22 Kasım akşamı III. döneminin ikinci kitabı olan Orhan Pamuk’un Beyaz Kale’sini Zehra Yaman, önce yazarın hayatını sonra da yazım tercihleri üzerinde sunum yaparak tartışmaya açtı.
Tüm Atölye katılımcıları, Orhan Pamuk ve 1983 yılında yazılan Beyaz Kale’nin, bir hafta önce tartıştığımız 1980 sonrası kültürel iklim ve yazım tercihlerine çok iyi bir örnek olduğu konusunda görüş birliğine vardı.
Birey romanın odak noktasıydı. ‘Ben kimim?’ sorusu üzerinden Türk aydının sorunları, toplum ile zayıf olan bağları, yalnızlığı 17.yüzyılda geçen bir hikaye üzerinden anlatılıyordu. Toplumsal gerçeklikten tarihe kaçıldığı bir örnekti.
1980 Sonrası kültürel ürünlerin metalaştığı, piyasa koşullarına sunulduğu, çok satarlılığın önemli olduğu bir dönem ürünü olan kitap hemen iki yıl sonra batı dillerine çevrilmişti. Belki de bu amaçla, Batının doğuya bakış açısıyla, oryantalist dediğimiz, batının bildiği, bilmek istediği bir açıdan yazılmıştı.
Kitapta yüzünü batıya dönmüş, aydınlığı batıda gören, bir yanı batılı, bir yanı doğulu olan Türk aydınının düştüğü çaresizliği, çıkmazları gördük.
Venedikli esir ve Osmanlı aydını Hoca, iki karakter aslında sanki tek bir karaktermiş gibi anlatılıyordu. İç dünyaya yapılan yolculuk, insanın yeklenmesi, teklenmesi gibi doğu felsefesinin temel temalarından biri üzerine kurulmuştu. Aynı karakterin aynaya yansıyan iki farklı suretiyle karşı karşıyaydık. Çoksesliydi. Karakterlerin hakkını vermek için, her ikisinin de haklı ve haksız olduğu noktalar gösterilerek, olduğu gibi verilmişti.
‘Gavur’ ve cahilleri simgeleyen ‘aptallar’ iki karakterin ötekileştirildikleri, toplumu farklılaştırdıkları simgelerdi. ‘Çirkin bir gavur oyunu’, ‘Gavurun gavur olmaktan öte bir özeliği var mı?’
Yazar, her ne kadar Osmanlı’nın Doppio Kalesi’ni kuşatması üzerinden hikayesini anlatıyor olsa da, öyküsünü savaşı seçerek anlatmamıştı. Barışçıl değildi ama savaşçıl da değildi.
Ancak öz bilincin keşfine çıkan, karşısındakinin benliğini ele geçirmeye çalışan iki farklı dünyandan gelen insanın ilişkisi şiddet yüklüydü. ‘Yıkım başkasına dönüşerek geliyordu’.
Yazarın kadınları ele alış ve tanımlayış biçimini sorunlu bulduk; ‘Geveze kadınlar çeşme başında…’ ‘Evleneceksem dula mı gidecektim?’
Kitap 1980 sonrası toplumsal ve yazınsal nedenlere bağlı olarak gerek içerik gerekse roman anlayışı açısından önemli değişikliklere tanık olunduğu dönemin değerlendirilmesi açısından önemli ve yerinde seçilmiş olarak görüldü. Baskı döneminin hemen sonrasında üstelik savaşçıl olmayan bir üslupta yazılmış olması katılımcıların beğenisini kazandı. Bu okumanın, yazarın yeniden değerlendirilmesi açısından önemli bir fırsat olduğu düşüncesi genel kabul gördü.
Atölye takvimi aşağıdaki gibidir:
1. 28.11.2011 İhsan Oktay Anar Efrasiyab hikayeleri
2. 12.12.2011 Tahsin Yücel Gökdelen
3..26.12.2011 Latife Tekin Berci Kristin Çöp masalları
4.09.01.2012 Murat Uyurkulak Tol
5.23.01.2012 Adalet Ağaoğlu Üç beş kişi
6.06.02.2012 Kaan Aslanoğlu Kuş bakışı
7.20.02.2012 Elif Şafak Pinhan
8.05.03.2012 Tezer Özlü Yaşamın ucuna yolculuk
9. 19.03.2012 Oya Baydar Kayıp söz
10.02.04.2012 Nazan Bekiroğlu İsimle ateş arasında
12.30.04.2012 Hakan Günday Malafa
13.14.05.2012 Mehmet Uzun Abdalın bir günü
14.28.05.2012 Mehmet Eroğlu Fay kırığı
15.11.06.2012 Ayla Kutlu Hoşça kal umut
Önemli not: 28.11.tarihinde yapacağımız toplantı, Yeşiller Partisi’nin ‘Ekolojik Anayasa’ toplantısı nedeniyle saat 20.00 de başlayacaktır.
Barışla kalın.
AtölyeBAK