İktidar, baskıcı politikalarda daha da ısrarcı olacağını, çoktan ‘sosyal medya yasası’ olarak tanınan ‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ni TBMM Adalet Komisyonu’ndan ışık hızıyla geçirmesiyle gösteriyor.
Bu yasayla iktidar meydası ve sosyal medyası yalan üstüne yalan söylemeye devam edebilecekken, gerçekleri açıklayan muhalif medya kuruluşları ağır bir baskıyla karşı karşıya kalacak.
Bu yasa geçerse, Anayasa Mahkemesi’nin hali hazırda şikayetçi olduğu bireysel başvuru konusunda yeni bir patlama yaşanacak.
AYM başkanı Zühtü Aslan, bu yılın başından beri her fırsatta iş yükünün yoğunluğunu dile getiriyor. 2022 yılının Şubat ayında AYM 66 bin başvuruyla boğuşurken Mart ayında başvuru sayısı 73 bine çıkmıştı. Çok kısa sürede gerçekleşen bu yüzde 22’lik artış, inanılmaz bir hızla aynı ayın sonunda 90 bine çıktı.
AYM başkanı mağdurdan daha mağdur
AYM başkanı, Mart ayının sonunda yaptığı bir konuşmada, “14 Şubat’ta İstanbul’da yaptığımız bölge toplantısından bugüne iş yükünde durum maalesef daha da vahim hâle gelmiştir. O tarihte bireysel başvuru 66 bin civarındaydı. Neredeyse 40 gün sonra, bugün itibarıyla başvuru sayısı 90 bine ulaşmış durumdadır. Bu sayının endişe verici olduğu ortadadır. Doğrusu dünyada bizim dışımızda bu kadar başvuruyla uğraşan bir anayasa mahkemesi de insan hakları mahkemesi de bulunmamaktadır. Hızla artan iş yükü maalesef bireysel başvuru kurumunu felç etme potansiyeli taşımaktadır. Bu nedenle bireysel başvurunun geleceğinin iş yükünün azaltılmasına bağlı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.” diyor. (https://www.anayasa.gov.tr/tr/baskan/konusmalar/adli-yargida-bireysel-basvuru-kararlari-ve-ihlalin-sonuclarinin-ortadan-kaldirilmasi/)
AYM başkanı, sorunun çözümü için üç öneriye sahip. AYM başkanı ilk önerisini başvuruculara, yani hakkının yendiğini düşünenlere yapıyor. “Biz süper temyiz mercisi” değiliz diyor. Oysa sayısız örnekte, yargılama sürecinde hak ihlali açıkça görülüyor.
Bu yüzden AYM başkanının ikinci çözüm önerisi, ilk önerisinde gösterdiği adresin de yanlışlığına işaret ediyor. AYM başkanı Zühtü Arslan’ın ikinci önerisi, “ihlal kaynaklarının kurutulması.” Burada sözü edilen, devletin temel hak ve özgürlüklerin korunmasına yönelik negatif yükümlülükleri, mahkemelerin hemen her defasında tutuklu yargılama kararı vermesi örneğinde olduğu gibi, bireysel başvurularda yaşanan yığılmanın temelini oluşturuyor.
Çözüm başka yerde
AYM başkanının üçüncü çözüm önerisi ise aslında Türkiye’de yasal alanda yaşanan kargaşanın ve siyasi alanın yargı alanı üzerindeki doğrudan etkisinin bir itirafı gibi: “Üçüncü olarak bireysel başvurunun başarısı, verilen ihlal kararlarının etkili bir şekilde uygulanmasına bağlıdır…idarenin, yasama, yürütme ve yargı organlarının ihlal kararlarında ortaya konan temel ilke ve esasları uygulamaları, yeni hak ihlallerinin önlenmesi bakımından bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada ihlalin kaynağına göre idareye, yargıya ve yasama organına çok büyük görevler düşmektedir. İdarenin ve mahkemelerin ihlal kararlarındaki değerlendirmeleri dikkate alarak, yeni başvuruların yapılmasını beklemeden ihlale yol açmayacak şekilde karar vermeleri çok önemlidir.”
Burada asli sorunun ne olduğu ortaya çıkıyor. AYM’ye yönelik bireysel başvuru hakkının kullanımı, iktidar blokunun otoriterliğin dozunu artırmasıyla paralel bir şekilde ilerliyor. Bu yüzden Bahçeli’nin üst mahkemelerin kararının tanınmamasına yönelik alt mahkemelere yönelik çıkışları, Erdoğan’ın 2018 yılında AİHM’in Selahattin Demirtaş’la ilgili verdiği karara karşı “AİHM’nin bugüne kadar biliyorsunuz terör örgütüyle ilgili verdiği birçok karar var. Hepsi de aleyhedir. Onun karşılığında bizim de yapabileceğimiz birçok şeyler vardır. Biz karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz” gibi çıkışları, bireysel başvuru hakkının kullanımında yaşanan patlamanın geri planında bütünüyle siyasi iktidarın politikalarının yattığını gösteriyor.
AYM’de yaşanan bu bireysel başvuru yığılması, Türkiye’de hızla yükseltilmesi gereken demokrasi mücadelesinin en önemli sacayaklarından birisinin yargının bağımsızlığı meselesi olduğunu da gösteriyor.
2010 yılında yükseltilen demokrasi mücadelesinin, anayasa referandumunda “yetmez ama evet” diyerek savunduğumuz önemli değişiklik maddelerinden birisi olan bireysel başvuru hakkı 23 Eylül 2012 tarihinden itibaren kullanılmaya başlandı. İktidarın tek adam rejiminin ellerinde toparlanması süreci, o anayasa değişikliğiyle elde edilen tüm kazanımların gasp edilmesiyle el ele ilerledi.
Bu yüzden şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: demokratik hakların kullanılmasının önündeki engeller kalkmadan, AYM başkanının parmak bastığı sıkıntılar ortadan kalkamaz. Demokratikleşmenin ilk şartı, bu iktidardan aşağıdan bir mücadeleyle kurtulmaktır.
Sosyalist İşçi