Temasını ‘Alman Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin XIII. Döneminin 5 Ocak Çarşamba günkü yedinci toplantısında Yalçın Akyıldız bizlere Theodor Fontane’nin (1819 – 1898) dönemini ve hayatını anlattıktan sonra, Atölye’nin konusu olan Effi Briest (1895) tanıttı ve Atölye katılımcılarının tartışmasına açtı.
1815 Viyana Kongresinde alınan kararlar Avrupa barışını ve dengeyi korumakta başarılı olsa da küçük Almanya’nın 1871 de Prusya hakimiyeti altında birleşip hızla sanayileşerek yüzyıl döneminde imparatorluk çekişmesine girmesiyle bu denge bozulur.
Birleşik Almanya hayali ilk önce 1817’de dile getirilmiştir. Bundan 15 yıl sonra 1832’de, farklı bölgelerden 30.000 Alman siyah, kırmızı, altın renkte bayraklarıyla ‘Birleşik Almanya’ sloganlarıyla toplanmış, birçoğu tutuklanmıştı. Çünkü dönemin devletleri, prenslikleri bu birleşmeye karşıdır. Bugünkü milli marş sözleri o duygularla 1841’de yazılmıştır. (Deutschland, Deutschland über alles in der welt)
Prusya’nın hâkim olduğu ve Habsburg Avusturya’sını dışlayan Alman Gümrük Birliği 1843’te 18 devletin katılımıyla kurulur. Prusya’nın Thaler’i ortak para birimi olur.
1848 Yılında Fransa’da başlayan ayaklanmalar Avusturya’da Şansölye Prens Klemens von Matternich’in İngiltere’ye kaçmasına sebep olur. Prusya’da da halk harekete katılmıştı ve siyah, kırmızı, altın renkte bayraklar sokaklardaydı. Kral devrimcilerle baş edemeyeceğini anlayınca onlarla bir olmaya karar verir ve bir gün Berlin’in içinden devrimcilerin kara, kızıl ve altın renkleri kuşanmış bir halde geçer. Çok geçmeden Berlin’de liberal bir rejim kurulur. Toplanan meclis Avusturya’yı dışarda bırakarak bir küçük Alman Birliği kararına varır ve Prusya kralına birliğin tacını teklif etse de kral küçümseyerek bu teklifi reddder. Bu Meclis birliği sağlayamaz ve bir yıl sonra dağıtılır.
Kral Friedrich’ten sonra I. Wilhelm 1861’de başa geçer geçmez Otto von Bismarck’ı başbakan yapar. Bismarck çelik ve kan politikası önerir: “Söylevler ve çoğunluk kararları ile gayeye erişemeyiz; ancak çelik ve kanla üstesinden gelebilecek ciddi bir mücadeleden kaçınmak imkansızdır.” Neticesinde Prusya silahlanır.
Bismarck birleşmeden yana olan liberallerin elinden milliyetçilik kartını alır. Önce Danimarka’yı ardından Avusturya’yı sonra 1870’te Fransa’yı mağlup eder. Prusya artık bölgenin hâkim gücüdür. Diğer Alman Prenslikleri Prusya’yla birlikte hareket etmek zorunda kalır. 18 Ocak 1871’de Versailles’da I.Wilhelm Alman İmparatorluğu tacını giyer. İmparatorun bile bir ölçüde gönülsüz olduğu birleşme Bismarck’ın Prusya’nın genişlemesi planının bir parçasıdır. Bismarck hemen ardından prens unvanı ve şansölyeliği alır. İçte özgür dışta merkeze bağlı federal bir yapı kurulur. 1848 Yılında aşağıdan yukarıya gelen birleşme isteği bu kez yukarıdan aşağıya gelmiş ve başarılmıştır. Kısacası 1871’de sağlanan Alman Birliği halktan gelen bir talep doğrultusunda oluşmamıştır, asiller ve askerler tarafından uygulamaya konulan Prusya militarizmin eseri olarak ortaya çıkmıştır.
Hızlı bir sanayileşme başlarsa da gelir adaletsizliği gözle görülür şekilde artmakta, sosyalistler güç kazanmaktadır. Bismarck sosyalizmi sert bir şekilde engellemeye çalışırken bir yandan da sosyal reformlarla dengeyi korumaya gayret eder. İktidarın çıkarına olacak her yöne hareket edebilen bir tutumu vardır. Birleşik Almanya hayalini liberallerin elinden alıp onları bertaraf ettiği gibi sosyalistlerin elinden de sosyal demokrat politikaları alabilir.
Bismarck, Almanya’da kapitalizmin sanayide ve ticarette gelişmesini desteklemek için, eski karşıtları olan liberaller ile iş birliği yaptı. Bununla beraber katoliklere ve siyasal temsilci Merkez Partisi’ne karşı yeni devletin düşmanları olduklarını ileri sürerek savaşıma girişir. Kulturkampf (Kültür Savaşı) adı verilen bu uygulama Katoliklerin direnişi ve Bismarck’ın Almanya’yı yeni ortakları olan tutucuların yardımıyla yönetmek istemesi nedeniyle 1878’de son bulmuştur.
1871-1878 Yılları arasında Katolik kilisesine karşı mücadele etmiştir. Kulturkampf, kurumlaşmış, gelenekleşmiş dinsel otoriteye karşı Aydınlanmacı, modernist, laisist, insan aklının ve iradesinin özerkliğini savunan bir politika gibi görünürse de göründüğü kadar değildir. Zira kilisenin yerine devlet vesayetini geçiren şedit bir otoriter yapıyı ve zihniyette kurumlaştırılır. Nitekim yedi yıl sonra Bismarck burnunu sürttüğü kiliseyle sulh olmuş, muhafazakâr ‘kültür’ âleminin gönlünü yaparak, sosyalist akımı ve işçi hareketini bastırmaya koyulmuştur. Bu kez başlayan Klassenkampf, sınıf mücadelesi. Bu, öyle altı-yılda kesilmeyecek bir Kampf’tır!
Kendi devlet yapısına koşulsuz uymayan herkesi devlet düşmanı sayar: Katolikler, libareller, sosyalistler, sosyal demokratlar ve Yahudiler. Bismarck Alman İmparatorluğu’nun tartışmasız yöneticisi olur. Prens her şeyi yapabilir… Böylelikle Bismarck Prusya’nın sarsılmaz hiyerarşik yapısını temsil etmeye devam eder.
Almanya’daki Yahudi karşıtlığı yeni olmasa da 1873 ekonomik krizinden sonra iyice artar. Bu dönemde anti semitizm kendini entelektüel bir dayanak da sağlar çünkü Rotschild gibi bankacıların birçoğu Yahudidir ve küçük esnaf ve zanaatkar işlerinin bozulmasının ve yerlerini çoğu Yahudi büyük sermayenin almasından dolayı öfkelidir.
I. Wilhelm 1888 yılında ölünce III. Friedrich imparator tacını giyer. Haziran ayında III. Friedrich ölünce yerine II. Wilhelm imparator olur. 1890 Yılında antisosyalist yasaların sürelerinin uzatılması konusunda meclis tıkanınca seçimlere gidilir. Seçimler, Bismarck’ı destekleyen, -başta Liberal Parti olmak üzere- yenilgisiyle sonuçlanır. Bismarck’ın politikalarına karşı olan Sosyal Demokrat, İlerici ve Katolik Merkez Partileri ise seçimlerden güçlenerek çıkarlar. Bismarck, II. Wilhelm’e, bir askerî darbeyle parlamenter sistemin ortadan kaldırılması ardından parlamentonun yetkilerini kısıtlayan bir anayasa yapılmasını, bundan sonra parlamenter rejime dönülmesi için baskı yapar. II. Wilhelm bu baskıya karşı çıkınca bakanları topluca istifaya çağırır. Ancak, dışişleri bakanı olan oğlu dışında hiçbir bakan buna taraftar olmaz Tüm desteğini yitiren Bismarck, görevinden ayrıldı. Friedrichsruh’taki malikânesine çekildi ve 30 Temmuz 1898’de ölür.
Prusya eğitimli, çalışkan, katı kurallarıı olan, sıkı disiplinli bir asker toplumudur. ‘Herkes ayağa kalktı ve törensel bir eda ile piyanoya eşlik etti: ben bir Prusyalıyım’. Prusya için ordusu olan devlet değil devleti olan ordu denir. Prusya kültüründe evde baba okulda öğretmen ülkede kral tartışmasız itaat edilendir. Prusya devletini ‘tanrısal yönetim’ olarak görme eğilimi vardır. Özgürlük ve despotizm bu otoriter hukuk devletinde bir aradadır. Bismarck‘ın Prusya önderliğindeki küçük ve ulusal alman devleti de bu otoriter özelliklere sahiptir.
Eğitim Reformcusu, Özgürlük ve Barış Diplomatı Friedrich Wilhelm Christian Carl Ferdinand von Humboldt (1767 – 1835, Tegel), Alman filozof, dilbilimci ve devlet adamı, Berlin Üniversitesi’nin kurucularındandır (bugünkü Humboldt-Universität zu Berlin). Humboldt, Alman kültür tarihinde uzun süre etkili olan bir kişiliğe sahiptir. Kardeşi Alexander ile düşündüğünde, kendi çağında bilim arzusuyla yanan, yeni ufuklar açan, küresel bir bilgi birikimine sahip başka uyumlu çift zor bulunur. Alexander bunun yanı sıra doğal bilimler için yeni ufuklar açarken, eğitim sorunları, devlet teorileri, dilin analitik incelenmesi gibi kültür bilimsel bağlamlarla aktif bir rol edinerek kardeşi Wilhelm’e yardımcı olmuştur.
Prusya’da Humbold tarafından başlatılan orta ve yüksek öğretim reformlarının ardından eğitim sistemi büyümeye devam eder. Berlin Üniversitesi’nde de ders veren Hegel’in İdealist felsefesi üniversite kuşağında geniş destek bulur, zihinler karışır. Almanya’nın nüfusu prensliklerden başlayan göçle 1871’de 41 milyonken 1914’te 68 milyona ulaşır. Almanya’ya doğru. Aynı dönemde Fransa 36 milyondan 40 milyona çıkmıştır. (%10 vs % 65). 1870 Yılına tarihlenen Alman Sanayi Devrimiyle küçük yerleşimlerden büyük şehirlere akın başlar; yeni binalar, fabrikalar, tren yolları inşa edilir.
Fontane değişen bir toplumun arka planındaki kişisel gerilim ve aile krizlerini gösterir. Onun gibi gerçekçi romancılar burjuva yaşamının gösterişli yüzün altındaki gerilim ve çekişmeleri, çatışmaları aydınlatır. Thomas Mann, Buddenbrook’da 1835’ten 1880’e değişimleri ve bir burjuva ailesinin yozlaşmasını eserinde konu eder.
Sözlük anlamı imparatorluk, krallık, devlet ve zenginlik olan Reich sözcüğü Almanların kurduğu devletleri ifade eder. Alman Tarihinde 4.cüsü Hitler’in kurduğu varsayımsal dönemin dışında 3 Reich vardır.
1. Reich Kutsal Roma İmparatorluğu (Heiliges Römisches Reich) ve Alman Milletinin Kutsal İmparatorluğu (1512 kararnamesi; Heiliges Römisches Reich Deutscher Nation)
Varolduğu tarih: 962 – 1806
Başkentleri: Roma (962-1448), Viyana (1448-1806)
Kurucusu: I. Otto (Kutsal Roma imparatoru)
962 Yılında kurulup 1806 yılında yıkılan ve Batı Roma İmparatorluğu’nun mirasını devraldığı söylenen Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu olarak kabul edilir.
2. Reich Alman İmparatorluğu (Deutsches Reich)
Varolduğu tarih:1871 – 1918
Başkent: Berlin
Kurucusu:Otto von Bismarck
Otto von Bismarck’ın 1871′de Alman şansölyesi olması ile başlayan ve II. Wilhelm’in I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgisiyle sonlanan, Prusya önderliğindeki Alman İmparatorluğu dönemidir.
3. Üçüncü Reich Alman İmparatorluğu (1933-43), Büyük Alman İmparatorluğu (1943-45; Großdeutsches Reich)
Varolduğu tarih: 1933 – 1945
Başkent: Berlin
Kurucusu: Adolf Hitler Adolf Hitler tarafından kurulan, resmî ismi Alman İmparatorluğu olan Nasyonal Sosyalist Almanya’dır. 1943’te sınırların fazlasıyla genişlemesi üzerine Büyük Alman İmparatorluğu ismini almıştır. Nasyonal Sosyalist Almanya, “Üçüncü Reich” (Drittes Reich) olarak da bilinir. Adolf Hitler, Üçüncü Reich’ın ilk yöneticisidir. Onun döneminde Cumhurbaşkanlığı ve Şansölyelik makamları birleştirilmişti (2 Ağustos 1934 itibarı ile). Hitler’in intihar etmesinden sonra bu iki makam tekrar ikiye ayrıldı. Şansölyelik görevine Hitler’in yerine Joseph Goebbels geçmiş, fakat o da intihar edince yerine Ludwig Schwerin von Krosigk geçmiştir. Cumhurbaşkanlığına ise Büyük Amiral Karl Dönitz atanmıştı. Hitler hayattayken Almanlar tarafından Führer (kılavuz, rehber, önder) olarak isimlendirilmiştir. Üçüncü Reich 1945’te Almanya’nın savaşı kaybetmesiyle yıkılmıştır.
4. Dördüncü Reich
Dördüncü Reich (Almanca: Viertes Reich), Adolf Hitler’in Üçüncü Reich’ının halefi olan, varsayımsal bir Alman Reich’ı. Neo-Nazizm ideolojisi ile ortaya çıkmıştır. Neo-Naziler “Dördüncü Reich” terimini, çoğunlukla Nazi Almanya’sına atıfta bulunarak, ancak sınırlı olmamak üzere, etnik olarak saf bir ırktan oluşan devletin öngörülen canlanışını tarif etmek için kullandılar. Neo-Naziler, Dördüncü Reich ile Aryan üstünlüğü, antisemitizm, Lebensraum, agresif militarizm ve totalitarizmi de öne sürmektedirler. 1990’larda yayınlanan broşürlere dayanarak birçok neo-Nazi, Dördüncü Reich’ın yükselişi ile Batı İmparatorluğu’nun tekrar kurulacağına inanmışlardır.
1871-1918 Yılları arasındaki II.Reich Döneminin özellikleri şöyle sıralanabilir::
Sanayileşme
Bilimsel, teknolojik gelişim
Şehirlere akın ve nüfus artışı
Almanya Almanlara sloganları
Muhaliflere ve sosyalistlere vatan haini muamelesi
Artan anti-semitizm
Silahlanma, özellikle İngiltere’ye karşı donanmanın büyümesi.
Özellikle son dönemde sömürgeleşme konusunda geç kalındığı ve kendilerine haksızlık yapıldığı motivasyonuyla emperyalizm hayalleri. (1871’de Fransa, Prusya’ya yenildiğinde mağlubiyet karşılığında Asya’daki bir kolonisini önermiş ancak Bismarck bunu “sırtında gömleği olmayan Samur kürkü ne yapsın” diyerek reddetmiştir. Ancak 10-15 yıl sonra durum değişmiş, Solomon ve Marshall adalarının adı Bismarck takımadaları olmuştu. Abdülhamit’ten Anadolu üzerinden Bağdat’a kadar gidecek ‘Berlin Bağdat Hattı’ adlı demir yolunu devam ettirme ve hattın geçtiği bölgedeki madenleri işletme gibi bazı imtiyazların izni alınmıştı. Deutsche Bank önderliğinde kurulan konsorsiyuma demiryolu işi verilmişti. 1913’te Liman von Sanders Osmanlı ordusu Genel müfettişliğine,bütün harp okullarının genel başkanlığınına ve İstanbul’daki Boğazları korumakla sorumlu 1. Ordu komutanlığına atanmıştır.)
1850-1890 Arasındaki yıllar gerçekçilik (realismus) akımının güçlendiği yıllardır. Realizm Auguste Comte’un Pozitivizm Felsefesinin ‘insanın sadece gördüğüne inanması gerektiği’ fikrinin, edebiyata yansımasıdır. Realizmin ortaya çıkış dinamiklerine baktığımızda, akılcılığın ortaya çıkmasını, iktisadi, bilimsel gelişmeler ile psikoloji alanındaki gelişmeleri görürüz. Özellikle 1789 Fransız Devriminden sonra hayatın her alanında ön plana gelen, özgürlük, eşitlik, adalet arayışları ile orta sınıfın ortaya çıkması ve güçlenmesi, bilimsel gelişmelerin de desteklediği pozitivist anlayış, elbette sanatta da karşılığını bulur. Romantik edebiyatın ‘nedensellik’bağı kurmadan, duygusal coşkunluk temelinde anlattığı hikâye artık toplumda karşılığını bulamamaktadır. Tam bu noktada realist edebiyat -bir ihtiyacın da cevabı olarak-, gerçekleri nedensellik bağlarını kurarak ortaya koyar. Realist yazarlar özellikle gözlemlerini, doğal ve toplumsal çevrenin insan psikolojisi üzerindeki etkisine yoğunlaştırırlar ve ‘bireyin toplumdan etkileniş biçimi’ vurgulanır. Özellikle mekân metinde önem taşır; mekânın olayların gelişiminde ve kişiler üzerindeki etkisi yazıya aktarılır. Realist yazar romanı tarihsel bir gerçeklik içine oturtmak istediğinden, dönemi bu anlamda tam olarak yansıtmaya çalışır. Realist roman konu edindiği gerçekliği mutlaka tarihsel konumuna oturtmak ister, orada bir anlam arar. Romanın öznesi de ancak tarihsel süreçte yer alarak var olur.
Alman coğrafyasında başarısız 1848 devriminden sonra edebiyatta görünen başkalaşma, Biedermeier ve Das Junge Deutschland’dan önemli noktalarda ayrılan yeni bir ekolün doğmasını sağlar. Almanya’da realizm genel olarak Şiirsel Realizm olarak adlandırılır. Gündelik hayatın sanatsal anlatımı olarak değerlendirilebilir. Poetik Realizm ekolü Bismarck dönemine görülmüştür. Bismarck’ın görüşleri ve aldığı tedbirler, çağın sanat ve düşünce dünyasının önemli kişileri tarafından iyi karşılanmaz. O günlerin edebiyatı göstermektedir ki sağlanan asayiş ve huzur yalnızca yüzeysel olmuş, altında büyük bir gerilimi barındırmış ve gizlemiştir.
Atölye’nin bu oturumunun yazarı olan Theodor Fontane 1819 yılında Berlin’in kuzeyinde doğar. Fransız asıllı Protestan bir aileden gelir. Eğitiminde anne ve babasının payı büyüktür. Babası eczacı ve kendisi de eczacılık yapmaya başlar. Bir yandan da edebiyata merakı nedeniyle edebiyat çevrelerine sokulur. 1847 Yılında evlenir. Ahenkli bir evliliği olduğu söylense de kocasının sanat kabiliyetine inanmayan eşi onu sürekli eleştirir. 1848 Yılında Prusya Haber Ajansının temsilcisi olarak İngiltere’ye gider ve artık hayatını bu şekilde kazanmaya başlar. Sonrasında savaş muhabirliği yapar, Prusya-Fransa savaşında gazeteci olarak bulunur ve kısa bir süre casusluk suçlamasıyla esir alınır.
Onu edebi olarak ölümsüzleştiren ilk romanını 50 yaşındayken vermiştir. Fırtına Öncesi (Vor derm Sturm) 1880-90 arası oldukça verimlidir: IL’Adutera (1882), Schach von Wuthenow (1883; Man of Honor), Irrungen, Wirrungen (1888), Stine (1890), Unwiederbringlich (1891), Frau Jenny Treibel (1893), Effi Briest (1895), and Der Stechlin (1898). 1891 Yılında Schiller ödülü alan Fontane 1898 yılında Berlin’de ölmüştür.
Yüzyıl Berlin, Brandenburg ve Prusya’sını resmeden biri olarak anılır. Bismarck’la birlikte yükselen Prusyalı Junkerleri ve orta sınıfı anlatır. Yazar olarak yargılayıcı, iğneleyici değildir, hatta hissiz gibidir. Karakterlerinin iç düşüncelerini duymayız, onları yaşadıkları ve özellikle diyalogları üzerinden anlamaya çalışırız. Diyalog onun için en önemli anlatı aracıdır. Sonraki dönemlerde bazı eleştirmenler tarafından fazla naif, derinliksiz ve de politik eleştiriden uzak olmakla suçlansa da Stendhal, Balzac, Flaubert, Turgenyev ve Dostoyevski’nin yanında Avrupa Gerçekçiliği sınıfında yerini alır. Atölye’nin konusu olan Effi Briest tematik olarak uzun yıllar Anna Karenina (1878) ve Madame Bovary (1856) eserleriyle karşılaştırılır.
Effi Briest, Prusyalı General Armand Léon Baron von Ardenne 1886 yılında karısı Elisabeth’in ilişkide olduğu kişiyi düelloda öldürmesi olayından esinlenerek yazılmıştır. Roman yayınlandığı yıldan yaklaşık on yıl öncesini yansıtır. Tarih anlamında nitekim romanda konu edilen Bismarck 1895’te görevde bulunmuyordu.
Dönem geniş aileden çekirdek aileye geçiş dönemidir. Kadın kapalı bedeniyle çocuğunu doğuran, iffetini korumakla yükümlü olan ve toplumsal normlara uyduğu sürece aidiyetini yine bedeni gibi kapalı kaldığı evinde bulması öngörülen kişidir. Erkekse salt kendi kimliğini geliştirmekle kalmaz, askeriye, fabrika ve okul gibi kurumlarda öğrendiği ‘disipline etme teknikleri’yle, dışarıdaki yaşamı gözlemlemeye, kontrol etmeye, dahası kendisine itaat edilmesini sağlayarak kamusal alanın inşasına da talip olur.
Roman’ın kişilerinden Innstetten’in döneminin sistemci, akılcı, militarist ve eril söyleminin savunucusu nitelikleriyle, romanda modernist bir erkeğin temsili olarak yer alır. Fontane romanında, geleneksel, ahlaki ve kültürel değerlerin mekânsal anlamda cisimleşmesini sağlar. Bir köy, bir küçük kent ve bir de büyük kent üçgeni üzerinde kurgulanır metin.
Hohen-Cremmen: Çocuksu huzur, neşe ve mutluluğun yer aldığı evin bahçesi onun için bir düş mekânı,
Kessin: Korku, itaat, gözlem ve denetim altında tutularak kurulan baskının mekânı (kır yürüyüşleri bundan bir kaçma isteği olarak okunabilir)
Berlin: Crampas’la ilişkisinin ortaya çıkmasıyla yaşadığı suçluluk duygusunun ürettiği yalnızlık ve suçluluğun mekânı;
Yeniden Hohen- Cremmen‟e dönüşüyle yaşamını tamamladığı, doğumun olduğu kadar ölümün de mekânıdır.
Toplumsal baskıyı ve sıkıştırılmışlığı her mekânda farklı kişiler üzerinden hissederiz: Köyde anne, kasabada eş, büyük şehirde Bayan Zwicker gibi şehirliler.
“Şayet hayır demezsen başkalarının 40 yaşında kavuşabileceği şeye sen 20 yaşında kavuşacaksın. (Kavuştuğu şey ölüm!)”, Effi’nin kırmızı ışık veren bir lamba istemesi üzerine annesinin sözleri: “Kessin’de böyle şeylere gülerler, yalnız gülmekle kalmazlar aleyhine konuşurlar, kötü bir eğitim aldığını söylerler… “Işık ve parılıtı yerine karanlık bazen daha iyidir kızım.”
Insstetten, Effi’ye hayattaki rolünü karısı olmak olarak tanımlar “Ben ölürsem seni de yanımda götürmek isterim…” Hizmetçiler “bir kere güzel olması lazım”, “Bir şehirde aynı semtte üç tane kadınlı erkekli içkili eğlence yeri çok fazla.”
Fontane Effi karekterini ‘protestan’ olarak kurgulayarak daha baştan din ile arasına bir mesafe ya da en azından bir eleştiri uzaklığı koymuş gibidir. Rahibin görüşünün etkisini Effi’den dinleriz: “Biz kadınların tahrik edici, baştan çıkarıcı olması gerekir, yoksa erkekler için hiçbir şey ifade etmeyiz.” “Bu senin kendi düşüncen mi? – Rahibin düşüncesi”.Berlinli rahip Çinli’nin en az ötekiler kadar iyi olduğunu bu yüzden Hristiyan mezarlığına gömülmesi gerektiğini söyler. “Bu ressam o kadar dindar bir adamdı ki, Effi’yi daha ilk günden itibaren bağrına bastı.”
Toplum baskısını ve vicdan çatışmasını izler, hissederiz. “Ama zamanaşımı denen şey yarım, güçsüz ve sıradan bir şeydir.”, “Bu korkunç olayı bilen birisi olduğuna göre artık geri dönemem.”, “olaylar bizim istediğimiz gibi değil, başkalarının istediği gibi gelişiyor.”, “evet suç işledim ama bu vicdanımı sızlatıyor mu? Hayır sızlatmıyor.”, “İşlediğim suçtan dolayı utanç duymamak beni kahrediyor.”
Dönemle ilgili ev içi yaşanları hakkında da oldukça fazla bilgi alırız. “chopin’den bir şeyler çalıyor”. Hemen her evde piyano var. Satırlardan müzik yayılıyor. Bir barış dönemi anlatılıyor “buralarda 30 sene falan savaş olmaz”
Atölye’miz açısından hem kadınları hem erkekleri değersizleştiren bir bakış açısı olduğu irdelendi “Evlenmek için her erkek uygundur.” Kasabalı ve köylüler için başka değersizleşme izleri gözlendi, “onlarla yaşamak zorunda olmayacaksın… sen sadece kasabalılarımızı tanıyacaksın, buranın güzel insanlarını…” , “Bence bir Çinlinin her zaman insanı korkutacak bir yanı vardır.”, “43 yaşındaki evde kalmış kızı”, “beyefendimiz yaşamalı, ama başkaları da yaşamalı. Ben insanların öldürülmesine karşıyım, tabanca sesini duymaya bile katlanamıyorum.”, “insanın saçları nasılsa karakteri de öyledir”.
Effi Briest’i Atölye, her birimizin oluşturduğu o toplum denilen organizmanın baskı unsuru olması ya da yaratması nedeniyle böyle bir genç kadın ölümünden sorumlu olduğumuz biçiminde değerlendirdi. Effi’nin anne ve babası bu konuyla yüzleşmemek için kapatma yanlısıydı Effi de öyle; “Mezar taşıma eski adımın yazılmasını isterim, öteki adımın saygınlığını koruyamadım.” “Acaba bütün bu olanlarda bizim hiç mi suçumuz yok? Acaba evlenmek için daha çok küçük değil miydi Effi? Ah Luise, kapat bu konuyu…bu çok derin bir konu”