Konusunu ‘Antik Çağ Yazınında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VIII. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sini, 23 Kasım Çarşamba akşamki oturumunda Faruk Sevim, Homeros’un yaşamını ve İlyada’sını sunduktan sonra eseri tartışmaya açtı.
Tarihçiler ve edebiyat tarihçileri, Antik Çağ’ın başlangıcı konusunda farklı görüşler ileri sürerler.
Bir bölümü, MÖ 1.150 yılında, Yunanca konuşan Miken Uygarlığı’nın yıkılmasıyla başlayan ve ülke topraklarının M.Ö. 146 yılında Roma İmparatorluğu tarafından fethedilmesine kadar olan 900 yıllık dönemi, Antik Yunan Uygarlığı olarak kabul eder.
Bir diğer bölümü, yazının Sümerler tarafından bulunmasıyla başlayan dönemi Antik Çağ, öncesini prehistorik dönem olarak adlandırır ki bu, yaklaşık 5.000 yıllık bir döneme karşılık gelir.
Kültür tarihçileri ise, ilk olimpiyatın yapıldığı M.Ö. 776 ile başlayan, M.S.395de Batı Roma İmparatorluğunun çöküşüne kadar olan süreyi Antik Çağ olarak görürler.
Başlangıç ve bitiş tarihleri arasında uzlaşma olmasa da, genel kabul gören nokta, Anadolu’da ve Akdeniz etrafında kurulan bu dönem uygarlıklarının, insanlığın en parlak çağı olarak kabul edilmesidir.
Antik Çağ yazınında, farklı lehçelerle olsa da üç temel dilde eser verilmiştir; İbranice, Yunanca ve Latince.
Homeros’un M.Ö 8.yy sonları ile 7.yy başlarında yaşamış kör bir ozan olduğu, İlyada’yı, sözlü gelenekte, M.Ö. 9. yy.da söylediği destanını, M.Ö.12.yy.da Miken dönemine ait bir savaş öyküsünü, Ege Bölgesi dili olan İyon-Aiol lehçesinde okuduğu, destanının daha sonra başka ozanların yaptığı eklemelerle, Yunanistan’a getirilerek Attika lehçesiyle, yazı diline çevrildiği ve günümüze kadar ulaştığı kabul edilir.
İlyada, Bronz Çağı’nın Yunan anakarasıyla Anadolu topraklarında yerleşik iki birleşik krallık ordusu arasındaki savaşı, tanrıların dünyaya geldiği, insanlara özgü tepkiler verdikleri, insanlarla ilişki içinde olduklarının düşünüldüğü bir dönemi anlatır. Anlatılan her ne kadar bronz çağı olsa da Homeros destanında, kendi yaşadığı çağın gerçeklerini, feodal yapıyı, o dönemde olmayan demir silahların kullanıldığı bambaşka bir savaş geleneğini dilendirir.
İlyada, tanrılarla insanların ilişkilerini anlatan bir din kitabı olarak da tanımlanabilir. İnsanlara nasıl yaşamaları, nasıl inançlı olmaları gerektiğini, tanrıların gücünü, ölülere saygı duymayı, dua etmeyi, adak sunmayı öğreten bir destan, kutsal bir kitaptır. Platon (M.Ö.427- 347) çağından önce olduğu gibi Platon’un yaşadığı dönemde de okullarda çocuklara ezberletilen, temrin ettirilen, inanç duyulması beklenen bir yapıt olmuş ve bu nedenle de Platon tarafından eleştirilmiştir. Antik Çağ insanı ahlak, toplumsal davranış, metafizik sorular konusunda Homeros’a bakmıştır. Eğitim ve dolayısıyla tüm kültürün temelini, Homeros’un destanında dile getirdiği tanrılar biçimlendirmiştir.
İlyada, birbirleriyle iletişim halinde olan, ölümsüz tanrıların katıyla ölümlü insanların katı arasında kurgulanmıştır. Üsttekilerin emirleri tarafından yönetilen, alttakilerle, alttakilerin dualarıyla, dilekleriyle etkilemeye çalıştıkları üsttekiler daha da önemlisi, kendi çıkarlarını, sevdikleri insanları korumak adına savaşın sürmesini isteyen üsttekiler arasında.
Bütün destanlar Tanrılar Katına, Olympos’a sunulduğu ve tanrıların görkemi için anlatıldığından, İlyada da bir dua gibi başlar ‘Söyle tanrıça…’
Üç semavi dinin, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın tanrısı evrendeki uyumun baş kaynağı iken Homeros’un tanrıları, dünyadaki acı, sefalet ve hastalıkların kaynağı olur. İstediklerinde veba salgını, savaşlar, açlık, kuraklık yollarlar. Ama kötülüklerin nedeni yine de insandır; onlar bir yerde yanlış yaptığı için kötülükler cezaolarak yollanmıştır. İnsan kendi başına gelen her şeyin sorumlusudur çünkü tanrılar durduk yerde kötülük yollamazlar, sadece yanlışlıklara ceza verirler. Antik Çağ Yunanlara göre tanrılar sel, deprem, fırtına gibi doğal güçlerin ifadesidir. Tanrılar, kızdıkları için ceza ve intikam yoluna başvururlar.
Homeros destanında, tanrılar katındaki olayları komik hafifletmeler olarak işler. İnsanlar katında kan, gözyaşı varken tanrılar katında hafifletici olaylar yaşanır. Tanrılar yüksek ahlak değerleriyle hareket etmezken insanlardan doğru davranmalarını beklerler. Ölüm insanların korkusuyken tanrılar ölümsüz kabul edilir. Destanda insanlara sempati duyulur, tanrılar dışlanır. Bu nedenle, Homeros, batı uygarlığının temelini oluşturan, insanı merkeze koyan Yunan Felsefesinin ilk ozanı kabul edilir.
Bu dönemin destanları gibi İlyada da yüzyıllar boyunca anlatılagelmiş, yaşlılardan çocuklara aktarılan masallar, gelenekler ve en önemlisi inançlar şeklinde, okumak üzere değil, sözlü anlatmak üzerine kuruludur ve tekrarlar, hatırlatmalar önemlidir. Ozanlar kurguyu, ezberden çok metrik formülleri kullanarak akılda tutarlar. Standart sahneler (bir savaşçının hazırlanışı, iki yiğidin dövüşmesi, dua etme ve adak adama sahneleri…) belli şekillerde işlenir. Her seferinde ozan yeni şeyler ekler ama temel aynı kalır. Amaç, kendinden önce gelen yüzyılların anlatısını aktarmaktır. İlyada destanı bugün aldığı şekle yazının yaygın olduğu Antik Yunan döneminde girmiştir. Diğer tüm destanlardan farkı, duygusal ve yapısal bütünlüğü olan karmaşık bir yapıya sahip olmasıdır. Ve bu nedenle tek kişinin imzasını taşıdığı düşünülür.
Homeros ‘Hayat er meydanıdır,’ der. Yüce bir destan sayılan İlyada’nın konusu savaş, savaş alanında erkekler ve kaderleri, özgürlükleri onların eylemlerine bağlı olan kadınlar. Her ne kadar savaş destanı olsa da eserde savaştan pek çok kere nefretle söz edilir, özellikle kadınlar, savaşın durması için dile gelirler.
İlyada on yıl süren Troya savaşının birkaç haftasını, savaşın 9. yılında, yaklaşık 51 gün süren bir dönemi anlatır.
Bu savaşta her ne kadar amaç, Yunan Anakarasında yerleşik olan krallıkların birleşerek, Argos Kralı Agamennon’un kardeşi Menelaos’un karısı Helene’yi kaçıran Troya Kralı Priamos’un oğlu Paris’den, dokuz yıl sonra geri almak gibi görünse de, her savaşta olduğu gibi bu savaşın gerçek nedeni de ekonomiktir; kendilerinden çok daha üstün, çok daha zengin ve savaşmak istemeyen, barışçıl bir medeniyetin toprak üstü ve toprak altı varlıklarına, insanlarına el koymak. Romantik gibi görünen bir amaç, savaşın tüm acımasız, kanlı ve karanlık yüzünü su üstüne çıkarır. Destan her ne kadar Ahkaları övmek amacıyla dile getirilmiş olsa da, alt metinde, Troya’nın gelişmişliği, düzeni, zenginliği, uygarlığı, barışçılığı, Akhalar’ın saldırganlığı, savaşçılığı, yağmacılığı anlatılır.
Destanda Homeros karşıt duyguları birlikte işler: bir yandan insanın savaştan tiksinmesi, barışa olan özlemi, diğer yandan savaş alanının cazibesi, ilkel insan doğasının, dürtüsünün vahşete karşı heyecan duyması, hem öldürmenin çirkinliği, hem de zaferin güzelliği. Vahşeti hayatın bir parçası gibi ele alır, duygusallaşmadan kabul eder. Ne yazık ki savaşın kendi içindeki güzelliği de yadsımaz.
Destan savaşı yüceltir. Homeros’a göre sonsuz onur ancak savaş meydanında kazanılır. En yüksek amaç, onurdur. Kişiler için, savaştan da önemli olan kişisel çıkarları, bu uğurda kavgaya girmeleri, kaybedeceklerini bilmeseler de onurlarından vazgeçmemeleridir.
Aile yaşamları önemlidir. Hektor savaş konusunda isteksizdir. Bir an önce savaş bitsin, barış sağlansın ister. Savaş öncesi mutlu günlerini hatırlar, karısı ve oğlu ile şefkat dolu anlarını düşünür. Uygar bir ailenin parçasıdır, çevresindekilere saygılıdır, sevgi doludur, aile babası, iyi evlat, iyi kardeştir ve bütün bu sorunların nedeni olan Helene karşı bile şefkatlidir.
Oysa Akhilleus’un arkasında karmaşa ve barbarlık vardır. Birlikte savaşa geldiği krallarla anlaşmazlıklar yaşar, yalnızdır ve tek bildiği savaşmak ve erken ölümdür. Akhilleus’un vahşetine ırmak bile isyan eder.
Destan, savaş ve barış, yok etme ve yaşatma, yalnızlık ve aile gibi zıtlıkları bu iki farklı doğadaki iki başkişi üstünden anlatır.
Destanda ele alınan bir diğer tema insan hayatının ve yarattıklarının geçiciliğidir. Destanda Homeros ölümü baştan sona hissettirir. Yaklaşan ölümü her satırda hissederiz; en yüce, en mert insan bile ölecektir. İnsanın yarattığı her şeyin, şehirlerin, yapıların, kurumların, zenginliklerin…sonlu, ölümlü olduğunu yineler. İnsanlar daha farkında bile değilken o ve biz okuyucular sonu biliriz. Önemli olan onurlu yaşamaktan çok onurlu ölmektir. Ne insanlar ne de geride bıraktıkları varlıklar ölümsüzdür. İnsan için tek ölümsüzlük, geride onurlu bir isim, onurlu bir yaşam bırakmaktır.
Destanın doruk noktası Akhilleus’tan, oğlu Hektor’un cesedini gömmek üzere istemeye gelen Priamos arasında geçen diyalogdur. Katil ile katledilenin babası, zaferle yenik düşenin, iki düşmanın karşılaşmasıdır bu. Akhilleus tüm kızgınlığını unutur ve insanlığını hatırlar; yaşlı adamın acısını görünce, bir daha göremeyeceği babası aklına düşmüştür.
Homeros, destanının satır aralarında barışı ve onun simgesi olarak gördüğü Anadolu’yu yüceltir. Troya kentinin yaşantısı bir barış kenti betimlemesi gibidir. Büyüklerle küçükler arasındaki duygu bağı, sevgi ve hoşgörünün gücü destan boyu irdelenir. Yurdundan ayrı kalan, kendine başka bir yurt aramak zorunda kalanı korumak kutsal bir görevdir. Konuk sırrını söylemek istemiyorsa, bu isteğine saygı gösterilir. Antlar bozulmaz. Evler en insanca yanların görüldüğü, her ihtiyacın karşılandığı, kapalı bir ekonominin egemen olduğu yerlerdir. İçleri yalın ve işlevseldir. Kral da olsalar insanlar işlerini kendileri yaparlar. Krallar ‘halkların çobanı’ve çiftçi krallardır.
Savaş destanı olan İlyada’da, savaş ve savaşın arkasındaki ekonomik çıkar kavgası sıkça eleştirilir. Agamennon Akhilleus’a ‘Hep kavga döğüş, savaş işin gücün, en iğrendiğim sensin Zeus’un beslediği krallar içinde,’ derken Akhilleus Agamennon’u ‘Halkını kemiren kralsın’, ‘Seni gidi edepsiz, çıkarına düşkün yürek’ diye suçlar. Akhalı asker Thersites Agamennon’a ‘Gözün doymaz mı? Barakaların tunçla kadınla dolu’, ‘Varlıklı babamın çok şeyleri var, tuncu var, altını var, işlenmiş demiri var, duyarsa sağ olduğumu, kurtulmalık verir sana yığınla gönlünü hoş tutar, bağışla canımı’,der.
Destanda tanrılar da savaşı ister, Zeus savaşı zevkle, eğlenerek izler, tanrılar/tanrıçalar birbirleriyle savaşır. Savaş istemeyen tanrılar da vardır ama küçümsenir; ‘Ama Diomedes biliyordu, güçsüz bir tanrıçaydı o (Aşk tanrıçası Aphrodite), insan savaşlarını yönetenlerden değildi’. Tanrıça Here, Athene’ye ‘Gel takınalım saldırma gücümüzü’, Zeus Ares’e ‘hep hır gür, kavga, savaş işin gücün, ele avuca sığmaz huysuzluğunu biliyorum, anandan gelme sana, Here’den’ der. Athene’nin kalkanında ‘Korku, Kavga, Savunma, adamı donduran Saldırış’ dizilidir. Nestor ‘İnsanları öldürmeye bakın önce, sonra ovada serilmiş yatan ölüleri’ diye haykırır. Poseidon, ‘Acılar kaynağı savaştan geri çekilmek niye?’ diye sorar. ‘Kanıyla doyurmaya can atıyordu savaşa doymaz Ares’i’.
Savaşın en karanlık yerlerinde, barışı çağıran dizeler de söyleniyordu, ‘Değişelim gel silahlarımızı, bellesin Akhalarla Troyalılar, atalarımızın konuk kardeşi olmasıyla öğündüğümüzü’, savaşın, ölümün görkemi ve güzelliğine de‘ Bir bahçede, meyvesinin ve yaz yağmurunun altında haşhaş çiçeği nasıl yana eğerse başını, tolganın ağırlığıyla baş öyle yana düştü’.
Kadınların ‘hür yaşamları’ erkeklerin kaderine, savaşma gücüne bağlıydı. Savaşın ruhuna uygun olarak, bedenleri savaş alanı, kendileri savaş ganimetiydi. Savaşın sona ermesini, barışın geri gelmesini istiyorlardı. Destan boyu, dönemin ruhuna uygun olarak aşağılanıyorlardı da. ‘Akhaoğlu denmez size artık, Akha kadınları demeli’, ‘Yurda dönmek için ağlayıp dururlar dul kadınlar gibi’, ‘Kız gibi altınlarla süslenip gelmiş savaşa’, ‘Erkek olun dostlar, erkek olun’, Hektor Diomedes’e ‘Tam bir kadın oldun çıktın sen, kır boynunu, beş para etmez ciğeri,’der. Kadınlar yarışma ödülü olup değerleri öküzlerle ölçülür. ‘Akhilleus önce koydu parlak ödüller, araba yarışında en hızlı gidene, el işlerinde çok becerikli bir kadın olacaktı birinci gelenin ödülü…yenilecek için de bir kadın koydu, eli işe yatkındı, biçildi dört öküz değeri’.
Kadınlar hem sevgi verenlerdi de; Paris Helene’e ‘Sevgi hiç dolmamıştı içime bu kadar’, ‘Şu an sevdiğim gibi sevmedim seni hiç’, hem de barışı isteyen; Andromakhe Hektor’a ‘karını dul koma’ diye yalvarır. Hektor da Andromakhe için kaygılıdır, ‘Benim üzüntüm sensin asıl, tunç zırhlı Akhalardan biri alacak hür gününü’. Hektor, yaman bir çelişki içindedir; ‘Bakın ne der bana göğsümdeki yüreğim…Biriyle savaşmaya çağırır gönlüm beni…ama geri versin yurduma bedenimi.’ Savaş kötüdür.
İnsanlar sınıflanır, kategorize edilir. ‘Gerçi o bir piçti ama onu tanrısal Theano yetiştirmişti’. Erkeklere farklı önemler atfedilirken; ‘Hedes kapılarından tiksindiğim gibi tiksinirim yüreği başka sözü başka adamdan’, ‘Sever korur karısını duygulu akıllı her adam’, ‘Yurtlarını koruyan soylu Akha kızları çok, beğendiğimi alır, sevgili karım yaparım’, ‘Güzel kapatması yüzünden kızmıştı babam bana, onu seviyor, insandan saymıyordu asıl karısını…anam yalvardı…ne olursun yat o karıyla, yaşlı babandan iğrensin, soğusun’. Kadınlar istismar edilenlerdi; Katlandım bir adamın yatağına girmeye, istemeye istemeye, tiksine tiksine’
‘Böyle oturup ayrı ayrı, tasarladılar ne yapacaklarını,
göklerde oturan Zeus savaş buyruğunu verin demişti, ama
yine de çekiniyordu onlar (tanrılar/tanrıçalar) acı veren savaşa başlamaya.’
‘ Dili oynaktır insanoğlunun,
söz tarlasında otlar durur,
ne söylersen onu alırsın geri.
İllaki kavga etmemiz mi gerek,
küfürler savurmamız mı gerek birbirimize,
yürek kemiren kavgaya mı tutuşmak?
Yalanı da gerçeği de öfkeleridir söyleten.’
Barışla kalın
AtölyeBAK