Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi IX.Dönem, 13.Toplantı
Konusunu ‘Edebiyatta adalet arayışları’ olarak belirlediğimiz IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 18 Nisan Çarşamba akşamki onüçüncüi oturumunun tartışma konusu W.Somerset Maugham’ın (1874-1965) Boyalı Peçe (1925) isimli eseriydi.
Şengül Çiftçi yazarın yaşamı, yaşadığı dönem hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.
İngiliz yazar, hayatının ilk on yılını babasının görev yaptığı Fransa’da geçirir. Önce annesini ardından babasını kaybedince 10 yaşında İngiltere’ye amcasının yanına döner. Aile geleneğini sürdürüp hukuk tahsil etmek yerine Almanya’ya giderek, Heidelberg’de edebiyat ve felsefe öğrenimi görür. İngiltere’ye döndükten sonra tıp öğrenimine başladı. 23 yaşındayken kaleme aldığı ilk romanı ilgi görünce tıp mesleğini terk ederek tüm zamanını yazmaya ayırır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında cepheye katılır, Kızıl Haç’ın ambulans hizmetinde görev yapar, İngiliz Gizli İstihbarat Servisi tarafından ajan Savinkov’a yardım etmek üzere Rusya’ya gönderilir, Hindistan ve Güneydoğu Asya’da istihbarat faaliyetlerinde bulunur. Bu deneyimleri öykü ve romanlarına yansır, özellikle iyi eğitimli, centilmen, bilge ajan tiplemesi modern casusluk edebiyatının ilk örnekleri arasında sayılır. Öyle ki bu tipleme -İkinci Dünya Savaşı sırasında aynı serviste çalışan- Ian Fleming’e James Bond’u yaratırken ilham verir.
Yazdığı oyunların sıkça sahnelenmesi sayesinde popüler bir yazar haline gelir, birçokları film olarak da uyarlanır, döneminin en popüler -1930’ların en çok kazanan yazarı olur, Avrupa sosyetesi içinde çok rahat bir hayat yaşar, 1940’ların sonuna dek başarılı bir edebiyat kariyeri geçirir.
1947 Yılında yaşı otuz beşin altında olan ve bir önceki yıl bir edebiyat eseri yayınlayan en iyi İngiliz yazarına verililen Maugham Somerset Maugham ödülü’nü başlatır. Ölümünden sonra yazar teliflerini Kraliyet Edebiyat Fonuna bağışlar.
Maugham’ın ilk dönem ürünlerinden olan Boyalı Peçe, kariyerinin en iyi romanları arasında sayılır. Kitabın yüksek satış rakamları Holywood’un da ilgisini çeker, roman ilk kez 1934 yılında sinemaya uyarlanır, film gişe rekoru kırar. İkinci uyarlaması 1957’de yapılsa da aynı başarıyı tekrarlayamaz. Üçüncü uyarlaması ise 2006 yılında yapılır ve yine büyük beğeni toplar.
Boyalı Peçe, İngiliz toplumunda olan/oluşturulan ve bugün de devam eden sosyal sınıflamanın, bu sınıfların içindeki çekirdek ailenin nasıl bir savaş alanına dönüşebileceğini, bireyi hedef alan bu şiddet uygulamasının kişinin ruhsal ve anatomik bütünlüğünü, dengesini, huzurunu nasıl bozduğunu, böylesi bir ortamda özel hukukun alanına giren kişi haklarının ne türden saldırılara maruz kalınarak ihlal edilebileceğini anlatır.
Hırslı annesi tarafından güzelliği zengin bir koca bulmak için kullandırılan, bu amaçla yetiştirilmiş bir genç kızın hem kendi hem de istemeden bakteriyolog doktor eşinin yaşamını nasıl bir çatışma ortamına sürükleyebileceği konu edilir. Evliliğinin ilk üç ayında hatasını anlayan genç kadın, İngiltere’nin sömürgesi olan Çin’de karşılaştığı yakışıklı ve karizmatik ama evli bir adamla eşini aldatır. Eşinin durumu öğrenmesiyle, ceza olarak kolera salgınının yayıldığı bölgeye gitmeyi kabul etmek zorunda kalır. Evinden uzak, ilk aşkın hayal kırıklığıyla perişan ve kocasının sessiz öfkesini her an hisseden genç kadın, sefalet ve hastalıktan kırılan bu yabancı topraklarda hayatın anlamını acı içinde sorgular.
Kitabın genel atmosferi İngiliz sömürgeciliğinin acımasızlığını anlatır. Yazar sömürgeciliğin ekonomik, hukuksal, sosyal, kültürel nedenlerine değinmeden, sorgulamadan burada oluşan ve oluşturulmaya çalışılan, bireyleri baskı altında tutan bir toplumsal kast sistemini anlatır. ‘Çinliler, çocukları bile çirkin ve antipatiktir.’ Yazarın üslubunun ayrımcılığı ve zaman zaman ırkçı bir söyleme dönüşmesi şu soruyu sorduruyor: ‘Edebiyatçılar acaba eserleriyle savaşın, adaletsizliğin, ırkçılığın normalleştirilip sürdürülmesine aracılık mı ediyorlar?’
Boyalı peçe, insaların hayatlarında bir tür boyalı örtüyle dolaşmalarının yani gerçeklere, ölüme ve hayata gözlerini kapamalarının simgesidir. Ancak bu peçeyi kaldırabilen insanlar, gerçeklerle yüzleşebiliyor. Çin’deki ücra bir köyde karşılaştığı bir yetimhane, oradaki çocukların masumiyeti, rahibelerin huzuru, eşinin kendini bu çaresiz insanlara adaması, genç kadının peçesini aralamasına yardımcı olur.
‘Her şey çok kısa sürerken ve hiçbir şey çok önem taşımazken, insanların önemsiz nesnelere saçma anlamlar yükleyip, kendilerini ve etraftakileri üzmeleri acınılası bir şey’, ‘Yaşadığımız dünyaya iğrenmeden bakmanın tek yolu, insanların zaman zaman kaostan yarattığı güzelliklerden geçiyor…En zengin güzellik ise güzel yaşam. İşte mükemmel sanat eseri.’