Dünyadan Haberler
‘Akan kan biran önce durdurulmalı’ / TimeTürk – 27.04.2011
Suriye için İstanbul Buluşması, yurt içi ve yurt dışından birçok seçkin katılımcının teşrifi ile gerçekleşti. Son günlerde Suriye’de yaşana insanlık ayıbını değerlendirmek için düzenlenen buluşmaya yurt içinden ve yurt dışından katılanların isimleri şöyle; Sivil Dayanışma Platformu Başkanı Ayhan Ogan, Aktivist Yazar Osman Atalay, Gazeteci Fehim Taştekin , TGTV Başkanı Necati Ceylan, Araştırmacı Ufuk Ulutaş, Gazeteci Mustafa Özcan, Aktivist Yıldız Önen ,Suriye Alimler Birliği Başkanı Şeyh Muhammed el Sabuni , Ahmet Ramazan, Müslüman Kardeşler Genel Sekreteri Muhammed Şıfki, Suriye İnsan Hakları Örgütü Başkanı Velid Saffur , Suriye Deklerasyonu Genel Sekreteri Enes el Akdağ , Suriye Hukukçular Birliği Başkanı Yasin Mahili , Türkiye Tabipler Birliği Başkan Yardımcısı Hamdi Osman , Şalon Kabilesi Şeyhlerinden Muhammed Şalon, Şeyh Muhammed El Muheyd gibi çok önemli isimler katıldı. Bu toplantının sonuç değerlendirmesi onbir maddelik bir bildirge ile kamuoyuna sunuldu. Öne çıkan başlıklar şöyle;
- Suriye halkı bütün dünya halkları gibi özgür ve onurlu yaşamayı hak etmektedir.
- Suriye’de akan kan bir an önce durdurulmalı, işkence ve keyfi tutuklamalara derhal son verilmelidir.
- Dünya basının Suriye’ye girmesi sağlanmalı ve Suriye halkının basın özgürlüğü için bilişim ve iletişim kanallarının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
- Tüm dünyanın tabii yönelimi olan ve uygulaması yolunda da hemen her yerde önemli adımların atıldığı düşünce hürriyeti, gösteri yapma hürriyeti gibi haklar ve özgürlükler konusunda gerekli düzenlemeler yapılmalı, dayatmacı ve baskıcıanlayışlar terk edilmelidir.
- Siyasi yasaklar kaldırılmalı ve tutuklular serbest bırakılmalıdır
- Ortadoğu ve tüm dünya yeni küresel gelişmelerle ilerlerken kan ve zulümle bir düzenin devam ettirilemeyeceğinin farkına varılmalıdır.
- Etnik, dini, mezhebi, bölgesel bütün ayrımcılıklara karşı olunmalı, bütün toplum kesimlerine eşit mesafede davranılmalıdır.
- Yukarıda zikredilen isteklerin derhal yerine getirilmemesi ya da oyalanma taktiğiyle geçiştirilmesi, hem Beşşar Esad için hem de Suriye için olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Derhal kan akıtmaya son verilmeli. Toplu ve keyfi tutuklamalar sonlandırılmalıdır. Halka korku yayarak sonuç alınamayacağının farkına varılmalıdır.
- Tek parti egemenliginden kurtulup siyasal eşitlige ve yarışmaya yer veren çok partili sisteme geçilmelidir. Hemen seçime gidilmelidir. Dünyanin medeni devletleri gibi herkesin onayıyla yeni bir anayasa yapılmalıdır.
- Biz, Suriye halkı olarak meşru ve insani haklarımızı sivil ve demokratikeylemlerle talep etmeye devam edeceğiz. Suriye’ye karşı dış müdahalelere,bölünmeye yol açacak girişimlere ve silahlanmaya karşıyız.
- Vakit daralıyor, ancak olumsuz gidişatı tersine çevirme imkan ve kabiliyeti vardır. Bu toplantı neticesinde, bizler İstanbul’dan tüm dünyaya yukardakileri büyük bir inanç ve kararlılıkla duyurmak istiyoruz: Suriye bir yol ayırımına gelmiştir; ya hukukun işlediği, özgür, müreffeh bir dünya devleti olacaktır ya da zulmün, diktatörlüğün, kan ve gözyaşının hüküm sürdüğü bir ülke olarak anılacaktır. Bizler taleplerimizden asla vazgeçmeyeceğiz. Bundan sonra da yaşanacakların sorumluluğunun, şu an sorumluluk makamında olan Esad’a ait olacağını kamuoyuyla bir kez daha paylaşıyoruz.
Suriye’de cuma öfkesi
Taraf – 30.04.2011
Suriye’de ‘öfke cuması’ gösterilerinde ikisi çocuk en az 24 kişi öldü, 250 Suriyeli ise Türkiye’ye sığındı. Davutoğlu bu gelişmeler üzerine acil toplantı için Ankara’ya döndü.
Suriye’de yine Cuma namazının ardından, ülkenin birçok kesiminde güvenlik güçlerinin silahlı müdahalesine direnen on binlerce kişi yönetim karşıtı gösteriler yaptı. Suriyeli insan hakları örgütü Seveysiya, ülke çapındaki gösterilerde ikisi çocuk, en az 24 kişinin öldüğünü duyurdu. Suriye resmî haber ajansı SANA da, “silahlı terörist bir grubun” Deraa kentinde bir kontrol noktasına saldırdığını, saldırganların dört askeri öldürdüğünü, ikisini de kaçırdığını duyurdu.
Çok sayıda güvenlik görevlisi ve gizli polis, protestocuları bastırmak üzere başkent Şam sokaklarında konuşlandırılırken, ağır silahlı Cumhuriyet Muhafızları başkenti çevreleyen ana yolda devriye gezdi. Kuzeydeki Humus, Hama ve kıyı kentlerinde de gösteriler vardı.
Müslüman Kardeşler desteği
Beş gündür kuşatma altındaki Deraa ile dayanışmalarını göstermek ve reform talepleriyle biraraya gelen binlerce kişi Şam’ın banliyösü Sakba’da büyük bir gösteri düzenledi. Deraa’da ise, askerlerin, protestolara katılımı engellemek için havaya uyarı ateşi açtıkları öğrenildi. Yaklaşık 100 kişinin toplandığı Lazkiye’den bir görgü tanığı da, sivil güvenlik güçlerinin gösteride otomatik silahlarla ateş açtıklarını, en az beş kişinin yaralandığını anlattı.
Suriyeli bir insan hakları örgütü binlerce Suriyelinin Akdeniz kıyısındaki Banyas kasabası sokaklarını doldurduğunu duyururken, muhalif isimlerden Habib İbrahim, Deraa’daki göstericilere destek vermek amacıyla Kürt bölgelerinde de gösteri düzenlendiğini açıkladı. Bu arada, Müslüman Kardeşler hareketinin Suriye teşkilatı, ülkede isyanın başlamasından bu yana ilk kez, protestolara katılma çağrısı yaptı.
Türkiye’ye göç başladı
Öte yandan, Suriye’de dün yaşanan gelişmeler üzerine akşam saatlerinde Türk Dışişleri konutunda olağanüstü bir toplantı düzenlendi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, toplantıya katılmak üzere, Konya’da seçim ziyaretini yarıda kesip Ankara’ya döndü. Bu arada Suriye’nin Türkiye sınırına yakın bazı köylerde yaşayan yaklaşık 250 kişilik bir grubun, Hatay’ın Yayladağı sınırındaki tel örgüyü aşarak Türkiye’ye sığındığı belirtildi.
Müslüman Kardeşler 16 yıl sonra siyaset sahnesinde
EL AHRAM – 02.05.2011
ısır’daki Müslüman Kardeşler örgütü resmi partilerini kurdu. Adını Özgürlük ve Adalet Partisi olarak belirledikleri yeni oluşumlarının ana hatlarını belirlemek için 16 senedir ilk kez gizli kapaklı bir toplantı yerine izinli bir genel kurul düzenleyen örgüt, eylül ayında yapılması beklenen başkanlık seçimlerine aday çıkarmama kararı aldı. Parlamento seçimleri için ise sandalyelerin en fazla yüzde 45’i veya yarısı için aday göstereceklerini açıklayan partinin başkanı, Müslüman Kardeşler’in basın sözcüsü Muhammed Morsi, yardımcısı ise İsam El Aryan olacak.
Başkan adayları belirsiz
Devrik Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek döneminde Müslüman Kardeşler’in parlamentodaki üyelerinin liderliğini yürüten Saad El Katatni, henüz başkanlık adaylarından kime destek verecekleri konusunda bir karar verilmediğini belirtti.
El Katatni, Müslüman Kardeşler’in yürütme kurulunun, iki günlük zirvede taslakları oluşturulan partinin program ve tüzüğünü onaylamasından sonra, partinin örgütten ayrılacağını ve görüşlerinin yalnızca kendini temsil edeceğini söyledi.
Mübarek depresyonda
Bu arada Mısır’ın El Ahram gazetesi, Hüsnü Mübarek’in depresyona girdiğini yazdı. Eski Cumhurbaşkanı’nın tedavi gördüğü Şarm El Şeyh hastanesinin genel müdürü, üç gündür depresyonda olan Mübarek’in psikoterapi görmek istemediğini söylerken, bir başka gazetenin ‘akli dengesinin yerinde olmadığı’ iddialarını ise reddetti.
Yemen’de barış ertelendi
Dünya Bülteni – 02.05.2011
32 yıldır görevini bırakmayan Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih yönetimi ile muhalefet arasında varılan geçici anlaşma ertelendi.
Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Yemen’de planladığı barış görüşmeleri durma noktasına geldi.
32 yıldır görevini bırakmayan Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih yönetimi ile muhalefet arasında varılan geçici anlaşma ertelendi. Yemen’de iktidarın barış içinde devrini öngören planının imza törenini dün Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da düzenlenmesi bekleniyordu.
Törenin hangi tarihe ertelendiği veya bir tarih belirlenip belirlenmediği henüz bilinmiyor. Muhalefet, planın başarısız olmasından yönetimi sorumlu tuttu. Yemen Meclisi muhalefet sözcüsü Muhammed el Sabri, KİK Genel Sekreteri Aldüllatif el Zayani’nin önceki gün Yemen’deki görüşmelerinin herhangi bir sonuca ulaşmadığını, bu yüzden de planın başarısız olduğunu söyledi.
El Sabri, Salih ile dört kez görüştüğünü, ancak Salih’in “manevra ve savsaklamalarıyla” barış planını başarısızlığa uğrattığını savundu. Plan, Salih’in üç ay içinde devlet görevini bırakmasını içeriyordu.
OPEC’in yeni üyesi isyancılar
Sabah – 29.04.2011
ABD, Libyalı isyancıların petrol satışına izin verdi. Libya’nın doğusundaki petrol yataklarını ele geçiren isyancılar 1 milyon varillik ilk ihracaatlarını Katar’a yaptı. İlk etapta 129 milyon dolar gelir elde edildi
Dünya petrol üretiminin yüzde 2’sini karşılayan Libya’da artık isyancılar da petrol ihraç ediyor. ABD, Libya’nın doğusunu elinde bulunduran isyancılarla petrol ticareti yapılmasına izin verdi. Böylece net petrol ihraç eden ve ispatlanmış dünya petrol rezervlerinin üçte ikisini ellerinde bulunduran 12 ülkenin oluşturduğu Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nün (OPEC) üyesi olan Libya ile birlikte isyancılar da OPEC’e dolaylı yoldan üye oldu. Libya’nın doğusundaki petrol yataklarını ele geçiren isyancılar, 1 milyon varillik ilk ihracaatlarını Katar’a gerçekleştirdi. Libya’da Kaddafi güçlerine karşı isyancılar tarafından oluşturulan Ulusal Geçici Konseyi (NTC), Avrupa pazarına ulaşacak olan söz konusu ihracattan 129 milyon dolarlık ilk gelirini elde etti. Libyalı isyancıların kontrolündeki Arabian Gulf Oil Company (AGOCO) adlı şirketin 80 bin tonluk (550 bin varil) diğer petrol ihracatının ise bugün Singapur’a ulaşması planlanıyor. ABD’nin izni ile isyancıların gerçekleştirdiği ihracat rakamının artarak devam etmesi bekleniyor. Kaddafi karşıtları, ilk petrol ihracatlarını AGOCO’nun Tobruk Terminali’nde depoladığı 3 milyon varillik petrolden yaptı. Libyalı isyancıların, söz konusu ihracatlar sayesinde elde edeceği gelir ile Kaddafi güçlerine karşı silah, gıda ve diğer mühimmatları sağlayacağı belirtiliyor. Muammer Kaddafi’nin kontrolündeki National Oil Company (NOC) ise isyancıların gerçekleştireceği 660 bin varillik bir diğer ihracata engel oldu. BP’nin yayımladığı son araştırma raporuna göre 44.3 milyar varil ispatlanmış petrol rezervine sahip olan Libya’nın günlük petrol üretim kapasitesi 1.66 milyon varil. Dünyanın en zengin 10 petrol üreten ülkesi arasında yer alan Libya’daki iç çatışma yüzünden petrol sahaları ağır yara aldı. Ülkede günlük petrol üretim kapasitesi son iki ayda 1.5 milyon varile geriledi. NTC Petrol Bakanı Wahid Bughaigis, Kaddafi güçlerinin saldırıları yüzünden çok sayıdaki petrol sahasında hasar meydana geldiğini belirterek, söz konusu hasarlı yerlerde petrol üretiminin bir aydan önce faaliyete geçemeyeceğini söyledi. Misrata ve Zintan şehirlerini ele geçiren isyancılar, Kaddafi’ye bağlı güçlerin, bu şehirlere Rus yapımı Grad roketleriyle saldırı düzenlediklerini açıkladı. Libya’da iktidarı 40 yıldır elinde bulunduran Muammer Kaddafi, şubat ayı ortasında başlayan halk isyanının ardından doğu Libya’nın büyük bölümünde kontrolü kaybetti. NTC kıdemli sözcüsü Abdül Hafız Ghoga, Bingazi kentinde önceki gün yaptığı basın toplantısında “Yefrin, Zintan ve Kabau gibi Batı Dağları’nda yer alan kentlerde yaşayan birçok kişi ayrım gözetmeyen saldırılarda hayatını kaybetti” dedi.
Libya, Tunus’a saldırdı, NATO Kaddafi birliklerini bombaladı
Milliyet – 29.04.2011
Libya lideri Muammer Kaddafi’ye bağlı güçlerin, sınırdaki Tunus kenti Dehiba’ya saldırdığı bildirildi.
Görgü tanıkları, Kaddafi güçlerinin hafif ve ağır silahlarla saldırdığını belirtti.
Tanıklar, kentin merkezinde 2 saat kadar önce Tunus askerleriyle şiddetli çatışmalar başladığını, Kaddafi güçlerinin sınır kapısı yakınındaki Dehiba’da mevzilenen Libyalı muhaliflere saldırdığını söyledi.
Bir tanık, top mermilerinin Dehiba’daki evlere isabet ettiğini, bir kadının öldüğünü ifade etti.
NATO da Kaddafi birliklerini vurdu
NATO, Libya’da muhaliflerin elindeki Zintan kentine saldıran Libya lideri Muammer Kaddafi’ye bağlı birliklere hava saldırısı düzenledi.
Abdülrahman adında muhaliflerin bir sözcüsü, Reuters ajansına verdiği demeçte, “NATO bu sabah Zintan’ın kuzeyinde konuşlanan Kaddafi birliklerini bombaladı. Bölgeye 5 füze atıldı” dedi.
Sözcü, NATO’nun hava saldırısının ardından Kaddafi birliklerinin Zintan’ı bombalamadığını kaydetti.
NATO dört Kaddafi vurdu
Star – 02.05.2011
Kaddafi’nin küçük oğlu Seyfül Arab ve üç çocuğu NATO saldırısında öldü. İngiltere Başbakanı Cameron, İttifak’ın Kaddafi’yi hedef almadığını açıkladı.
Lİbya’da Kaddafi rejimine karşı yürütülen hava operasyonunda Muammer Kaddafi’nin en küçük oğlu Seyfül Arab Kaddafi ve üç çocuğu hayatını kaybetti. Hükümet sözcüsü Musa İbrahim, Almanya’da eğitim gören 29 yaşındaki Seyfül Arab’ın öldüğü operasyonu, “Kaddafi’ye doğrudan suikast düzenleme girişimi olarak” değerlendirdi. İbrahim, Kaddafi ve eşinin de vurulan binada bulunduğunu ancak yara almadan kurtulduklarını anlattı. İbrahim ayrıca, düzenlenen operasyonun ardından, “Libya liderinin nerede bulunduğuna dair bilginin koalisyon güçlerine sızdırılmış olduğunu anladıklarını” belirtti. İbrahim, “Yapılan saldırının ‘orman kanunu’ ile karşı karşıya olduklarını gösterdiğini” dile getirerek Seyfül Arab’ın ‘sivil’ olduğunu ve “Libya’daki NATO müdahalesinin sivilleri korumak olmadığının artık herkes tarafından açıkça görüleceğini” söyledi. Libyalı yetkililer, yabancı gazetecileri NATO saldırısına hedef olan eve götürerek bilgi verdi. Üç füze tarafından vurulan evin çatısının yer yer çöktüğü, duvarların bazı bölümlerinin parçalandığı ve ağır hasara uğradığı görüldü. El Arabiya Televizyonu ise, Kaddafi ailesine yakın bir kaynağa dayandırdığı haberinde Kaddafi’nin 3 torunun sağ olabileceğini öne sürerken, Seyfül Arab’ın öldüğünün kesinleştiğini duyurdu.
Tunus sınırında çatışma sürüyor
İngiltere Başbakanı David Cameron da NATO’nun belirli kişileri hedef almadığını, Kaddafi’nin bir oğlu ile 3 torununun NATO saldırısında öldüğüne ilişkin “teyit edilmemiş bir bilgi üzerinde” yorumda bulunmak istemediğini belirtti. Rusya da başından beri karşı olduğu askeri müdahalenin sivilleri korumaya yönelik olmadığını açıklayarak NATO’yu eleştirdi. Kaddafi’nin en sadık destekçilerinden Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ise, NATO askerlerine Kaddafi’yi öldürme emri verildiğine inandığını belirtti. Kaddafi’nin 6. çocuğu olan Seyfül Arab Kaddafi’nin uzun yıllar Almanya’da kaldığı biliniyordu. Önceki akşam devlet televizyonundan halka seslenen Kaddafi, NATO’ya müzakere çağrısı yapmış, ateşkes önerisinde bulunmuştu. “Birbirimizle savaşamayız, biz bir aileyiz” diyen Kaddafi, NATO’nun saldırılarını durdurması halinde ateşkes yapmaya ve görüşmelere hazır olduğunu söylemişti. Öte yandan Kaddafi’ye bağlı güçler ile muhalifler arasındaki çatışmalar dün de Libya-Tunus sınırı yakınındaki Vazin çevresinde devam etti. Kaddafi’ye bağlı güçler ayrıca Bingazi’nin 300 kilometre güneyindeki Jalo kasabasına saldırdı. Muhalifler, yaptıkları açıklamada, Kaddafi güçlerinin 70 araçla Jalo’ya girip 6’sı sivil, 4’ü muhalif olmak üzere 10 kişiyi öldürdüğünü ve şehirden ayrıldığını belirtti. Saldırı, Kaddafi’nin güneyde yeni bir cephe açtığı yorumlarına neden oldu. NATO’nun da Jalo’dan ayrılan Kaddafi güçlerine ait 45 aracı vurduğu bildirildi.
İHH Misrata’da saldırıdan son anda kurtuldu
İnsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfının yardım ekibinin, Kaddafi güçlerince bombalanan Misrata limanında Bingazi’den gelen yardım malzemelerini boşaltmak için bulunduğu, bombardımandan son anda kurtulduğu bildirildi. İHH’den yapılan açıklamada, Bingazi’den yardım malzemesi getiren geminin, Misrata limanına yanaşmasıyla başlayan bombardımanın aralıksız devam ettiği belirtildi. Açıklamada, geminin halatlarını bile çözemeden, halatların kesilmesiyle limandan ayrıldığı aktarıldı. Bombardımanda geminin hasar görmediği, ancak limanda bulunan iki kişinin hayatını kaybettiği, onlarca kişinin yaralandığı ifade edilen açıklamada, ‘limandaki İHH ekibi bombardımandan son anda kurtuldu’ ifadesi kullanıldı.
Kaddafi’nin evlatlık kızı, 25 yıl önce ABD bombardımanında ölmüştü. NATO saldırsında oğlu ve 3 torununu kaybeden Kaddafi, 25 yıl önce ABD tarafından düzenlenen bir hava harekatında evlatlık kızını kaybetmişti. Harekat 1986’da, Almanya’nın başkenti Berlin’de ABD askerlerinin gittiği bir barda meydana gelen patlamadan, dönemin ABD Başkanı Ronald Reagan’ın Kaddafi’yi sorumlu tutması sonucunda gerçekleştirilmiş ve Reagan’ın emriyle, 45 savaş uçağı, 15 Nisan 1986’da Trablus’taki askeri hedeflere ve Kaddafi’nin sarayı Bab ül-Aziziye’ye 12 dakikada boyunca bomba yağdırmıştı. Saldırıda Kaddafi’nin evlat edindiği 18 aylık kızı ölmüştü.
Filistin – İsrail
Mısır halkı İsrail ile barışın iptalini istiyor
Haaretz – 26.04.2011
Ortadoğu’yu korkutan anket
ABD merkezli Pew Araştırma Merkezi’nin sonuçlarını dün açıkladığı ankete göre, Mısır halkının yarısından fazlası İsrail ile 1979’da imzalanan barış antlaşmasının feshedilmesini istiyor.
Ankete katılanların yüzde 54’ü, barış anlaşmasının geçersiz kılınmasını isterken, sadece yüzde 36’sı İsrail’le barışın devam etmesi taraftarı olduğunu belirtti. Anketin sonuçları, Mısır’ın devrik lideri Hüsnü Mübarek’in 30 yıllık iktidarı boyunca uygulanan antlaşmanın Mısır halkının gözünde ne kadar önemsiz olduğunu ortaya koydu.
Mısır’ın dört bir yanından bin kişinin katıldığı anket, 24 Mart ve 7 Nisan tarihleri arasında yapıldı.
Ankette belirtilen görüşler, gelir dağılımına göre değişim gösterdi. Yoksul Mısırlıların yüzde 60’ı, varlıklıların ise yüzde 45’i barış antlaşmasının iptal edilmesi gerektiğini savundu.
Üniversite mezunu Mısırlılar arasında aynı kararı savunanların oranı ise yüzde 40’ta kaldı.
Filistin’de tarihi barış
Radikal – 28.04.2011
Filistin yönetiminin bel kemiği El Fetih ve Gazze’nin resmi hükümeti Hamas, Filistinde bir birlik hükümeti için anlaştı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın El Fetih örgütü ile Gazze Şeridi’nde iktidarı elinde tutan Hamas geçici hükümet kurma konusunda tüm konularda anlaşmaya vardı. Açıklamayı Abbas’ın sözcüsü ile Hamas’ın sözcüsü birlikte yaptılar.
İlk haberi veren Mısır hükümeti, Hamas’la El Fetih arasında resmi anlaşma törenine evsahipliği yapacağını bildirdi.
Filistin Kurtuluş Örgütü’nün belkemiği El Fetih ile Hamas yetkilileri 1 yıl içinde ortak seçime gitme hususunda anlaşmaya vardı. Filistin iktidarında iki ayrı kanat haline gelen El Fetih ile Hamas 2007’deki savaştan beri, 4,5 yıldır tamamen ayrı hükümetlerle idare ediliyor.
NETANYAHU: FİLİSTİN, HAMAS’LA İSRAİL arasında seçim tercih yapmalı
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Filistin Devlet Başkanı ve El Fetih lideri Mahmud Abbas’tan, barış konusunda kendileri ile Hamas arasında bir seçim yapmasını istedi.
Netanyahu, El Fetih ile Hamas’ın Kahire’de uzlaşma yolunda adım atmalarının ardından yaptığı ilk açıklamada, “Filistin yönetimi, Hamas’la mı yoksa İsrail’le mi barış istediğine karar vermeli” dedi. Hamas’ın İsrail’i yok etmek istediğini belirten Netanyahu, Abbas’a “her iki barışa birden sahip olamazsınız” diye seslendi.
Ynet haber sitesi de İsrail kabinesi üyelerinin, El Fetih ile Hamas arasında varılan ön anlaşmayı şaşkınlıkla karşıladıklarını duyurdu.
Haberde siyasi kaynakların, bu anlaşmanın eylül ayında tek taraflı olarak Filistin devletinin ilanını hedefleyen ve Filistinli gruplar arasında birlik sağlayacağını göstermek isteyen Mahmud Abbas’ı güçlendireceğini ifade ettikleri aktarıldı.
ABBAS’IN SÖZCÜSÜ: NETANYAHU BARIŞ VE YERLEŞİMLER ARASINDA BİR SEÇİM YAPMALI
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın Sözcüsü Nebil Ebu Rudeyna, El Fetih ile Hamas arasında varılan anlaşmanın, Filistinli iki hareket arasında bir iç mesele olduğunu ve İsrail ile bir ilgisinin bulunmadığını söyledi.
Ebu Rudeyna, anlaşmanın, başkenti Kudüs olan Filistin devleti yolunda, Filistin halkının haklı mücadelesi için yapıldığını belirtirken, İsrail Başbakanı Netanyahu’nun Filistin Yönetimine “Ya bizimle ya Hamas’la barışı seçin” yolundaki sözlerine de cevap verdi. Ebu Rudeyna, “Netanyahu’nun da ya Filistin halkıyla barış veya yerleşimler arasında bir seçim yapması gerekir” dedi.
Abbas’ın sözcüsü, FKÖ’nün tek meşru temsilcisinin Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) olduğunu ve anlaşmanın FKÖ içindeki tüm partileri de bağlayacağını belirtirken, Filistinliler arasında birlik sağlayan bu anlaşmanın aynı zamanda FKÖ’yü de güçlendireceğini, “FKÖ’nün Filistin halkını temsil etmede yetersiz olduğunu” savunan İsrail’in bu bahanesini de ortadan kaldıracağını ifade etti. Hamas, halihazırda FKÖ içinde yer almıyor.
DAVUTOĞLU, FİLİSTİN DEVLET BAŞKANI ABBAS’I ARADI
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ı arayarak, El Fetih ile Hamas arasında varılan anlaşmaya ilişkin gelişmeleri değerlendirdi.
Diplomatik kaynaklardan edinilen bilgiye göre Davutoğlu, Abbas’la yaptığı telefon görüşmesinde ulusal uzlaşı hükümeti ile ilgili son gelişmeleri ele alarak, bir anlaşmaya varılmasından duyduğu memnuniyeti iletti.
Türkiye, bugüne kadar Filistin’de iki tarafla da temas kurmuş ve bu temaslarda uzlaşma telkininde bulunmuştu. El Fetih ile Hamas arasında birliği yeniden sağlamaya yönelik ön anlaşmanın bugün Kahire’de imzalandığı bildirilmişti.
İsrail’den El Fetih-Hamas uzlaşmasına tepki
BBC Türkçe – 01.05.2011
İsrail Başbakanı Netanyahu, “Barış isteyen herkes Hamas’ın dahil olacağı bir Filistin hükümetinden kaygı duymalıdır” dedi. İsrail, Filistin topraklarından topladığı verginin El Fetih’e aktarılmasını da askıya aldı.
Kabine toplantısında konuşan Binyamin Netanyahu, “İsrail ile Filistin arasında barış, bizim haritadan silinmemizi isteyenlerle değil, bizim yanımızda olacaklarla yapılacaktır.” diye konuştu.
Uzun süredir çatışma halinde olan ve biri Batı Şeria’yı, diğeri Gazze’yi yöneten Filistinli gruplar El Fetih ve Hamas geçen hafta uzlaşıyı öngören bir çerçeve anlaşmaya imza atmışlardı.
Tüm ayrıntıları bilinmese de, anlaşma iki grubun derhal bir geçiş hükümeti oluşturmasını ve bir yıl içinde de Filistin topraklarında seçime gidilmesini öngörüyor.
Vergi gelirlerine engel
İsrail Maliye Bakanı Yuvel Steinitz de kabine toplantısından hemen önce, Filistin tarafına bu hafta yapılması planlanan yaklaşık 90 milyon dolarlık nakit aktarımını, bu meblağın Hamas militanlarının cebine girmeyeceği kesinleşene kadar askıya aldıklarını açıkladı.
İsrail 1990’lardaki barış anlaşmaları uyarınca, işgal altındaki toprakların bir bölümünde vergi topluyor ve bunu düzenli olarak El Fetih’in kontrolündeki Filistin yönetimine aktarıyordu.
Aktarım daha önce de, paranın Filistinli militan grupların eline geçeceği kaygısıyla birkaç kez engellenmişti.
İsrail’in aktardığı vergi gelirleri yıllık 1 ila 1,4 milyar doları buluyor ve Filistin yönetimi bütçesinin üçte ikisini oluşturuyor.
Bu arada El Fetih ve Hamas’ın söz konusu anlaşmayı Çarşamba günü, uzlaşı için arabuluculuk yapan Mısır’ın başkenti Kahire’de imzalaması bekleniyor.
Haaretz: Haydi İsrail, kardeş Filistin devletini tanı artık
Taraf – 01.05.2011
İsrailli Haaretz gazetesi, yazı işlerinin görüşünü yansıtan editoryal köşesinde İsrail’in Filistin devletini tanıyarak “kendini dünyanın gözünde affettirebileceğini” yazdı.
İsrailli Haaretz gazetesi, yazı işlerinin görüşünü yansıtan editoryal köşesinde İsrail’in Filistin devletini tanıyarak “kendini dünyanın gözünde affettirebileceğini” yazdı. Başbakan Binyamin Netenyahu için Batı Şeria’da yönetimi elinde bulunduran El Fetih ile Gazze Şeridi’ni kontrol eden Hamas yönetiminin vardığı anlaşmayı, “Filistin’in birlik hükümetine bir şans tanımak yerine alışıldık olduğu gibi yerden yere vurmak için vakit kaybetmediği” yönünde eleştiren editoryalde İsrail’in daha uzlaşmacı bir tutum sergileyebileceğine dikkat çekildi. Haaretz, İsrail’in Filistin’i “kardeş bir devlet” gibi görerek kuruluşuna ve gelişmesine yardım edebileceğini vurguladı.
İsrail yönetiminin aksi yöndeki tüm çabalarına rağmen çok yakında bağımsız bir Filistin devletinin resmen kurulacağına dikkat çeken gazete, İsrail’in ‘Filistin devletinin bağımsızlığını memnuniyetle karşılayanların başında gelir, şans diler, barışta ısrarcı davranır ve sınır, mülteciler ve koloniler gibi sorunları iki egemen devlet gibi tartışma arzusunu ifade ederse eğer’ daha kazançlı çıkabileceğini belirtti. İsrail yönetimini bu yönde “cesur ve cömert” adımlar atmaya davet eden Haaretz böylece çatışmanın dini boyuttan çıkarak daha ziyade toprak paylaşımı boyutunda ele alınacağı görüşünde.
Mısır’dan ABD’ye çağrı: Bağımsız Filistin’e destek ver
Hürriyet – 02.05.2011
Mısır Dışişleri Bakanı Nebil el Arabi Amerika Birleşik Devletleri’ne çağrı yaparak bağımsız bir Filistin devletinin ilanına destek olmasını istedi.
Mısır’ın çağrısı, rakip Filistinli gruplar Hamas ile El Fetih’in geçen hafta birlik anlaşması imzalamasının ardından geldi.
Mısır’ın arabuluculuğunda varılan anlaşma, tüm ayrıntıları bilinmese de, iki grubun derhal bir geçiş hükümeti oluşturmasını ve bir yıl içinde de Filistin topraklarında seçime gidilmesini öngörüyor.
Ayrıca ileride tek taraflı bağımsızlık ilanının düşünüldüğü anlaşılıyor.
Ancak hem ABD hem İsrail, Hamas’ı terör örgütü olarak görüyor ve Hamas’ın içinde yer alacağı bir hükümetle ilişki kuramayacaklarını belirtiyor.
Ayrıca her iki ülke de Filistin’in tek taraflı bağımsızlık ilanına karşı.
Mısır’ın açıklaması ise yeni yönetimin dış politika anlayışında değişikliğe işaret ediyor.
Uzmanlar, Mübarek dönemindeki Mısır’ın Amerika Birleşik Devletleri’nin çizgisinden bu kadar bağımsız hareket edemeyeceğine dikkat çekiyor.
Dışişleri Bakanı el Arabi ABD’nin Hamas’ın da yer aldığı bir Filistin hükümetini olumlu bir gelişme olarak görmesi ve İsrail’i de böyle düşünmeye ikna etmesi gerektiğini söyledi.
BBC muhabiri Jonathan Head’ın aktardığına göre Mısır’ın bu politika değişikliği kamuoyunda taraftar bulsa da yönetim için bazı riskler barındırıyor.
Head, Mısır’a her yıl verilen mali yardımın onaylanacağı Kongre’nin, bu gelişmeyi hoş karşılamayabileceğini belirtti.
Filistin’in devrim Mısır’ına dönüşü
Radikal – 02.05.2011
Fetih ve Hamas arasında imzalanacak olan uzlaşı anlaşması, hem Filistinlilerin taleplerini somutlaştıracak hem de yeni Mısır’ın zeminine dayanacak.Çarşamba günü siyasi ve stratejik göstergeler açısından iki önemli gelişme yaşandı: İlki, Sina çöllerinde bilinmeyen bir grup tarafından hedef alınan doğalgaz boru hattının patlatılmasından sonra, Mısır doğalgazının İsrail’e akışının durdurulması. İkincisiyse, Fetih’le Hamas hareketlerinin Kahire’deki yoğun toplantılar sonrası anlaşmaya varması. Anlaşma, bir yıl içinde parlamento ve başkanlık seçimlerine nezaret edecek bağımsız Filistinli şahsiyetlerden geçici bir hükümetin oluşturulmasını öngörüyor.
Doğal olarak Mısır’ın ulusal güvenliğini ihlal eden böyle bir eyleme karşıyız. Fakat Ariş’teki doğalgaz boru hattına yönelik saldırı, Mısırlıların İsrail’e duyduğu öfke ve nefretle tutarlılık arz ediyor. Ayrıca saldırı, Mısırlıların doğalgazını dünya piyasalarındaki fiyatın çok altında bir fiyata İsrail’e satılmasına karşı çıkışlarıyla da uyumlu.
Mısırlılar sevkıyata karşı
Son kamuoyu yoklamaları, Mısır halkının yarısından fazlasının Enver Sedat’ın 1979’da imzaladığı Camp David anlaşmalarının iptalini ve Mısır’ın İsrail küstahlığıyla mücadelede tavizsiz ulusal tutumlarına dönmesini istediğini ortaya koydu. Devrik lider Hüsnü Mübarek’in oğulları Ala ve Cemal Mübarek’in İsrail’e doğalgaz satışı anlaşmalarının ardından, büyük komisyonlar aldıkları suçlamasıyla Turra Cezaevi’ndeki sorgularının sürdüğü bir zamanda, İsrail yönündeki doğalgaz borusuna yapılan saldırı tesadüfi değil.
Mısır doğalgazının İsrail’e sevkıyatının durması, patlama yoluyla değil, Büyükelçi İbrahim Yesri’nin açtığı davayı ele alan Mısır mahkemesinin bağımsız kararıyla yapılmalıydı. Bu cesur adam, hayatının geri kalanını doğalgaz anlaşmalarıyla ilgili yolsuzlukları ortaya çıkarmaya ve Camp David anlaşmalarını reddetmesine ilişkin sebeplerden ötürü İsrail’e Mısır doğalgazının gitmesini önlemeye adadı. Gazze doğalgazının İsrail’e satılması içinse, İsrail’le görüşmelerdeki rolü gereği Mısır’ın doğalgaz anlaşmalarına vakıf Filistinli büyük bir işadamı, bana bizzat kendisinin aynı fiyatla Mısır anlaşmasına benzer bir anlaşmayı reddettiğini belirtti. Zira Mısır doğalgazı, o zaman metreküpü 3 dolardan daha aşağı bir fiyata satılırken, dünya pazarlarındaki gerçek fiyatı bu fiyatın iki katıymış.
Hüsnü’nün Mısır’ı mazide
İkinci olay, yani Filistin siyasi denkleminin iki tarafı olan Fetih ve Hamas’ın Filistin bölünmüşlüğünü sonlandıran anlaşmayı imzalaması, Mısır’ın bölgede ‘Arapların merkezi sorununun baş aktörü’ olarak liderlik rolüne dönüşü diye özetlenmekte. Bu gelişme, olumlu karşılanmayı hak ediyor. Zira Filistin uzlaşması, geçmişte Hüsnü Mübarek rejiminin niyetlerinin sağlıklı olmaması yüzünden tökezlemişti. Mübarek, bu uzlaşıyı Filistinli grupları boş müzakere bataklığına çekmek ve Filistinlileri İsrail’in yerleşim birimlerinin bekçilerine dönüştürmek açısından İsrail planlarına hizmet için işleve koymak istiyordu.
Devrimin Mısır’ıysa, Filistin dosyasını farklı biçimde ele alıyor, Mısır halkının talepleri, işgal altındaki topraklardaki İsrail gaspına yönelik onurlu düşünceleriyle uyumlu bir strateji izliyor. Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Arabi, başından beri ülkesinin İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısına şiddetle karşı olduğunu teyit etti ve İsrail, Mısır Yüksek Askeri Konseyi Başkanı Mareşal Hüseyin Tantavi’yi, Gazze ablukasının sıklaştırılmasına ve silah kaçaklığının engellenmesine karşı çıkmakla suçladı.
Filistin’in ulusal birliği, İsrail’e yöneltilmiş en tehlikeli silah. Özellikle de bu birlik, Arap devrimlerinin tutuşması, diktatör rejimlerin belkemiği ve Arap ılımlılık ekseninin omurgası olan Mübarek rejiminin çökmesiyle birlikte güçlü biçimde dönüyor. Bu eksen, İsrail’le barış dileniyor, Filistin ve Lübnan’daki direniş hareketlerine komplo kuruyordu. Bu bağlamda İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun Filistin uzlaşısını haber aldıktan sonra paniklemesini garipsemiyoruz. Kendisi bir önceki gün Filistin lideri Mahmud Abbas’ın İsrail’le Hamas arasında tercih yapması gerektiğini belirttiği açıklamalarında bu panik halini ifade etmişti. Abbas’ın bu anlaşmayı yapması halinde İsrail’le barış anlaşması imzalaması mümkün olmayacak.
Abbas, İsrail’le hileli bir barışa karşı Hamas’la barışı seçerek iyi yaptı. Zira kendi halkının evlatlarıyla anlaşmak ve alçaltıcı müzakerelere nokta koymak, gerçek bir ulusal ipotektir. Bu ipotek, Gazze’ye saldırı, daha fazla yerleşim birimi ve Filistin değişmezlerinden ödün vermeye yaklaşmak dışında bir şey getirmeyen barış girişimlerinden sonra, Filistin halkını özgürlük ve bağımsızlık yoluna koyuyor. Filistinliler, ABD ve İsrail’in korku düğümünden kurtulmaya başladı ve üçüncü intifadasını patlatmaya hazırlanıyor. Abbas’a yönelik boş tehditler savuran Netanyahu, yanlış bir hareketiyle bu intifadanın fitilini ateşleyebilir.
Diplomaside keskin dönüş
Filistin uzlaşısı, sadece halkın taleplerini somutlaştırdığı için değil, aynı zamanda devrimden sonraki Mısır’ın, zeminine dayandığı için de mukavemet gösterecektir. Mısır, yolsuzluğun, İsrail ve ABD’ye köleliğin kalıntıları arasından isyan eden biri gibi ayaklanan genç bir kadın olarak bize dönüyor. Devrimin başarısının, Mısır diplomasisinin düşmanlara değil, Arap halklarına hizmet etmek için dönüşü bölgedeki stratejik dengeleri değiştirecek. Bu dönüşün işaretlerini görmeye başladık bile. (Londra’da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi Genel Yayın Yönetmeni, 28 Nisan 2011)
Tek bir Filistin
Star – 02.05.2011
Kahire’den Çarşamba akşamı gelen şaşırtıcı haberler iyi haberlere dönüşebilir. Filistin Halkı için, Ortadoğu’da barış için ve İsrail için iyi haberler. El Fetih ve Hamas arasındaki barış hala çeşitli sınavlardan geçmek zorunda ve bu konuda pek çok soru işareti var. Bu adımın sonuçlarının ne olacağı konusunda hüküm vermek için çok erken; ancak Filistinli iki grubun temsilcilerinin baş harflerini içeren bir imzanın, olumlu ve aynı zamanda olumsuz sonuçları olabilir. Olumlu senaryo ile başlayalım. Eğer iki taraf da niyetlerinde samimiyse; iki oluşumun liderleri de, bir Filistin devleti ve İsrail işgalinin sona ermesi yolunda ilerleme elde etmek için Filistin birliğinin daha önce hiç olmadığı kadar önemli olduğunu anlıyorlarsa ve iki taraf da, BM Genel Kurulu’nun bir Filistin devletinin tanınması için oylama yapmasından birkaç ay önce omuzlarına yüklenen bu tarihi rolün farkındaysa, o zaman bu umut verici bir adım olabilir.
Filistinliler için; Hamas ve El Fetih, Gazze ve Batı Şeria arasındaki ayrılık, iki hükümetli bir halk ve işgal altındaki bölünmüş topraklar bir faciaydı. İsrail’i öyle bir pozisyona getirdi ki, İsrail’in hiç bir Filistinli ortağı olmadığı iddiası kulağa biraz mantıklı bile geliyordu. Mahmut Abbas ile muhattap oluyorsunuz; fakat Filistin topraklarının yarısında yaşayan Filistin halkının yarısını temsil ediyor. Bu sebeple ilk soru, niyetlerin samimi olup olmadığıdır. Ne yazık ki geçmiş bize, iki ayrılıkçı grubun imzaladığı bir anlaşmaya her zaman riayet edilmediğini ve dar politik kaygıların ulusal olanlardan her zaman daha güçlü olduğunu gösterdi.
Bu sebeple bu sefer işlerin farklı ilerleyeceğini ve niyetlerin gerçekten de samimi olduğunu umut edelim. Dünkü haberlerin iyi haberler olmasını sağlayacak ikinci koşul, Hamas ve El Fetih’in, yani her iki tarafın, sadece bir Filistin birliğine ulaşmak için değil, aynı zamanda Filistin halkı adına gerçek bir ilerleme elde etmek için de fedakarlık yapmaları gerektiğini anlamaları. Birlik Hamas’ın El Fetih’e, uluslararası arenada ve İsrail’le yüzyüze bir politik sürece devam etme imkanı vermesi anlamına geliyor. Bu, Hamas’ın Dörtlü’nün koşullarıyla baş etmesi gerektiği anlamına geliyor; böylece Hamas politik süreçte meşru bir ortak olabilir. Aynı zamanda El Fetih, son seçimden sonra olanların tersine, Hamas ile güç paylaşımı konusunda daha açık ve cömert hale gelmek zorunda. Bu gerçekleştiği zaman, Hamas politik hırs ve tavırlarından taviz verecek ve El Fetih da Hamas ile gücü gerçekten paylaşmaya razı olacak; o zaman gerçek bir birlik hükümeti için ve Batı Şeria ve Gazze’de özgür seçimler için yol açılmış olacak. Bir sonraki adım adil seçimlere, sonuçlara ilk olarak bütün Filistinli tarafların ve tüm Filistin halkının riayet etmesini sağlayacak derin bir anlayışla gidilmesidir. Planlandığı gibi sekiz ay içinde gerçekleşirse, Filistin halkı yalnız Arap ülkelerine değil, tüm dünyaya olumlu bir örnek oluşturacak, bir demokrasi dersi ve iki ana politik grubuyla Filistin halkının, kendi özgür ve demokratik devletini inşa edecek kadar olgun olduğu mesajını verecek.
Eğer tüm bunlar gerçekleşirse, İsrail dahil tüm dünya Hamas’a, Gazze’ye ve Filistin halkına karşı tavrını değiştirmek zorunda kalacak. İster birlik hükümeti ister demokratik olarak seçilmiş bir hükümet olsun, İsrail dahil tüm dünya, bunu ne göz ardı ne de boykot edebilecek. Bu da her geçen gün, kendi ayakları üstünde durabilen bir Filistin devletini desteklemeye daha açık ve İsrail’in tekrar tekrar yola koyduğu engellere karşı daha az sabırlı hale gelen uluslararası ruha ivme katabilir. Bu çerçevede hükümetimin barışa karşı otomatik ve kör tepkisi beni hayal kırıklığına uğrattı. İçlerinde Başkan Şimon Peres, Başbakan Benyamin Netanyahu ve Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman’ın bulunduğu resmi İsrail; fırsatı görmek ve ona bir şans vermek yerine, yine Ortadoğu’da barış yolunda umuda pek yer bırakmayan eski, habis, hırçın ve kuşkucu tavırla tepki verdi. Hükümetimin bu gelişmeyi, hala mevcut olan sorun, tehlike ve soru işaretlerini gözardı etmeden desteklemesini, bir umutla buyur etmesini beklerdim.
Daha az iyimser olan senaryo ise, Hamas ve El Fetih’in barış konusunda samimi olmadıkları ve Hamas veya El Fetih’in daha önce olduğu gibi, Gazze ve Batı Şeria’yı demokratik olmayan bir yolla ele geçirmeyi planladıkları. Diğer bir tehlike de, ikisinin arasında daha uç olan grup olan Hamas’ın, El Fetih’i ve tüm Filistin halkını, İsrail Devleti’ni yıkmak gibi İsrail’in asla kabul edemeyeceği daha da uç tavırlara zorlaması. Eğer sonunda Hamas’ın radikal fikirlerini benimserlerse, Filistin halkı, şu anda neredeyse dünyanın tümünde varolan kamuoyu sempatisini tekrar kaybedebilir.
Ortadoğu’da her zaman olduğu gibi anahtar hala Washington. Eğer Washington şansı kaçırmaz ve değişiklik olsun diye dünyanın süper gücü olarak sorumluluğunu üstlenirse, birlik hükümetini tanımak, karşılamak ve Filistin halkını, İsrail devletini tanımayı da içerecek, sağduyulu tavırlara itmek durumunda kalacak. Aynı zamanda Amerikalılar İsrail’i, yalnız birlik hükümetini tanımak değil aynı zamanda gelecekte demokratik olarak seçilmiş Filistin devleti ile bir anlaşma yapmaya çalışmaya zorlamak durumunda da kalacaklar. Avrupa ve tüm dünya Amerika’yı takip edecek; hem Gazze’deki kuşatma hem Hamas boykotu sona erecek. Gelecek hafta ve aylar, Çarşamba günü Kahire’de olanların gerçekten Ortadoğu’da yeni bir devrin açılışı mı, yoksa sonu olmayan bir çatışmada umutsuz bir başka bölüm mü olduğunu gösterecek.
Afganistan – Pakistan
ABD önce destekledi, sonra vurdu
Vatan – 02.05.2011
ABD önce destekledi, sonra vurdu Dünyanın en çok aranan isimlerinden birisi olan el Kaide lideri Usame bin Ladin, ABD’ye yönelik çok sayıda saldırının sorumlusu olarak gösteriliyordu.
Bin Ladin’in ABD’ye yönelik en ağır saldırısı 11 Eylül 2001’de oldu. Dünya Ticaret Merkezi kulelerine ve Pentagon’a uçakla düzenlene saldırılarda yaklaşık 3 bin kişi hayatını kaybetti.
Bin Ladin’in bu tarihten bu yana Pakistan ve Afganistan sınırında saklandığı düşünülüyordu. 2001 yılında başlayan ABD’nin Afganistan operasyonuyla iktidarı kaybeden Taliban’ın bin Ladin’in gizlenmesine yardımcı olduğu belirtiliyor.
Milyarder Suudi bir işadamının oğlu olan bin Ladin için ABD 11 Eylül’den sonra küresel bir insan avı başlattı. 2007 yılında Amerikan Senatosu, öldürülmesi ya da yakalanması için konulan ödülü iki katına çıkararak 50 milyon dolara yükseltti.
Bin Ladin, Yemen kökenli babası Muhammed bin Ladin’in 50 çocuğundan 17’cisi olarak 1957 yılında Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da dünyaya geldi.
ABD ÖNCE DESTEKLEDİ, SONRA VURDU
Bin Ladin, Afganistan’ın Sovyetler Birliği işgali sırasında CIA desteğiyle işgale karşı mücadele eden en önemli gruplardan birisinin lideri olarak biliniyor.
Sovyetlerin, ABD ve Pakistan destekli mücahitlerle mücadeleyi kaybederek, Afganistan’dan çekilmelerinin ardından bin Ladin ve Taliban’ın ABD’ye karşı cephe aldığı belirtiliyor.
11 Eylül sonrası da bin Ladin ailesi ile dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney arasında ticari işbirliğinin bulunduğu ortaya çıkmıştı.
İki Afganistan var
Taraf – 01.05.2011 / NEŞE DÜZEL
AFGANİSTAN Cumhurbaşkanı Karzai’nin Danışmanı Spantan Taraf ’a konuştu: İki Afganistan var. Bir yanda güzel bir hayatı seven, kalkınmak isteyenler… Diğer yanda teröristler. On yılda çok mesafe aldık.
Taliban’ın Ankara’da büro açmasının tartışıldığı sırada, Türkiye Yazarlar ve Gazeteciler Vakfı’nın davetlisi olarak Afganistan’daydık. Konuyu, Afganistan Cumhurbaşkanı Karzai’nin Milli Güvenlik Danışmanı ve eski dışişleri bakanı Rengin Spantan’la konuştuk. 2001’de Amerika’nın Afganistan’a askeri operasyonuyla iktidardan devrilen Taliban’ın son on yıldaki dönüşümünü ve Ankara’da büro açma noktasına gelişini Karzai’nin en yakın adamı olan Rengin Spantan’a sorduk. İkisi köpekli tarama olmak üzere on ayrı güvenlik noktasından geçerek kendisine ulaşabildiğimiz Rengin Spantan’dan, yolu Türkiye’den de geçen uluslararası uyuşturucu ticaretiyle ve küresel terörizmle ilgili çok çarpıcı cevaplar aldık. Türkiye ile paralelliklere doğrusu şaşırdık. Afganistan’ın önde gelen politikacılarından olan Rengin Spantan gençliğinde Türkiye’de bulunmuş, Mülkiye’de okumuş ünlü Maoculardan…
Taliban’ın büro açmasını destekliyoruz
Taliban’la değişik düzeylerde konuşuyoruz, barış görüşmeleri yapıyoruz. Bu savaş sonsuza kadar süremez. Biz Taliban’ın içinde ve yönetiminde barış isteyen insanlar olduğunu biliyoruz. Taliban’ın Ankara’da büro açmasını da destekliyoruz. Çürkü Türkiye devletiyle ve milletiyle bizim en çok güvendiğimiz ülkedir. Sizin iç sorunlarınıza karışmıyorum. Hükümeti seversiniz sevmezsiniz. Ama Afganistan konusunda hükümetinizin politikası gerçek bir dostluğu sergiliyor. Gidin sokaktaki her Afganlıya hangi devlete en çok güveniyorsun diye sorun. Hepsi “Türkiye” der.
Medrese sistemi reforme edilmeli
Terörizmin sonuçlarına değil, nedenlerine gitmek zorundayız. Dünyanın bu coğrafyasında, özellikle de Pakistan’ın sınır bölgelerinde uluslararası terörizmin merkezlerinin bulunduğunu biliyoruz. Bu terör merkezlerini yok etmeden, terörizmle savaşı kazanamayız. Terörizmin nedenlerine gitmek zorundayız. Pakistan’daki eğitim üsleri var. Pakistan’daki medrese sistemini reforme etmeden ve ülkenin belli bölgelerinde modernleşmeyi hızlandırmadan uluslar arası terörizmle baş edemeyiz. Bir de şu gerçek var. El kaide, belli bir ülkenin istihbaratının kullandığı bir gruptur.
Teröristler siyasete girsin
Dünyada terörizmle mücadelenin bir garantisi yoktur. Özellikle büyük şehirlerde bir intihar bombacısına karşı ne yapabilirsiniz ki? Bu yüzden biz, barışa hazır olan Taliban elemanlarını kazanmaya çalışıyoruz. Bu militanları, normal bir yaşama sokmaya, siyasi yaşama adapte etmeye uğraşıyoruz. Siyasete girsinler. Siyasete girmek, onların haklarıdır.
Halk Taliban’a niye destek versin
2006 yılına kadar bu ülkede insanlar, uluslar arası güce aktif olarak destek verdiler. Ama bir sürü hata yapıldı. Gece yarısı insanların evlerine gidildi, yasadışı tutuklamalar oldu. Bütün bunlar halkın tepkisine yol açtı. Biz, sivil halkın Taliban’a destek vermesine yol açtık.
Şu anda bizim tahminimize göre Taliban’ın sayısı 20-25 bin. Bu ülkede, bir de adam kaçıran çeteler, yasa dışı gruplar var. Bu çeteler de, meşrulaşmak için kendilerine Taliban diyor. Esas Taliban grupları, Pakistan’da yerleşiktir.
ABD ve OECD’nin rakamları farklı
Taliban tek nedenli bir olgu değil. Pek çok nedeni var. Afganistan’da fakirlik ve açlık, bazı Afrika ülkelerinden daha fazla değil. Neden o ülkelerde Taliban çıkmıyor da, Afganistan’da çıkıyor? Dünya ekonomilerinin küreselleşme sürecinde başka küreselleşmeler de var. Suç ve uyuşturucu da bunlardan biri. Amerikalılarla yeni tartıştım bu konuyu. Amerikalılar, 2 milyar dolarlık uyuşturucu gelirinden Taliban’a yılda 50 milyon dolar kaldığını söylüyor. OECD ise Taliban’ın uyuşturucudan aldığı payı 430 milyon dolar olarak veriyor. Aslında uyuşturucu gelirinin büyük kısmı uluslararası uyuşturucu tüccarlarına gidiyor.
Ülkeyi savaş ağaları da çürütüyor
Afganistan’da, devleti zayıflatmak isteyen sadece uyuşturucu tüccarları değil. Vergi vermeyen gayri resmi ekonominin adamları ve savaş ağaları da böyle karışık bir Afganistan istiyor. Bu üçünün gücü ve parası o kadar büyük ki!
Yılda iki bin intihar bombacısı çıkıyor
Pakistan’da kırk bin civarında medrese var. dinsel eğitim veren bu medreselerin iki bini aşırı eğilimli olsa ve her biri yılda bir intiharcı üretse, bu medreselerde yılda iki bin intihar bombacısı üretiliyor demektir. Bu medreselere 13-15 yaşındaki gençler gidiyor. Bizim bu gençleri topluma kazandırmamız lazım. Çünkü bunları yakalayıp cezaevlerine atmak başka insani sorunlar yaratıyor.
Amerika Pakistan’ı niye zorlamıyor
Amerika Pakistan konusunda çok dikkatli ve tedbirli. Nükleer silaha sahip 180 milyon nüfuslu etnik ayrılıkçı hareketlere sahne olan bir ülke bu. Pakistan toplumunda entegrasyon çok güçlü değil. Her etnik grup kendi devletini istiyor. Amerikalılar, Pakistan’ı çok zorlarlarsa, bu ülkeden birkaç devlet çıkmasından korkuyorlar. Peştun, Beluci, Sih devletlerinin kurulması, bölgede siyasi coğrafyayı değiştirir. Amerikalılar dengeyi bozmak istemiyorlar. Biz bu konuyu onlarla çok tartıştık.
Taliban’ı ABD, Suudiler ve Pakistan yarattı
Aslında Afganistan Pakistan’ın işgali altındaydı. Amerika’nın harekatıyla Afganistan bu işgalden kurtuldu. Oysa başlangıçta Taliban, Sovyetler Birliği’ne karşı bir projeydi. ABD, Suudi Arabistan ve Pakistan bir araya gelip Taliban projesini ürettiler. Sonra bu proje işlemedi. Pakistan’ın subayları hep Afganistan’daydı. Milli duygulara sahip olan Taliban önderlerinin hepsini öldürdüler. Sadece Pakistan’a yakın Taliban önderlerini bıraktılar. Bunlar da kadınlara karşı cinsel ayırımcılık uyguladılar. Kadınlar soğa çıkamadı, okula gidemedi…
Bu arada Afganistan uluslararası terörizmin merkezi oldu. El Kaide’nin kampları kuruldu.
Teröristi öldürmek çözüm değil
Teröristlere karşı büyük bir operasyona hiç gerek yok. Teröristi öldürmek çözüm değildir. Ona yardım etmek, ona eğitim ve gelecek vermek çözümdür. Yardım etmek gelecek vermek çözümdür. Afganistan ve Irak harikatları birbirinden çok fraklıdır. Bence Amerika’nın Irak’a müdahalesi uluslararası yasalara aykırıdır. Afganistan’da ise Güvenlik Konseyi’nin kararları vardır. Diktatör Saddam’ın yerine gerçek bir demokratik alternatif getirememek, El Kaide’nin tabanını genişletti. Örgütün, bomba yapma ve intihar bombacısı yaratma gibi teknik yeteneklerini güçlendirdi.
Kadının özgürleşmesi çok zor
Biz, modernleşme sürecine 1919’da başladık. 1921 ‘de devrimci bir kral vardı burkayı yasakladı. Ama Afganistan Müslüman, Doğulu ve geleneksel bir ülke hâlâ. Müslüman insanın kadın konusundaki yaklaşımı çok geleneksel ve ataerkil. Kadının özgürleştirilmesi çok dertli bir süreç. Kadının konumu, geleneksel, kültürel ve ideolojik bir sorundur. Bu geleneksel kültürü ve yapıları değiştirmeden olmaz. Eğitimli Afgan da kadını eşit insan olarak değil, “şey” olarak, “namus” olarak görüyor. Daha önümüzde çok uzun bir yol var… Bu yapıları değiştirmeden, bu ataerkil kültürü…. Çoğunluğu öyledir. Batılı yaşamış, eğitim görmüş olanlar da öyledir…. Kadını hâlâ eşya olarak görüyor, insan olarak değil. Eğitimlisi de öyledir. Bugün anayasamıza göre kadın ve erkek eşit ama hayatın içinde pratikte bu yaşanmıyor. Yalnız şu var. Bugün Afganistan’da gördüklerinizi 2005 yılında göremezdiniz.
İki tane Afganistan var
İki tane Afganistan var. Bir yanda güzel bir hayatı seven, gelişmek, kalkınmak isteyen insanlar var. Öbür yanda teröristler var. Düşünün… 2001 de, Taliban döneminde Afganistan’da sadece bir radyo vardı. Televizyon yoktu. Radyoda da müzik yoktu. Bugün Afganistan’da 600 den fazla gazete ve dergi, ulusal yayın yapan 21 televizyon kanalı, 1001’ü aşkın özel radyo var. Bütün bu kazanımlar son on yılda oldu. Lütfen gazeteci olarak bu kazanımları dikkate alın.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 2 Mayıs 2011
İletişim: www.kureselbak.org, kureselbak@gmail.com; 00905362196341