Barış ve Adalet Olmadan Kalkınma ve Gelişme Sağlanamaz
10 Aralık tarihinde Türkiye Ekonomisi’nin üçüncü çeyrekte (9 ayda) % 11,1 oranında büyüyerek “dünyanın en çok büyüyen ekonomisi” olduğu açıklandı. TÜİK’in açıklamasına göre ekonominin 9 aylık büyüme oranı ortalama %7,3 olduğuna göre 2017 yılını %7 dolaylarında büyümüş olarak bitireceğimiz söylenebilir.
15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle yaşanan ekonomik daralmanın sonrasında bu yılın üçüncü çeyreğinde büyük bir sıçrama yaşanması doğal sonuçtur. Ayrıca mevsim ve takvim etkilerinden arındırıldığında, ki buna ‘baz etkisi’ denir, milli gelirdeki artış hızlarının son dört çeyrekte sırasıyla 4.9, 1.6, 2.2 ve 1.2 oranlarında olduğu, dolayısıyla ekonominin daraldığı anlaşılır.
Nitekim;
• Böyle bir büyüme yaşanıyorsa, satın alma gücümüzün arttığını, daha fazla tüketebilir olduğumuzu hissetmemiz gerekmez miydi?
• Ekonomi güven endeksinin, ciddi güven kayıplarının olduğunu gösterecek biçimde düşmek yerine artması gerekmez miydi?
• Ekonomi dünya standartlarının üstünde büyürken, işsizliğin düşmesi, istihdam oranın artması gerekmez miydi?
• Bankalar Birliği açıklamasına göre 31 milyon kişinin bankalara borçlu olmaması, haklarında kanuni takiplerin sürdürülmüyor olması gerekmez miydi?
• Yabancı firmalar Türkiye’deki yatırımlarını küçültüyor, 7 uluslararası hava yolu şirketi Türkiye seferlerini kaldırıyor olur muydu?
O halde yurt dışına/ithalata/dövize bağımlı bu büyümenin arka planına bakmak ve de hangi maliyetlere yol açtığını görmek gerekir.
• Hazine garantili Kredi Garanti Fonu’ndan 2017 yılında 220 milyar TL kredi ve destek verilerek Hazine’ye ciddi bir yük getirilmiştir.
• Bankalar Birliği verilerine göre kredilerde % 24 artış yaşanmıştır.
• Maliye Bakanlığı verilerine göre Ocak – Kasım 2017 arası bütçe açığı, 26.484 milyon TL’dir.
• T.C.M.B. verilerine göre cari işlemler açığı geçen yıla göre 3 milyar $ artarak 37 milyar $’a yükselmiştir.
• 2016 yılında cari açığın GSYH’ye oranı % 3,8 iken bu yılın ilk on ayı itibariyle cari açığın tahmin edilen GSYH’ye oranı % 4,9’a yükselmiştir ki bu da Türkiye’nin bütçe açığı ve cari açık eşliğinde büyüdüğünü göstermektedir.
• Haziran 2017 itibariyle dış borç oranı 432 milyar $’a çıkmıştır. Bu durumda borç/milli gelir oranı %51,8 demektir. Diğer bir deyişle Türkiye, bir yıl içinde ürettiklerinin yarısından fazlası kadar borç yükü altındadır.
• TUİK’in verilerine göre 2017 Kasım sonu itibariyle enflasyon TÜFE’de % 12,98, ÜF’de %17,30 oranında artmıştır.
• TUİK verilerine göre işsizlik oranı %11, genç işsiz oranı %20’dir.
Büyümenin ana kaynağı 2017 yılında kamu harcamalarında yaşanan artıştır. Referandum öncesinde başlayan artışlar referandum sonrasında da devam etmiş, vergilerde geçici sürelerle indirimler yapılmış, sosyal güvenlik prim ödemelerinin tahsili ertelenmiştir. 2016 yılında bütçe açığının milli gelire oranı % 1 iken 2017 yılında bu oran ikiye katlanacak gibi görünmektedir. Türkiye, son dönemde maliye politikasını, para politikasına destek olmaktan çıkarmış ve büyüme amaçlı kullanmaya başlamıştır.
2016 ve 2017 yılları Maliye Bakanlarının açıklamalarına göre bütçe açığını büyüten harcama artışında önemli bir kalem güvenlik ve savunma harcamalarıdır ve 2018 yılı bütçesinde bu harcamaların daha da yükseleceği ve finansmanı için vergilerin artırılacağı anlaşılmaktadır.
Maliye Bakanlığının, Kasım sonu ‘Bütçe gerçekleşmeleri’ raporuna göre;
• 2016 Yılında 510 milyar TL olan Merkezi Yönetim Bütçesi, 2017 yılında 601milyar TL’ye çıkmıştır.
• 2017 Kasım sonu itibariyle mal ve hizmet harcamaları 43,5 milyar TL’den 52,8 milyar TL’ye yükselmiştir.
• Bunlar içinde savunma ve güvenlik harcamaları 11 milyar TL’den 14,6 milyar TL’ye yükselmiştir.
• Nereye harcandığı gizli tutulan ‘gizli hizmet giderleri’ ya da ‘örtülü ödenek’ 1,6 milyar TL’den 1,7 milyar TL’ye çıkmıştır.
762 milyar TL olarak kabul edilen 2018 Bütçesinde 2016 yılında 64 milyar TL olan savunma ve güvenlik harcamaları %45 arttırılarak 93 milyar TL’ ye yükseltilmiş, böylece bütçemin %12,2 si savunmaya ayrılmış olmaktadır. Türkiye bütçesi bir ‘savunma bütçesi’ olarak açıklanmaktadır.
ABD Başkanı Trump’ın ‘önce Amerika’, ‘barışı güçle koruyacağız’, ‘kendimizi bugüne kadar olmadığı kadar şiddetle savunacağız’ açıklamaları, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mc Master’in ‘Soğuk Savaş’ın bitmesiyle başlayan tatil artık sona erdi, jeopolitik tüm hızıyla geri geldi’ gibi savaş söylemlerinin arttığı günlerden geçiyoruz. Türkiye de, 15 yıldır içeride ekonomik ve toplumsal istikrarı, dışarıda ülke güvenliğini daha da zayıflatacak kararlar almaktadır.
Oysa böyle bir dünyada, ekonomi ve dış politika adımları atarken ülke içi barış ve refahı koruyacak koşullara öncelik vermek gerekir.
Çünkü barış ve adalet olmadan kalkınma, gelişme sağlanamaz, huzurlu ortamlar kurulamaz.
Büyümenin ve savaşın insani maliyetlerini düşünmek ve anlamak barış aktivistlerinin öncelikli görevleridir.
Bu nedenle;
Savaşa değil barışa bütçe istiyoruz.
Kaynakların savunma ve güvenlik harcamalarına değil, insani harcamalara ayrılmasını istiyoruz.
Ülke güvenliğinin ve ekonomisinin dışa bağımlılıktan kurtarılmasını istiyoruz.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu
22 Aralık 2017