XIV. Dönemine giren Atölyemizde bu seneki tema ‘Fransız Edebiyatında Savaş ve Barış’. Atölyemizin ikinci oturumunda Faruk Sevim, bizlere François Rabelais’nin (1494 -1553) yaşadığı 15. ve 16.yüzyıl Fransa’sı hakkında bilgi verdikten, yazarın yaşamını anlattıktan sonra atölyenin konusu olan Gargantua kitabı hakkında kısa bir bilgi verdi ve kitabı katılımcıların tartışmasına açtı.
Rabelais’nin yaşadığı 16.yüzyıl hümanist ve seküler düşüncenin yayıldığı, Rönesans ve Reform hareketlerinin geliştiği bir yüzyıl olarak bilinir. Bu dönemde kâğıt ve matbaanın yaygınlaşması ve İncil’in birçok Avrupa diline çevrilmesiyle din adamlarının otoritesinin zayıfladığı görülür. 15. Yüzyılda başlayan 16.yüzyılda devam eden Rönesans ile birlikte özgür düşünce ortamı gelişir. Bilimsel gerçeklerin yok sayıldığı, doğru ve gerçek düşüncenin kilise ya da İncil tarafından belirlendiği, özgür düşüncenin önemsenmediği Skolastik Katolik düşünce sistemi; giderek gelişen ticaretin ve kapitalizmin önünde engel olmaya başlar.
Cermen kökenli bir teolog olan Martin Luther, 1517’de Roma’ya gerçekleştirdiği seyahati sonrasında 95 maddeden oluşan manifestosunu yayınlar. Manifestoda Tanrı ile kul arasına kimsenin giremeyeceği, cennetten toprak satılamayacağı, günahları sadece Tanrı’nın affedebileceği gibi maddeler vardır. Hızla Avrupa’da yayılan bu metin kendine çok sayıda taraftar toplar.
1522 yılında Almanya’da Thomas Munzer’in öncülüğünde başlayan ayaklanmalar sonunda 1555 yılında Katolik Roma Germen İmparatorluğu ile Protestanlar arasında imzalanan Augsburg Antlaşması ile Protestanlık Katolik mezhebinden ayrılır. Yeni mezhep İsviçre, Danimarka ve Almanya’da hızla yayılır, Buralarda Lutheryan kiliseleri kurulurken; İsviçre, İskoçya ve Fransa’da Kalvinist Presbiteryen kiliseleri, İngiltere’de Anglikan kilisesi kurulur.
16 yüzyıl’da Avrupa’da dört önemli devlet bulunmaktadır; Kutsal Roma Germen, İngiltere, Fransa ve İspanya İmparatorlukları. 10. Yüzyıl’da kurulan Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, bir imparatorluklar federasyonu olarak devam etmekte, imparator unvanı Avrupa’da sadece bu devlet tarafından kullanılabilmektedir. Ama aynı zamanda Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, 16.yüzyıl’da Osmanlı İmparatorluğu karşısında bir kısım topraklarını kaybeden, giderek küçülen bir devlet halindedir. Protestan prensliklerle, Katolik imparatorluk merkezi arasında çatışmalar şiddetlenmiş, mezhepler arasında hesaplaşma 1618-1648 yılları arasında keskinleşmiştir. 30 Yıl Savaşlarında yaklaşık 8 milyon civarında insan ölmüştür. 1520’li yıllardan, 1648 yılına kadar yaklaşık 130 yıl süren din savaşları Avrupa için hem büyük bir yıkım, hem de bir dönüşüm, reformasyon dönemi olmuştur.
İspanya Krallığı ise, Müslüman ve Yahudilerin kovulduğu 1492 yılından itibaren koyu Katolik bir anlayışla yönetilmeye başlanmış, engizisyon mahkemeleri devreye girmiştir. İspanya, Vatikan üzerinde etkili olmaya çalışmış, bu konuda en büyük rakibi olan Katolik Fransa ile çatışmıştır. İtalya’daki şehir devletleri ve Vatikan sürekli bu iki devlet tarafından ele geçirilmiş ya da nüfuz alanı olarak kullanılmıştır.
İngiltere Krallığında, 1509 yılında VIII.Henri’nin tahta çıkması sonrası reform hareketleri başlamış, iç çatışmaların sonunda 1558 yılında İngiltere kendi kilisesini, Anglikan Kilisesini kurarak Vatikan’dan ayrıldığını ilan etmiştir.
6. Yüzyıl’da Hıristiyanlığı kabul etmiş olan Frankların kurduğu Fransa’da 16.yüzyıl’da Valois hanedanı hüküm sürmektedir ve devlet Katolik mezhebine bağlıdır. Ancak Fransa Krallığında reform hareketleri de Almanya’da 1517 yılında Martin Luther’in görüşlerini bir mektupla açıklaması üzerine başlamıştır. Kalvin’in reformcu görüşleri de 1536 yılından itibaren yayılmaya başlatmış, halktan ve asiller sınıfından pek çok insan Kalvinist görüşleri benimsemiştir.
Fransa hükümdarlarından 1. François (1515-1547) zamanında, sanat ve edebiyat alanındaki gelişmeler teşvik edilir, Rönesans ve hümanizm fikirleri yayılır, yetenekli İtalyan sanatçılar, saray için mimari eserler meydana getirir, inşa edilen krallık sarayları ve konakları, burjuva konaklarına örnek olur. Edebiyata da önem veren I. François, hümanist yazarların eserlerinin çevrilmesine ve yayılmasına katkıda bulunur, Clément Marot gibi yazarları koruması altına alır, sosyal bilimler üzerine araştırma yapan ilk Fransız üniversitelerinden biri olan Collège de France’ı kurdurur. Bu kurum Rönesans’ın Fransa’da yayılmasında öncü kurum olarak etkisini gösterir.
I. François, modern bir devletin merkezi yapısını oluşturma yönünde önemli adımlar atar, var olan kurumların yapısını değiştirerek monarşinin otoritesini güçlendirir, merkezi bir yönetim oluşturur. Tahtta kaldığı sürece bir danışma meclisi olan États généraux’yu hiç toplamaz ve parlamentonun siyasi yetkilerini 24 Temmuz 1527’de ortadan kaldırır. 1523 Yılında devlet hazinesi yerini tutan Tasarruf Sandığı’nı kurdurur, yargı sistemini ıslah ettirir, mahkemelerinin yetkilerini artırır, ağır ceza hukukunu kurallara bağlar, kilise mahkemelerinin yetkilerini kısıtlar.
1516 Yılında imzalanan Bologna Antlaşması ile kiliseye boyun eğdirir, rahip, piskopos ve başpiskopos atama yetkisini ele alır, bakanlarının katı Katolik olmaları nedeniyle Reform hareketine karşı çıksa da her yere yayılmış olan Reform yanlılarına hoşgörü gösterir. Ancak son yıllarında reformculara karşı sertleşir, cumhuriyet yanlısı olarak görülen reformcular çok geçmeden kazığa bağlanıp yakılmaya başlanır. Öldüğü yıl olan 1547’de Valdocu Protestan tarikatının ortadan kaldırılması emrini verir.
1515 Yılında İtalya, Fransa tarafından büyük ölçüde işgal edilir. 1526-1530 Yılları arasında yaşanacak Konyak Ligi Savaşı öncesi,1526 yılında Fransa ile Papalık, Venedik, Floransa ve Milano arasında Konyak Birliği kurulur. Bu birlik Kutsal Roma Germen İmparatorluğuna karşı savaşa başlar ancak yenilir. 1529 Yılında Fransa ile Kutsal Roma Germen İmparatorluğu anlaşma yapsa da sonraki yıllarda bu iki devlet arasında sık sık savaşlar yaşanır. 1535 Yılında Fransa ile Osmanlı Devleti arasında ilk ticari ve hukuki ayrıcalık anlaşmaları (kapitülasyonlar) imzalanır. Bu antlaşmalarla Osmanlı ülkesinde ticaret yapacak Fransızlara, Fransız bayrağı taşıyan gemilere ayrıcalık tanır.
16. Yüzyılın ikinci yarısında Fransa’yı en çok Katolik – Protestan (Kalvenci Huguenotlar) din savaşları meşgul eder. Bu savaşlar ülkenin yoksullaşmasına yol açar. Katolik Kilisesinin içinde değişiklik beklemekten yorgun düşen reform taraftarları, birçok Fransız aristokrat ve destekçilerin katkısıyla 1560’da Protestanlara (Huguenot’lara) katılır. İlk katliam 1562’de Wassy’de gerçekleşir, yüzlerce Huguenot köylüsü askerler tarafından öldürülür. Böylece Fransa’yı 1562’den 1590’ların ortalarına kadar karşılıklı katliam dehşetine boğan sekiz din savaşı dizisi başlamış olur.
Genç Kral IX. Charles ve annesi Catherine de Médicis, Huguenot’ların lideri Coligny’i 24 Ağustos 1572’de öldürtür, aynı gün bir evlenme töreni için Paris’e gelen bütün Huguenot önderler katledilir. ‘Aziz Bartolomeus Yortusu Katliamı’ adı verilen bu katliam diğer kent ve kasabalara yayılır ve 5 gün boyunca devam eder. Bu süre içinde 30 bin civarında Huguenot’un öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Bu katliam sırasında Katolik halk, liderleri tarafından Huguenot’lara karşı kışkırtılmış, Katolik din adamları “Hepsini öldürün! Yağmalayın! Biz sizin pederleriniz olarak buradayız ve sizi koruyacağız,” diyerek Katolik halkı teşvik etmiştir.
Huguenot’lar da karşı saldırıya geçer ardından dördüncü din savaşı başlar. Fransız Protestanlığının önderi Jean Calvin Fransızca yayınladığı bir yazıda “Tanrı ne şehirlere ne de insanlara acınmasını istiyor,” diyerek yeniden kan dökülmesinin yolunu açar. Sekizinci savaşta, 17 yıl önce ‘Aziz Bartolomeus Yortusu Kıyımında’ sağ kalmış olan Navarre’li Henri, Kral IV. Henri olur. Huguenot olan IV. Henri’ye Paris boyun eğmeyi reddeder, bunun üzerine Protestanlıktan ayrılıp Katolik inancını kabul eder, 27 Şubat 1594’te Paris’e girer ve savaştan bunalmış halk tarafından kral olarak kabul edilir Böylece Katolikler ve Huguenot’ların 30 yıldan fazla bir zaman boyunca karşılıklı savaşmaları sona erer. 13 Nisan 1598’de IV. Henri, Huguenot’lara tapınma ve vicdan özgürlüğü tanıyan Nantes Fermanı’nı çıkarır.
Fransız edebiyatında Rönesans’ın etkisi 1500´lerin başından 1600´lara kadar uzanır. Fransız Rönesansı İtalyan sanat ve edebiyatındaki gelişmelerden ve eski Yunan Latin eserlerden etkilenir. Hümanistler öğrenmenin temelini dini temalardan çok dünyevi konulara çekerek seküler bir anlayışı yansıtırlar. Fransız ordusunun İtalya’yı işgal altında tuttuğu 1525´e kadar İtalyan edebiyatı ve sanatıyla temas kurulur ve bu ilişki sayesinde Fransız Rönesansı hız kazanır.
François Rabelais, Fransız Rönesans’ının en ünlü kurgu yazarı ve döneminin önde gelen otoritelerinden biridir. Ana eserleri olan Gargantua ve Pantagruel, neşeli, çoğu zaman da patavatsız beş bölümlük eserdir. 1532 ile 1564 yılları arasında yayımlanır ve dönemin yasal, politik, dini ve toplumsal kurumlarını eleştirir. Bir baba ile oğlunun hikâyelerinden oluşan Gargantua ve Pantagruel, Rabelais’yi modern Avrupa edebiyatının kurucularından bir haline getirir.
Rabelais yazar, doktor, papaz ve Antik Grekçe uzmanıdır. 1494 Yılında Chinon, Fransa’da doğar ve 9 Nisan 1553’te Paris’te ölür. Romanlarında, isminin harflerinin yerini değiştirerek oluşturduğu Alcofribas Nasier veya Séraphin Calobarsy takma isimlerini kullanır. Fantezi, hiciv, grotesk, müstehcen güldürü ve şarkı yazarı olarak bilinir.
Rabelais, kanunların düzenlenmesinde tanrının değil insan aklının esas alındığı felsefi düşünce olan hümanizmin öncülerinden olup, hümanist yazarlar Erasmus ve Thomas More’un çağdaşları olarak Rönesans’ın başlangıcını müjdeleyen entelektüellerdendir.
Jean Paul Sartre, Rabelais’yi hümanizmin gelişmesi açısından Erasmus ile Montaigne arasında köprü olarak görür. Dönemin atmosferinin getirdiği değişim, hareket ve cesaret dolu bu yazarların ortak özelliği, “başka bir dünya mümkün” diye özetleyebileceğimiz mesajlarıdır. Yüzlerce yıldır kilise ve krallıkların baskısı altında boğulan toplumların “Altın Çağ”a kavuşabilmesini dileyen, yerleşik güç odaklarına açık, gizli başkaldıran eserler verirler.
Rabelais, bir avukatın oğludur. Çocukluğunun ardından ailesi tarafından manastıra gönderilir, bir Fransisken okulunda eğitim görür, rahip olur, Yunanca ve Latince öğrenir, antik dönem eserlerini okur. Ayrıca bilim, filoloji ve hukuk alanında çalışmalar yapar ve bu çalışmaları onun, aralarında Guillaume Budé’nin de bulunduğu çağının hümanistleri tarafından tanınmasına neden olur. Rönesans’tan etkilenen Rabelais, dini kurallara göre yaşamaktan vazgeçerek 1530 yılında Paris’e tıp eğitimi görmeye gider, manastırda geçirdiği yıllarda edindiği skolastik düşünceden ve katı kilise kurallarından uzaklaşır. Tıp eğitimi gördüğü yıllarda, ünlü eserleri Pantagruel’i 1532 yılında, ‘Gargantua’yı 1534’te yayınlar.
Çalışmalarının Fransisken Kilisesi tarafından engellenmesinin bezginliğiyle Papa’ya bir dilekçe yazarak 1535 yılında Fransisken Kilisesinden ayrılarak Benedikten Kilisesine girer. 1537 Yılında doktor olur ve Lyon’da doktorluk yapmaya başlar.
Rabelais, Gargantua’da ironileriyle ve alaycı üslubuyla kilise dâhil birçok kuruma üstü kapalı şekilde sert eleştirilerde bulunduğu için dönemin prestijli ilahiyat kurumlarından Sorbonne Üniversitesi tarafından şikayet edilir ve yasaklanır. 1546 Yılında üçüncü kitabını yayınlar o da hemen yasaklanır. Rabelais, onu koruyan bazı üst düzey yöneticiler ölünce korumasız kaır ve 1546’da Metz’e kaçar ve hayatının geri kalan yıllarını burada geçirir. 1552 Yılında hemen yasaklanacak olan dördüncü kitabını yazar. 1553 Yılında Paris’te şüpheli bir biçimde ölür.
Gargantua Kitabını ‘ünlü ayyaşlara ve pek değerli frengililere’ armağan eden François Rabelais, efsanevi dev Gargantua’nın yaşamını anlatırken dönemin yasal, politik, dini ve toplumsal kurumlarını eleştirir.
Gelişmesi için yeterli süre olan on bir aydan sonra annesinin kulağından doğan, doğar doğmaz diğer bebekler gibi ağlamak yerine ‘İçki! İçki! İçki!’ diye haykıran, babasının günlük süt ihtiyacını karşılamak için 17 bin 913 inek ısmarladığı, kendisini hayranlıkla izleyen Parislilerin ilgisinden bunalıp 260 bin 418 Parisliyi idrarıyla boğan bir devdir Gargantua.
Gargantua’da kitabın yazarı François Rabelais’nin deyişiyle ‘Pantagruel’in Babası Muhteşem Gargantua’nın Oldukça Ürkütücü Yaşamı’na konuk oluruz. Rabelais, baba-oğul iki dev olan Pantagruel ve Gargantua’nın maceralarını anlattığı beş ciltlik külliyatının en bilinen eseri ‘Gargantua’da koyu bir mizahla Gargantua’nın yaşamını anlatırken, bir yandan da Ortaçağ’ın kahramanlık destanlarına, mitoloji karakterlerine ve zamanının ünlü kişilerine göndermelerde bulunur.
Rabelais, modern romanın ilk örneklerinden kabul edilen kitabında, Gargantua’nın yaşamını karnaval havasında anlatırken, fantastik bir roman görüntüsü çizerken, arka fondaki 16. yüzyıl Fransa’sını tarihsel gerçekliğe bağlı kalarak aktarır. Zaman zaman Gargantua’nın hikâyesinden koparak okuyucuya seslenir, açıklamalarda bulunur, yeri geldiğinde başka bir kitaptaki bilgi yanlışlığına kızarak kendi fikrini okuyucuya kanıtladıktan sonra ‘Gargantua’nın renkli hayatını anlatmaya devam eder. Okurken sık sık rastladığımız, nicelik belirtirken verdiği abartılı ve detaylı sayılarla, hümanist ve obur bir devi anlatarak yarattığı esprili üslubuna katkıda bulunur.
Metinde baştan sona bir şenlik havası hâkimdir. Annesinin kulağından doğan sevimli devin; bebekliği, soyu sopu, asaleti, çocukluk yılları ve eğitim dönemi, ortaçağ bilgileri ve skolastik felsefe ile donanmış üstat Holoferne’den aldığı derslerle tam bir cahil oluşu anlatılır. Gargantua’nın cehaletinin tam anlamıyla açığa çıktığı yarışma, aslında Ortaçağ düşüncesinin karanlığı ile eski Yunan felsefesinin aydınlığı arasındadır. Babası farkı görür ve oğlunu Ponokrates adlı bir pedagoga teslim eder.
Rabelais’nin kendi tabiriyle ‘tatlı Gargantua’nın hayatı kitapta elli sekiz bölümde anlatılır. Beşinci yaşının bitimine doğru babası Grandgousier, Gargantua’nın tuvaletteki temizliği hakkındaki buluşunu dinledikten sonra, oğlunun tanrısal özellikleri olan bir zekâ ve büyüleyici bir dehaya sahip olduğunu düşünüp masraftan kaçınmayarak, ona en bilge sofistler tarafından ders aldırılır. Bu uzun eğitimin sonunda Gargantua bilge bir adam olur. Fakat Grandgousier, oğlunun aldığı eğitimden memnun kalmayarak yeni bir eğitmen tutar. Gargantua ve eğitmeni Ponokrates, dönemin Fransa’sında gençlerin nasıl bir eğitim aldığını görmek için hep birlikte Paris’e giderler.
Gargantua, Paris’te eğitimine devam ederken Lerne çörekçileri ve Gargantua’nın memleketindeki çobanlar arasında çıkan kavga savaşa dönüşür. Lerne kralı Picrocholes, kralı Grandgousier’ye karşı ayaklanır. Grandgousier yıllardır barış içinde yaşadığı Picrocholes’la savaşmak istemez. Fakat bir türlü uzlaşmak istemeyen, iyinin karşısında yer alan ve kötülüğü simgeleyen tipik açgözlü ve şeytani karakter olan Picrocholes ile savaş kaçınılmaz hale gelir çünkü komutanlarıyla birlikte Grandgouiser’ye karşı ayıklandıktan sonra tüm dünyayı fethetme hayalleri kurmaktadır. Gargantua ve adamları Picrocholes ve ordusunu bozguna uğratır ve sonrasında Gargantua mağlup tarafa atalarının yaptığı gibi barışı ve iyiliği öğütleyen bir nutuk atar, esirlere iyi davranıp serbest bırakır, savaşta yanında olan tüm Gargantuistleri ödüllendirir. Büyük başarılar gösteren arkadaşı keşiş kendi görüşleri ve arzusu doğrultusunda bir manastır kurmak ister ve Gargantua, keşişin isteğini kabul ederek Theleme bölgesini keşişe bağışlayarak manastırı inşa etmesine yardım eder.
Theleme manastırında yaşayanların bütün hayatları yasalara, tüzüklere veya kurallara göre değil, kendi serbest iradelerine ve keyiflerine göre düzenlenir. Manastırda, Gargantua’nın koyduğu tek bir kural geçerli olur: ‘Ne istiyorsan onu yap’. Rabelais, burada özgürlükçü vurguları olan Thelemizm (iradecilik, istekçilik) felsefesini anlatmaktadır. Eski Yunanca ‘Theleme’, yani ‘irade’ sözcüğünden gelen Thelemizm’de insanlar ahlaki kuralları kendi iradeleri ve istekleri doğrultusunda uygulamaktadır. Bu ütopik düzen, hümanist bir inanç formu olarak görülebilir ve Thelemizm, hümanistlerin Rönesans’la birlikte şekillenen insan idealinin tıpkı bir manifestosu gibidir.
Theleme manastırı ve içindeki yaşama dair cümleler kitabın barışçıl yaklaşımlarını sergiler: “En başta etrafına duvar ördürmek yok, çünkü bütün öbür manastırlar yüksek duvarlarla çevrilidir. Sebepsiz de değil: Arkada ve önde nerede duvar varsa orada bol bol homurtu, kıskançlık, alttan alta kumpas vardır.” “Dünyadaki bazı manastırlarda bir kadının (yani erdemli ve namuslu kadınların) ayak bastığı yeri yıkayıp temizlemek âdet olduğuna göre, buraya kazara bir rahip ya da rahibe girecek olursa, geçtikleri yerlerin iyiden iyiye yıkanıp temizlenmesi kararlaştırıldı.” “Tekkeye erkek olmayınca kadının, kadın olmayınca erkeğin alınmaması kararlaştırıldı. Bu tekkede herkesin evlenmesi, para pul sahibi olması ve özgür yaşaması kabul edildi.” “Erkeklerle kadınlar arasında öyle bir uyumluluk vardı ki, her gün birbirlerine uygun kılıkta ortaya çıkarlardı. Bu konuda yanılmamaları için bazı soylu kişiler erkeklere kadınların o gün ne giyeceklerini bildirmekle görevliydiler. Çünkü her şey kadınların isteklerine göre düzenlenirdi.” “Bütün hayatları yasalara, tüzüklere veya kurallara göre değil, kendi serbest iradelerine ve keyiflerine göre düzenlenmişti. Canları istediği zaman yataklarından kalkar, içlerinden geldiği zaman yer içer, çalışır, uyurlardı; onları kimse uyandırmaz, kimse içmeye, yemeye, ya da başka bir şey yapmaya zorlamazdı. Düzenlerinde yalnız şu kural vardı: istediğini yap.”
Kitapta abartılı ifadelere sıklıkla rastlanır. Örneğin açgözlülük abartılı şekilde ifade edilmiş. Çörek sahipleri çobanları küçümsüyor ve onlara şiddet uyguluyor.
Yazarın yaşadığı dönemdeki kurumlara eleştirisi büyük yer tutuyor. Halkın kullandığı bir dili biraz yerel, folklorik olarak kullanıyor; amaç halk kültürünü kullanarak eleştirileri yapmak. Yazar dönemin Fransa’sında halk kültürünü bildiği için, zaman zaman anlaşılması zorlaşsa da bu konuda başarılı. Abartılı sayılar, karnavallardaki davranışlar, pagan döneminden gelen halkın kullandığı kavramlar sıklıkla var. Rabelais’yi çağdaşlarından ayıran nokta halk kültürünü, folklorik ögeleri daha fazla kullanması.
Gargantua’da eğitimle sağlanan değişime çok önem veriliyor ve sıklıkla vurgulanıyor. Böylelikle yazar eğitimle zeka arasındaki farkı göstermeye çalışıyor, nitelikli eğitim vermediğini düşündüğü Sorbonne Üniversitesine eleştirisini bu şekilde yapıyor.
Gargantua’yı dev olarak resmetmesi eseri eğlenceli kılıyor. Bu yolla eleştirilerinin daha az tepki çekeceğini düşünüyorsa da böyle olmuyor ve eserleri yayınlandıktan kısa bir süre sonra yasaklanıyor.
Atölye yazarın dilini barışçıl buldu. Savaşın gereksizliği ve anlamsızlığı çok açık biçimde bölümler boyunca anlatılıyor. Benzer savaşlara tanık olmuş yazarın savaşa karşı yaklaşımı çok belirgin bir şekilde savaş karşıtı.