V.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin on birinci toplantısı Etgar Keret’in Kapı Birden Vuruldu kitabı üstüneydi. Burcu Aktaş’ın yazarı tanıtan sunumunun ardından Alev Yapışkan-Tahmaz kitabı tanıtıp tartışmaya açtı.
Yazar 1967 yılında Tel Aviv’de doğuyor. Babası İsrailli bir Yahudi, annesi ise Polonyalı. Her ikisi de soykırımdan kurtulabilmiş kişiler. Annesi, tüm ailesini kaybettikten sonra bir yetiştirme yurdunda büyüyor, Fransa’ya, bir süre orada yaşadıktan sonraysa İsrail’e göç ediyor. Ebeveynlerin yaşadığı tüm bu travmalara karşın yazarın çocukluğu huzurlu bir aile ortamında geçiyor. Etgar Keret annesi ve babasının birbirlerine seslerini hiç yükseltmediğinden, tartışmalı aile ortamlarına bir tek seyahatler sırasında, anne ve babasına savaş zamanlarındaki kontrol noktalarını hatırlattığı için pasaport kontrolleri sırasında şahit olunduğundan söz ediyor.
Ablası ve ağabeyi gibi Etgar Keret de uzun dönem askerlik yapıp Lübnan savaşına ve işgallere katılıyor. İlk kitabını 1992 yılında yayımlıyor. Yazmayaysa 19 yaşında askerdeyken, orduya beraber katıldığı en yakın arkadaşının duygusal bir kriz sonunda kendini vurmasıyla başlıyor. Bu zor dönemde, yazdığı ilk öykü olan ‘Borular’ ile hem arkadaşına bir yanıt veriyor hem de kendine bir çıkış yolu buluyor. ‘Ona bir çıkış yolu vardır demeye çalıştım o öyküde. ‘Borular’ı o öldükten iki hafta sonra onun öldüğü yerde yazdım. Bitirdiğimde onun bir öykü olup olmadığından emin değildim ama yazmayı sürdürdüm. Yazarlık benim için neredeyse itiraf gibi bir şey’.
Yazarın doğduğu, yaşadığı yer ve dönem savaş, şiddet ve işgallere tanık olunan, hoşgörünün azaldığı, halklar arasında iletişimin koptuğu dönem ve coğrafya.
- · 1967’da ‘ 6 Gün Savaşları’ patlak veriyor.
- · 1973 Yom Kippur (Kefaret Günü) Savaşı çıkıyor.
- · 1979’da İsrail ve Mısır barışı imzalanıyor.
- · 1982’de İsrail Lübnan’ı işgal ediyor.
- · 1987-1993 Yılları arasında İntifada ayaklanması yaşanıyor.
- · 2002’de Batı Şeria yeniden işgal altına alınarak 700 Km.lik Utanç duvarı inşaatı başlıyor.
- · 2006’da İsrail Lübnan’ı işgal ediyor.
Ergar Keret Orta Doğu siyasetinden söz ederken ‘Herkes cesur insanların barışından bahsediyor. Bense cesur insanların barış istemediği kanaatindeyim. Cesur deyince aklıma Mel Gibson’un Cesur Yürek filmi geliyor. Cesursanız savaşırsınız. Bense korkakların, tembellerin barışından yanayım. Kusurlu insanların barışından. İhtiyacımız olan bu’, diyor.
Kitabın ilk öyküsü kitaba da adını veren ‘Kapı Birden Vuruldu’. Bu öykü bir sunuş, bir manifesto, yazarın büyülü, gerçek üstü 37 hikayesine açılan kapı gibi. Kapı ilk öyküde vuruluyor, okuyucu yazarın dünyasına adım atıyor ve son öykü olan ‘Sen Hangi Hayvansın’la da kapanıyor adeta..
Tüm öyküler özellikle de ilk öykü bir İsrail toplumu mozaiğinin anlatımı. Doğu-Batı karşılaştırması yapıyor, Doğu’nun şiddet atmosferini eleştiriyor ‘Batıda bir şey istendiğinde kibarca rica eder ve genellikle istediğini alırsın. Fakat boğucu, bunaltıcı Orta Doğu’da bu böyle değil. Filistinliler bir ülke istedi, kibarca. Aldılar mı? Hava aldılar. Bu yüzden otobüslerdeki çocukları havaya uçurma yoluna gittiler ve insanlar böylelikle onlara kulak vermeye başladı’. Bu topraklarda herkes taleplerini şiddet yolunu kullanarak elde etmeye çalışıyor, ancak o zaman dikkate alındıklarını düşünüyorlar.
İlk öyküden itibaren biz ve onlar vurgusu sürekli tekrarlanıyor. Biz dediği şiddet ve zorbalık yaygın bir yöntem olarak kullanıldığı Orta Doğu, onlar, medeni yöntemleriyle Batı. Batıya duyduğu özlemi sık sık dile getiriyor. ‘Bu ülkede güçlü olan haklıdır; siyaset, ekonomi ya da park yeri fark etmez… Doğu doğudur, batı da batı. Farklı zihniyetler.’
İsrail toplumunda ve kendi dilindeki ayrımcılığa, sürekli vurgu yapıyor. ‘Neden kötüymüş zamanlamam? Tenim sizinkinden kara olduğu için mi?’, ‘Arap’, ‘Arap görünümlü adam’, ‘Köpek Türk mü?’, ‘Bütün Almanlar Hitler’, ‘Çinli akapunkçurcuyla çocuk yalnız bırakılamaz’.
Toplumsal şiddetin, öfke ve nefretin aktörlerini sıralıyor; sağcı, ırkçı…Şiddetin öğrenilen bir yöntem olduğunu, kendisinden güzel bir dille hikaye isteyen küçük oğluyla anneannesinden kurtulmak için kurdukları ekip çalışmasında anlatıyor.
Bir korku imparatorluğu olan İsrail toplumun duyarlılığı yüksek tüm sinir uçlarını sıralıyor ‘İşsizlik, intihar bombacıları, İranlılar…. Umutsuzuz be adam, umutsuz!’
Bu toplumsal korkular ve şiddet ortamının bireyde yarattığı sıkışmışlık kaçma arzusu yaratıyor. Kaçış masallara, masalsı anlatılara, gerçek üstücülüğe, mutlu yalanlara, rüyalara, sarkastik anlatımlara… diğer deyişle yazarın kitapta ele aldığı dil ve üsluba. Böylelikle yazarı öykülerde kurduğu atmosferle, kullandığı dille suçlayamayacağımız, barışçılmış gibi görünen ancak içine sinmiş şiddeti ele veren anlatılar, öyküler çıkıyor ortaya. Akıllıca kendini ele vermiyor. Şiddete karşıymış gibi yapıyor, ama…
Barış özlemi bazı karakterler üzerinden anlatılıyor. Karakter, söylediği yalanların kötü sonuçlarıyla paralel bir evrende yüzleşiyor,nedamet getirerek hikayenin sonunda ‘Aydınlık çiçekler ve güneşle dolu. Bir ya da iki bebek belki, gülücükler içinde’ diyerek mutlu yalanlar söylemeye karar veriyor. Guava meyvesine dönüşen adam melekten son olarak dünya barışı istiyor ve ölmeyi göze alıyor.’O güne dek yerine getirilmesi istenen en zahmetli ve karmaşık dilek dünyada barış’.
Ancak yazarın şiddeti meşrulaştırdığı, ötekileştirmelere başvurduğu satırlar çoğunlukta. Bir babanın barışçıl oğluna kendine şiddet uygulamasını öğütlemesinde şiddet bir yöntem ve meşru müdafaa haline geliyor.
Kadına bakış açısı, kadının nesneleştirilmesi de Atölye’miz açısından sorunluydu. ‘Kadın biçimine bürünmüş bir dünyaya mastürbasyon yapmak’, ‘Anoreksik kız sinirli ve uyumsuz, kaygılı’,
‘Biz liberal solcuların işi zor. Kendimizi dar alana hapsetmişiz. Öfkemizi çıkartacağımız hiç kimse yok’ diyor demesine ama bir başka yerde de ‘Ordumuz nasıl dünyanın en iyi ordusuysa öykümüz de öyle…’ diyebiliyor. Yazar belki samimi ama barışçıl değil. 37 Öyküyü okurken bir yazarın şiddetin mağduru oldukça zaman içinde nasıl öznesi haline geldiğini izliyoruz.