25 Aralık 2013 – Edebiyat Atölyesi V. Dönem Beşinci Kitap – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

tengsir20120424193931V.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin beşinci toplantısında Sadık Cübek’in Tengsir kitabını tartıştık. Yalçın Akyıldız’ın İran hakkında genel bir vermesinin ardından Görkem Yeltan bize yazarı tanıttı ve kitabı tartışmaya açtı. İ.Ö.550 yılında Büyük Kiros’un kurduğu Ahameniş İmparatorluğu Pers tarihinin başlangıcı olarak kabul ediliyor. Ahamenişler’de Zerdüştlük resmi din olarak kabul ediliyor ve Zerdüşt rahipler bürokrasi işlerini üstleniyor. İ.Ö.331 yılında yıkılan Ahamenişler’den sonra bu topraklarda Büyük İskender, Selevkoslar ve Partlar hüküm sürüyor.İ.S. 224 yılında kurulan Sasani Devleti Zerdüştüğü kurumsallaştırıyor ve Avesta bu dönemde kanun olarak kabul ediliyor. 651 yılında Araplar, Pers topraklarını işgal ederek Sasani Devleti’ni yıkıyorlar. Bu tarihten sonra, 850 yıl boyunca Pers topraklarında önce Araplar (Emeviler) sonra Türkler ve Moğollar hüküm sürüyor. Moğol yüzyılı olarak anılan dönemde İran harap oluyor.

     1501 yılında henüz 12 yaşındaki Şah İsmail’in Akkoyunlular’ı yenip Tebriz’i almasıyla Safevi Devleti kurulmuş oluyor ve yüzyıllar sonra Pers kökenli hanedan yeniden Pers topraklarına egemen oluyor. Hem 850 yıl sonra İranlıların tekrar egemen olması, hem de Şiiliğin resmi din olmasını göz önüne alınacak olursa, bugünün İran’ının kökünün Safevilere ve onun kurucusu Şah İsmail’e dayandığı söylenebilir.

Söz konusu dönemde İran’da Şii ve Sünni inancı birlikte yaşıyor. Yerleşik devleti ve şehirli halkı temsil eden Sünniler bürokrasiyi, aşiret mensubu kır kökenlilerin heteredoks inancını temsil eden Şiiler ise askeriyeyi egemenlik altına alıyor.

İslam’ın ilk ayrışması kabul edilen ehl-i sünnet – ehl-i beyt tartışmasının İran’da doğmasa da burada geliştiği söyleniyor. Ehl-i Beyt taraftarlarının Şah İsmail’e kadar bir devleti olmuyor ve dağınık halde yaşıyorlar.  Ehl-i Sünnetler ise her zaman iktidar olanların tercihi olarak Emevilerin, Abbasilerin ve Osmanlıların koruması altında bulunuyorlar.

Şah İsmail’in kurduğu devlet 1796 yılına kadar yaşıyor.

İran’da 1796’dan 1926 yılına kadar Şah İsmail zamanında Osmanlı baskısından kaçarak Şah’ın yanına katılan bir Türkmen aşireti olan Kaçar Hanedanı hüküm sürüyor. Bu dönem Perslerin gördüğü en adaletsiz ve başarısız dönem olarak kabul ediliyor. Bu dönem ayrıca İran’da kapitülasyonların başlangıcı olarak da biliniyor.

1800’lerin başından itibaren İran, Hindistan yolunu korumak adına bölgede etkili olan İngiltere ile sıcak denizlere açılma sevdalısı Rusya arasında sıkışmış durumda yaşıyor. Ekonomik açıdan zor durumda olan Şah, 1872 ylında Reuters’in kurucusu Baron Reuters’e  maden, demiryolları, baraj, yol ve sanayi tesisi inşasını içeren imtiyazları satıyor. Rusların itirazı sonucunda hem bu imtiyaz hem de  1891’de bir başka İngiliz şirketine verilen tütün imtiyazı, halkın da direnişiyle iptal ediyor. Bu İran’ın ilk dış borcu olarak tarihe geçiyor. Bu sırada borçların geri ödenmesini garantiye almak adına vergi toplama işi de Belçikalılara veriliyor.

Bu imtiyazlar, borçlanma ve şahın savurganlığı halkın ve ulemanın tepkisini doğuruyor ve 1906 yılında Meşrutiyet Devrimi gerçekleştirilerek ilk meclis açılıyor.

Bölgenin bugünü anlamamızda büyük öneme sahip İran’ın petrol tarihi ise 1901’de İngiliz William Knox D’arcy 60 yıllığına ülkenin büyük bölümünü kapsayan petrol imtiyazını, bugünkü parayla 1.8 milyon sterlin ve nasıl hesap edileceği sözleşmede yazılı olmayan % 16’lık kar payı dağıtımı karşılığında Şah’tan almasıyla başlıyor. Bugün ismi BP olan şirketin başlangıcına işte bu imtiyaz kaynaklık ediyor.Petrolü çıkarmak için İngiliz-Pers Petrol Şirketi (Anglo-Persian Oil Co.) kuruluyor. 1912’de Churchill İngiliz donanmasında kömür yerine akaryakıt kullanılmasına karar verince, İngiliz devleti biraz da cebren şirkete ortak oluyor ve kontrolü eline geçiriyor. Şirket ertesi sene de Irak’ta petrol arayan Türk Petrol Şirketi’ne %50 ortak oluyor.

1914 yılında 17 yaşındaki Ahmet işte bu ortamda Şah oluyor. Savaşın başlamasıyla birlikte eski rakipler İngiltere ve Rusya anlaşarak kuzeyden ve güneyden İran’a giriyorlar. Bir takım yerel direnişlerle karşılaşıyorlar. Bu direnişi asıl örgütleyenin Almanya olduğu konusu bugün artık kesin olarak kabul ediliyor.

Bolşevik Devrimi sonrası Sovyetlerin bölgeden çekilmesiyle, İngiltere dışişleri bakanı Lord Curzon, İran’ın tamamını ele geçirmek, hatta ülkeyi İngiliz Devletler Topluluğu’na sokmak için önemli bir fırsat olarak görüyor, İran’ı  bütünüyle sömürge yapacak bir anlaşma hazırlıyor. Ancak bu rüya gerçekleşemediği gibi, Bolşevikler anlaşma metinlerini açıklayınca halkta İngilizlere duyulan nefret artıyor.

1917-1921 Yılları  İran’ın savaş, kıtlık ve hastalık nedeniyle milyonlarca insanını yitirdiği acı dolu yıllar olarak biliniyor.  Eşkıyalık ve zorbalık artıyor, hatta yamyamlık vakaları yaşanıyor.  Bu karmaşık ortamdan sonra, 1925’de taht Pehlevi hanedanına kalıyor.

Asker kökenli Rıza Şah döneminde devlet inşa ediliyor, merkezi idare güçleniyor, ülkenin daha çok yerinde görünür oluyor, aşiret ve ulemanın etkisi azaltılırken, milliyetçilik ve laiklik öne çıkıyor.  Şah’ın askeri monarşiyle yönettiği devlet ülkenin modernleşmesi için hamleler yapıyor. Resmi yazışmalarda o zamana kadar kullanılan Pers kelimesinin yerine İran (Sanskritçe asil ya da onurlu anlamındaki Arya kelimesinin Avesta dilindeki benzeri Airya) adının kullanılmaya başlanıyor.

Rıza Şah otuzların sonunda Sovyet ve İngiliz gücünü dengelemek için Nazi Almanya’sına yaslanıyor. Hitler o dönem yaptığı bir konuşmada İranlıların ari ırka mensup olduklarını söylüyor. Almanlar ülkenin yeniden inşasını üslenirken, Alman arkeologlar ve bilim adamları İran milliyetçiliğine zemin sağlama çabasıyla İran üzerindeki araştırmalara yoğunlaşıyorlar.

Savaşla birlikte Almanlar Sovyetler Birliği topraklarına girince, 1.Dünya Savaşı’nda olduğu gibi  İngilizler ve Ruslar ve sonradan Amerikalılar, savaş sırasında petrol kaynağı olarak kritik önem taşıyan İran’ı işgal ediyor ve  Şah’ı ülke dışına yollayarak oğlu Muhammed Rıza’yı başa geçiriyorlar.

Kırklı yılların başından itibaren  İran, üç farklı siyasi grubun, komünistler, milliyetçiler ve ulemanın sürüklediği İslami hareket ile soğuk savaşın en şiddetli yaşandığı ülkelerden biri oluyor.

Milli Cephe’nin lideri Musaddık petrolün millileştirilmesi gibi düşünceleriyle parlıyor ve bu milliyetçi politikaları onu 1951’de başbakanlık koltuğuna çıkarıyor. İlk iş olarak Şahı etkisizleştiriyor ve petrolü millileştiriyor. İngiliz MI6 ve CIA, ‘Ajax Operasyonu’ adını verdikleri ortak bir operasyonla 1953 tarihinde Musaddık’ı deviriyorlar. Bu operasyon tarihe ABD’nin ilk yurtdışı operasyonu olarak geçiyor.

Musaddık’ın devrilmesiyle halkın Şah’a olan nefreti iyice körükleniyor. Komünist ve milliyetçi hareketin tasfiye edilmesi sonucunda da baskı gurubu olarak ortada yalnızca İslami harekete kalıyor. Bugün, 1979 İslam Devrimi’nin kökenini Musaddık’ın emperyalist güçlerce devrilmesine bağlayan görüş genel kabul görmüştür.

Musaddık’ın devrilmesinden sonra İran petrollerinin kontrolü, aralarında ABD’nin de bulunduğu çok uluslu bir konsorsiyuma devrediliyor ve İngiliz-Pers Petrol Şirketi’nin adı British Petroleum (BP) olarak değişiyor. Yeni anlaşmaya göre İran’ın payı % 20’den %50’ye çıkıyor.

Bu noktadan sonra İran-ABD yakınlaşması iyice artıyor. Muhammed Rıza Şah Amerikan desteğiyle kurduğu istihbarat servisi Savak eliyle baskıcı bir tek adam rejimi inşa ediyor. 1963 Yılında “Beyaz Devrim” denilen, merkezinde toprak reformu olan bir modernleşme projesi, reform hareketi başlıyor.  Sanayileşme, eğitim, sağlık reformları, tren ve kara yolarının inşası gibi işlere girişiliyor, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınıyor, evlenme yaşı 15’e çıkartılıyor.

Ancak devrim hareketi, arttığı bilinen petrol gelirlerine rağmen nüfusun refah düzeyini yükseltmeye yol açmıyor.  Halkın artan petrol gelirlerinin lüks tüketime, asker ve polisin harcamalarına gittiğini görmesi huzursuzlukları yeniden başlatıyor. Toplumun her kesimine yabancılaşmış,  toprak reformu yüzünden geleneksel destekçisi aşiretlerin desteğini kaybetmiş, baskı rejimini kuvvetlendirmiş, ABD’nin Orta Doğu’daki jandarması olmaya çalışmış Şah, tek muhalif hareket olan İslami Hareketi’ne olan desteğin artmasına yol açıyor. Sokak olaylarıyla başlayan isyan, sürgündeki dini önder Humeyni’nin İran’a dönmesiyle 1979  da İran İslam Devrimi’ne dönüşüyor ve Pehlevi Hanedanı yıkılıp yerine İran İslam Cumhuriyeti kuruluyor.

İncelediğimiz Tengsir kitabının yazarı Sadık Cübek 1916-1998 yılları arasında, yukarıda özetlediğimiz çalkantılı İran tarihi döneminde yaşamıştır. İslam Devrimi sırasında hiçbir üretimde bulunmuyor ve California’da ölüyor. İran’da ‘Toplumsal Romanı’ kuran kişi, ‘İran’ın Yaşar Kemal’i’ olarak adlandırıyor. İran’ın ‘Derinlikler Toplumu’ olarak adlandırıldığı bir döneminde, kimselerin irdelemediği, toplumun derinliklerindekilerini, ‘aşağıdakileri’ kaleme alıyor.

Tengsir, 1917-1921 yılları arasında İran’ın doğu kıyısında, Tengistan denilen bölgede, haksızlığa uğramış Muhammed’in isyan ederek, ona bu haksızlığı yapanlara karşı giriştiği katliamı anlatıyor. Kitap boyunca, kahramanın sağlanmayan adaleti sağlamak için giriştiği bu katliamı haklı gösterilmeye çalışılıyor. Yazar eserinde, zulme zulümle karşılık vermeyi, şiddetin şiddet doğuracağını göz ardı ederek, meşrulaştırıyor.

‘Beş kişiyi öldürmüş, birini de kolundan baltayla yaralamış. Keşke on tane daha öldürse’. Yazar bize kitap boyunca kahramanın bu katliamı köy ve kasabanın desteğiyle, mahalle baskısıyla işlediğini kabul ettirmeye çalışıyor. Nitekim halk, Muhammed’e bu katliam sonrasında Şir (aslan) lakabı vererek ödüllendiriyor.

Muhammed’i, katliamı gerçekleştirdikten nice sonra, saklandığı yerde hala öldürmeniz zevki ile heyecan içinde görüyoruz. Kendine engel olamıyor. ‘Yerinde duramıyor, kaçmak

vekoşmak için can atıyor, bu acele içini kemiriyor, kafasının içini, örs üzerine inen balyoz sesleri dolduruyordu. Kafasının içinde hala o evden öbür eve gidiyor ve birini kana buluyordu. İşi, hala kafasının içinde devam ediyordu’.

Tengsir’de bütün insanların, aç ve yoksulluk içinde, zalime karşı korku içinde yaşadığı, kişilerin kendilerine yabancılaştıkları acımasız bir dünya anlatılıyor. Ölüm soğuk ve ilgisizce tasvir ediliyor. Hayatın boş olduğunun anlatıldığı, acımasız, umut kırıcı bir ortam kuruluyor.     Bütün kitap Tengsirli olmayanların ötekileştirilmesi üzerine kuruluyor. Tengsirli dışında herkes, İngiliz, Ermeni, Yahudi, Kürt ve ötekiydi. ‘İngilizlerin ramazan ayında dükkânına gelmelerine izin verme be dayı. Dükkânının bereketi kaçar’, ‘Eğer onlarla beni bir kazana koyup kaynatsalar yağlarımız bile karışmaz. Ben evdeki, martin tüfeğimle, Tengek savaşında ellerimle tam on beş tanesini öldürdüm’, ‘Bir Kürt kadar kabadayı olamaz. Ben bu ellerimle 50 tane Kürt öldürdüm’.

 

 

 

Dinsel ayrımcılık da sık sık vurgulanıyor. ‘Paraları da Ömer’in sikkesi değil ya!’, ‘Bütün iyi şeylerin hepsi onların. Tatlı ve soğuk su onların, güzel evler onların, çok para, at, fayton hepsi onların. Bunlar Ömer’den daha kötüdürler’.

Yazar kitap boyunca kahramanı hayvanlara şefkat dolu sözlerle konuşturuyor olsa da eylemleri şiddet yüklüydü. ‘Karnına, acımasızca öldürücü bir tekme attı. Şakaklarına bayıltıcı yumruk…’,’Kalın ve acımasız parmaklarıyla öküzün burnuna halkayı geçiriyor’.

Kadınlara yönelik üslubu da Atölye’mizce aşağılayıcı bulundu. ‘Erkek o… Dul kadınlar gibi sesini çıkartmadan, ninemizin başörtüsüne bürünerek hizmetçilik mi etsin’, ‘Erkek dediğin hakkını, başkaları alarak getirip avucuna koysun diye elini elinin üstüne koyup beklemez’, ‘Hiç kimse kadına el kaldırmamalıdır. Kadın biçaredir’.

Kadın, diğer yandan çocuklarından vaz geçecek kadar erkeğine tutkuyla bağlı anlatılıyordu. ‘Hayatta hiç kimseyi senin kadar sevmedim. Hatta çocuklarımı bile. Allah dilmden alsın, dilim tutulsun, eğer ikisi birden ölse, sen başımda olduktan sonra gam yemem. Çünkü sen bana yeniden çocuk yapabilirsin yaptırabilirsin!. Ama sen olmazsan benim hayatım söner. Şunu sana söyleyeyim ki, eğer ömrümün sonuna kadar yeniden kocaya gidersem Allah iki gözümü de kör etsin. Senin gibi erkek artık bütün dünyada bulunmaz’. Kadının çocuklarından bu kadar kolay vaz geçebilmesi, erkeğini kaybedecek olmasının korkusunu çocuklarından nefret edecek kadar abartması yadırgandı.

Erkek ise karısını şu sözlerle onurlandırıyordu; ‘Allah’ını bilen, evimin hanımı, canımın içi’.

Kitap edebi özelliklerine ve başarısına karşın Atölye’miz tarafından şiddet ağırlığı yüksek ve ayrımcı bulundu.

 

 

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.