğünde düzenlenen yürüyüşle tepki gösterildi.
protesto yürüyüşüne aralarında Şanatçı İlkay Akkaya, Şair Cezmi Ersöz, KESK Genel Başkanı Sami Evren, Dansçı Zeynep Tanbay’ın yanı sıra birçok siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı.
Galatasaray Meydanı’nda “Tutuklular serbest bırakılsın, barışı serbest bırakın” pankartının arkasında toplanan yüzlerce kişi İstiklal Caddesi’de Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçerek “Hepimiz Kürdüz, hepimiz BDP’liyiz”, “Tutukluyu bırak, diyaloğu sürdür”, “Muhatapsız çözüm olmaz”, “Savaşı sustur, barışı yükselt”, “Kimse asker doğmaz” ve “Askere gitme kardeş kanı dökme” diye slogan attı.
Taksim Meydanı’nda yapılan basın açıklamasını Yıldız Önen Kürtçe, sanatçı İlkay Akkaya Türkçe okudukları basın açıklamasında özetle şu görüşe yer verdiler:
“Düşmanlık ve gerilimden beslenen güçlerin olumsuz müdahalelerine rağmen halkın barış talebinin giderek yükseldiği belirtilerek, “Tek taraflı ateşkes kararının genel seçimlere kadar uzatılması ve yetkililerin barış umutlarını yükselten açıklamaları, diyalog ve müzakere sürecinin kapısını aralıyor” denildi. Toplumun büyük bir çoğunluğunun barış istediğinin kaydedildiği açıklamada, Kürt sorununun nihai çözümü yolunda büyük bir adımı atmak için hiç olmadığı kadar güçlü bir tarihsel fırsatın olgunlaştığı aktarıldı. Açıklamada şunlar kaydedildi: “18 Ekim’den bu yana Diyarbakır’da görülen KCK davasının gidişatı kritik bir önem taşıyor. Buna rağmen beklenen tahliyelerin gerçekleşmemesi ve sanıkların savunma haklarının Kürtçe yasağı engeliyle karşılaşması umut kırıcıdır. Sürecin sorumluluğunu üzerinde taşıyan Hükümet, barış ve diyalog sürecinin gelişmesi için yasakçı değil, özgürlükçü bir yaklaşımla inisiyatif kullanmalı, aralarında belediye başkanlarının ve seçilmiş siyasilerin de olduğu tutukluların serbest bırakılması için görüşünü açıklamalıdır.”
“BARIŞ İKLİMİNİ BOZMAYA KİMSENİN HAKKI YOK”
Açıklamanın ardından konuşan Barış Anneleri’nden Güler Buğday, Kürt halkının barış için 15 yıldır mücadele ettiğini belirterek, “15 yıl önce ‘Kürtler yoktur’ diyorlardı, bugün Kürt sorununun olduğunu kabul ettiler. Kürt sorunu uluslararası boyuta taşındı. Biz bu savaşın sona ermesini istiyoruz. Gerillalar için de asker için de üzülüyoruz. Kaybedilen her can bizim canımızdır. Barış istiyoruz” dedi.
Bu ülkeye barış gelene kadar susmayacaklarını ifade eden KESK Başkanı Sami Evren de, anadilde savunma hakkı ve anadilde eğitim talebi gerçekleşene kadar sokaklarda olacaklarını söyledi.
KCK davasında süren anadilde savunma talebi tartışmalarını komik olarak değerlendiren Evren, “TRT ŞEŞ’de Kürtçe yayın yapacaksınız, sonra bu dil bilinmeyen dildir diyeceksiniz. Bu davanın tutukluları serbest bırakılsın. PKK’nin eylemsizlik kararı barış için bir fırsattır. Bir barış iklimi yaratmıştır. Hiç kimsenin bu barış iklimini bozmaya hakkı yoktur” diye konuştu.
“BÜTÜN MAHKEMELERDE KÜRTÇE KONUŞACAĞIZ”
BDP İstanbul İl yöneticilerinden Dursun Yıldız da, AKP’nin bölgede genel seçimlerde BDP’den ağır darbe aldığına ve bu nedenle BDP’li yöneticilerin tutuklandığına işaret ederek, “Bu tutuklamamalarla BDP’nin çökeceğini sandılar. BDP çökmedi aksine güçlendi. Kürt sorunun barışçıl yollardan çözümü için mücadele etmeye devam edeceğiz, bunu mahkemede duysun, AKP’de duysun. Biz bu davanın hukuk normlarına uymadığını biliyoruz. Sadece bu mahkemede değil Türkiye’deki tüm mahkemelerde anadilimizde Kürtçe savunma yapacağız. Anadilde savunma hakkı insanlık hakkıdır, bu hakkı hiç kimse engelleyemeyecek” dedi.
Marksistorg.com – 11.11.2010 – Savaş karşıtları yürüdü: ‘Kürt siyasetçiler serbest bırakılsın’
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, İstanbul’da yaptığı yürüyüşle KCK davasını protesto etti ve tutuklu BDP’lilerin derhal serbest bırakılmasını istedi. Galatasaray Meydanı’ndan Taksim’e yapılan yürüyüş sırasında sık sık “bilinmeyen bir dilde” sloganlar atıldı. 18 aydır düzemece suçlamalarla hapiste tutulan Kürt siyasetçilere ana dilleri Kürtçe’de savunma yapma hakkı verilmemişti.
Aralarında KESK Genel Başkanı Sami Evren, DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan, BDP İstanbul İl yöneticileri, Barış Anneleri ve çok sayıda savaş karşıtı KCK davasında yargılanan Kürt siyasetçilerin serbest bırakılması için yürüdü.
Yürüyüş boyunca sık sık ‘Kürtçeye Özgürlük’, ‘Kürt Halkına Özgürlük’, ‘Yaşasın Barış’, ‘Biji Aşiti!’, ‘BDP’li tutuklular serbest bırakılsın’, ‘Kimse asker doğmaz’, ‘Barış Hemen Şimdi’ sloganları atıldı.
Taksim Meydanı’nda Türkçe ve Kürtçe olarak yapılan basın açıklamasında şunlar söylendi:
“Tek taraflı ateşkes, şiddet ve gerilimden beslenen güçlerin olumsuz müdahalelerine rağmen genel seçimlere kadar uzatıldı.
Yetkililerin, barış umutlarını yükselten açıklamaları oldu. Büyük bir barış adımı atmak için hiç olmadığı kadar güçlü bir tarihsel fırsat önümüzde. Tüm toplumda, bir adım daha atabilirsek, kalıcı bir barış sürecinin şekillenebileceği duygusu güçleniyor…
Kürt sorununda barışa giden yolda, Diyarbakır’da görülen KCK davasının gidişatı kritik bir önem taşıyor. Bu davada tutuklu olarak yargılanan Kürt halkının seçilmiş temsilcileri ve BDP üyelerinin bir an önce serbest bırakılması gerekiyor.
Bu aynı zamanda hukuki ve vicdani bir gerekliliktir.”
Kaypakkaya-partizan.org – 11.11.2010 – Küresel BAK’tan ‘Bilinmeyen dil’ protestosu
http://www.kaypakkaya-partizan.org/kuresel-baktan-bilinmeyen-dil-protestosu/
Küresel BAK, KCK davasında Kürtçe’nin kayıtlara “Bilinmeyen bir dil ” olarak geçmesini İstiklal Caddesi’nde düzenlediği yürüyüş ile protesto etti. Eylemde, Kürt halkının temsilcilerinin serbest bırakılması ve tüm kamu alanlarında Kürtçenin tanınması çağrısında bulunuldu.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) KCK davasında Kürt dilinin ‘bilinmeyen bir dil’ olarak kayıtlara geçmesi ve Kürt siyasetçilerinin serbest bırakılmamasını protesto etmek amacıyla İstiklal Caddesi’nde bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Galatasaray Meydanı’ndan Taksim Tramvay Durağı’na kadar süren yürüyüşte, ‘BDP’li tutuklular serbest bırakılsın’, ‘Barışı serbest bırakın’ pankartları ile ‘Savaşı sustur, barışı yükselt’ yazılı Kürtçe ve Türkçe dövizlerin taşınırken, yürüyüş BDP İstanbul İl Örgütü, KESK Genel Başkanı Sami Evren, sanatçı İlkay Akkaya, balerin Zeynep Tanbay ve Barış Anneleri İnisiyatifi destek verdi.
”Biji Aşıtî”, ”Hepimiz Kürtüz hepimiz BDP’liyiz”, ”Şimdi barış zamanı” sloganlarının atıldığı yürüyüş te sık sık alkış çalınarak ve zılgıtlar çekildi.
Taksim Tramvay durağından son bulan yürüyüşün ardından ilk açıklamayı Barış Anneleri İnisiyatifi’nden Güler Buğday yaptı. Buğday, 15 yıldır Kürt anaları olarak barışın gelmesi çocuklarımızın ölmemesi için mücadele ettiklerini vurgulayarak, “Ancak her seferinde bizim bu çığlığımıza devlet askeri operasyonlarla cevap veriliyor. Bizim seçtiğimiz siyasetçilerin önünü engelleyerek, hapsederek, çocuklarımızı zindanlarda atarak, dilimizi yasaklayarak bir yere varamazsınız. Biz dün gibi bugün de barış için mücadele eden Kürt ve Türk halkları olarak sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz” dedi.
‘BARIŞ İKLİMİNİ SABOTE ETMEYİN’
Buğday’ın ardından kısa bir açıklama yapan BDP İstanbul İl Yöneticilerinden Dursun Yıldız, Kürt sorununda inkar ve imha politikasının kabul edilemeyeceğini vurgulayarak, “BDP ve devrim demokrasi dostları ile Kürt sorununu çözümü için, Kürt kültürünü yaşatmak ve sadece mahkemelerde değil Kürt dilinin tüm kamu alanlarında kabul edilene dek mücadelemizi dün olduğu bugünde kararlıkla sürdüreceğiz” diye konuştu.
Diyarbakır’da görülen davada Kürt halkının özgürlük talebinin yargılandığını belirten KESK Genel Başkanı Sami Evren ise bu hukuksuzluğu tüm dünya tarafından kabul edilmesine rağmen Türkiye devleti tarafından hala ısrar edilmesinin kabul edilemez olduğunu vurguladı. Bir halkın kendi anadilinde savunma yapmasının insanın en temel hakkı olduğunu hatırlatan Evren, ”Bir taraftan TRT Şeş’i açacaksın diğer taraftan ‘bilinmeyen bir dil’ diyeceksin. Sen bilinmeyen bir dil de mi kanal açtın?” diye sordu. PKK’nin tek taraflı ateşkesinin barış için olumlu bir iklim yaratığını ancak bu iklimin yeniden sabote edilmek istediğine dikkat çeken Evren, hukuksuz bir şekilde tutulan Kürt siyasetçilerinin serbest bırakılması ve uzatılan barış elinin tutulması gerektiğini kaydetti.
‘YASAKÇI ZİHNİYETTEN UZAKLAŞIN’
Yapılan konuşmaların ardından Küresel BAK’ın basın açıklaması okundu. Açıklamayı Kürtçe
Yıldız Önen yaparken Türkçesini ise sanatçı İlkay Akkaya yaptı. Kürt sorununun nihai çözümü yolunda büyük bir barış adımı atmak için hiç olmadığı kadar güçlü bir tarihsel fırsatın olduğunu belirten Akkaya ve Önen, ”Kürt sorunun barışçı çözümüne giden yolda 18 Ekim’den bu yana Diyarbakır da görülen KCK davasının gidişatı kritik bir önem taşıyor. Buna rağmen beklenilen tahliyeler gerçekleşmemesi ve tutukluların savunma haklarının Kürtçe yasağı engeliyle karşılaşması umut kırıcıdır.Hükümet derhal yasakçı zihniyetinden uzaklaşıp özgürlükçü bir yaklaşım kullanmalı. Barış gelene kadar mücadelemizi sürdüreceğiz” dedi.
BİA Haber Merkezi – 23.11.2010 – Karşı Zirve Dünyayı Nato’yla Mücadeleye Çağırıyor
Lizbon’da barış için mücadele edenlerin buluştuğu NATO Karşıtı Zirve’de NATO’nun bir an önce lağvedilmesi istendi; Barış yürüyüşün sloganı da “NATO’ya Hayır, Barışa Evet” oldu.
Lizbon’da 19-21 Kasım günlerinde NATO zirvesiyle eş zamanlı yapılan NATO Karşıtı Zirve’ye katılan Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan (Küresel BAK) Yıldız Önen’in notlarından derlediğimiz özeti sunuyoruz.
Savaş karşıtları NATO Karşıtı Zirve’de NATO’nun lağvedilmesi, küresel barış ve adalet için silahsızlanmaya özellikle nükleer silahsızlanmaya bir an önce başlanması çağrısı yaptı.
Üç günlük Karşı Zirve’de “NATO’nun yeni stratejisi”, “NATO’nun Afganistan savaşı” ile NATO bağlamında “Savaş ve Küresel Kriz”, “Afganistan”, “Avrupa Birliği”, “Askeri Endüstri”, “Tarih”, “Şiddet İçermeyen Direniş”, “Nükleer Silahlanma”, “Feminizm ve Militarizasyon”, “Üsler”, “Silahsızlanma ve Gelişme” ile “Savaşa Hayır, NATO’ya Hayır! De” başlıklı atölyeler gerçekleşti.
Zirvede NATO’nun yeni stratejik konsepti değerlendirilmesi doğrultusunda küresel çapta ortaklaşa neler yapılabileceği tartışıldı, Avrupa, Amerika ve Latin Amerika deneyimleri paylaşıldı.
Karşı Zirve “Ortak deklarasyon”la NATO’ya karşı küresel eylem çağrısı yaptı.
Lizbon’da Camões Lisesi salonlarında toplanan NATO karşıtı Zirve’de 30 ülkedeki barış hareketlerinden 100 savaş karşıtı yer aldı. Karşı Zirve Portekiz Savaş ve NATO Karşıtı Platform (PAGAN) Avrupa NATO karşıtı Uluslararası Koordinasyon Kurulu (ICC) işbirliği ile örgütlendi. Zirve’ye Türkiye’den Küresel BAK temsilcileri de katıldı.
Barış yürüyüşü
Cumartesi günü binlerce barış aktivisti Portekiz barış hareketi, siyasi parti ve sendikaların da katıldığı yürüyüşte NATO’yu protesto etti; başta “Nato’ya Hayır, Barışa Evet” olmak üzere attıkları sloganlarla NATO’nun dağıtılması, füze kalkanının engellenmesi, Afganistan işgalinin sona erdirilmesini istedi.
Yürüyüş öncesi iki gün boyunca Avrupa’nın ülkelerinden gelen göstericiler kendilerini birbirine zincirleyerek sürmekte olan NATO zirvesini engellemeye çalıştılar.
Eylemlerde gözaltına alınan 40 kişi NATO Zirvesini engelleme suçu ile bir süre tutuldu. Karşı Zirve için Lizbon’a gelmeye çalışan 150 kişin sınırlardan geri çevrildi. Barış aktivistleri olayı demokrasi ihlali olarak protesto etti.
Tartışmalardan satır başları
* Egemen medya NATO zirvesini gerçeğin aksine dünyayı barışa götürecek bir buluşma olarak aktarıyor. Medyanın etkisini bilip buna göre strateji belirlemek gerekir.
* Savaş ve işgal altındaki ülkelerin savaşa ve silahlanmaya ayrılan bütçeleri bu ülke halklarının yoksulluk ve yoksunlukları çözebilecek miktarda.
* “NATO ve Füze Kalkanı” projesinde “savunma amaçlı kalkan” diye tanımlanan füze sistemi girdiği toprakları savaşa sokabilecek güçte.
* Afgan halkının kendi hayatını yeniden kurabilmesi için önce tüm işgal güçleri Afganistan’ı terk etmeli. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) NATO şemsiyesi altındaki İşgal güçleri Afganistan’ı yaşanılmaz bir hale getiriyor.
* Ekim 2011’de Afganistan işgalinin 10. yıldönümünde küresel protestolar örgütlenmeli.
* Savaş karşıtı hareketin sokak gösterileri ile NATO üzerinde baskıyı arttırmalı.
* Barış hareketi ile ekonomik krize karşı ortaya çıkan hareketler nasıl ortaklaşabilir?
* NATO – Avrupa Birliği (AB) birlikteliğinin Avrupa’yı savaş kalesine çevirebilme ihtimaline karşı çıkılmalı.
* Soğuk savaştan beri güçlenen NATO silah endüstrisini güçlendirmeyi hedefliyor. NATO’nun yeni stratejisini belirleyen ekipte dünyanın büyük petrol, maden ve askeri endüstrilerinin liderleri yer alıyor.
* Parlamentoların silahlanma endüstrisinin lehine kararlar alması engellenmeli, silahsızlanmanın işsizlik olacağı yalanına karşı çıkılmalı, silahlanma bütçesi ile yeni iş imkanları yaratılması talep edilmeli.
* NATO’nun yeni stratejisinde “nükleer silahlar temel unsur olmaya devam edecek” kararlılığı çerçevesinde nükleer silahların yarattığı tehdit geniş kitlelere anlatılmalı, “Nükleersiz bir Avrupa” için mücadele edilmeli.
* Savaş ve silahlanma dünyadaki demokrasiyi ve gelişmeyi engelliyor; kadınlar yaşananlardan daha da çok etkileniyor. Kadınların durumlarının düzeltilebilmesi için silahlanmanın durdurulması daha da önem kazanıyor.
* Üsler nedeniyle pek çok ülke savaş ve işgal ile karşı karşıya kalıyor. Üslere karşı mücadele, gelecekteki savaşları da engelleyebilecek bir mücadele olabilir.
* Dünyada 1,3 trilyon ABD doları silahlanmaya harcanıyor; bir milyar insan yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya.
* Ekonomik krize karşı mücadeleyi savaş ve NATO karşıtı mücadele ile birleştirebilirsek kazanma şansımız var.
* NATO’nun yeni stratejisi savaşların dünyanın her tarafına yayılma tehlikesini içeriyor.
* Yeni NATO konseptiyle bölge ülkelerinin ve dünyadaki büyük güçlerin yeniden şekilleniyor; ancak değişimlerin barış için değil savaşın yaygınlaşması doğrultusunda. NATO terörist ve savaş yanlılarının birliğidir.
* Savaş ve işgallerin dünyayı korkunç bir hale getirmesine ancak barış kültürünün geliştirilmesiyle karşı çıkılabilir.
Sonuç notları
* ABD’de yapılacak NATO zirvesi Amerikan barış hareketinin NATO’yu anlaması için iyi bir fırsat olacak.
* Gelecek Avrupa NATO Karşıtı Uluslararası Koordinasyon (ICC) 2011 Nisan ayında NATO üyesi olmayan İrlanda’da yapılacak.
* Halen İran’a saldırı tehdidi sürüyor. Batılı Barış hareketleri İran’ın nükleer konferans çağrısını desteklemesi gerekiyor.
* Barış hareketlerini bir araya getirme ve koordine etmenin önemi silahlanmanın dünyanın fiziksel olarak sonunu getirdiği bir dönemde daha da artıyor.
Konuşmacılar:
Ricardo Robles (PAGAN), Christine Hoffmann (Alman Barış Hareketi), Jan Majicek (Üslere Hayır Ağı/ Çek Cumhuriyeti), Shams Arya (Afganistan), Jacques Fath (Yeni Kapitalist Parti-PCF/Fransa), Jeremy Corbyn (İşçi Parti milletvekili/ İngiltere), Victor Lima (PAGAN/Portekiz) Reiner Braun (IALANA/Almanya), Joseph Gerson (AFSC/ABD), Michael Youlton (IAWM/İrlanda),Tobias Pflüger (IMI/Almanya), Roger Cole (PANA/İrlanda),Rae Street (Nükleer Silahsızlanma Merkezi/İngiltere), Erhard Crome (Rosa Luxemburg Vakfı/Almanya), Werner Ruf (Bundesausschuss Friedensratschlag/Almanya), Jan Majicek (Askeri Üslere Hayır/Çek Cumhuriyeti), Andreas Speck (Uluslar arası Savaş Karşıtları/İngiltere), Dave Webb (Nükleer Silahsızlanma Merkezi/İngiltere), Arielle Denis (Barış Hareketi, Fransa), Kristine Karch (INES ve KriWi), Irina Castro (PAGAN, Portekiz), Elsa Rassbach (DFG-VK/Almanya), Ben Cramer (IPB/Fransa), Will Meyer (Avrupa Sol Parti/İspanya), Mario Tomé (Portekiz), Eduardo Melero, (UAM -Adalet ve Barış Örgütü
Marksist.org – 23.11.2010 – Nato’suz bir dünya mümkün!
19-21 Kasım tarihlerinde Lizbon’da gerçekleşen NATO zirvesi, Türkiye’ye değişik bir biçimde yansıdı. Türkiye’nin NATO’da başarılı mı başarısız mı olduğu, ekseninin kayıp kaymadığı tartışmaları NATO’nun gerçek yüzünü ve Türkiye’nin NATO’daki gerçek durumunu gölgeledi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu üyesi ve DSİP GK üyesi Yıldız Önen, NATO karşıtı zirvedeydi. Yıldız Önen’le hem NATO zirvesini hem de karşı zirvenin önemimini konuştuk.
– NATO zirvesinin amacı neydi sizce?
Lizbon’da dünya liderleri NATO’nun yeni stratejisini belirlemek için bir araya geldiler. Yeni stratejileri, savunma maskesi altında dünyanın daha fazla silahlanmasını, savaş ve işgallerin devam etmesini sağlayacak kararları içeriyor. “Güvenlik”ten sık sık söz ediyorlar ama gerçek amaçlarının, caydırıcı bir savaş örgütü olarak NATO’yu yeniden şekillendirmek olduğu gün gibi ortada. Önümüzdeki dönemde Rusya gibi büyük güçlerle işbirliği yaparak savaş ticaretini daha da büyütmek de bir başka amaçları.
– Sizce başarılı oldu mu NATO zirvesi?
NATO zirvelerinin hiçbir zaman başarılı olma ihtimali yok artık. Çünkü NATO misyonunu tamamlamış bir örgüt emperyalistler açısından. Şimdi yeni bir dizi misyonla tanımlamaya çalışıyorlar. Bu tanımlama süreci ise emperyalistlerin kendi iç çelişkileri nedeniyle tamamlanamıyor. NATO, çünkü, 1990’ların sonunda Doğu Bloku çökene kadar farklı bir rol oynuyordu. Batı Blokunun ABD liderliğini kabul etmesinin üzerinde yükselen askeri bir çatı örgütüydü ve ABD “komünizm” korkusuna karşı, yani bir başka blokun askeri ve ekonomik gücüne karşı batı ülkelerini koruyan lider hegemonik güç durumundaydı. Doğu Bloku dağılmaya başladığında bu paradigma da dağıldı.
ABD tüm o soğuk savaş dönemi olarak anılan yıllarda SSCB’yi mağlup etti ama bunun ABD’ye maliyeti sanılanın çok üzerinde oldu. ABD askeri açıdan bir süper güç ama ekonomik açıdan 50 sene önceye göre önemli ölçüde gerilemiş bir devlet olarak buldu kendisini. Bu batı ülkeleri arasında da genel olarak küresel düzeyde de bir hegemonya gerilimi sürecine kapıyı açtı. 21. yüzyılın kimin yüzyılı olacağı tartışması temel tartışma halşne geldi. Yugoslavya’ya NATO müdahalesinden Afganistan ve Irak işgallerine kadar tüm işgal süreçleri gibi NATO’nun yeniden tanımlanması da bu dönemin kaçınılmaz parçası oldu. Çelişkiler bu kadar yoğunken NATO’ye yeni roller biçme konusunda da ABD’nin çıkarlarıyla geri kalanların çıkarları arasında çelişki olması doğal ve bu çelişkilerin NATO zirvelerine yansıması da doğal.
– Bir örnek verebilir misiniz?
Evet, İran üzerinden gerçekleşen tartışma bile buna bir örnek. Neoconlar zamanından beri İran ABD açısından en önemli küresel düşman. Füze kalkanı projesinde İran’a karşı yaptırım açık açık ABD’li yetkililerce telaffuz ediliyor. Ama bir dizi emperyalist ya da emperyalist eğilime sahip olan NATO içindeki güç aynı tehdit tanımına sahip değil.
– Türkiye’de NATO zirvesi hükümet açısından değerlendirildi, siz bu eğilime katılıyor musunuz?
Bu eğilim kesinlikle paylaşılamaz. Bu, NATO’nun gerçekte nasıl bir örgüt olduğunu gizleyen bir tartışma biçimi. Hükümet dik durdu mu durmadı mı? Füze kalkanı şöyle mi oldu böyle mi? Bunların bir önemi yok. Önemli olan NATO’nun bir cinayet örgütü olduğunun ve hükümetin bu örgütün içinde aktif bir biçimde görev yapmakta olduğunun altının çizilmesi. NATO refome edilebilecek bir güç olmadığı gibi hükümet bu reforme etme işini oynayabilecek bir güç asla değil. Bombalar reforme edilemez. NATO bir işgal örgütüdür. Afganistan’da apaçık bir işgal gücü olarak görev yapıyor. Türk askerleri de bu gücün bir parçası olarak Afganistan işgalinde rol sahibi. Hem NATO hem de NATO’nun en önemli askeri güçlerinden Türkiye ABD’nin Afganistan’daki çıkarları için kanlı bir işgalin sürükleyicisi ve parçası durumunda. Bu yüzden Türkiye’deki saçma sapan yansımalarına karşı NATO’nun kanlı tarihini ve bugününü teşhir etmek zorundayız.
– Lizbon’da NATO karşıtı birlik de bunu yapmaya çalıştı galiba, siz de oradaydınız, karşı zirve nasıl geçti?
Elbette, Lizbon’da Escola Secundária de Camões’de yapılan NATO karşıtı zirvede Avrupa Barış Hareketi NATO’nun bir an önce lağvedilmesi gerektiğini vurguladı. Yeni NATO stratejisinin dünyayı savaş ortamında tutacağını, bu yüzden reddedilmesi gerektiği anlatıldı. Barış ve adalet için, silahsızlanmaya özellikle nükleer silahsızlanmaya bir an önce başlanması çağrısı yapıldı.
– Karşı Zirve kimler tarafından örgütlendi?
Karşı Zirve, 19-21 Kasım tarihleri arasında Portekiz’deki NATO karşıtı zirve için bir araya gelen barış hareketlerinin temsilcisi PAGAN (Portekiz Savaş ve Nato Karşıtı Platform) ve ICC (Avrupa Nato karşıtı Uluslararası Koordinasyon Kurulu) işbirliği ile örgütlendi. 30 ülkeden 100 temsilcinin katıldığı zirvede NATO ve politikalarına karşı yapılabilecekler ele alındı
Karşı Zirve’de Nato’nun yeni stratejik konsepti değerlendirildi. Nato’ya karşı ortaklaşa neler yapılabileceği tartışıldı. Avrupa, Amerika ve Latin Amerika deneyimleri paylaşıldı. Pazar günü yapılan forumun ardından ortak deklarasyon yayınlandı. Deklarasyon’da savaş çığırtkanlığı yapan, silahlanmayı savunan NATO’nun lağvedilmesi için çağrı yapıldı.
20 Kasım günü öğleden sonra Portekiz’deki pek çok barış hareketi, siyasi parti ve sendikaların katıldığı bir yürüyüş gerçekleşti. “Natoya hayır, Barışa Evet” sloganı ile yürüyen binlerce barış aktivisti Nato’yu protesto ettiler. Atılan sloganlarda Nato’nun dağıtılması, füze kalkanının engellenmesi, Afganistan işgalinin sona erdirilmesi istendi.
Yürüyüş öncesi 2 gün boyunca Avrupa’nın değişik ülkelerinden gelen göstericiler kendilerini birbirine zincirleyerek ve başka tarzda eylemlerle sürmekte olan NATO zirvesini engellemeye çalıştılar. Bu eylemlerde göstericilerden 40 kişi gözaltına alındı. Göstericiler NATO Zirvesini engelleme suçu ile bir süre gözaltında kaldılar.
– Çeşitlilik içeren güçlü bir katılım vardı değil mi?
Evet, kesinlikle. Örneğin 19 Kasım günü “NATO’nun Yeni Stratejisi” başlıklı oturumda ve ertesi gün Atölyeler kapsamında yapılan toplantılarda aralarında Portekiz Le Monde Diplomatique gazetesinden Sandra Monteiro, PAGAN’dan Vitor Lima, Joseph Gerson, Üslere Hayır Ağından Çek Cumhuriyeti’nden Jan Majicek, Afganistan’dan Shams Arya, Fransa’da Yeni Antikapitalist Parti’den Jacques Fath, İngiltere’den milletvekili Jeremy Corbyn ve Almanya’dan Christine Hoffmann ve Reiner Braun’un da olduğu çok sayıda konuşmacı katkı yaptı.
Eylemler de aynı çeşitlilikteydi. Binlerce insan yan yana kendi sloganlarıyla yürüdü. Ortak sloganlar da atıldı, her grup kendi tarzını eyleme yansıttı.
– Karşı Zirve’nin ortak bir vurgusu var mıydı?
Karşı Zirve’nin sonunda Reiner Braun tarafından tüm katılımcılara bir taslak metin sunuldu. Taslak metin oy birliği ile kabul edildi ve ortak deklerasyon olarak karşı zirvenin bir anlamda sonuç bildirgesi oldu.
Ortak Deklerasyon’un vurgusu ise barış, adalet ve eşitlik için birlikte mücadeleye devam etmenin önemi ve NATO’nun dağıtılması gerektiğiydi. NATO hem AB ülkelerine daha fazla akeri sorumluluk yüklemeye çalışıyor hem de ABD NATO maskesinme sığınarak Avrupa’da nükleer istasyon kurmaya devam ediyor. Öte yandan Afganistan’da çıkmaza giren işgalden daha fazla kan dökmeden çıkmak için her hangi bir planları yok.
Ortak deklerasyon bu vurgulara ve NATO’nun kesin bir dille lağvedilmesi vurgusuna sahipti.
Füze kalkanı ile ilgili olarak da Ortak Deklerasyon’da şu vurgular yer aldı:
“Amerika, Avrupa’daki nükleer silah dayatmasına son vermelidir. Obama yönetimi, NATO vasıtasıyla Bush’un füze savunma programının bir çeşidini dayatmaya başladı. Bu öneri Çek Cumhuriyeti halkı tarafından red edilmişti. Çeklerin red ettiği radar sistemi bu sefer Türkiye’ye dayatılıyor.
Savunma adı altındaki bu füze sistemi bir tehdit oluşturuyor, uluslar arası ilişkileri destabilize ediyor ve yeni bir silahlanma yarışı başlatıyor. Biz her çeşit füze savunma sistemine karşı çıkıyoruz. NATO ülkelerine sesleniyoruz, bu sistemler yerine dış ilişkilerin barış kültürü ile geliştirilmesini öneriyoruz. Biz halkların arasındaki ilişkileri demokratikleştirmeliyiz ve militarizasyondan uzaklaştırmalıyız. Daha güvenlikli ve adaletli bir dünyayı barışçıl bir işbirliği ile kurmalıyız.”
Radikal – 28.11.2010 /Yıldız Önen – İçeride Mühim Toplantılar yapılırken aktivistler Lüzbon sokaklarındaydı
Savunma adı altındaki füze kalkanı sistemi bir tehdit oluşturuyor, uluslararası ilişkileri destabilize ediyor ve yeni bir silahlanma yarışı başlatıyor?
19-20 Kasım’da Lizbon’da dünya liderleri NATO’nun yeni stratejisini belirlemek için biraraya geldiler. Yeni stratejileri, savunma maskesi altında dünyanın daha fazla silahlanmasını, savaş ve işgallerin devam etmesini sağlayacak kararları içeriyor. Aynı tarihlerde, Lizbon’da Escola Secundária de Camões’de yapılan NATO Karşıtı zirvede Avrupa barış hareketi, NATO’nun bir an önce lağvedilmesi gerektiğini vurguladı. Karşı Zirve, 19-21 Kasım tarihleri arasında Portekiz’deki NATO karşıtı zirve için biraraya gelen barış hareketlerinin temsilcisi (Portekiz Savaş ve NATO Karşıtı Platform (PAGAN) ve Avrupa NATO karşıtı Uluslararası Koordinasyon Kurulu (ICC) işbirliğiyle örgütlendi. 30 ülkeden 100 temsilcinin katıldığı zirvede NATO’nun savaşa dayalı yeni stratejisine karşı küresel barış politikalarının kazanması için neler yapılabileceği tartışıldı.
Karşı Zirve’de NATO’nun yeni stratejik konsepti değerlendirildi. NATO’ya karşı ortaklaşa neler yapılabileceği tartışıldı. Avrupa, Amerika ve Latin Amerika deneyimleri paylaşıldı. Pazar günü yapılan forumun ardından ortak deklarasyon yayınlandı. Deklarasyonda savaş çığırtkanlığı yapan, silahlanmayı savunan NATO’nun lağvedilmesi için çağrı yapıldı. Karşı Zirve PAGAN’dan Natália Nogal ve ICC’den Reiner Braun’un açılış konuşmalarının ardından NATO’nun yeni stratejisiyle ilgili yapılan oturumda “Savaş ve Barış” konusunda Portekiz Le Monde Diplomatique gazetesinden Sandra Monteiro konuştu. Monterio dünyanın geldiği dönemin barış hareketi için çok zor bir dönem olduğunu vurguladı ve mücadele çağrısı yaptı.
PAGAN’dan Vitor Lima “Yeni NATO stratejisi ve Küresel Kriz” başlıklı konuşmasında, “İçinde yaşadığımız dünyada en çok Amerika ve Avrupa konuşuluyor, bu ülkelerin güvenliği her şeyin üstünde tutuluyor. Ekonomik ve askeri olarak güçlü ülkeler politik hegemonya sağlıyor. Yoksul ülkeler, sadece göç yolları olarak anılıyor” dedi.
Amerikan yalanı
“Yeni NATO Stratejisindeki Nükleer Silahlar” başlıklı konuşmasında Joseph Gerson “NATO şimdiye kadar Amerika’nın çıkarlarını koruyan bir örgütlenme oldu, son strateji bunun devam edeceğinin kanıtı. Amerika her zaman nükleer silahlanmayı güvenlik için yaptığını anlatıyor. Diğer tüm ülkeler bunları saldırı için kullanabilecek iken Amerika sadece savunma amaçlı geliştiriyor yalanı kamuoyunda oldukça etkili, halbuki Hiroşima da olanlar ortada” dedi.
“NATO’nun Afganistan Savaşı” başlıklı konuşmasında Afganistan’dan Shams Arya “Maalesef uzun yıllardır Afganistan sadece savaş ve ölüm ile anılıyor. Önce Sovyetler’in işgali ardından baskıcı bir ara dönem şimdi Amerikan’ın NATO şemsiyesi altında işgali. Batı ‘terörizme karşı mücadele ediyoruz’ diyor ama kendileri Afgan halkını terörize ediyorlar. Bugün savaştıkları kişiler, örgütler kendi mahsulleri. Karzani hükümeti yozlaşmış, Afgan halkının düşmanı bir iktidar oluştu. Afgan halkının kendi hayatını yeniden kurabilmesi için önce tüm işgal güçlerinin Afganistan’ı terk etmesi gerekiyor. İşgal güçleri Afganistan’ı sıradan insanlar için yaşanılmaz bir hale getiriyor. Yeni bir Afganistan için çalışan tüm örgütlerin birinci talebi işgalin bitmesi” dedi.
“NATO savaş demektir”
Karşı Zirve’nin sonunda, protestolara katılan tüm kurumların oy birliğiyle benimsediği ortak “Sonuç Deklerasyonu” yayınlandı. “NATO savaş demektir! Yeni strateji konseptine hayır” vurgusuna sahip olan sonuç metninde, “Biz savaşsız bir dünya isterken, dünya kaynaklarının savaş ve toplu imha silahları, şiddet ve militarizasyon için kullanılmasını reddediyoruz. Bu, insanlığın çoğunluğunun ortaklaştığı bir vizyondur. Biz NATO ülkelerindeki barış aktivistleri olarak ülkelerimiz şiddet ve vahşet için değil tüm dünyada barış, adalet ve eşitlik için çalışmaya başlayıncaya kadar birlikte mücadele edeceğiz” vurgusu savaşa karşı ses çıkartmak için yeni eylemlere hazırlanmak gerektiğine işaret ediyordu.
Türkiye’de de gündemi meşgul eden füze savunma sistemiyle ilgili sonuç metni şu vurgulara sahipti: “Savunma adı altındaki bu füze sistemi bir tehdit oluşturuyor, uluslararası ilişkileri destabilize ediyor ve yeni bir silahlanma yarışı başlatıyor. Biz her çeşit füze savunma sistemine karşı çıkıyoruz. NATO ülkelerine sesleniyoruz, bu sistemler yerine dış ilişkilerin barış kültürü ile geliştirilmesini öneriyoruz. Biz halkların arasındaki ilişkileri demokratikleştirmeliyiz ve militarizasyondan uzaklaştırmalıyız. Daha güvenlikli ve adaletli bir dünyayı barışçıl bir işbirliği ile kurmalıyız.”
NATO’nun demokrasiyle ilişkisini açığa vuran metnin son bölümü özellikle çok önemliydi: “Adil bir dünya vizyonumuzda NATO’ya yer yok. NATO demokrasi karşıtlığı ile tanınıyor. Hem Afganistan’daki yozlaşmış ve savaş taciri Karzai hükümetini destekleyen, hem de NATO zirvesini protesto edenlere antidemokratik uygulamalarda bulunan NATO, demokrasi düşmanıdır. NATO saldırgan, yayılmacı, militarist ve eşitsizliği savunan politikalara sahip. Biz tüm insanlıktan bu politikaları reddetmelerini istiyoruz. NATO’yu ve değerlerini reddetmelerini istiyoruz. NATO’suz barış içinde bir dünya kurma mücadelemizde bize katılmalarını istiyoruz.”
YILDIZ ÖNEN: Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu
Karşı zirve notları
* Karşı zirve için Lizbon’a gelmeye çalışan 150 kişi sınırlardan geri çevrildi, aktivistler bunun demokrasi ihlali olduğunu söylediler. 20 Kasım’da Portekiz’deki pek çok barış hareketi, siyasi parti ve sendikanın katıldığı bir yürüyüş gerçekleşti. “NATO’ya hayır, barışa evet” sloganı ile yürüyen binlerce barış aktivisti NATO’yu protesto etti. Bu eylemlerde göstericilerden 40 kişi gözaltına alındı. Göstericiler NATO Zirvesini engelleme suçuyla bir süre gözaltında kaldılar.
* Portekiz Le Monde Diplomatique gazetesinden Sandra Monteiro karşı zirvede yaptığı konuşmada, medyanın NATO zirvesini dünyayı barışa götürecek bir buluşma olarak öne çıkarttığını, halbuki gerçeğin tam tersi olduğunu anlattı. “11 Eylül konsepti savunma adına saldırı anlamına geldi. Medya bunun en iyi temsilcisi oldu. Medyanın etkisini bilip buna göre strateji belirlemek gerekir” dedi.
* “NATO ve Füze Kalkanı” konusunda Karşı Zirve’de konuşan, Üslere Hayır Ağı aktivisti Çek Cumhuriyeti’nden Jan Majicek şunları söyledi: “Füze kalkanı Bush zamanında Sovyetler’e karşı uzay savaşları ile başlamıştı. Şimdiki plan da bu planın bir versiyonu. Obama NATO ve Avrupa’nın kabul edebileceği şekle çevirdi. Savunma amaçlı kalkan diye tanımlanan füze sistemi girdiği toprakları savaşa sokacak hale getirme şansına sahip. Doğu Avrupa’da maalesef güçlü sosyal hareketler yok. Füze kalkanı gibi saldırılar geldiğinde bunu durdurabilecek bir güç yok. Silahsızlanma için mücadele etmek çok önemli, beraber mücadele ile bunu başarabiliriz.”
www.kureselbak.org
Yeşil Gazete – 26.11.2010 – Füze kalkanı nükleer hedef
Nilüfer Uğur Dalay ile Röportaj, Işıl Sarıyüce
Arkada bıraktığımız haftada Türkiye’nin gündemine füze kalkanı damgasını vurdu. Lizbon’da bir yandan NATO Zirvesi’nde kapalı kapılar ardında bu sistem masaya yatırıldı, bir yandan da alternatif zirvede düzenlenen konferanslarla “NATO’ya karşı barış için ne yapmalı?” sorusuna cevap arandı. Türkiye’ye yansıyan daha çok kapalı kapılar ardında konuşulanlar ve Türkiye’nin pozisyonuydu ama Yeşil Gazete olarak biz “kalkana da savaşa da hayır” diyenlere ışık tutmak istedik. Uzun yıllardır savaş karşıtı hareketin içinde olan bir isme, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan Nilüfer Uğur Dalay’a sorularımızı yönelttik.
NATO, “silah, korku, tehdit, baskı ve saldırı demek” diyen Dalay barışın romantik bir ütopya olmadığına vurgu yapıyor.
Füze savunma sistemi konusunda nasıl adlandırılacağı ile başlayan bir tartışma, bir anlamda kafa karışıklığı var? Nedir bu sistem? Kalkan mıdır?
NATO, 1999 Washington Zirve’sinden sonra “Terörizme karşı savaş” tehdit algısını yeni bir konsept olarak belirledi. 2006 Riga Zirvesi’nde ise “enerji hatlarının güvenliği” kavramı ve bölge dışında etkinlik gösterme kararını ortaya koydu. Lizbon Zirvesi’ni, işte bunların meşrulaştığı yeni güvenlik ve stratejik konsept ile savunma sisteminin bir parçası olarak görmek gerekir. Bu sistem ve zirve ayrıca NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin bir mihenk taşı olarak da görülebilir. Savaş terminolojisinde her savunma sisteminin aynı zamanda bir saldırı sistemi de olduğunu düşünecek olursak “Füze Savunma Sistemi” olarak anılanı aynı zamanda “Nükleer Hedef Olma Sistemi” olarak da okuyabiliriz.
Türkiye’nin Lizbon’da izlediği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, üye olmaya çabaladığı süreçte (1950 Yılında İncirlik Üssü’nün ABD tarafından kurulmasına izin verilmesi ve Kore Savaşı’na katılması) ve olduğu 1952 yılından bu yana hiç bir zaman NATO’ya karşı bir ülke olmamıştır. Dolayısı ile son süreçte de “sadık bir NATO müttefiki” ve yenidünya tasarımında yer almak isteyen bir ülke gibi davranmıştır.
Füze savunma sistemin Türkiye’ye yerleştirilmesi ne anlama gelir? Etkileri ne olur? Türkiye’nin savunması güçlenir mi yoksa hedef haline mi getirir?
Askeri kural şudur: Düşmana en yakın yerde konuşlanan ve silahlanan, düşmana en yakın hedef olur. Türkiye bu kararla bir hedef ülke durumuna girer ve hem ulusal füze sistemi için, hem de NATO sistemine entegrasyon için bütçe ayırmak zorunda kalır. Yalnızca entegrasyon maliyetinin NATO için, 10 yılda 200 milyon Euro olduğunu düşünürsek, Türkiye’nin payına, henüz netleşmese bile, ne denli büyük bir yük düşeceğini tahmin edebiliriz.
NATO kuruluşundan bu yana Amerikan çıkarlarını savunmakla eleştiriliyor. Başbakan Erdoğan’ın “komuta NATO’da olmalı” sözleri bu bağlamda ne anlama geliyor?
NATO kurulduğu günden bu yana, yalnızca Sosyalist Blok’a karşı Batı merkezli ittifak olmamış, dünya ekonomisinin egemenlik utkusunun ve ilişkilerinin, Avrupa’yı ABD’ye bağlayarak koruyan, buna hizmet eden askeri ve siyasi bir platform olmuştur. Bu ana felsefe çerçevesinde şekillenmiş kendi kuralları ve organizasyon şeması vardır. NATO’da düğmeye basma işi, üye ülkelerin tamamı tarafından onaylanan kurallar çerçevesinde Brüksel’deki Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Karargâhı (SHAPE) yetkisindedir. Bunu ebetteki Başbakan Erdoğan çok iyi bilmekte ama “ulusal kamuoyu iyi bilmediği için” seçim öncesi “bir bilgilendireyim” diye düşünmüş olmalı.
“ Milyon dolarlık bütçeler kimin için?”
Savunma sistemi yerleştirme konusu İran’ın adının “tehdit” olarak geçip geçmemesine indirgendi, bu çerçevede tartışıldı. Türkiye’nin savını benimsetmesi anlamında bir kazanım elde ettiğini söylemek mümkün mü?
O halde tehdit kim? Bu milyon Euro’luk bütçeler kimin için? “Komşularla sıfır sorun”, “İran ile sıfır sorun” politikaları uygulandığı söylenirken, yeni Kırmızı Kitap’a göre komşulara yönelik tehdit algıları değişmişken, komşuları tehdit olarak algılamıyorsanız, o zaman füze savunma sisteminin gereği olan radarlarla kalkanların ülkenizin topraklarına konuşlanmasına niye izin veriyorsunuz? Niçin böyle bir anlaşma metnine taraf oluyorsunuz? NATO Washington Ortaklık Anlaşması’nın 5. Maddesi “güvenliğin bölünmezliğini” ve NATO müttefikliğinin gereklerini açıklamıyor mu? Türkiye’de uzunca bir süredir, iç politikaya ve dış politikaya yönelik söylemler, sözün söylendiği yer, zaman ve zemine göre değişir oldu.
Irak Savaşı’nın yaşandığı bu coğrafyada İran konusunun gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz? İran gerçekten tehdit mi?
Sermaye birikimi, teknoloji bilgisi, bunların askeri gelişmeler için kullanılması ve buna uygun siyasi iktidarların oluşması nasıl savaşa kaynaklık eden tehdit ve risklerse İran da bu kadar, tehdittir. Ama dünyadaki bu nitelikteki diğer ülkelerden daha fazla tehdit değildir. Burada önemli olan, sorunların silahlarla değil, diyalogla aşılması yönteminin benimsenmesidir. Sorunlarınızı askeri yöntemlerle çözme felsefesi tüm ülkeleri, tüm dünyayı büyük bir tehdit yumağı haline getirdi. Bugün dünyada 165 noktada silahlı çatışmalar sürmekte ve bugüne kadar gördüğümüz kadarıyla, çözülmüş herhangi bir sorun da yok.
“Yeni yüzyılın NATO’su biçimlendiriliyor”
Füze savunma sisteminin NATO’nun yeni stratejik konseptinin ana unsurlarından olduğu söyleniyor. Bu ne demek? Nedir yeni konsept?
Yukarıda da ana hatlarını söylediğim gibi, yeni konsept, yeni yüzyılın NATO’sunu biçimlendirmekte. Bunun altında da elbette yeni yüzyılın tasarlanması var ki, hiç bir yeni tasarım büyük altüst oluşlar olmaksızın gerçekleşmez. Çin’in önlenemez yükselişi karşısında dünya ekonomisinin merkezi artık Batı’dan doğuya kayıyor ve çok kutuplu bir dünyaya doğru yol alınıyor. Yeni NATO konsepti, Batı merkezli ittifakın, içine Rusya’yı da alarak genişletilmiş bir Amerika-Avrupa-Avrasya ekseni oluşturulmasıdır.
Savaş karşıtları yeni konsepte karşı ne yapıyor? Ne yapmalı? Nasıl bir eylem planı?
Savaş karşıtları bu uzun soluklu eylem gündeminde elbette “savaşa karşı barış” kültürünü kurma mücadelelerinden vazgeçmemişlerdir. Barış kültürü sorunların olmadığı “romantik bir ütopya” değildir. Sorunların diyalogla çözümlenmesinin gereğine inanan bir kültürdür.
Tam da dünyanın NATO’yu, güvenliği, füzeleri konuştuğu günlerde Kuzey Kore Güney Kore’yi vurdu. Kuzey Kore “tehdit” algılanan ülkelerden biri. Bu saldırıyı, zamanlamasını ve etkilerini değerlendirir misiniz?
Batı ittifakının askeri ve siyasi olarak doğuya kaydırılma nedenlerinden biri de elbette ki tehdit ve risk unsuru olan merkezlerdir. Her nükleer silah sahibi ülke gibi Kuzey Kore de bir tehdit ve tehlike noktasıdır. Dünya, nükleer silahlardan arındırılmadığı sürece bu tehditler ve riskler devam edecektir.
“NATO’yu izlemeye devam ediyoruz”
Lizbon’da bir de alternatif zirve yapıldı. O nasıl geçti?
NATO’nun yeni konseptine karşı savaş karşıtlarının neler yapabileceğinin tartışıldığı forum, seminer ve atölyeler ile geçti. Canlı ve kararlı bir katılım vardı ve Portekiz Komünist Partisi’nin de katılımıyla 10.000’den fazla kişinin katıldığı bir karşı yürüyüş ile sonlandı. NATO’yu izlemeye devam ediyoruz!
Savaş karşıtları olarak NATO’ya neden karşısınız? NATO’nun lağvedilmesi neden daha barışçıl bir dünya demek?
Çünkü NATO, silah demektir. Korku, tehdit, baskı ve saldırı demektir. NATO yeni konseptle yaratılan yeni “hayali tehditler” demektir. NATO, sürekli savaş korkusu altında yaşamak demektir. “Bende silah var” demek karşısındakine de ya “bana boyun eğ”, ya da “bana karşıysan silahlan, kendini savun” demektir. Her iki durum da insan onurunu zedeleyen yaklaşım biçimidir. Oysa barış kültürü “gel, konuşalım ve beraberce sorunlarımızı çözelim” demektir. Diğer bir deyişle “eşitler arasındaki bir ilişkiyi” tarif eder.
NATO’nun söylemi güvenlik, karşıtlarınınki ise barış. Nasıl ulaşılır daha barışçı bir dünyaya?
Önce barışa inanarak. İnsana inanarak, güvenerek. Başkalarının incinebileceğini düşünerek, büyüyerek. İnsanın, toplumların kendini gerçekleştirme haklarının olduğuna inanarak.
DİHA – 30.11.2010 – ‘Bir göz de sen ol’ Öldürülen çocuklar için, ‘bir göz de sen ol’
Özellikle bölgede savaş koşulları altında devletin güvenlik görevlileri tarafından öldürülen çocuklar için “Bir Göz de Sen Ol İnisiyatifi” oluşturuldu. Daha önce bilinenin aksine öldürülen çocukların sayısının 356 değil 376 olduğunu açıklayan inisiyatif, önümüzdeki günlerde konuya dikkat çekmek için bir dizi eylem yapacak.
Türkiye’de devlet güçleri tarafından öldürülen ilk çocuğun adı 1988 yılında Ramazan Dağ olarak kayıtlara geçerken, öldürülen çocukların sayısı 376’ya ulaştı. Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Ramazan Diren ve onlarca çocuk çatışmalı ortamın faturasını, canları ile ödeyen onlarca çocuktan sadece bir kaçı. Öldürülen çocukların unutulmamasını sağlamak amacıyla bir grup aktivist ve aydının bir araya gelmesiyle “Bir Göz de Sen Ol İnisiyatifi” kuruldu. İnisiyatif, öldürülen çocuklara dikkat çekmek ve bu çocukların kazara ölmediklerine işaret etmek için bir dizi eylem hazırlığında.
İnisiyatif tarafından basına gönderilen yazılı açıklamada, bir yıldır çalışmalarını sürdüren inisiyatifin bundan sonra aktif eylem yapma kararı aldığını duyurdu. Açıklamada, “Oluşturduğumuzda aralarında medyada adları öne çıkan Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz gibi öldürülen çocukların sayısı 342 idi. Son 1 yıl içinde tam 14 çocuk yine ölümlere, cinayetlere kurban gitti. Bu sayı ne yazık ki 11 Kasım 2010 itibariyle 356 oldu. İnisiyatif olarak bu basın toplantısı öncesi yaptığımız yeni bir çalışmayla maalesef sayının 376’ya ulaştığını tespit ettik. Bu sayı bizim kendi çabamızla ulaşabildiğimiz bir rakam. Sayının artmasından korkuyoruz” deniliyor. İnisiyatif üyeleri, eylem süreçlerini anlatmak için yarın Karşı Sanat Galerisi’nde bir basın toplantısı düzenleyecek.
DİHA – 01.12.2010 – Devletin öldürdüğü Kürt çocukları İstiklal’de size bakacak!
Bir Gözde Sen Ol İnisiyatifi’ni oluşturan akademisyen, sanatçı ve aktivistler, devlet tarafından öldürülen 376 çocuğun unutulmaması ve yeni ölümlerin yaşanmaması için İstiklal Caddesi’nde öldürülen çocukları temsilen önlükler giyerek, yürüyüş yapacak.
Devlet tarafından öldürülen çocukların unutulmaması ve çocuk ölümlerinin durdurulması için bir grup aktivist ve sanatçı tarafından kurulan Bir Gözde Sen Ol İnisiyatifi, Karşı Sanat Merkezi’nde basın toplantısı düzenledi. Toplantıya çok sayıda aktivist katılırken, basın açıklamasını Akademisyen Sezai Temelli, oyuncu Yeşim Büber ve gazeteci Rojin Akın yaptı. Açıklamayı Akın Kürtçe olarak okurken, Büber ise Türkçe okudu. İnisiyatifin kuruluş amacına anlatan Büber, 21 Kasım’da akademisyen, aktivit ve sanatçıların katılımı ile kurulduklarını son bir yıl içinde 14 çocuğun daha devlet cinayetine kurban gittiğini aktardı.
Kazara ölmediler, devlet cinayetine kurban gittiler.
Daha önce yaptıkları açıklamada öldürülen çocukların sayısını 356 olarak verdiklerini ancak, yaptıkları çalışma sonucu bu sayının 376 olduğunu tespit ettiklerini kaydeden Büber sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu çocuklar serseri kurşunlarla değil, trafik değil, kazara ölmediler. Bu çocuklar bizzat devlet tarafından hedef alınarak öldürüldüler. Terörist ilan edilen Uğur Kaymaz gibi kaçakçı olduğuna hükmedilerek vurulan Mehmet Nuri Çoban gibi. Bir uzman çavuşun kafasına sıktığı kurşunla toprağa düşen Enver Turan gibi. Köyleri jetlerle bombalandığında topluca öldürüldüler, evleri basılıp ana-babalarıyla birlikte götürüldükleri karakollarda öldürüldüler. Mirza, Mehmet, İrfan, Çiçek, Haci, Kerem, Huri, Liluz, Hazal, Bebek Bedir gibi. Dur ihtarına uymadıkları gerekçesiyle öldürüldüler. Halil İbrahim Çoban, Fırat Kıvanç gibi. Uluorta cömertçe atılan gaz bombasıyla öldüler 18 aylık Mehmet Uytun gibi. Evlerinin dibinde uluorta asker kurşunuyla öldürüldüler. Edanur Avcı, Canan Saltık gibi. Üstlerinde panzer geçerek öldürüldüler. Yahya Menekşe Diren Basan gibi. Askeri mühimmatları çocuk oyuncağı yapan devletin eliyle öldürüldüler, parçalandılar. Ceylan gibi Rujiyan gibi.”
‘Medya kirli savaşın öldürdüğü çocuklara kör’
İnisiyatif olarak yola çıktıklarında Kürt çocuklarının devletin kolluk güçlerinde öldürüldüğüne dikkat çektiklerini aktaran Büber, bu amaçla 21 Kasım 2009’da İstanbul’da, 19 Nisan 2010’da Diyarbakır’da, 22 Mayıs’ta Ankara’da ve yine 25 Temmuz’da İstanbul’da çocuk ölümlerinin son bulmasını istediklerine ancak çocukların hala öldürülmeye devam ettiğini söyledi. Medyanın bir kaç istisna dışında Kürt çocuklarının ölümüne kör ve sağır kaldığını kaydeden Büber, “Medya münferit vakadan sayıp spikerin acıklı yüz ifadesinde vicdanını soğutuyor. Günlük haberciklerin hızı içinde bu kirli savaşın katlettiklerine yer yok çocuk bile olsa” şeklinde konuştu.
‘Çocuklar hala gözlerimize bakıyor’
Failleri sorumluları belli olan bu cinayetlerin gün ışığına çıkarılması için herkesin desteğini beklediklerini kaydeden Büber, “376 çocuğun gözleri bize bakmaya devam ediyor. Bizde iktidarların gözlerinin içine bakmaya devam edeceğiz, sorumluların ensesinde olacağız, sokağa çıkacağız, bu işin peşini bırakmayacağız” diye konuştu. Büber son olarak, “Edi bes e artık çocuklar ölmesin” diyerek, 4 Aralık Cumartesi Günü öldürülen 376 çocuğu temsilen giyecekleri önlüklerle İstiklal Caddesi’nde bir kez daha yürüyeceklerini söyledi.
‘Öldürülen çocuklardan sizde sorumlusunuz’
Son olarak söz alan Çocuklar İçin Adalet Takipçileri’nde Oyuncu Mehmet Atak ise Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın 12 yaşında 13 kurşunla öldürülen Uğur Kaymaz’ın heykeli yaptırdığı için “Suçluyu övme” suçundan yargılandığını hatırlatarak, “12 yaşında sırtında vurularak öldürülen çocuğun faile olan özel tim meşru savunma yaptığı gerekçesiyle mahkemece savunuldu. Yani çocuklara sıkılan kurşunlar bizim vergilerimizle alındı. Dolayısıyla o suça bizde ortağız. İşte bu yüzden başka ölümlerin yaşanmaması için bir sözde sen ol diyeceğiz” diye kaydetti.
Anka – 04.12.2010 – Danıştay’ın İncirlik üssü kararı da WikiLeaks’te
Bakanlar Kurulu’nu İncirlik Üssü’nün ABD’ye açan Kararnamesi’nin iptaline ilişkin Danıştay’da açılan dava da Wikileaks belgelerine yansıdı. İncirlik Üssü’nün ABD’ye lojistik amaçlı kullandırma izninin süresini 1 yıl uzatan Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nin iptali için açılan davanın duruşmasına Danıştay’da dava açılmıştı. Kararnamenin iptaliyle ilgili Danıştay’ın temyiz incelemesinde ise iptal kararı çıkmamıştı. Danıştay’daki İncirlik Üssü’nün ABD ordusunca kullanımına izin veren Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nin iptali davasında savcının iptal yönünde bildirdiği görüş Wikileaks belgelerine de yansıdı. Belgelerin konuya ilişkin bölümünde şu ifadeler yer alıyor:
“Türk STK İncirlik Üssü’nün ABD tarafından kullanılmasına karşı dava açtı. Gazetelerin haberine göre, bir Türk STK’sı, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun başvurusundan sonra Danıştay savcısı, Bakanlar Kurulu’nun 2007’de verdiği ABD’nin İncirlik Üssü’nü kullanımını iki yıl daha uzatma kararının iptalini istedi. Savcı, İncirlik Üssü’nün kullanımı için süreyi uzatma kararının Meclis tarafından onaylanması gerektiğini söyledi. Türkiye’de yabancı bir askeri birliğin konuşlanmasına izin verilmesi için Bakanlar Kurulu değil Meclis’in karar verebileceğine işaret etti. Gazetelere göre, Danıştay’ın bir ay içinde bu konuda karar vermesi bekleniyor.”
Taraf – 05.12.2010 – Başka Ceylan’lar ölmesin
“Bir göz de sen ol” inisiyatifi son 21 yılda asker kurşunu, ulu orta patlayan mühimmatlar ve panzer altında kalarak yaşamını yitiren 376 çocuk için Taksim’de yürüyüş düzenledi. “Bir göz de sen ol” inisiyatifi son 21 yılda asker kurşunu, ulu orta patlayan mühimmatlar ve panzer altında kalarak yaşamını yitiren 376 çocuk için Taksim’de yürüyüş düzenledi. Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol gibi hayatını kaybeden çocukların isimlerinin yazılı olduğu siyah bir pankartla yürüyen grup adına yapılan açıklamada şöyle dendi: “Bu çocukları öldüren serseri kurşunlar değil, trafik değil, hiçbiri kazara da ölmedi. Bu çocuklar bizzat devlet tarafından hedef alınarak öldürüldüler; terörist ilan edilen Uğur Kaymaz gibi, kaçakçı olduğuna hükmedilerek vurulan Mehmet Nuri Çoban gibi. Bir uzman çavuşun kafasına sıktığı kurşunla toprağa düşen Enver Turan gibi.” Grup, çocuk ölümlerinin durdurulmasını istedi.
Marksist.org – 05.12.2010 – Barış isteyenler buluştu: Çocuk ölümlerine son!
Yıllardır Kürt illerinde sürdürülen kirli savaşta devlet güçleri tarafından öldürülen çocuklar, Taksim’de yapılan sessiz bir yürüyüşle anıldı. Son 20 senede öldürülen 376 çocuğunun adlarının yazılı olduğu yelekleri giyen eylemciler, Tünel Meydanı’ndan Taksim Meydanı’na yürüdükten sonra burada bir basın açıklaması yaptı.
“Bir göz de sen ol” inisiyatifi tarafından yapılan eylem, Tünel meydanındaki buluşmayla başladı. Öldürülen çocukların adlarının, yaşlarının ve öldürüldükleri yerlerin adının yazılı olduğu yelekler giyen eylemciler, savaşta öldürülen çocukları unutmadıklarını göstermek için kollarına da kırmızı bileklikler taktılar. Kürt sorunundaki savaş politikaları nedeniyle hayatını kaybeden 376 çocuğun isminin yazıldığı uzun siyah bir pankart taşıyan grup, Taksim Meydanı’na kadar sessiz, slogansız bir yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında öldürülen çocuklarla ilgili bildiriler dağıtıldı.
Taksim Meydanı’nda Türkçe ve Kürtçe yapılan basın açıklamasında, “Bu çocuklar bizzat devletin kolluk kuvvetlerince hedef alınarak öldürüldüler. Talebimiz; bu savaşta öldürülmüş tüm çocuklar içindir. Artık yeter! 20 yıldır on binlerce yurttaşımızın yanı sıra çocuklarımızın da canını alan zulüm dursun! Şiddete son verilsin! Bu cinayetleri işleyen kolluk kuvveti mensupları yargıda kurtarılmasın! Bunu önleyecek yasal düzenlemeler derhal yapılsın! Edi bes e! Artık çocuklar ölmesin diye bir göz de sen ol, durdur bu ölümleri” denildi.
Sol Defter – 05.12.2010 – ÖLDÜRÜLEN 376 ÇOCUK İÇİN BİR GÖZ DE SEN OL!
Êdi bes e!..
Ceylan Önkol ve Uğur Kaymaz gibi isimlerle artık simgeleşmiş bir hale gelen çocuk katliamları artarak sürerken, “Bir Göz de Sen Ol” inisiyatifi Êdi bes e (Artık Yeter) diyerek protestosunu sürdürüyor. “Bir Göz de Sen Ol” inisiyatifi, “Çocuklar İçin Adalet” girişiminden evirilerek 21 Kasım 2009 tarihinde oluşturuldu. O tarihlerde sayıları 342 olan savaşta katledilmiş çocuk sayısına son bir yıl içinde 14 çocuk daha eklendi. Bugün ise 376 olarak biliniyor. Siz bu satırları okurken bu sayının da artarak değişme ihtimali maalesef ki çok yüksek.
Devletin Savaş Kurbanları…
Bu çocuklar, açık ve net bir şekilde devlet tarafından hedef alınarak ve bilerek öldürülmüş savaş kurbanlarıdır. Uğur Kaymaz, polisçe pusu kurularak ve kurşun yağmuruna tutularak katledilip, ardından da “terörist” ilan edildiğinde daha 12 yaşındaydı. Ceylan Önkol’un vücudu roketatar mermisiyle parçalandı. Enver Turan’ın kafasına bir uzman çavuş tarafından ateş edildi. Mehmet Nuri Çoban ise öldürüldükten sonra “kaçakçı” ilan edildi. Mirza, Bişeng, Çiçek, Liluz, Hazal; anne ve babalarıyla beraber götürüldükleri karakollarda katledilen çocuklar. Edanur Avcı ve Canan Sadık askerlerin “atış talimi”nin canlı hedefleriydiler. Yahya Menekşe’nin üstünden panzerle geçtiler. Mehmet Uytun, daha beşikte bebekken gaz bombalarıyla öldürüldü.
Türkçe ve Kürtçe…
“Bir Göz de Sen Ol” inisiyatifi, çocuk katliamlarına dur demek için 4.12.2010 Cumartesi günü saat 11’de Tünel’de toplandı ve Taksim meydanına sessiz bir protesto yürüyüşü gerçekleştirdi. Yürüyüş kortejinde; Yeşim Büber (Tiyatrocu), İbrahim Altınsay (Gazeteci), Sevinç Atlan (Ressam), Bahadır Atlan (Kaptan Pilot) gibi tanınmış isimlerde vardı. Eğitim Sen üye ve yöneticileri, TEKEL işçileri de Taksim meydanındaydılar ve onlarda öldürülen 376 çocuk için birer göz olmasını bildiler. Taksim meydanında, Ressam Sevinç Atlan tarafından “Bir Göz de Sen Ol! Öldürülen 376 Çocuk İçin” başlıklı basın açıklaması metni Türkçe olarak okundu. Ardından da aynı basın açıklaması metni Berfin Zenderlioğlu tarafından Kürtçe okundu.
Utancın Sessizliğine…
Yürüyüş sırasında, katledilen çocukların tek tek isimlerinin yazılı olduğu uzunca bir siyah pankartta taşındı. Daha sonra bu “kara liste” Taksim meydanına asıldı. Okunan metinle birlikte; “Çocuklarımız sadece toprağa değil, utancın sessizliğine de gömülüyor” denilerek, savaşa ve çocuk katliamlara dur denildi.
Vazgeçmeyeceğiz…“İmza toplayacağız. Oturma eylemi yapacağız. Suçlular yargı önüne çıkartılıp yargılanana kadar vazgeçmeyeceğiz” denildi.
Ntvmsnbc – 09.12.2010 – ‘Belgeler tezlerimizi destekliyor’
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yayınladığı basın açıklamasıyla WikiLeaks’te yayınlanan belgeleri değerlendirdi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), WikiLeaks’te yer alan belgelerle ilgili olarak bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada, yayınlanan belgelerin savaş karşıtı grupların savunduğu görüşleri desteklediği ve gerçekleri ortaya çıkardığı belirtiliyor. Açıklamada şu değerlendirmelere yer verildi: “Wikileaks adlı internet sitesinde açıklanan belgeler, hem ABD dış politikasındaki kirli ve emperyal ilişkileri hem de savaş karşıtlarının yıllardır ısrarla vurguladığı bir dizi gerçeği açığa vurması nedeniyle önemlidir.
Bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkan gerçek şudur: ABD yönetimi, dünyanın dört bir yanında, çeşitli ülkelerdeki hükümetler, parlamentolar, şirketler, silahlı güçler ve medya kuruluşlarında oluşturdukları bağlantılarla, savaş politikalarını uygulayacak iklimi oluşturmak için çabalıyor.
Örneğin, ABD’nin, Irak işgali öncesi Türkiye’de büyük bir savaş koalisyonu oluşturmak için uğraştığı; dönemin ABD Büyükelçisi, George Bush’un neo-con adı verilen şahin ekibinden Eric Edelman’ın 1 Mart 2003’te TBMM’de oylanan tezkerenin geçmesi için nasıl çabaladığı Wikileaks belgelerinden açıkça anlaşılıyor.
Aynı şekilde küresel savaş karşıtı hareketin bir parçası olarak örgütlenen Türkiye’deki savaş karşıtı kampanyaların etkisiyle 1 Mart tezkeresinin Meclis’te reddedilmesinden sonra bu büyükelçinin ve ABD’li yetkililerin yaşadığı hayal kırıklığı da açıklanan belgelerde yer alıyor.
GİZLİ YAZIŞMALARDA İNCİRLİK ÜSSÜ
Wikileaks tarafından açıklanan Amerikan Dışişleri yazışmalarında, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun İncirlik Üssü’ne karşı yürüttüğü kampanyadan da söz ediliyor.
Küresel BAK, iki yılda bir uzatılan gizli bir kararnameyle, Irak ve Afganistan işgalleri için Amerika’nın kullanımına açılmış olan İncirlik Üssü gizli kararnamesinin içeriğinin halka açıklanması ve iptalini istiyor. Bu konuda kamuoyu oluşturuldu, savaş karşıtı milletvekillerinin soru önergeleriyle Meclis gündemine getirildi, savaş karşıtı hukukçular tarafından açılan iptal davası Danıştay’a kadar gitti ve mücadelemizi halen sürdürüyoruz.
Belgelerden anlaşılıyor ki savaş karşıtları tarafından İncirlik Üssü’nün foyasının meydana çıkartılması ABD’li yetkilileri tedirgin etmiş.
BELGELERDE GERÇEKLERİN ALTI ÇİZİLİYOR
Wikileaks’in ortaya döktüğü savaş belgeleri, sadece Türkiye’yle ilgili değil. ABD’nin Pakistan’la nükleer silah için sürdürdüğü gizli ilişkiler, Çin’in Kuzey Kore’ye yönelik işgalci politikaları, ABD’nin bir yandan Rusya’yla iyi geçinir görünürken bir yandan da Rusya ile ilişkileri gerginleştirmek için çevirdiği dolapları açığa çıkarıyor.
Temmuz ayında yayınlanan 92 bin sayfalık Afganistan işgali belgeleri NATO’nun Afganistan’daki kanlı işgalde oynadığı rolü ve suçlarını açığa vuruyordu.
Bütün bu belgeler, savaş karşıtları açısından yeni şeyler söylemiyor ama savaş karşıtlarının yıllardır vurguladığı gerçeklerin altını çiziyor.
İncirlik Üssü’ne, NATO’ya, NATO’nun ABD’nin savaş politikalarının bir taşeronu olarak oynadığı role, Türkiye’nin NATO’daki varlığına karşı yürütülen kampanyaların; askeri üslere ve füze kalkanı projesine karşı örgütlemeye çalıştığımız yeni kampanyanın önemi bir kez daha açığa çıktı. Bize düşen, savaşın sesini susturmak, barışın sesini yükseltmek için bu mücadeleye devam etmektir.
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, ortaya dökülen yazışmalarla ilgili olarak, çeşitli ülke yöneticilerinden resmen özür diledi. Ama bu tür özürlerin, Irak’ta ABD işgalinin sonucu ölen yüz binlerce Iraklı açısından hiçbir anlamı yok.
İşgal altında inim inim inleyen Afgan halkı açısından bu özrün hiçbir anlamı yok!
Bir gün gelecek, barış kazanacak. Hükümetler savaş politikalarını sürdüremez hale gelecek. Savaş, işgal ve insanlık suçlarından sorumlu olanlar yargılanacak ve tarih önünde mahkum olacak.
Savaş karşıtlarının mücadelesi o zamana kadar devam edecek.”
Marksistorg – 09.12.2010 – Küresel BAK’tan WikiLeaks açıklaması
WikiLeaks belgeleri Türkiye’deki nükleer silahların varlığını kanıtladı. İncirlik Amerikan Üssü’nün kapatılması için bir çok eylem yapan Küresel BAK, ABD’nin Türkiye’deki nükleer varlığının açığa çıkmasına neden olmuştu. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına yazılı bir açıklama yapan Kerem Kabadayı, WikiLeaks belgelerini değerlendirdi:
WikiLeaks adlı internet sitesinde açıklanan belgeler, hem ABD dış politikasındaki kirli ve emperyal ilişkileri hem de savaş karşıtlarının yıllardır ısrarla vurguladığı bir dizi gerçeği açığa vurması nedeniyle önemlidir.
Bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkan gerçek şudur: ABD yönetimi, dünyanın dört bir yanında, çeşitli ülkelerdeki hükümetler, parlamentolar, şirketler, silahlı güçler ve medya kuruluşlarında oluşturdukları bağlantılarla, savaş politikalarını uygulayacak iklimi oluşturmak için çabalıyor.
Örneğin, ABD’nin, Irak işgali öncesi Türkiye’de büyük bir savaş koalisyonu oluşturmak için uğraştığı; dönemin ABD Büyükelçisi, George Bush’un neo-con adı verilen şahin ekibinden Eric Edelman’ın 1 Mart 2003′te TBMM’de oylanan tezkerenin geçmesi için nasıl çabaladığı WikiLeaks belgelerinden açıkça anlaşılıyor.
Aynı şekilde küresel savaş karşıtı hareketin bir parçası olarak örgütlenen Türkiye’deki savaş karşıtı kampanyaların etkisiyle 1 Mart tezkeresinin Meclis’te reddedilmesinden sonra bu büyükelçinin ve ABD’li yetkililerin yaşadığı hayal kırıklığı da açıklanan belgelerde yer alıyor.
Gizli yazışmalarda İncirlik Üssü
WikiLeaks tarafından açıklanan Amerikan Dışişleri yazışmalarında, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun İncirlik Üssü’ne karşı yürüttüğü kampanyadan da söz ediliyor.
Küresel BAK, iki yılda bir uzatılan gizli bir kararnameyle, Irak ve Afganistan işgalleri için Amerika’nın kullanımına açılmış olan İncirlik Üssü gizli kararnamesinin içeriğinin halka açıklanması ve iptalini istiyor. Bu konuda kamuoyu oluşturuldu, savaş karşıtı milletvekillerinin soru önergeleriyle Meclis gündemine getirildi, savaş karşıtı hukukçular tarafından açılan iptal davası Danıştay’a kadar gitti ve mücadelemizi halen sürdürüyoruz.
Belgelerden anlaşılıyor ki savaş karşıtları tarafından İncirlik Üssü’nün foyasının meydana çıkartılması ABD’li yetkilileri tedirgin etmiş.
Belgeler savaş karşıtlarının söylediklerinin altını çiziyor
WikiLeaks’in ortaya döktüğü savaş belgeleri, sadece Türkiye’yle ilgili değil. ABD’nin Pakistan’la nükleer silah için sürdürdüğü gizli ilişkiler, Çin’in Kuzey Kore’ye yönelik işgalci politikaları, ABD’nin bir yandan Rusya’yla iyi geçinir görünürken bir yandan da Rusya ile ilişkileri gerginleştirmek için çevirdiği dolapları açığa çıkarıyor.
Temmuz ayında yayınlanan 92.000 sayfalık Afganistan işgali belgeleri NATO’nun Afganistan’daki kanlı işgalde oynadığı rolü ve suçlarını açığa vuruyordu.
Bütün bu belgeler, savaş karşıtları açısından yeni şeyler söylemiyor ama savaş karşıtlarının yıllardır vurguladığı gerçeklerin altını çiziyor.
İncirlik Üssü’ne, NATO’ya, NATO’nun ABD’nin savaş politikalarının bir taşeronu olarak oynadığı role, Türkiye’nin NATO’daki varlığına karşı yürütülen kampanyaların; askeri üslere ve füze kalkanı projesine karşı örgütlemeye çalıştığımız yeni kampanyanın önemi bir kez daha açığa çıktı. Bize düşen, savaşın sesini susturmak, barışın sesini yükseltmek için bu mücadeleye devam etmektir.
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, ortaya dökülen yazışmalarla ilgili olarak, çeşitli ülke yöneticilerinden resmen özür diledi. Ama bu tür özürlerin, Irak’ta ABD işgalinin sonucu ölen yüz binlerce Iraklı açısından hiçbir anlamı yok.
İşgal altında inim inim inleyen Afgan halkı açısından bu özrün hiçbir anlamı yok!Bir gün gelecek, barış kazanacak. Hükümetler savaş politikalarını sürdüremez hale gelecek. Savaş, işgal ve insanlık suçlarından sorumlu olanlar yargılanacak ve tarih önünde mahkum olacak.
Savaş karşıtlarının mücadelesi o zamana kadar devam edecek.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu
Usak Stratejik Gündem – 09.12.2010 – Belgeler Tezlerimizi Destekliyor”
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yayınladığı basın açıklamasıyla WikiLeaks’te yayınlanan belgeleri değerlendirdi.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), WikiLeaks’te yer alan belgelerle ilgili olarak bir basın açıklaması yayınladı. Açıklamada, yayınlanan belglerin savaş karşıtı grupların savunduğu görüşleri desteklediği ve gerçekleri ortaya çıkardığı belirtiliyor.
Açıklamada şu değerlendirmelere yer verildi:
“Wikileaks adlı internet sitesinde açıklanan belgeler, hem ABD dış politikasındaki kirli ve emperyal ilişkileri hem de savaş karşıtlarının yıllardır ısrarla vurguladığı bir dizi gerçeği açığa vurması nedeniyle önemlidir.
Bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkan gerçek şudur: ABD yönetimi, dünyanın dört bir yanında, çeşitli ülkelerdeki hükümetler, parlamentolar, şirketler, silahlı güçler ve medya kuruluşlarında oluşturdukları bağlantılarla, savaş politikalarını uygulayacak iklimi oluşturmak için çabalıyor.
Örneğin, ABD’nin, Irak işgali öncesi Türkiye’de büyük bir savaş koalisyonu oluşturmak için uğraştığı; dönemin ABD Büyükelçisi, George Bush’un neo-con adı verilen şahin ekibinden Eric Edelman’ın 1 Mart 2003’te TBMM’de oylanan tezkerenin geçmesi için nasıl çabaladığı Wikileaks belgelerinden açıkça anlaşılıyor.
Aynı şekilde küresel savaş karşıtı hareketin bir parçası olarak örgütlenen Türkiye’deki savaş karşıtı kampanyaların etkisiyle 1 Mart tezkeresinin Meclis’te reddedilmesinden sonra bu büyükelçinin ve ABD’li yetkililerin yaşadığı hayal kırıklığı da açıklanan belgelerde yer alıyor.
GİZLİ YAZIŞMALARDA İNCİRLİK ÜSSÜ
Wikileaks tarafından açıklanan Amerikan Dışişleri yazışmalarında, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun İncirlik Üssü’ne karşı yürüttüğü kampanyadan da söz ediliyor.
Küresel BAK, iki yılda bir uzatılan gizli bir kararnameyle, Irak ve Afganistan işgalleri için Amerika’nın kullanımına açılmış olan İncirlik Üssü gizli kararnamesinin içeriğinin halka açıklanması ve iptalini istiyor. Bu konuda kamuoyu oluşturuldu, savaş karşıtı milletvekillerinin soru önergeleriyle Meclis gündemine getirildi, savaş karşıtı hukukçular tarafından açılan iptal davası Danıştay’a kadar gitti ve mücadelemizi halen sürdürüyoruz.
Belgelerden anlaşılıyor ki savaş karşıtları tarafından İncirlik Üssü’nün foyasının meydana çıkartılması ABD’li yetkilileri tedirgin etmiş.
BELGELERDE GERÇEKLERİN ALTI ÇİZİLİYOR
Wikileaks’in ortaya döktüğü savaş belgeleri, sadece Türkiye’yle ilgili değil. ABD’nin Pakistan’la nükleer silah için sürdürdüğü gizli ilişkiler, Çin’in Kuzey Kore’ye yönelik işgalci politikaları, ABD’nin bir yandan Rusya’yla iyi geçinir görünürken bir yandan da Rusya ile ilişkileri gerginleştirmek için çevirdiği dolapları açığa çıkarıyor.
Temmuz ayında yayınlanan 92 bin sayfalık Afganistan işgali belgeleri NATO’nun Afganistan’daki kanlı işgalde oynadığı rolü ve suçlarını açığa vuruyordu.
Bütün bu belgeler, savaş karşıtları açısından yeni şeyler söylemiyor ama savaş karşıtlarının yıllardır vurguladığı gerçeklerin altını çiziyor.
İncirlik Üssü’ne, NATO’ya, NATO’nun ABD’nin savaş politikalarının bir taşeronu olarak oynadığı role, Türkiye’nin NATO’daki varlığına karşı yürütülen kampanyaların; askeri üslere ve füze kalkanı projesine karşı örgütlemeye çalıştığımız yeni kampanyanın önemi bir kez daha açığa çıktı. Bize düşen, savaşın sesini susturmak, barışın sesini yükseltmek için bu mücadeleye devam etmektir.
ABD Dışişleri Bakanı Hilary Clinton, ortaya dökülen yazışmalarla ilgili olarak, çeşitli ülke yöneticilerinden resmen özür diledi. Ama bu tür özürlerin, Irak’ta ABD işgalinin sonucu ölen yüz binlerce Iraklı açısından hiçbir anlamı yok.
İşgal altında inim inim inleyen Afgan halkı açısından bu özrün hiçbir anlamı yok!
Bir gün gelecek, barış kazanacak. Hükümetler savaş politikalarını sürdüremez hale gelecek. Savaş, işgal ve insanlık suçlarından sorumlu olanlar yargılanacak ve tarih önünde mahkum olacak.
Savaş karşıtlarının mücadelesi o zamana kadar devam edecek.”
9 Aralık 2010, Perşembe
Turnusol – 06 Aralık 2010 / Arif Ali Cangı – ‘Wikileaks’e kaldık
Wikileaks belgeleri arasından Irak’ın işgalinden sonra, İncirlik Üssü’nü ABD ve diğer işgalci güçlerin kullanımına açan Kararnamenin iptali davası bilgisi de çıkmış. Konuyla ilgili olarak Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) basın bülteni yayınladı.
Anımsanacağı üzere, 2003 yılından bu yana TBMM’nin bile haberi olmadan gizli gizli alınan Bakanlar Kurulu kararları ile İncirlik Üssü Amerikan askerlerine kullandırılıyor, kararnamenin iptali için açtığımız iki ayrı dava Danıştay’da devam ediyor. Kararname her yıl Haziran ayında uzatılır, her Haziran ayında konu gündemimize gelir, ondan sonra unutulur.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=1003469&CategoryID=42
İncirlik Üssü ile ilgili her şey çok gizli, orada ne olup bittiğini ülkemizde kimse bilmez, bilgisi olan da başkasına söylemez. İncirlik Üssü ile ilgili bildiklerimizi hep yabancı kaynaklardan öğrendik. Örneğin, 90 adet nükleer başlıklı bomba olduğunu ABD’de bulunan Doğal Kaynaklar Savunma Konseyi (Natural Resources Defense Council-NRDS) adlı sivil toplum örgütünün raporundan öğrendik.
Sözün özü, Wikileaks İncirlik Kararnamesi davasına ilişkin gelişmeleri yayınlamış, onları biliyoruz, asıl bilmediklerimizi yayınlasın da görelim.