Bülent Aydın (Moderatör): Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun çağrısını yaptığı atölye çalışmamızın konusu Kürt sorununda çözüm ve barış. Israrla barış diyenler yine biraradayız. “Silahlar Sussun Müzakereler Başlasın” kampanyamızın devamında , geçtiğimiz ay (28 Mayıs 2016) “Çatışmadan Müzakereye Geçiş: Barışın olanakları” sempozyumunu gerçekleştirdik. İçinde bulunduğumuz süreci bir kez daha barış açısıyla değerlendirdik. Dün olduğu gibi bugün de barışın olanaklarının var olduğuna inanıyoruz. Bu atölye çalışmamızda barış ve çözüm için somut önerileri ortaya çıkarmayı amaçlıyoruz. Küresel BAK olarak geçtiğimiz yıllarda “Çözüme Evet” ve “Silahlar Sussun, Barış Konuşsun” kampanyaları düzenledik. Şimdiki süreçte de yapabileceklerimiz var. Bu çalışmanın sonucunda, önümüzdeki dönem için yeni bir kampanya oluşturmayı planlıyoruz.
Küresel BAK Yürütmesinden Şenol Karakaş, MazlumDer Diyarbakır Şube’den Reha Ruhavioğlu ve Akademisyen Erol Katırcıoğlu’nun sunumlarıyla başlayacak çalışmamız, katılımcıların katkılarıyla devam edecek.
Şenol Karakaş:
Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma için nöbetçi yayın yönetmenliği yaptı diye tutuklanan Şebnem Korur Fincancı, barış mücadelesinin önemli isimlerindendir. 2003 yılında Küresel BAK’ın kurucusu olmuştur. Onun adını anarak başlamak istiyorum sözlerime. Bir insan hakları aktivistinin hapsedilmesi moralimizi bozuyor. Bir an once özgürlüğüne kavuşmasını diliyorum.
Temmuz 2015’ten beri yani bir yıldır tekrar savaşın içindeyiz. Devlet ve kamu gücü ile insanlar arasında karamsarlık yayılıyor. Ama biliyoruz ki, daha önce gerçekleşen çözüm süreci tekrar gerçekleşebilir.
Çözüm süreci en kötü zamanında bile savaştan iyiydi, son bir yılda 8 bin kişi öldü. Cizre’de 200 kişi bodrumlarda yakıldı. Çözüm sürecinin en önemli kazanımı, Kürt sorununun toplumda konuşuluyor olmasını sağlamasıdır. Şimdi ise AKP içindeki barış ve çözüm yanlıları tasfiye ediliyor. Çözümü istemenin kendisi bile umut verici. Çözüm sürecinin geleceği elbette Suriye’deki gelişmelere bağlı. Türkiye devletinin Suriye’de Kürtleri dışlayan politikaları durdurulmadan çözüm süreci sağlıklı bir şekilde ilerleyemez, bizler bu politikaların durdurulmasını sağlamalıyız.
Tayyip Erdoğan çözüm süreci başladığında “halkın çözüme desteği yüzde 70” diyordu. Bugün ise çözüme destek yüzde 28’e düşmüş durumda. Çözüme, AKP tabanında yüzde 28, CHP tabanında yüzde 30, MHP tabanında ise yüzde 21 destek var. Biz halkın yüzde 28 desteğini çoğaltmak için çalışmalıyız. Daha geçen yıl toplum Abdullah Öcalan’ın barış mesajlarını dikkatle dinliyordu, Dolmabahçe mutabakatını onaylıyordu, bugün ise savaş politikalarının arkasına dizildi, bunu tersine çevirmeliyiz.
Barış eylemlerimizi çeşitlendirmeliyiz. Geçmişte çok çeşitli savaş karşıtı eylemler yaptık. Palyaçolarla bildiri dağıttık, lolipoplarla denizde yüzdük. Sonuçta yığınsal bir savaş karşıtı hareket oluşturduk. Çözüm fikrini, akan kanın durdurulması fikrini topluma anlatmalıyız. Yoksa barışın, çözümün alternatifi, ırkçılık, milliyetçilik, ölüm ve kan demektir. Çözüm masasına tekrar oturulması bizim umudumuz olmalı.
Bülent Aydın: Basının üzerinde baskı arttı. İletişim kanalları kısıtlandı. Demokratik tepkiler yansımıyor. Kamuoyu bölgede yaşananlar hakkında giderek hem daha az, hem de yanlış bilgi sahibi oluyor. Doğruları topluma anlatmak da giderek daha fazla önem kazanıyor.
Reha Ruhavioğlu:
Savaş sürdükçe evet bezginlik de artıyor. Siyaset kilitlenmiş durumda, savaşın sonu karanlık görünüyor. Bölgede yaşayanlar olarak kendimizi çaresiz hissediyoruz. Son bir aydır şehir savaşlarının zemini bitti, devlet bu tür yerleri yıkarak ele geçirdi. Bu yerlere PKK’nin tekrar yerleşmesi artık mümkün değil.
Bu çatışmalı süreçte genel olarak son 10-15 yılda elde ettiğimiz insan hakları açısından ve demokratik kazanımlar maalesef çok geriye gitti.
İki taraf da masaya daha güçlü oturmak için savaşı, şiddeti sürdürüyor. PKK, Rojava’daki konumunu öne çıkarıyor. Devlet ise her yeri kırları, kırsal alanları bombalıyor. Diyarbakır’da şehir içinde bombalı araç patlayıp, 3 DBP yöneticisi öldükten sonra polis çok sayıda kontrol noktası oluşturdu, artık her yerde çevirme yapılıyor. Gençler şimdilik sessiz, pek fazla dağa çıkış yok. Genç intihar vakalarını tesbit ettik, 8-10 yıldır PKK etkisi ile yetişen gençler polis asker baskısı nedeniyle psikolojik olarak sıkıntı yaşıyor.
Örneğin EMASYA protokolünün iptali için pek çok eylem yapmıştık, oysa şimdi oradan çok daha geri noktadayız. Barış için demokrat bir hükümet bekleyenler var. Bu yaklaşım hatalıdır. Kolombiya ve Filipinler’de hükümetler demokrat olmasa da barış görüşmeleri yürütüldü ve imzalandı. AKP tabanında barışa inanan yüzde 28 bence çok önemli. Bu kadar kutuplaşmış bir ortamda hala barışı savunanların olması çok önemli. HDP’de ise bu oran yüzde 91. PKK bütün bu süreçte barış argümanını her zaman gündemde tuttu.
Barışa inanıyoruz, inanmak zorundayız. Barış için tarafların atması gereken adımlara ilişkin şunları söyleyebilirim:
- PKK önceki süreçte silahlarını sınır dışına çıkaracaktı, şu veya bu sebepten bu gerçekleşmedi. Bugün artık devlet bu şart sağlanmadan masaya oturmaz.
- Üçüncü bir aktör, üçüncü göz olmadan çözüm süreci başarıya ulaşamaz. Bu göz örneğin Şebnem hoca gibi kişiler olabilirdi, ama artık o da olmaz. Mutlaka yabancı bir ülke veya kurum üçüncü göz olmalı.
- Rojava nedeniyle bozulan çözüm süreci, tekrar orada bir gelişme olmadan ilerlemez.
PKK’nin self determinasyon talebi yok, o nedenle masaya oturmak için PKK’nin böyle bir şartı olmayacak. Bazı kişisel arabulucularla süren görüşmeler olduğunu ise duyuyoruz.
Çatışma hali mecburi değildi, devlet savaş için belki başka bahane bulurdu, ama bu bahaneyi ona vermemek gerekirdi. Diyarbakır’da devlet artık tamamen bir silahlı güce dönüşmüş durumda. Valiliğin önünden geçemiyorsunuz, yasak. PKK, Rojava’daki çıkarları için savaşı başlattı, ama Kuzeydeki Kürt halkı böyle mağdur edilmemeliydi. Çözüm sürecinde fazla iyimserdik. O dönemde barış süreci üzerinden siyaseti destekleyemedik, üçüncü göz olamadık. Şimdi bunu yapabiliriz.
AKP Kasım seçimlerinde istikrar kavramı üzerinden yüzde 10 daha fazla oy aldı. Gündelik hayatları olumsuz etkilenen insanlar tekrar AKP’ye oy verdiler. Çözüm sürecinin tekrar başlaması için de insanların desteğini sağlamalıyız. Filipinlerde Anayasa Mahkemesi barış anlaşmasını “anayasaya aykırı” diyerek iptal etti, hükümet anayasa değişikliği yapmak yerine halkın bu anlaşmaya sahip çıkması çağrısında bulundu. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmalıdır. Anadilde eğitim Türkiye’nin gelişmesine katkı sağlayabilir, bu önemli bir argüman olabilir. “Kürtlerle barış Türkiye’nin Ortadoğu’da güçlenmesini sağlayabilir” şeklinde söylem geliştirebiliriz. Savaşın ekonomik zararlarını halka anlatmalıyız.
İktidarın elinde pek çok imkân var, aldığı kararları hemen uygulayabiliyor, söylediğinin sonucunu yarın alabiliyor. Biz ise söylediklerimizin sonucunu hemen göremeyiz, daha ulaşılabilir ve yerel hedefler koymalıyız.
Yaratıcı eylem pratikleri geliştirmeliyiz. Örneğin Genç Siviller, geçen yıllarda Roboski için Beyoğlu’nda yaptıkları eylemde kâğıt uçaklar kullanmışlardı, oldukça etkili bir eylem oldu. Filipinlerde komik resimlerle toplantıya katıldılar. Maliyeti düşük, ilgi çeken eylem ve etkinlikler bulmalıyız.
Erol Katırcıoğlu:
Ben biraz karamsar olduğumu söyleyerek başlayayım. İşimiz giderek zorlaşıyor. Son olarak İngiltere’nin AB’den çıkma kararı beni daha da karamsar yaptı. Tayyip Erdoğan’ın Gezi’ye kışla, Taksim’e cami söylemleri yeniden gündemde. Erdoğan ısrarlı söylemiyle kendi tabanının konsolidasyonunu çok büyük ölçüde gerçekleştirdi, giderek onları laik kesimden nefret eder hale getiriyor.
2008 krizi dünya çapındaydı, ulus devletleri çözmeye başladı, kimlik siyasetleri yükseldi. AB referandumunda İngilizler “ülkemi geri istiyorum” sloganı ile hareket etti. Türkiye gibi Avrupa’da da kimlik bölünmesi var. Herkes kendi kimliğini istiyor, ama bu nasıl olacak belli değil. Eskiden Türkiye’de laik, modern kesim asker sayesinde egemendi, şimdi İslami kesim egemen. Her kimlik kendisini yaşamak istiyor, bu onun hakkı, ama “nasıl olacak” kavgası var.
Temsili demokrasiler heterojen toplumları yönetmekte zorlanıyor. Tartışmalar fikirler arasında değil, değer sistemleri arasında oluyor. Dindar nesil ile bilimsel nesil yetiştirme tartışmasında ortak bir nokta bulmak çok zor.
Çözüm sürecinde Kürt meselesi konuşulurken en çok din kardeşliği öne çıkarıldı, ama haklar konuşulmadı. Akil insanlar heyeti bir halkla ilişkiler projesi oldu. Ben Erdoğan’ın Kürtlerin hakları konusunda yumuşayacağına inanmıyorum. Devlet geleneği olarak da bu konuda çok kararlılar. Biz fazla umutlandık, HDP’nin mantığı ve Türkiyelileşmesi doğruydu. Ama Rojava’daki gelişmeler olayı sertleştirdi. İki tarafın da savaşı göze almasını sağladı.
Bu ülkede ısrarla özgürlük ve barış diyen insan sayısı az, etkin de değiliz. Bizler 1923’te Cumhuriyetin yarattığı kimlikleriz. 1924’te iki kanun çıktı, Diyanet ve Tedrisat. Tedrisat kanunu ile Türkçü eğitim yasalaştı. Diyanet kanunu ile Sünni Müslümanlık egemen oldu, diğer din ve mezhepler dışlandı. Bugün ise mesele artık sadece Kürtler değil, iktidar kendi düşünce dünyası dışındaki yurttaşları yok sayıyor.
Barış ancak gerçek bir demokrasi ile gelir. Özellikle CHP’liler azınlık olduklarının farkında değil, kendi küçük alanları da ele geçirilecek. Bizler sadece Kürt meselesi için değil, özgürlük ve demokrasi için de mücadele etmeliyiz, insan hakları için mücadele etmeliyiz. Vicdanlı Türkler sahip çıkmazsa Kürt meselesi çözülmez.
Yıldız Önen (Moderatör):
3 yıl önce Gezi’de önemli işler başardık. Önceleri çadır kuran 3-5 kişiydik, bir anda on binlerce kişinin katıldığı gösteriler gerçekleştirdik. Bunu kimse öncesinde tahmin edemezdi. Çözüm süreci devam etmeseydi, Gezi olmazdı. Gezi’de Kürt hareketi ile diğer toplumsal hareketler biraraya geldi, dayanışma sağlandı. Küçük, gündelik işler giderek çoğalır ve büyük toplumsal hareketi meydana getirir.
Bugün her türlü baskıya rağmen ses çıkaran insanlar var. Barış için akademisyenlerin sayısı önce 1128 idi, baskılar başladıktan sonra 2000’i aştı. Şebnem Korur Fincancı ve arkadaşları tutuklandı ama ardından Özgür Gündem’e destek arttı.
Barış için sokağa çıkan bir kampanya yapmalıyız. Daha demokratik bir Türkiye istiyoruz. AKP’nin de, CHP’nin de tabanını etkilemeliyiz, onları harekete geçirmeliyiz.
Bülent Aydın: Farklı düşüncelere, farklı kimliklere sahip kişileri savaş karşıtlığında birleştirmeliyiz. Savaşın yarattığı sorunlara karşı birlikte tavır almalıyız. Sivillerin, çocukların ölmesine herkes tepki vermeli. Kampanyalarımızda birleştirici yanlarımızı öne çıkarmalıyız. Bazı koşullar değişti ama bugün Türkiye’nin önünde yeni bir süreç açılıyor, buna barış ve çözüm talebiyle müdahil olmalıyız.
Katkılar:
– Avrupa’da ırkçılık, faşizm ve aşırı sağ giderek yükseliyor. Göçmenler, yabancılar taciz ediliyor. Rusya’da 4 Kasım tarihinde Özbekler, Tacikler zevk için öldürülüyor. Bu millete mensup kişilerin 4 Kasım’da dışarı çıkmaması tavsiye ediliyor. Almanya’da 9 Mayıs Hitler’in doğum gününde Hitler fotoğrafı ile yürüyenler var. Barış bütün dünyanın sorunu haline geldi.
– Savaş ortamında her alanda mücadele olanakları daralıyor, saldırıya uğruyoruz. Çözüm süreci ile bugünü karşılaştırdığımızda, özellikle ölen insan sayıları arasında büyük fark var. Çözüm sürecinde üniversitelerde rahatça siyasal faaliyet yürütüyorduk, bugün çok zor.
– “Barış olmadan demokrasi olmaz” demek daha doğru. Avrupa’da ırkçılık, faşist hareketler yükseliyor ama pek çok anti-faşist hareket de aynı süreçte gelişiyor. Mültecilerle dayanışma eylemleri yapılıyor, Fransa’da işçi direnişleri artarak devam ediyor.
“Önce barış mı, yoksa demokrasi mi” konusu Çözüm süreci sırasında da çok tartışıldı. Bu iki konuyu ayrı değil birlikte ele almak gerekir. Bugün dünyada bir ekonomik kriz yaşanıyor, İngiltere’de Cameron pek çok kemer sıkma programı uyguladı, AB’ye hayır denmesinde bunların da etkisi oldu. Suriye’deki gelişmeler AKP, Erdoğan ve Ordu arasında işbirliği yapılmasını sağladı.
– Barışı kazanmak için hem laik, hem de İslamcı kesimleri mücadeleye katmalıyız. Toplumun bütün kesimlerini kapsayan bir kampanya düzenlemeliyiz. AKP’nin tabanının da dikkatini çekmeyen bir barış mücadelesi kazanamaz. AKP tabanında yüzde 28 barış yanlısı olması çok önemli. Son bir yılda 8 bin kişi öldü. Yaşam hakkını savunmak bugün için en önemli konu. Halk savaşın nasıl sonlandırılacağını biliyor. Barış için ilk fırsatta bir sempozyum daha yapalım.
– Ankara’da “Yaşam İçin Ses Ver” kampanyası kapsamında pek çok etkinlik düzenledik. “Yaşam Ağacı” eylemi yaptık, ama akşamında Güvenpark’ta bombalı araç saldırısı oldu. Yine de karamsarlığa kapılmadık, “biz yaşam, onlar ölüm dedi” diyerek etkinliğimize devam ettik. Bildiriler dağıttık, muhafazakâr kesimlerden bile oldukça olumlu tepkiler aldık. Tüm farklı kesimleri bir araya getirmeye çalışıyoruz. Üniversitelerde gençlerle, Alevi örgütleri ile konuşuyoruz. İftar masalarında faaliyetimizi sürdürdük, hep olumlu tepkiler aldık.
– AKP ile birlikte Türk – İslam faşizmi gelişiyor. Türkiye’de üç kesim var: Laikler, muhafazakarlar, Kürtler. Kürt bölgesi ile batının gündemi farklılaştı. Kürt illerinde ulusal haklar, batıda modern haklar savunusu öne çıkıyor. Bizler batıda modern hakların, demokratik hakların savunusunu öne çıkarmalıyız. Sivil itaatsizlik eylemlerini yaygınlaştırmalıyız.
– Barış için mücadele her koşulda çok önemli. Kürtler bu savaşı PKK’nın başlattığına inanmıyor. Bölgedeki gelişmeler devleti savaş hazırlığına itti. Ordu Kürdistan’da savaşmasaydı, Rojava’ya saldıracaktı.
Barış hareketi ezilenleri ve yoksulları da bir araya getirmeli, resmi ideolojiden olabildiğince arınmalıdır. Devlet veya diyanet hepsi aynı şeye, resmi ideolojiye hizmet ediyorlar. Kürtlerin çoğu barış istiyor. Türklerin çoğunluğu da devlete “savaşı durdur, barışı getir” demelidir, yoksa barış gelmez.
Şenol Karakaş:
Evet barış mücadelesi açısından durum oldukça kötü, ama bunu zaten hepimiz biliyoruz. Biz “ne yaparsak durumu biraz daha iyiye götürürüz”, onu konuşuyoruz. 2001’de İstiklal’de çok kötü dayak yemiştik, ama sonraki yıllarda “Öcalan’a özgürlük” diye de pek çok yürüyüş yaptık. 2009’da GayPride yasaktı, sonraki 6 yıl çok büyük yürüyüşler yapıldı. Bu yıl yine yasak.
“Demokrasi olmadan barış olmaz” diyenlere, ben bir sosyalist olarak şunu söyleyebilirim: “Sosyalist devrim olmadan hiçbir sorun gerçek anlamda çözülmez “. Ama günlük talepler var, Kürtler, kadınlar, LGBTİ’ler sorunları ile ilgili acil çözümler istiyorlar, bunlar için mücadele ediyorlar. Bu taleplere biz de sahip çıkmak zorundayız. Kürtler barış elini uzatmış bekliyorlar, buna cevap vermeliyiz. Barış gelmeden, diyalog başlamadan mücadele yükselmez. İşin içine kan girince kitleler mücadeleden geri çekiliyor, bölünüyor. Toplum olarak daha çok konuşmaya, tartışmaya ihtiyacımız var.
Önümüzdeki dönemde, örneğin Ekim ayında Çözüme Devam adı altında bir büyük etkinlik ve sempozyum yapmalıyız. Kutuplaştırıcı dilden uzak durmalıyız. AKP’liyi de, CHP’liyi de kapsamalıyız. Büyük bir hareket oluşturmak için, küçük taşları üst üste koymaya başlamalıyız.