NATO’nun yeni stratejisi üzerine…Reiner Braun
Beni bu önemli toplantıya davet ettiğiniz için teşekkür ederim. Umarım, bu toplantıya yaptığım katkı sizin ve uluslararası barış hareketinin gelişimine yardımcı olur. Şimdi size hazırladığım çalışmayı sunarak NATO’nun yeni stratejisini analiz etmeye çalışacağım.
1. NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’nin Eleştirisi
Varşova Paktı’nın 1 Temmuz 1991’de dağılmasıyla birlikte NATO bir sorun ile karşı karşıya kaldı, çünkü düşmanını kaybetmişti. 23/24 Nisan 1999’da, yani Kosova Savaşı sırasında, son Stratejik Konsept’in geçmesiyle birlikte, bu durum, artık saklanamayacak bir gerçek haline geldi. Ve aynı zamanda “yeni düşman – ve tehdit senaryoları”na ihtiyaç duyuluyor olduğu açıkça ortaya çıktı.
SIPRI 2010 yıllığında yer alan 2009 verilerine gore, NATO üyesi 28 ülkenin askeri harcamalarının toplamı 875 milyar dollar ve bu da yaklaşık 1.5 trilyon doları bulan dünyadaki toplam askeri harcamanın %57’sini oluşturuyor.
Yeni Stratejik Konsept’in özü şunlardan oluşuyor:
Nükleer Caydırıcılık
NATO hala nükleer silahları, caydırma politikasının önemli bir parçası olarak görüyor. Nükleer silahlar Avrupa’da sürekli olarak bulunacak ve modernize edilecekler çünkü, İngiltere ve Fransa’nın “bağımsız stratejik nükleer güçler”ine bağımsız bir caydırıcılık rolü atfedilmiş durumda. Ayrıca, ABD’nin tüm nükleer silahları da modernize edilecek. Tüm bunların toplam maliyeti 1 milyar ABD dolarını buluyor. Federal Hükümet, yeni Stratejik Konsept ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde Almanya’daki nükleer silahların geri çekilmesi ile ilgili olarak Alman Federal Meclisi’nde yapılan oylamayı önemli bir nokta olarak görmedi.
Hem “Nuclear Posture Review 2010” raporunda hem de yeni NATO Stratejisi’nde nükleer güç kullanan ülke sayısının artmasının en önemli risk olduğu vurgulanıyor. Fakat, nükleer enerjinin sözde barışçıl kullanımı ile nükleer güç kullanan ülke sayısının artması arasındaki yakın ilişki artık araştırılmıyor. Çünkü böyle bir araştırma, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması’nın ve resmi olarak nükleer silaha sahip devletler ile nükleer silaha sahip olmayan devletlerin bu anlaşmadan kaynaklanan yükümlülüklerinin ve bu yükümlülüklerin uygulanmasının yakından incelenmesini gerektirir.
Yine de, ABD’nin nükleer zehrinin, yeni Stratejik Konsept içinde modernizasyonu konusunda söylenecek çok şey var. İndirmek için yükseltmek? Durum ne olursa olsun, “küresel sıfır” (nükleer silahların zararlarına dikkat çekmek için başlatılan hareket) hedefi ile “nükleer silahlar varolduğu sürece” caydırma kapasitelerinde ısrar etmek arasında açık bir çelişki var. Diğer bir deyişle bu, ABD ve NATO’nun kendi nükleer silahlarının, en sonunda ya da en azından, diğer resmi ya da gayri resmi olarak nükleer silaha sahip olan ülkelere paralel olarak yok edileceğini varsaydıkları anlamına geliyor. Bu tutum da, diğer ülkelerin de aynı bakış açısına sahip olması durumunda, nükleer silahlardan tamamen vazgeçilmesi hakkında yapılan görüşmeleri çok zorlaştırıyor. Nükleer silahların olmadığı bir dünya, sadece OBAMA fikrinin ölmesi olarak yorumlanabilecek “şartlara” bağlı.
ABD’nin kendi füze savunma planlarının, en önemli NATO projesi olarak devralınmasıyla birlikte nükleer silahlanma stratejisi çok tehlikeli bir hale geliyor. Bu, füze savunma sistemlerinin Avrupa’da yaygınlaşmasıyla aynı değerde.
NATO ve Füze Savunma Sistemi
Füze savunma sistemi, yeni NATO doktrininin köşe taşını oluşturuyor. ABD’nin, kendi füze savunma sistemine sahip olma planları, merkezi NATO projesi olarak benimsendi. Bu proje, şimdiye kadar NATO füze savunma sistemi hakkında şüpheci hatta düşmanca düşüncelere sahip olan Alman politikasının ikinci yenilgisini temsil ediyor.
Rusya il yapılan anlaşma bu projeye daha fazla karşı çıkmamıza yol açıyor: bu, dünyadaki çeşitli bölgelerde istikrarsızlığı tetikleyen çok pahalı bir proje (Rus halkı için de). Rusya’nın bu projeden çekileceği şimdiden belli, çünkü Rusya START anlaşmasının onaylanmasına katıldı.
Füze kalkanı Avrupa’yı koruyacak, ancak soru şu: kime karşı? Füze savunma projesinin maliyeti daha şimdiden – başlangıç aşamasında – 200 milyon Euro’yu buldu, toplam maliyet muhtemelen 5 milyar Euro değil 10 milyar Euro’yu bulacak. Bu, bir çok Avrupa ekonomisi için milyar euro’luk bir mezar, savunma sanayisi için ise büyük bir tedarik programı anlamına geliyor.
Bir ülkenin nükleer silahı kabul etmesi, stratejik olarak “kılıç ve kalkan” konseptine bağlı kalması anlamına gelir. Bu, ilk saldırıda bulunan ülke olma kapasitesine ulaşarak caydırıcılığın üstesinden gelmeyi içerebilir.
Ortaklığın Genişletilmesi
NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerini içine alarak genişlemesi bir gol olarak yansıtıldı. Bu genişlemenin içinde eski Sovyetler Birliği’nin doğu cumhuriyetleri, Endonezya ve Malezya, ve ayrıca Avustralya ve Yeni Zelanda yer alıyor. Japonya ile ise yeni bir işbirliği süreci başlatıldı. NATO’nun doğasına vurgu yapılırken, aslında, onun küresel müdahale kapasitesi ve genişleme stratejisi kodlanmış oluyor – ya da eğer NATO gerçekten barışçıl amaçlara sahipse, o zaman BM ile doğrudan rekabete girmiş oluyor. Diğer bir deyişle, NATO giderek, BM’nin askeri alternatifi olmaktan daha fazlası olma yolunda ilerliyor.
NATO’nun doğuda genişlemesindeki ve çeşitli ortaklık programlarındaki temel problem, bunlarla birlikte NATO’nun hiç olmadığı kadar güçlü bir askeri blok yaratması ve bu bloğun içine dahil olmayan ülkeleri tehdit etmesidir. Özellikle, bu askeri blok silahlanmaya devam ettiği ve kendisinde dünyanın her yerinde askeri operasyonlar yapma hakkını gördüğü sürece büyük silahlanma yarışlarının ortaya çıkma ihtimali çok yüksektir.
Alanın Dışı – Operasyonlar / Girişimsel Savaşlar
Afganistan savaşı NATO için hala geçerli ve önemli bir meydan okuma olarak görülüyor ve bu savaşta NATO bundan sonra askeri ve sivil olarak, zafer için daha fazla çaba harcayacak. NATO, “Afganistan’da başarı için gereken koşulları yaratma” konusunda çok kararlı. Başarılması arzu edilen amaçlar (istikrar, teröristler için cennet olmayan bir yer) ve “öğrenilen dersler”e yapılan münferit göndermeler (bunlar da büyük hataların itirafından başka bir şey değil) dışında, NATO’nun özel bir Afganistan stratejisi olduğuna dair hiçbir işaret yok. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Stratejik Konsept’in kabul edilmesi süreci hakkında konuşurken, sivil NATO personelinin “erken yeniden yapılanma ve istikrar görevleri” bağlamında askeri müdahalesini içeren “kapsamlı bir yaklaşım”dan söz etti. Diğer bir deyişle bu, NATO komutanlığı altında sivil işgalin altyapısı olacak.
Pazar günü ilan edilen “çekilme seçeneği” çifte blöften başka bir şey değil.
1. 2014/15’den sonra bile Afganistan’da 50.000 asker kalacak. Dolayısıyla bu, sadece savaşın Iraklaştırılmasından başka bir şey değil.
2. 2014 yılı itibariyle NATO’nun tehdit olarak algıladığı bölgelerin sayısı artacak ve buradaki çatışmalar daha da yoğunlaşacak ve siviller ve askerler için tüm bunların sonuçları çok ölümcül olacak. Böylece, “çekilme seçeneği”, cephe” için sadece yatıştırıcı bir hap, fakat aslında savaş politikasının daha saldırgan bir biçimde devam etmesinden başka bir şey değil. Bu gerçek, minimal çekilmelerle gizlenemez. Bu, gizlenemeyecek bir propaganda aldatmacasından başka bir şey değil.
Yeni Güvenlik Görevleri
NATO, herhangi bir klasik askeri tehdide karşı savunma yapma yeteneğine zaten fazlasıyla sahip olduğu için, yeni görevler “keşfedildi”. Burada, ne riskler ve tehditler arasında bir ayırım var (sivil bağlamda bu çok yaygın), ne de neden böyle bir askeri ittifakın, gelen tehditlere yanıt verebilecek en uygun yapı olduğuna dair bir açıklama. Böylece, NATO ülkelerinin klasik askeri saldırısı senaryosunun gerçekleşme ihtimalinin giderek azaldığı kabul edilmiş oluyor; yeter ki nereden geldiği belli olmayan füze saldırıları, terrorist saldırılar, korsanlık ve “siber savaş”lar (yani, bilgi teknolojisi altyapısına yönelik saldırılar) olmasın. Fakat bu yeterli değil. NATO uzmanlarına göre, askeri güç ile azaltılamayacak sorunlar – yoksulluk, açlık, yasadışı göçler, evrensel sorunlar, çevre ile ilgili sorunlar, iklim değişikliği ve son olarak küresel finansal kriz – doğrudan ya da dolaylı olarak insanların silaha başvurmasına neden olabilir, ve böylece – silahlardan savaşa giden yol çok uzun olmadığı için – hızla “güvenlik problemine” dönüşebilir ve bu da NATO’ya görev düşmesine neden olabilir. Diğer bir deyişle, NATO ülkelerinin daha fazla silahlanmasının nedeninin askerlikle ve silahlanma ile ilgili yüksek maliyetler, silah ihracatı ve kaynakların ilk önce askerler tarafından tüketilmesi olduğu bir noktaya geldik.
“Siber savaş” konusundaki tartışmalar, özellikle endüstriyel kontrol sistemlerine saldıran ve basında çıkan haberlere göre İran’ın nükleer tesislerini hedef alan “Stuxnet” truva atı ile birlikte daha da önemli hale geldi. Bu truva atının yaratıcısının kim olduğu henüz kesin olarak bilinmiyor; IT uzmanı Ralph Langer, kendisiyle yapılan bir röportajda, bu truva atının üzerinde bir yıl boyunca 50 kişinin çalıştığını söyledi. “Stuxnet”in yaratıcısı olabileceğinden şüphelenilenler arasında ABD askeri istihbaratı da bulunuyor.
NATO ve AB
NATO’nun yeni Stratejik Konsepti’nin 32. Maddesi şöyle diyor: “AB, NATO’nun eşsiz ve olmazsa olmaz ortağıdır. Lizbon Anlaşması’nın yürürlüğe girmesini memnuniyetle karşılıyoruz”. NATO, bunun ardından, Lizbon Anlaşması’nın uygulanmasının bu yeni stratejik ortaklığın çok önemli bir yönü olduğunu açıklıyor.
Bu şu anlama geliyor; birincisi, Lizbon Anlaşması’na yönelik eleştirilerimiz bir kez daha doğrulanmış oluyor. İkincisi, AB’nin NATO tarafından askeri bir müttefik olarak da algılandığını görüyoruz. NATO-AB işbirliğine ve bu işbirliğinin Avrupa’nın yakın gelecekteki önemine karşı çıkmalıyız.
Bu işbirliği aslında sorumlulukların paylaşılmasına dayanıyor: sivil kapasitelerin hazırlanması ve yayılması görevini AB ve OSCE, askeri görevleri ise ağırlıklı olarak NATO üstleniyor. Bu işlerin, çok farklı yapıya sahip iki örgütlenme arasında paylaşılmasının ayrıntılarının nasıl göründüğü ciddi bir şekilde tartışılmıyor. 11/19/2010 Stratejik Konsepti, sorumlulukların paylaşımı konusunda dikkate değer önerilerde bulunmak yerine, NATO’nun kendisinin sivil kapasiteleri oluşturması gerektiğini söylüyor ve ayrıca belirli durumlarda, bütün sivil aktörleri (yani, NATO üyesi ülkeler dışındaki ülkeleri de) koordine etmesi gerektiğini iddia ediyor – bu, sorunun daha da büyümesi anlamına geliyor.
Böylece, Lizbon Anlaşması’nın “küresel barış için Avrupa” fikrini güçlendirmediği, bu anlaşmanın AB’nin militarizasyon eğilimini ortaya çıkardığı gerçeği ve riski doğrulanmış oluyor. Yeni Stratejik Konsept’in bu anlaşmanın yürürlüğe girmesini memnuniyetle karşılaması, bu anlaşma konusundaki şüpheleri daha da artırıyor.
Kapasiteleri
Bu konuda yapılması gereken yatırımlara ve askeri yapılar ve teçhizatların yeniden düzenlenmesi konularına yeterli dikkatin gösterilmesi çok önemli. Göze çarpan anahtar kelimeler şunlar:
– Birlikte işlerlik
– Çok uluslu birimler
– Hızlı tepki kuvvetleri
– Özel operasyon güçleri
– Deniz gözetim kapasiteleri
– Kapsamlı yaklaşım / ağ güvenliği
– “Büyük siber saldırılar”a karşı savunma uzmanları.
Bu yatırımların her birinin ve kurumsal değişimlerin maliyeti var ve ayrıca tüm bunlar NATO’yu giderek küresel müdahale ittifakına dönüştürüyor.
NATO/Rusya ilişkileri ve silahsızlanma
NATO’nun doğuda genişlemesinin ve silah değiştirme programlarını yükseltmesinin geçmişte nasıl bir ölümcül etkiye sahip olduğu ve Rusya üzerinde bu etkinin hala devam ediyor olduğu sorusunu ele almamak için politik sembolizm stratejisi öneriliyor: Güçlendirilmiş işbirliği de dahil olmak üzere, Rusya ile karşı karşıya gelecek şekilde birleşik bir pozisyon bulunması amaçlanıyor. Bunun arkasında gizli bir çekişme var: Varşova Pakt’ının eski üyelerinin ve eski Sovyet Cumhuriyetleri’nin NATO’ya girmesi, eskiden süper güç olan bu komşu devlete karşı çok değerli bir koruma kalkanı işlevi görüyor.
Bu nedenle, konvansiyonel silahların kontrolündeki çıkmazın sorumluluğu, dolaylı olarak Rusya’nın üzerine yıkılmaya çalışılıyor. Halbuki, CFE Anlaşması, 1999’da Rusya, 2004’de Belarus, Kazakistan ve Ukrayna tarafından onaylanmış olmasına rağmen NATO ülkeleri daha henüz bu anlaşmayı onaylamadılar. Bunun gerekçesi, Rusya’nın birliklerini, NATO’nun isteğine uygun olarak Gürcistan ve Transnistria’dan çekmemiş olması; fakat aslında anlaşmada böyle bir istek yer almıyor.
Kısa bir değerlendirme
NATO ülkeleri, Varşova Paktı’nın dağılmasından 20 yıl sonra, “barış temettüsü”nü olabilecek en düşük seviyede tutmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bir kez daha, “güvenlik”in neden ordunun sorumluluğunda olduğunu kanıtlamak için büyük çabalar harcanıyor. Politikacıların büyük çoğunluğunun sahip olduğu ‘devlet gücünün askeri kapasite ile doğrudan bağlantılı olduğu’ fikrinin, ordunun ve askeri ittifakların oynayabileceği ya da oynaması gereken rol üzerinde daha geniş toplumsal tartışmaların yapılmasını engellemesi, geleceğin en önemli sorunlarından bir tanesini oluşturuyor. NATO’nun, kriz yaşayan bölgelerdeki sivillerin koordinasyonu için kendi sivil güçlerini göndermesine ve sivillere ilişkin sorunların (iklim değişikliği, mülteciler, bilgi sistemleri ve ağlarının korunması, organize terrorist suçlarla başetmek, enerji ve doğal kaynaklar) seküritizasyonu ve böylece askerileştirilmesine aynı şiddetle karşı çıkmalıyız. Bu, NATO hala “alan dışı” operasyonlar ile BM Güvenlik Konseyi tarafından ileri sürülen görevler arasında bağ kurma konusunda istekli değilken özellikle geçerlidir.
2. Barış hareketinin eylemleri üzerine:
NATO savaş demektir! Dolayısıyla, Lizbon’da yapılan resmi NATO toplantısına karşı gerçekleşen iki günlük uluslararası karşı zirve, yeni NATO Stratejisi’ne “hayır” demektedir. Uluslararası “Savaşa Hayır – NATO’ya Hayır” ağı tarafından örgütlenen karşı zirvede, 21 ülkeden 250’den fazla katılımcı yeni NATO Stratejisi’ni ve barışçıl sivil alternatifleri tartıştı. Portekiz barış hareketinin farklı kanatları arasındaki tartışmalar nedeniyle Portekiz’den katılım çok düşüktü. Bu karşı zirve, NATO’nun yeni stratejisine karşı mücadeleyi destekleyecek çok sayıda yeni argüman ile doluydu.
Konuşmaların ardından sıra eyleme geldi. Cumartesi sabahı yapılan sivil itaatsizlik eylemine yaklaşık 100 aktivist katıldı ve “dünyanın liderlerinin” savaşları tartıştığı zirvenin yapıldığı merkeze giden yollardan birisi şiddet kullanılmadan kapatıldı. Polis göstericileri tutukladı, fakat şiddet uygulamadı. Bütün göstericiler 14 saat sonra serbest bırakıldı.
Portekiz Barış Komitesi’nin çağrısıyla yapılan gösteriye yaklaşık 30,000 kişi katıldı. Uluslararası “Savaşa Hayır – NATO’ya hayır” ağı, çok sayıda parti ve organizasyon Lizbon sokaklarında barışçıl, şiddetin olmadığı bir gösteri yaptı. “NATO’ya hayır” slogan Portekiz’in her yerinden duyuluyordu.
Çok başarılı basın ve halkla ilişkiler çalışması sayesinde halka, NATO’nun tehlikeleri anlatılabildi. Barış ve hareketi onun Portekiz’de düzenlediği eylemler tüm dünya medyasında yer aldı – NATO üyesi ülkelerde kapsamlaı haberler yer aldı. Bu da, uluslararası ağın sürekli eylemler düzenlemesinin ve barış hareketinin zirveler arasında dahi eylemlerinden vazgeçmemesinin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Ayrıca, internet üzerinden yaptığımız kendi yayınlarımızın da kesinlikle bunda katkısı olmuştur. Katılım gerçekten çok cesaret vericiydi ve şiddet üzerine yapılan tartışmaların üstesinden gelinebileceğini ve savaş politikası hakkındaki gerçeklerin insanların dikkatinin merkezine oturtulabileceğini gösterdi – bunun için şiddet içermeyen eylemler yapmak çok önemli.
Burada olmak ve bir şeylerin ilerlemesine katkıda bulunmak çok güzel: en azından, NATO’nun meşruluğunu kaybetmesi için atılmış küçük bir adım. NATO’nun toplantılar yaptığı, orduların kurulduğu ve savaş propagandasının yapıldığı her yerde barış hareketi olacaktır. NATO dağıtılana kadar devam edeceğiz.
Fakat, genel olarak, uluslararası “Savaşa Hayır – NATOA’ya Hayır” ağında yansıtıldığı gibi, bir çok politik ve ideolojik sınır, politik parti ve örgütsel bağlam arasında varolan ve dünyanın en güçlü askeri ittifakına karşı olmak zorunda olan uluslararası işbirliği, Portekiz barış hareketi ve solu içerisinde ortak eylemler yapacak düzeyde gelişmiş değil.
Benim düşüncem şudur: bu durum, barış aktivistlerinin daha geniş çaplı mobilizasyonuna zarar verdi.
Strasbourg zirvesinden sonra protestoların devam etmesi doğruydu, gerekliydi ve başarılıydı. Uluslararası işbirliği konusundaki sorunlar, yapılacak tartışmalarla giderilmeye çalışılmalı.
NATO karşıtı ittifak, 2012’de Washington’da yapılacak NATO zirvesine de eşlik etmeye karar verdi. 2011 Nisan ayında Dublin’de yapılacak yıllık konferansta, bu konudaki planlar netleştirilecek. NATO’nun meşruluğunu kaybetmesi için yapılan çalışmalar uzun vadeli ve sürekli olmak zorunda.
Savaşsız bir dünya için İstanbul buluşması…Nilüfer Uğur Dalay
Sıra | Ülke | 2009 Harcamalar ($Milyar) | 2008 GSMH Payı(%) | Dünya Payı(%) |
Dünya Toplamı | 1531 | 2.7 | 100 | |
1 | A.B.D. | 661 | 4.3 | 43 |
2 | Çin | 100a | 2.0a | 6.6a |
3 | Fransa | 63.9 | 2.3 | 4.2 |
4 | İngiltere | 58.3 | 2.5 | 3.8 |
5 | Rusya | 53.3a | 3.5a | 3.5a |
6 | Japonya | 51.0 | 0.9 | 3.3 |
7 | Almanya | 45.6 | 1.3 | 3.0 |
8 | S.Arabistan | 41.3 | 8.2 | 2.7 |
9 | Hindistan | 36.3 | 2.6 | 2.4 |
10 | İtalya | 35.8 | 1.7 | 2.3 |
11 | Brezilya | 26.1 | 1.5 | 1.7 |
12 | G.Kore | 24.1 | 2.8 | 1.6 |
13 | Kanada | 19.2 | 1.3 | 1.3 |
14 | Avustralya | 19.0 | 1.8 | 1.2 |
15 | İspanya | 18.3 | 1.2 | 1.2 |
Stockholm International Peace Research Institute (SIPRI) 2010 Yıllığına göre ABD$
NATO ülkelerinin savaş bütçeleri
Toplam 955 Milyon $ Dünya Payı %62
Milyon $
1 ABD 667.7
2 Birleşik Krallık 60
3 Fransa 55
4 Almanya 38
5 İtalya 33
6 Kanada 22
7 İspanya 14
8 Türkiye 12
9 Hollanda 10
10 Yunanistan 7
Kişi başına düşen askeri harcama (Milyon $ Yıl 2009)
1 Birleşik Arap Emirliği 2.653
2 ABD 2.141
3 İsrail 1.882
4 Singapur 1.593
5 Suudi Arabistan 1.524
6 Kuveyt 1.289
7 Norveç 1.245
8 Yunanistan 1.230
9 Fransa 997
10 Birleşik Krallık 940
22 Almanya 558
29 Türkiye 244
Bu tablo yetmedi.
- ABD Başkanı Obama, Kongre’den 2011 için, bir önceki yıla göre %3.3 artışla 708 milyar $’lık bütçe istiyor!
- NATO Lizbon Zirvesinde Füze Kalkanı Sistemine geçmeye karar verdi!
Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması NPT (Nuclear Non-Proliferation Treaty )
Dünya nükleer haritası
Nükleer Silahlı Ülkeler (Çin, Fransa, Rusya, Birleşik Krallık, ABD)
Nükleer Silahı olduğunu bildirmiş diğer ülkeler (Hindistan, Pakistan, Kuzey Kore)
Nükleer Silahı olanduğu bilinen ülke (İsrail)
Nükleer silah programı olduğunu üşünülen/suçlanan ülkeler (İran, Suriye)
Topraklarında NATO nükleer silahlarını bulunduran ülkeler (Belçika,Almanya, İtalya,Hollanda, Türkiye)
Geçmişde nükleer silahları bulunan ülkeler (Beyaz Rusya, Kazakhistan, Ukrayna,Güney Afrika Cumhuriyeti)
Füze envanteri
- Dünya’da 30’den fazla ülkede balistik füze var.
- Sadece Avrupa’da NATO’nun kontrolünde olan yaklaşık 900 nükleer silah var.
- Kurulacak sistem küresel nitelikte olacak ve Kuzey Kore’den İran’a kadar, balistik füze olan her ülkeye karşı çalışacak.
- NATO 900 milyon nüfuslu bir güvenlik sistemidir.
- Sistemin toplam maliyeti ilk 5 yıl için 100 Milyar $
- NATO’nun 28 ülkesinde, kendi ulusal sistemleri olanların birbirleri ile entegrasyonu için gereken bütçe 200 Milyon Avro’dur.
En büyük silah ihracatçısı ülkeler (Milyon $ Yıl 2009)
1 ABD 6.795
2 Rusya 4.469
3 Almanya 2.473
4 Fransa 1.851
5 Birleşik Krallık 1.024
6 İspanya 925
7 Çin 870
8 İsrail 760
9 Hollanda 608
10 İtalya 588
En büyük silah ithalatçısı ülkeler (Milyon $ Yıl 2009)
1 Hindistan 2.116
2 Singapur 1.729
3 Malesya 1.494
4 Yunanistan 1.269
5 Güney Kore 1.172
6 Pakistan 1.146
7 Cezayir 942
8 ABD 831
9 Avustralya 757
10 Türkiye 675
Küresel Barış Endeksi (Global Peace Indeks)
Hazırlayan: Institute for Economics and Peace
Danışman ve bilgileri derleyen: Economist Intelligence Unit
Programa Katılanlar: İsveç Uppsala Üniversitesi – BM – Birleşik Krallık King’s Üniversitesi – SIPRI (Stockholm International Peace Research Institute) – Bonn Uluslar arası Değişim Merkezi (Bonn International Center for Conversion).
İndeksi oluşturan kriterler:
İç ve dış savaş – İç ve dış savaşa bağlı ölü sayısı – Ülke içinde organize çatışmalar – Komşu ülkeler ile olan ilişkiler – Ülke içindeki diğer vatandaşlara karşı duyulan hoşnutsuzluk yüzdesi ve bu vatandaşların genel ülke nüfusuna oranı – Siyasi istikrarsızlık – İnsan haklarına saygı yüzdesi – <terör saldırılarının gücü – Cinayet sayısı – Şiddet eylemleri düzeyi – Şiddet içeren gösteri miktarı – Cezaevindeki kişi sayısı – Polis ve güvenlik görevlisi sayısı – Askeri harcamaların ülke GSMH’ya oranı – Silah altındaki kişi sayısı – Silah ithalat miktarı – Silah ihracat miktarı – BM barış gücünün varlığı ve miktarı – BM dışındaki yabancı barış güçü – Ağır mühümmat miktarı – Ruhsata bağlı taşınan silah miktarı – Askeri kapasite
Barış Endeksi yüksek ülkeler (149 Ülke arasında – 2010)
1 Yeni Zelanda
2 İzlanda
3 Japonya
4 Avusturya
5 Norveç
6 İrlanda
7 Danimarka
8 Lüksenburg
9 Finlandiya
10 İsveç
16 Almanya
32 Birleşik Krallık
33 Fransa
88 ABD
128 Türkiye
Barış Endeksi düşük ülkeler (2010)
1 Kongo
2 Çat
3 Gürcistan
4 Rusya
5 İsrail
6 Pakistan
7 Sudan
8 Afganistan
9 Somali
10 Irak
En büyük silah üreticileri (2009)
Sıra | Şirket |
Ülke | Sektör | Silah Satışı ( m.) |
Toplam Satışlar 2009 ($ m.) |
Toplam satışlar içinde silah satış yüzdesi ($ m.) 2009 (%) |
Toplam kar 2009 |
Toplam istihdam 2009 |
||
2009 | 2008 | 2009 | 2008 | |||||||
1 | 2 | Lockheed Martin | ABD | Ac El Mi Sp | 33 430 | 29 880 | 45 189 | 74 | 3 024 | 140 000 |
2 | 1 | BAE Systems | BK | A Ac El MV Mi SA/A Sh | 33 250 | 32 420 | 34 914 | 95 | –70 | 98 000 |
3 | 3 | Boeing | ABD | Ac El Mi Sp | 32 300 | 29 200 | 68 281 | 47 | 1 312 | 157 100 |
4 | 4 | Northrop Grumman | ABD | Ac El Mi Ser Sh Sp | 27 000 | 26 090 | 33 755 | 80 | 1 686 | 120 700 |
5 | 5 | General Dynamics | ABD | A El MV SA/A Sh | 25 590 | 22 780 | 31 981 | 80 | 2 394 | 91 700 |
6 | 6 | Raytheon | ABD | El Mi | 23 080 | 21 030 | 24 881 | 93 | 1 976 | 75 000 |
S | S | BAE Systems Inc. (BAE Systems, UK) | ABD | A El MV SA/A | 19 280 | 19 970 | 19 276 | 100 | 1 836 | 48 020 |
7 | 7 | EADS | ABD-AB | Ac El Mi Sp | 15 930 | 17 900 | 59 475 | 27 | –1 060 | 119 510 |
8 | 8 | Finmeccanica | iTALYA | A Ac El MV Mi SA/A | 13 280 | 13 240 | 25 244 | 53 | 997 | 73 060 |
9 | 9 | L-3 Communications | ABD | El Ser | 13 010 | 12 160 | 15 615 | 83 | 901 | 67 000 |
10 | 11 | United Technologies | ABD | Ac El Eng | 11 110 | 9 980 | 52 920 | 21 | 4 179 | 206 700 |
11 | 10 | Thales | FRANSA | A El MV Mi SA/A Sh | 10 200 | 10 760 | 17 890 | 57 | 178 | 64 290 |
32 | 29 | Rheinmetall | ALMANYA | A El MV SA/A | 2 640 | 2 660 | 4 750 | 55 | –72 | 19 770 |
94 | – | Aselsan | TÜRKİYE | El | 640 | 490 | 670 | 96 | 119 | 3 730 |
A:Ağır Silahlar AC:Uçak Sanayi EL:Elektronik ENG:MÜhendislik MI:Füze Sistemi MV: Askeri taşıtlar SA/A: Hafif silahlar SER:Hizmetler SH:Gemi Sanayi SP: Uzay Sistemler O:Diğer (yan sanayi, bakım servisleri vb)
Askeri Keynesyenlik
- Askeri harcamalar, ekonomik büyümeyi canlandıran bir politikadır.
- Devletler askeri mal ve hizmet talep ederek ekonomiyi canlandırırlar.
- Çarpan etkisi ile bu talep artışı ekonomideki diğer mallara olan talebi arttırır.
- Askeri araştırma ve geliştirme çalışmaları diğer sektörlerde de verim artışlarına yol açar.
- Teknolojik gelişmeyi destekler.
- İstihdamı arttırır.
Bu nedenle askeri harcamalar ve askeri sanayii yalnız savaş zamanında değil barış zamanlarında da ekonomik gelişme için desteklenmelidir.
Sürekli Savaş Ekonomisi!
Welfare-Warfare State Toplumsal refah – Askeri ya da savaş düzenli devlet
Pentagon Sistemi
Zorunlu Küresel Göç
2006
Dünya’da 52 Ülkede 24.5 Milyon insan
Afrika 21 ülkede 11.8 milyon insan
En temel insani ihtiyaçların karşılanması için Birleşmiş Milletler İnsani Yardım Ofisi (UN Office for the Coordination of Humanitarian Affairs OCHA) acil çağrısı
Ülke 2010 2011
Milyon $
Afganistan 6.3 5
Orta Afrika Cum. 21 13
Kolombia 1 1.5
Kongo 17 20
Etyopya 23.4 20
Haiti 81 15
Endonezya 155 2
Toplam: 304.7 76.5
2010 2011
7 Ülke Acil İnsani Yardım Talebi Toplamı 304.7 76.5 Mily on $
Lockheed Martin 2009 Karı 3.024 Milyon $
Füze Kalkanı toplam maliyeti (5 Yıl için) 100.000 Milyon $
Füze Kalkanı NATO entegrasyon maliyeti 300 Milyon$
BARIŞI TEHDİT EDEN İNCİRLİK… Arif Ali Cangı
İncirlik Üssü ile ilgili çok şey yazıldı, çok şeyler anlatıldı, ama orada ne olup bittiğini tam olarak bilmiyoruz.
Irak Savaşı ile birlikte İncirlik daha fazla gündeme gelmeye başladı.
ABD ve İngiltere’nin başını çektiği, Irak Savaşı’nın Birleşmiş Milletler Sözleşmelerine ve Devletler Hukukunun ”uluslararası meşruiyet ilkesine ” açıkça aykırı olduğunu herkes söyledi, dönemin B.M. Genel Sekreteri Annan da.
ABD ve müttefikleri, Birleşmiş Milletler Hukukunu açıkça çiğnediler. Onbinlerce insanın ölümüne ve sakatlanmasına yol neden oldular. Irak ülkesinin alt yapı tesislerini mahvederek genel hizmetlerin verilmesini engellediler. İnsancıl Hukukun (1949 Cenevre Sözleşmeleri, 1907 La Haye Sözleşmeleri) tüm kurallarını yok saydılar. Üstelik, askeri müdahalenin gerekçesi olarak ileri sürdükleri ”kitle imha silahları” bir türlü bulunamadı.
Ülkemiz de savaşa fiilen katılmanın eşiğinden döndü. Hükümetinin ilk tezkere girişiminde; TBMM’nin 1 Mart 2003 gün ve 39 nolu birleşiminde yapılan oylamada, Anayasanın 96.maddesinde öngörülen karar yeter sayısı için gerekli salt çoğunluk sağlanamadı ve böylece tezkere kabul edilmedi.
Bunun üzerine, kendi grubunu da kontrol edemeyen AKP Hükümeti, Irak Savaşı’na desteğini, TBMM’nden kaçırdığı “Bakanlar Kurulu Kararı” ya da “Tebliğ”lerle sağlama yolunu seçti.
2003 Kararnamesi (ilk) Dava;
Türkiye, Irak Savaşı’na doğrudan katılmamış olsa da ABD ve yandaşlarına sağladığı yardımlarla savaşa dolaylı olarak katılmıştır. Bu kapsamda Irak Savaşı’na verilen en önemli destek, İncirlik Üssü’nün ABD savaşan birliklerinin kullanılmasına açılmasıdır. GİZLİLİK damgasını taşıyan 23.06.2003 tarih ve 5755 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile başlayan bu hukuk tanımaz süreç halen sürmektedir.
Bir yıl süreli bu kararname önce kamuoyundan gizlenmiş, Küresel BAK İzmir Grubu ve Savaşa Karşı Hukuk Grubu tarafından açılan dava üzerine açıklanmak zorunda kalınmıştı. Gizli olmasına karşın, kararnamenin haber olması üzerine, Irak savaşıyla oluşan duyarlılık ve Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun örgütlülüğü ile 2003 kararnamesi ile 2007 yılı yenileme/uzatma kararnamesi yargıya taşındı. Davalarda, özetle İncirlik’in yabancı savaşan birliklere kullandırılmasının bölge barışını tehdit edeceği vurgusunun yanı sıra dayanılan en önemli hukuksal itiraz, kararnamenin yetki yönünden sakat olduğuydu. Çünkü Anayasan 92. maddesine göre; yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin verme yetkisi TBMM’ne aittir. Anayasanın bu düzenlemesine karşın, konu meclisten de gizlenerek, bakanlar kurulu tarafından izin verilmişti. Tabi ki konu bu kadar yalın değildi, kararnamenin dayanağı olarak B.M. Güvenlik Konseyi’nin 22.05.2003 tarihli ve 1483 sayılı kararı gösteriliyordu. Anayasanın 92. maddesi “Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşmaların veya milletlerarası nezaket kurallarının gerektirdiği haller” i ayrık durum olarak düzenlemiş, yani bu hallerde TBMM kararına gerek yok. İşte Başbakanlık savunmasında bu ayrık düzenlemeye dayanıyor.
Gerçekten İncirlik Kararnamesi, “Türkiye’nin taraf olduğu milletlerarası andlaşma” ya da “milletlerarası nezaket kurallarının” gereği mi çıkartılmıştır? Kararname gizli tutulduğu için konu kamuoyunda tartışılamasa da dava dosyasına sunulan biçimiyle kararnameyi inceleyen Danıştay yargıçları ikiye bölmüş durumda. Farklı görüş, temyiz ve itiraz mercii olan Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun üyeleri arasında ortaya çıktı.
2003 Kararnamesinin iptali davasında yürütmeyi durdurma istemine ilişkin itirazı değerlendiren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 13 üyesi yürütmeyi durdurma isteminin reddi yolunda oy kullanırken, 8 üyesi ise istemin kabulü yönünden oy kullandı. Temyiz incelemesi sonunda karşı oy sayısında önemli bir artış oldu; 15’e karşı 14 üye kararnamenin hukuka aykırı olduğu yönünde karşı oy verdi. Karşı oy gerekçesinde önemli saptamalar ve değerlendirmeler var; “…BM Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın toprak bütünlüğünü teyit eden, istikrar ve güvenliğinin sağlanmasını, yeniden yapılandırılmasını ve ülkeye insani ve diğer yardımların ulaştırılmasına ilişkin kararında yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulundurulmasını öngören bir ifade yer almamaktadır, kararnamede ise tespit edilecek liman, havaalanı, tesis ve üslerde yabancı silahlı kuvvetlerin bulundurulmasına izin verilmektedir, Başbakanlık savunmasında da kararname ile yabancı silahlı kuvvetleri Türkiye’de bulundurulmasına izin verildiği kabul edilmektedir, bu nitelikteki bir iznin milletlerarası nezaket kurallarının gereği olarak da görülemez, dolayısıyla Anayasanın 92. maddesine aykırı olarak, yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulundurulmasına izin verme yetkisinin Bakanlar Kurulunca kullanılmasında hukuka uygunluk bulunamamaktadır…” Bu karşı oy ile konunun kendisi kadar, yargılaması da dikkat çekici nitelik kazanmıştır. Azlık oya bir üye daha katılmış olsaydı, çoğunluk olacak ve İncirlik Kararnamesi iptal edilmiş olacaktı.
2007 Kararnamesi Davası
İlk kararnamenin süresinin dolmasından sonra düzenlenen kararnamelerin hiç birisi kamuoyuna açıklanmamıştır. İncirlik’te neler olduğu, üsten kalkan uçakların ne yaptığı bilinmiyor, bilinen gerçekler; İncirlik Üssü’nde 90 adet nükleer başlıklı bomba olduğu, Üssün CIA tarafından, Afganistan ve Iraklı insanların, bir insanlık ayıbı olan Guantanamo cezaevine götürülmeleri ve nakliye uçaklarında işkence yapılması sürecinde üs olarak kullanıldığı, Üssün Irak’taki hukuk dışı işgalin devamına önemli katkısının olduğudur.
Küresel BAK İzmir Grubu, 2007 yılında yeniden İncirlik Üssü’nün kullanılmasını kamuoyunun gündemine getirmek, üssün yarattığı tehlikeleri ortadan kaldırmak için yargı sürecini başlatmıştır. Bu amaçla “İncirlik Üssü’nün yabancı silahlı güçlerine kullandırılmasına ilişkin olarak alınan kararları öğrenmek, yürürlükte olan kararnamenin kaldırılmasını sağlamak için 25 Mayıs 2007 tarihinde İzmir Valiliği kanalıyla Başbakanlık’a başvurulmuştur. Ancak bilgi edinme hakkı yok sayılarak, başvurumuza hiçbir yanıt verilmemiştir. Bunun üzerine “yürürlükteki kararnamenin ve kararnamenin geri alınması isteminin zımni ret işleminin yürütmesinin durdurulması ve iptali için” dava açılmıştır. Bu davanın ilk aşamasında da davanın reddine karar verildi. Şu anda temyiz aşamasında.
Davalar sürüyor, bu arada her yıl kararname yenileniyor. 2007 kararnamesinin iptali davası dosyasına gönderilen bilgilerden öğrendiğimize göre;
• İlk kararname 23.06.2003 tarihli ve 2003/5755 sayılı, bu kararnamenin gizlilik derecesi 10.11.2003 tarihinde kaldırılmış, kararname her yıl uzatılmış.
• 22.06.2004 tarihli ve 2004/7515 sayılı kararname ile bir yıl uzatılmış.
• 18.04.2005 tarihli ve 2005/8712 sayılı kararname ile bir yıl uzatılmış,
• 09.06.2006 tarihli ve 2006/10568 sayılı kararname ile bir yıl uzatılmış,
• 17.05.2007 tarihli ve 2007/12189 sayılı kararname ile bir yıl uzatılmıştır.
2007 kararnamesinin ardından dava açılmadığı için 2008 tarihinden itibaren yapılan uzatmalar konusunda bilgi sahibi değiliz.
İncirlikte neler oluyor?
İncirlik Üssü ile ilgili her şey çok gizli, orada ne olup bittiğini ülkemizde kimse bilmez, bilgisi olan da başkasına söylemez. İncirlik Üssü ile ilgili bildiklerimizi hep yabancı kaynaklardan öğrendik. Örneğin, 90 adet nükleer başlıklı bomba olduğunu ABD’de bulunan Doğal Kaynaklar Savunma Konseyi (Natural Resources Defense Council-NRDS) adlı sivil toplum örgütünün raporundan öğrendik.
Son olarak, İncirlik Üssü’nü ABD ve diğer işgalci güçlerin kullanımına açan Kararnamenin iptali davası Wikileaks belgeleri arasından çıktı. http://www.kureselbak.org/2010/12/kuresel-bakin-incirlik-ussu-davasi-wikileakste/ Wikileaks belgelerinde İncirlik’teki atom bombalarından söz edildi. 200’den fazla Amerika’ya ait 200’den fazla atom bombası Türkiye, Almanya, Hollanda ve Belçika’da olduğu ortaya çıktı. http://www.kureselbak.org/2010/12/30-kasim-%e2%80%93-6-aralik-2010-kuresel-bak-bulteni/#more-2470
İncirlik üssü, CIA tarafından gerçekleştirilen ve “TESLİMAT” operasyonu olarak adlandırılan, Afganistan ve Iraklı kişilerin, dünya kamuoyunun vicdanında bir insanlık ayıbı olarak yer etmiş bulunan Guantanamo cezaevine götürülmeleri süreçlerinde ya da bundan ayrı olarak uçaklarda, üslerde ve gizli gözaltı merkezlerinde işkenceye maruz bırakılmalarına olan insanlık suçunun işlenmesinde temel bir rol oynamıştır. Türkiye’nin de, kurulduğu 1949 yılından beri üyesi olduğu Avrupa Konseyi, çeşitli başvurular üzerine CIA uçaklarınca gizli olarak gerçekleştirilen TESLİMAT operasyonlarını ve bu operasyona karışan ülkeleri, ilgili üsler/havaalanlarını ve işlevlerini araştırma gereği duymuştur. Bu araştırma AK Parlamenter Meclisi Hukuk İşleri ve İnsan Hakları Raportörü Dick Marty ve ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir. Hazırlanan raporda TESLİMAT operasyonlarının amacı şöyle belirtilmektedir; “Gizli uçuşlar, kişilerin yasadışı biçimde gözaltına alınması, kaçırılması, yasal süreçlere erişimin engellenmesi, kaybedilmesi, işkence ya da kötü muameleye uğraması ile sonuçlanan gizli gözaltı merkezlerine götürülmeleri amacını taşımaktadır. 22 Ocak 2009 tarihli gazetelere yansıdığı üzere; ABD’nin esir aldığı insanları Türkiye dahil çeşitli ülkeler üzerinden Guantanamo Üssü’ne taşıdığı iddiaları sıcaklığını korurken, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, 2001-2008 arasında ABD’ye İncirlik Üssü’nden 6 bini münferit olmak üzere, toplam 103.500 kez uçuş izni verildiğini açıkladı.
işkence uçuşlarının Türkiye Hükümetinin onayı ile 2002-2006 arasında gerçekleştiği bilgisi ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Ross Wilson imzalı WikiLeaks belgesinde de doğrulandı. http://www.hurriyetport.com/news/124/ARTICLE/27667/2011-01-18.html
İncirlik üssünün şu haliyle kullandırılmasının, bir insanlık suçu olan işkence suçuna da iştirak etmekle sonuçlandığını ortaya koymaktadır.
İncirlik, bu haliyle hem ülkemiz, hem de bölge için çok büyük tehdit oluşturuyor barışı tehdit ediyor. Bu tehdidi ortadan kaldırmak için 1 Mart Tezkeresini reddettiren toplumsal reflekse bir kez daha ihtiyaç var.
Barışın egemen olduğu bir dünya dileğiyle.