27 Nisan – 3 Mayıs 2010 Küresel Bak Bülteni

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Küresel BAK Etkinlikleri

Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi

Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin yedincisinde Görkem Yeltan ve Yıldız Önen’in yazar ve dönem hakkındaki kapsamlı sunumlarından sonra Samiha Ayverdi’nin İbrahim Efendi Konağı isimli kitabını tartıştık.

Kitap 1964 yılında yazılmış olmasına karşın “Osmanlı İmparatorluğu’nun yıldızı söneli asırlar olsa da aldatıcı ışığının hala gözleri kamaştırdığı” bir İstanbul asilzadesinin anı ve gözlemleri olarak değerlendirildi.”Dünün insanı bugünün insanından daha mutlu ve kazançlı değil miydi?” diyen 40 roman yazmış bir kadın yazarın görüş ve yaklaşımlarını tartıştık.

Tekkeleri bir psikolojik tedavi merkezi olarak gören, “Rolünü ihmal etme”, “Halk için hak yolunda hizmet et” düsturu benimsemiş, “değişim, dönüşüm ve gelişim”e inanan bir dergahın sohbetlerine katılmış, müridi olmuş ve kendini hümanist olarak tanımlayan bir yazar olarak, incelediğimiz kitabın bir çok yönü ile yoğun bir savaş söylemi içerdiği konusunda hemfikir olduk.

Doğuyu ve batıyı çok iyi tanıyan ama sentezine inanmayan yazar bu üslubuyla daha baştan kendi görüşleri dışındaki her şeyi, batı görüş ve felsefesini, Osmanlı Devleti’nde yaşayan diğer halkları, kendi yaşadığı ve ahlakını benimsediği konağın dışındaki konak, köşk, ev ve çevrelerdeki yaşam anlayışı ve felsefesini hatta hatta amca evi olan İbrahim Paşa Konağı’nı bile ötekileştiren bir anlayışa sahip olduğunu konuştuk.

Demokrasiyi “düşük çeneli bir rejim”, “dedikodu rejimi”, “makine medeniyeti”, “Garbın 19.yüzyılda saptığı maddecilik mezhebi” olarak tanımlayarak, farklı görüşlerin tartışılmasına, katılımcılığa karşı olduğunu anlıyoruz. Kölelik meşrulaştırılıp normalleştirilirken köle kalfa ve halayıkların bu hayattan ne denli hoşnut ve mutlu oldukları, kölelerin hasletleri uzun uzun anlatılmaktadır.

Toplumda yaşayanları aktif ve pasif unsurlar olarak sınıflayarak, “biyolojik zaruretler”den söz ederek,”insanı da bu hayvanı da bu…lokmayı, rahatı fazla kaçırdı mı çifteleyecek adamı arar….indir nafakasını, koş işe,bak nasıl yola gelir” diyerek acımasız bir ayrımcılık yapıp sosyal Darwinizme battığını gördük.Yeni doğan iki bebekten birini daha doğum anından itibaren iyi ve kötü ruhlu diye sınıflandırması ise şaşırtıcıydı.

Osmanlı toprağında yaşayan diğer halkları ve dinleri, Ermeni, Rum, Musevi, Habeş, zenci diye etiketleyerek düşman ilan eden, “düşmanı küçük görmek zafer devrinden kalma alışkanlıktır” diyerek ayırımcılığın, ırkçılığın hasını yaptığını konuştuk.

Kadınlara bakışı ise, entelektüel birikimi, deneyimi yaşadığı döneme göre çok üstün olan bir kadın yazar için oldukça çarpıcıydı;”Şifahi kültürde kadın cahil değil çünkü iş işliyor”, “Kadın kısmını önüne alıp esaslı meselelerin muhatabı kılmak onu şımartmak ve haddini bilmez etmek demekti”, Meşrutiyet ve sonrası dönem için “ Kadın tahtından inmiş ve sokaklara dökülmüştü. Evinden çıkmıştı ve bir daha da dönemeyecekti. Çalışan kadınlar çocuklarını başkalarına baktırarak makineleşmiş çocuklardan oluşan yeni bir dünya düzeni kuruldu”.

Savaşlara bakış açısı ise çok çelişik ve objektif olmaktan uzaktı. Savaş eğer Osmanlı Devleti’nin başlattığı bit savaş ise “Bir medeniyet, irfan ve ideoloji savaşı olarak Osmanlı istilaları”, “ Dünyayı titreten böyle bir dostun gölgesine sığınan Almanya’nın kimden korkusu olabilirdi ki?”, savaş işgal altındaki halkların başkaldırısı ise “Türk idaresindeki huzurlu adaleti tercih etmeyen Rumeli Panislavizmi”, Filistin ve Irak Cephesi için “Evvelden satın alınmış halktan destek gören düşman” idi.

Savaş ve şiddet aile ilişkilerinin içine de işlemişti. İbrahim Efendi Konağında huzur ve hoşgörü yoktu. Otoriter, çevresinin görüşlerine değer vermeyen, kendi görüşlerini dayatan bir baba, ona benzer özellikleri olan büyük kız evlat, birbirini saymayan yok kabul eden kardeşler, eşler arasında tatsızlık ve düzensizlik,cehenneme dönmüş evlilikler, kalfa ve halayıklar arasındaki cepheleşmeler, aile düzenini sabote eden “yabancı mürebbiyeler”,çıkarcı azınlık terzi, bohçacı ve esnaf… Yazarın ötekileştirdiği bu Konak dışında kendi yaşadığı evde ise “cennette zaman nasıl geçer bilinmezmiş”.

Bunların yanı sıra elbette ki barışı anlatan aşk tanımları, huzurlu ve dingin gündelik yaşamın betimlemeleri, lonca sisteminin adaletli işleyişi anlatımları, savaşın etkilerinin çok iyi betimlendiği göç acılarının anlatımları, muhacirlik, açlık, savaş zenginleri, ekmeksiz sabunsuz, şekersiz, bitli, tifüslü, veremli İstanbul anlatımlarından beğeniyle söz edildi.

Bir roman mı, tarih yazını mı, anı mı olduğunu da tartıştığımız kitap için yazar “efsane zannedilecek kadar muhteşem ve refahlı geçmiş o devrin son yıllarını idrak etmiş olan” birinin takdimi olarak tanım yapıyor.

Atölye katılımcıları yazar ve kitabı ile tanışmaktan duydukları memnuniyeti, başka bir kitabını okuma arzularını dile getirmekle birlikte,  yazar ve kitabın ötekileştirici atmosferine kapılarak zaman zaman birbirinden farklı görüşler için, savaş söylemlerinin tuzağına düşmekten de kendilerini alamayarak, tartışmaya girdiler. Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nde bir araya gelme amacımız, barışı arayışımız, barış kültürünü içselleştirmemiz, iliklerimize işlemiş yaygın savaş söylem ve davranışlardan kendimizi arındırmak için çaba göstermek olduğu için bu türden tartışmalar yapmak kendimizi fark etmemiz açısından değerlidir.

Atölye takvimimiz;

  • 11.05     Y.K.Karaosmanoğlu          Kiralık Konak
  • 25.05.    E.Hemingway                      Çanlar Kimin İçin Çalıyor
  • 08.06     A.H.Tanpınar                      Beş Şehir
  • 22.06.    L.Tolstoy                              Savaş ve Barış

Dünyadan Haberler

‘Filistin barışı bir yanılgıdan ibaret’

29 Nisan 2010 – Guardian

İsrail’in en önde gelen siyasi analistlerinden Meron Benvenisti, bağımsız Filistin devleti müzakerelerinin, statükoyu devam ettiren ve barış umutlarını zaman kaybına dönüştüren bir yanılgı olduğu görüşünde.

Bugün 76 yaşında olan Benvenisti, İsrail-Filistin çatışması hakkında son 40 yıldır yorum yapan, yazılar yazan ve tartışmalara şekil veren bir isim. Yerleşmiş inanışlara karşı çıkan karakteriyle tanınan Benvenisti, ABD Başkanı Barack Obama’nın tarafları müzakere masasına oturtup bir sonuca varmalarını sağlamayı başaramayacağından emin.

Benvenisti, 1967’de başlayan işgalin tersine çevrilemez olduğuna ile İsrailliler ve Filistinlilerin çatışmayı sona erdireceğine inanılan iki devletli çözümden başka bir seçenek bulmaları gerektiğine inanıyor.

“Günümüzde Filistin devleti hakkında dile getirilen görüşlerin hepsi bir kandırmacadan ibaret” diyen Benvenisti, barış sürecinde kullanılan söylemin hatalı olduğunu ve bu söylemin kullanılmasının statükoyu sürdürmekten başka bir sonuca varmayacağını söyledi. Benvenisti, “İki devletli çözüm mücadelesi tedavülden kalktı” dedi.

Ancak ABD’nin İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Filistin Yönetimi Devlet Başkanı Mahmud Abbas arasında “yakınlık görüşmelerini” başlatması için görevlendirdiği Ortadoğu özel temsilcisi George Mitchell, aynı fikirde değil. Yahudi çoğunluğunun ve İsrail’in demokratik karakterinin Filistin devleti kurularak ortadan kalkacak işgal sayesinde kurtulacağına inanan Yahudiler de Mitchell’ın duruşunu destekliyor. Diğer yandan, Abbas ve Filistin Yönetimi Başbakanı Selam Fayyad bağımsızlık için uğraşırken, Filistinliler bu beklentiye giderek artan bir şüpheyle bakıyor.

“KUTSAL MANZARALAR”

Benvenisti’nin “Sacred Landscapes” yani Kutsal Manzaralar adlı kitabı, İsrail-Filistin çatışmasını bireysel ve siyasi açıdan ele alan en iyi çalışmalardan biri. Filistinlilere ve topraklarına bağımlılığına sempatiyle değinen Benvenisti, Siyonist hareketi de “Filistinlilerin yerine geçen bir topluluk” olarak tanımlıyor.

“İsrail’in egemenliği artık tamamlandı” diyen Benvenisti’ye göre, Filistinliler İsrail’in içinde, Batı Şeria’da, Doğu Kudüs’te, Gazze Şeridi’nde ve diasporadaki Filistinliler olmak üzere beş gruba ayrıldı.

Benvenisti, bu koşullar altında, Filistin’in tarihi topraklarının sadece yüzde 10’unda Filistinlilerin çeyreğine bile ev sahipliği yapmayan bir “devlet” kurulmasının yanlış olduğunu ve bunu kabul edecek Filistinli liderlerin kendi amaçlarına ihanet edeceklerini belirtti.

Ancak, Benvenisti’ye göre Filistin Devleti için düşünülen bölge Yahudi yerleşimleri tarafından kuşatılmış, sadece yollar ve askeri alanlar içeren çok daha küçük bir alan varsayıyor.

ÇÖZÜM NEREDEYSE İMKÂNSIZ

1980’lerden bu yana hiçbir şey değişmemiş gibi bu slogana sarılmanın kolay bir çözüm olduğunu ifade eden Benvenisti, iki devletli çözümün bir işe yaramayacağını ifade etti.

İsrail’in Batı Şeria’daki egemenliği yerleşimlerin veya yerleşimcilerin sayısına dayanmıyor. Yerleşimler tamamen İsrail toplumuyla bütünleşmiş durumda. Alabilecekleri tüm toprakları aldılar. Geri kalan bölgeler ise İsrail ordusu kontrolünde.

Benvenisti, Guardian’a verdiği röportajını şöyle bitirdi: “İsrail solu bizleri 1967 öncesinde çizilen yeşil hattın kalıcı olduğuna ve kötü olan her şeyin işgalle başladığına inandırmak isteyecektir. Ancak bu yanlış bir tanımlama. Yeşil hat sadece Filistinlilere aittir, İsrail’e değil.”

Filistinlilerin gittikçe “kesin Yahudi zaferini” kabullendiğini ve sadece oy ve insan hakları talep eden güçsüzler pozisyonunu alışmaya başladığını belirten Benvenisti, gerçeklikle hiçbir bağlantısı olmayan müzakereler ve konferansların barış sürecini tam bir zaman kaybına çevirdiğini ifade etti.

Sivil öldüren askere ‘uyarı’

Taraf29.04.2010

http://www.taraf.com.tr/haber/49216.htm

İsrail’de geçen ay dört Filistinli sivil askerler tarafından öldürülmüştü. Ordu olayı soruşturdu ve sorumluları uyarmakla yetindi. Barış yanlıları askerlerin dokunulmazlığından şikâyetçi.

Batı Şeria’da dört Filistinlinin öldürülmesinden sorumlu tutulan İsrail askerlerine uyarı cezası verildi. Olay hakkında yapılan idari soruşturmada, ölümlerin önlenebilir olduğu sonucuna varıldı. İsrail Genelkurmay Başkanı Gabi Aşkenazi, geçen ay meydana gelen olayların sivillerin ölümüne yol açmadan başka türlü sonuçlanabileceğini itiraf etti. 24 saat arayla meydana gelen ve dört Filistinli sivilin ölümüyle sonuçlanan olaylar, son yıllarda bölgede hüküm süren görece sakinliği tehdit eden en önemli gelişme olarak nitelendiriliyor. Birinci olayda, İsrail askerleri gösteri yapan sivillere ateş açarak iki Filistinliyi öldürmüş, ikincisinde ise bir İsrailli asker kendisine saldırdıklarını öne sürdüğü iki sivili öldürmüştü.

“Cezai soruşturma gerekir”

İsrail ordusu açıklamasında, sivillerin ölümleriyle ilgili yapılan soruşturma sonucu, bir albay ve bir yarbayın uyarıldığı, bir bölük komutanının da görevden alındığı duyuruldu. İsrail insan hakları örgütleri karara tepki göstererek, soruşturmanın askerlerin cezai sorumlulukları açısından yetersiz ve ordunun cezalandırmama kültürünün devamı olduğunu savundular. Barış yanlısı B’Tselem örgütünün sözcüsü Sarit Michaeli, İsrail güvenlik güçlerinin Filistinlilerin ölümü nedeniyle hesap vermelerine çok nadir rastlandığını söylüyor. Sözcüye göre her iki olayda da ceza soruşturması açılması gerekirken, idarî soruşturmayla yetinilerek askerlerin yasal sorumlulukları örtbas edildi.

Görüşmeler gelecek ay

İsrail ordusu sivil ölümleri ile ilgili eleştiri altındayken İsrail-Filistin barış görüşmelerini başlatmak için yapılan girişimlerin sonuç vereceğine dair güçlü bir işaret geldi. İsrail Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon, Filistinlilerle ABD aracılığında yapılan barış görüşmelerinin gelecek ay tekrar başlayabileceğini söyledi. Ayalon’un açıklaması, 2008 aralığında kesilen barış görüşmelerinin tekrar başlaması konusunda İsrail yetkililerinin bir süredir dile getirdikleri olumlu görüşlerin sonuncusu. Washington’da konuşan Ayalon görüşmeler için tam bir tarih ise vermedi.

JCall Çağrısı – 3 binden fazla Yahudi aydın, İsrail’in yerleşimlerle ilgili uyguladığı politikalardan vazgeçmesini istedi.

Guardian –  Sunday 2 May 2010

Avrupalı Yahudiler tarafından yeni kurulan “JCall” Grubu, Avrupa Parlamentosu’nun “İsrail Hükümeti’nin verdiği kararların sistematik olarak desteklenmesi”ne son vermesini istedi. İsrail’de yayımlanan “Haaretz” gazetesinin pazar günkü internet nüshasında verdiği bilgiye göre, 3 bin’den fazla Yahudi aydını tarafından imzalanan çağrı, özellikle Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da yeni yerleşim birimlerinin oluşturulmasının acilen önlenmesini talep ediyor.

Çağrının imzacıları arasında Fransız filozofu Bernard Henri-Levy, Alain Finkielkraut,  Yeşiller milletvekili Daniel Cohn-Bendit gibi isimlerin yanı sıra, Avrupa Parlamentosu’nun çeşitli Yahudi üyeleri de bulunuyor. Belgede, “Biz, bulunduğumuz ülkelerin siyasi ve toplumsal yaşamına aktif olarak katılan Yahudi kökenli Avrupalılarız. Kişisel durumlarımız ne olursa olsun, İsrail Devleti’yle olan ilişkimiz kimliğimizin bir parçası. Aramızda güçlü bağların bulunduğu bu devletin geleceği ve güvenliği, bizi çok endişelendiriyor” deniliyor.

Metin, “İsrail’in varlığının bir kez daha tehlikede olduğu tespitinde bulunuyoruz. Dışarıdan gelen tehlike hafife alınır gibi olmamakla birlikte, İsrail’e yönelik tek tehlike değil. Batı Şeria’nın ve Doğu Kudüs’ün Arap bölgesinin işgal altında tutulması, ayrıca bu bölgelerde sürdürülen yerleşim faaliyetleri sadece ahlaki ve siyasi birer hata olmakla kalmıyor, aynı zamanda İsrail’in bir devlet olarak meşruiyetinin kabulünü giderek güçleştiriyor” ifadesiyle devam ediyor.

Fransa Yahudi Dernekleri Temsilcileri Konseyi (CRIF) başkanı Richard Prasquier, metni sert bir şekilde eleştirdi. Prasquier, çağrının İsrail’in düşmanlarının eline güçlü bir koz vereceğini öne sürüyor.

Ayrıntılı bilgi için: http://www.jcall.eu

İran tehdidi’ni abartmaya gerek yok

Radikal – 27.04.2010 – Stephen M. Walt

İran’ın askeri kapasitesi ABD veya İsrail’inkiyle boy ölçüşemeyeceği gibi, ‘nükleer silahların tepkisel yayılması’ iddiası da sanıldığı kadar kesin değil. Nükleer sorunda yaptırımlar da işe yaramayacağına göre, Obama saldırı tehdidini masadan kaldırıp diyalog önerisinde bulunmalı

Bu blogu yazmaya başladığımda, İran’a karşı önleyici savaş fikrinin sırf Barack Obama ABD başkan oldu diye gündemden düşmeyeceğine dair uyarıda bulunmuştum. Mesele son günlerde ufak çapta tekrar gündeme geldi; Savunma Bakanı Robert Gates tumturaklı bir muhtıraya benzeyen açıklamalar yaparken, Genelkurmay Başkanı Amiral Michael Mullen Columbia Üniversitesi’nde bir konuşma yaparak bazı sözler sarf etti. Özellikle Mullen İran’a yönelik askeri harekâtın bu ülkenin nükleer silah kapasitesine sahip olmasını ertelemek konusunda ‘epey fayda sağlayabileceğine’ işaret etti, fakat bunun sadece bir ‘son çare’ olabileceğini ve desteklediği bir seçenek olmadığını açıkça belirtmekten de geri kalmadı.

ABD de terörü destekledi
İran konusunda sürekli alarm zilleri çalınmasının daha dikkat çekici veçhelerinden biri şu: İran’ın mevcut kapasitesi aslında hiç dikkate alınmıyor ve Tahran’ın tavrıyla ilgili her türden en kötü durum senaryolarına bel bağlanıyor. Aşağıdaki olguları herkesin dikkatine sunuyorum; büyük kısmı Londra merkezli saygın düşünce kuruluşu Uluslararası Stratejik Çalışmalar Enstitüsü’nün yıllık Askeri Denge raporunun 2010 baskısından alınma:
Gayrısafi milli hasıla: ABD 13.8 trilyon dolar; İran 359 milyar dolar (ABD’nin gayrısafi milli hasılası
İran’ın yaklaşık 38 katı).
Savunma harcaması (2008): ABD 692 milyar dolar; İran 9.6 milyar dolar (ABD savunma bütçesi İran’ın
70 katından fazla).
Askeri personel: ABD 1 milyon 580 bin 255 aktif, 864 bin 547 yedek (çok iyi eğitimli); İran 525 bin aktif;
350 bin yedek (kötü eğitimli).
Savaş uçağı: ABD 4 bin 90 (hava kuvvetleri, donanma, deniz piyadeleri ve yedekler dahil); İran 312 (görev yapabilirlikleri şüpheli).
Büyük savaş tankları: ABD 6 bin 251 (kara kuvvetleri + deniz piyadeleri); İran 1.613 (görev yapabilirlikleri şüpheli)
Donanma: ABD 11 uçak gemisi, 99 ana savaş gemisi, 71 denizaltı, 160 devriye gemisi, artı, büyük destek filosu; İran 6 ana savaş gemisi, 10 denizaltı,
146 devriye gemisi.
Nükleer silahlar: ABD 2 bin 702 konuşlandırılmış; 6 bin yedekte; İran, sıfır.
İran’ın, bir dizi terör örgütünü destekliyor ve çeşitli şekillerde gizli operasyonlar yürütüyor olsa da, İslam devriminden bu yana kimseyi işgal etmediği de bunlara eklenebilir. Aynı dönemde ABD de terör örgütlerini destekledi ve gizli operasyon-lar yürüttü. Bunun yanında aralarında Panama, Granada, Sırbistan, Sudan, Somali, Irak (iki kez) ve Afganistan’ın da olduğu bir dizi ülkeye saldırdı.
Yani hangi nesnel ölçüye vurursanız vurun şu görülür: Gizli güç, seferber haldeki imkânlar ya da bunları kullanma isteği bakımından İran ABD’yle aynı sayfaya bile konamaz. İran İsrail’den de ciddi ölçüde daha güçsüz; faal ve yedek asker sayısı İran’la aşağı yukarı aynı olan İsrail ordusu, çok daha eğitimli. İsrail ayrıca daha çok sayıda ve daha modern zırhlı birliklere ve hava kuvvetlerine, yanı sıra kendine ait hatırı sayılır bir nükleer cephaneliğe sahip. İran’ın güçlü müttefikleri yok, kaba güçle boyun eğdirme yeteneği sınırlı ve ideolojik temeli zayıf. Alarm zilleri çaldıran bazılarının düşündüğü gibi, İran Nazi Almanya’sının reenkarnasyonu falan değil ve kimseye yeni bir Holokost yaşatmaya hazırlanmıyor.
Bu konu üzerinde düşündükçe, İran’la ilgili saplantımız giderek daha tuhaf görünüyor. Elbette gayet kötü bir rejim söz konusu, fakat İran’ın gerçek gücü göz önüne alındığında, Amerikalı liderler daha ileri ekonomik yaptırımlara (ki işe yaramayacaklardır) destek toplamak veya yayılma gücü açısından hiçbir dişe dokunur işaret vermeyen İran’ı ‘caydırmak’ yönünde stratejiler üretmek için niye bu kadar vakit ve çaba harcıyor? Georgetown Üniversitesi’nden Philipp Bleek’in yayımlanmamış tezine göre, İran’ın müstakbel atom bombasının yeni bir bölgesel silahlanma yarışını başlatabileceği yönündeki uyarılar bile abartılı. Bleek’in tezi 1945’ten beri nükleer silahlanma tarihini inceliyor ve şu meşhur ‘nükleer silahların tepkisel yayılması’ iddiasına dair pek az kanıt buluyor. Bleek haklıysa, İran gelecekte bir gün ‘nükleer güç’ olsa bile komşularının onun yolundan gitmeyebileceği anlaşılıyor.
Yukarıdakine benzer basit sayısal veriler iki ülke hakkında veya İran’ın komşularına yaşatabileceği siyasi sorunlarla ilgili her şeyi anlatmıyor elbette. İran endişe kaynağı olan bir dizi eyleme imza atıyor, sözgelimi Lübnan’daki Hizbullah’a deste veriyor. İran’ın Afganistan’daki gelişmeleri etkilemek bakımından da belli bir kapasitesi var. Dahası, hem Irak’tan hem de Afganistan’dan öğrendiğimiz üzere, nesnel olarak zayıf düşmanlar yabancı bir işgalciye karşı ciddi direniş operasyonları düzenleyebiliyor. Ve saldırıya uğraması halinde İran, hiç hoşumuza gitmeyecek çeşitli missilleme seçeneklerine sahip; mesela İran Körfezi’ndeki nakliye gemilerine saldırabilir. Yani İran’ın mevcut zayıflığı ABD’nin gidip burayı hiç zarar görmeden bombalayabileceği anlamına gelmiyor.

Uzlaşma çerçevesi belli
Bütün bunlar şu anlama geliyor:
Bu nispeten küçük ‘tehdidi’ yerli yerine oturtmalı ve bildik tehdit tellallarının bizi yeni bir gereksiz savaşa sürüklemesine izin vermemeliyiz.
Benim izlenimim Amiral Mullen ve Savunma Bakanı Gates’in bunu anladığı yönünde. Umarım haklıyımdır.
Fakat yine de Obama yönetiminin cidden bir işe yarayabilecek tek stratejiyi neden denemediği sorusunun içinden çıkamıyorum: Güç tehdidini masadan kaldırın, Tahran’a onların canını sıkan ve bizim de canımızı sıkan meselelerde ciddi şekilde görüşmek istediğimizi bildirin ve İran’ın Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması’nın Ek Protokolü’nü onaylanıp uygulamasını, bunun ardından meşru amaçlarla ve silah üretimi düzeylerinin altında uranyum zenginleştirmesine izin verilmesini sağlayacak bir uzlaşmaya varmaya çalışın. Elbette bu da işe yaramayabilir, fakat mevcut gidişatımız ya da Mullen’in geçen hafta dem vurduğu o ‘son çare’ de işe yaramayacaktır. (Harvard Üniversitesi’nde profesör, Foreign Policy dergisine bağlı blogundan alınmıştır, 20 Nisan 2010)

Nükleer zirveye günler kala ortalık ısınıyor

Reuters-29 Nisan 2010

İran ve Mısır, ABD’de düzenlenecek Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) konferansında ittifak kurarak iki cephede büyük bir savaş vermeye hazırlanıyor: İsrail ve gelişmekte olan ülkelerin atom enerjisine erişim hakları.

İran Devlet Başkanı Mahmud Ahmedinecad’ın Pazartesi günü başlayacak ve 28 Mayıs’a kadar sürecek konferansa katılması beklenirken, bu ihtimalin gerçekleşmesi halinde ABD heyetini temsil edecek Dışişleri Bakanı Hillary Clinton ile karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz olacak.

Diplomatlar, Ahmedinecad’ın meydan okuyan bir tavır takınarak, ABD ve Batılı müttefiklerinin İsrail’in nükleer gücünü görmezden gelip, gelişmekte olan ülkelerin nükleer teknolojiye erişimlerini engellemeye çalışmakla suçlamasını bekliyor.

YENİ ANLAŞMA ŞART

2005 yılında düzenlenen son NPT konferansı, büyük çaplı bir felaket olarak kabul edilmiş, ABD ile Mısır ve İran arasında haftalar süren ağız kavgası ardından bir anlaşmaya varmadan sona ermişti.

Analistler ve BM’li diplomatlar, Kuzey Kore’nin nükleer silah üretmesinin önüne geçemeyen ve İran’ı uranyum zenginleştirmekten alıkoyamayan NPT anlaşmanın ardından, konferansta yeni bir anlaşmanın oluşturulmasını umuyor.

Kuzey Kore ve İran’ın nükleer programlarının önüne geçilememesinin yanı sıra, Pakistan’ın öncülüğünü yaptığı yasadışı nükleer materyal tedarik ağı ve nükleer silahsızlanmadaki yavaş süreç, NPT’nin yetersizliğini gözler önüne seren diğer faktörler oldu.

Öte yandan, NPT’nin kapsamı dışında kalan ülkeler de mevcut. Nükleer silahları olduğu varsayılan İsrail, bu iddiayı doğrulamaz veya reddetmezken, Hindistan ve Pakistan gibi anlaşmaya imza atmamış ülkeler konferansa da katılmayacaklar.

ANLAŞMA BÜTÜNLÜK SAĞLAMIYOR

Uluslararası Bilim ve Güvenlik Enstitüsü uzmanı David Albright, ABD Temsilciler Meclisi Dış ilişkiler Komitesi’ne, İran ve Kuzey Kore’nin nükleer programları bağlamında düşünüldüğünde NPT’nin etkinliği üzerinde şüpheler olduğunu ve konferansta anlaşmaya yasallık kazandıracak bir sonuç alınmasının çok büyük önem taşıdığını belirtti.

Kuzey Kore, NPT’den 2003 yılında çekilmiş, 2006 ve 2009 yıllarında nükleer denemeler yapmıştı. Batılı ülkeler bu tür gelişmeler karşısında anlaşmadan çekilen ülkelere daha sert cezalar verilmesini, BM denetimlerinin zorunlu hale getirilmesini ve nükleer silah geliştirilmesi için gerekli adımların zorlaştırılmasını önermişti.

Batılı temsilciler, başarılı geçecek görüşmelerin NPT’nin üç önemli esası olansilahsızlanma, silahların yayılımını önleme ve nükleer enerjinin barışçıl kullanımını sağlayabileceği görüşünde.

ABD’nin BM büyükelçisi Susan Rice, ABD ve diğer ülkelerin, bahsi geçen üç alanda başarı elde edilememesi halinde NPT’nin geçerliliği üzerindeki endişenin daha da artacağını bildiklerini belirtti.

OBAMA’NIN ROLÜ

Batılı diplomatlar ise, ABD Başkanı Barack Obama’nın görevini devraldığı George Bush’un aksine konferansta oy birliğiyle varılan bir anlaşma elde etmek istediğini ifade etti. Bir önceki konferansta, Bush yönetimi 2000’de düzenlenen NPT konferansında ABD, İngiltere, Çin, Fransa ve Rusya’nın verdiği sözleri inkâr ederek NPT altında nükleer silah bulundurma hakları olduğunu belirtmiş, bu açıklamanın dışında kalan 118 ülkenin oluşturduğu bloğu öfkelendirmişti.

Bush’un aksine, Rice, Obama’nın Nisan 2009’da yaptığı konuşmada “ABD’nin silahların yayılımını önlemek ve silahsızlanma konusunda ne kadar kararlı olduğunu” ortaya koyduğunu belirtti.

Mısır’ın BM büyükelçisi Macid Abdülaziz ise Obama’nın silahsızlanma için yaptığı hamleyi övdü ancak gelişmekte olan ülkelerin kendisinden daha fazlasını beklediğini, sadece İran’ın oluşturduğu nükleer tehdide odaklanılmaması gerektiğini belirtti.

İran, İsrail ya da hangi ülke olursa olsun, nükleer silahlanmaya karşı olduklarını belirten Abdülaziz, İran ile baş etmenin yolunun olabildiğince geniş bir nükleer silahlardan arındırılmış bölge oluşturmaktan geçtiğini söyledi.

Mısır, Ortadoğu’da nükleer silahlardan arındırılmış bölge oluşturmak için İsrail’in yer alacağı uluslararası bir konferans talep etti. Diplomatlara göre, ABD, Rusya ve diğer üç daimi BM Güvenlik Konseyi üyesi bu fikre açık ve Kahire ile bir anlaşmaya yapabilir.

Nükleer imtiyaza son!

Star – 2 Mayıs 2010

http://www.stargazete.com/dunya/nukleer-imtiyaza-son-haber-258893.htm

İsrail’in nükleer silahlarına ses çıkarmamakla suçlanan ABD, Ortadoğu’nun bütünüyle ‘nükleer’den arındırılmasını öngören yeni planı müzakereye açtı

İran’ın nükleer programını engellemek amacıyla yeni yaptırımlar için bastıran ve askeri müdahale seçeneğini de dışlamayan ABD, İsrail’in elindeki nükleer silahlara ses çıkarmayarak ikiyüzlü politika izlediği eleştirilerine karşı harekete geçti. ABD’nin itibarlı ekonomi gazetelerinden Wall Street Journal, Washington’un, Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılması konusunda adil bir çözümü öngören planı Mısır ile müzakereye açtığını bildirdi. Gazeteye konuşan ABD’li yetkililer, planın, ABD’nin bugüne kadar attığı adımların ötesine geçtiğine dikkat çekerken, bu alanda mesafe alınmasının, Ortadoğu’daki bütün ülkelerin mutabakatı ve Filistin-İsrail barış sürecinde ilerleme sağlanmasıyla mümkün olabileceğine dikkat çektiler.

SIRLAR İFŞA EDİLECEK

Nükleer silahların yasaklanması girişiminin bütün ülkelerin katılımı sağlanmadıkça anlamlı olmayacağını hesaplayan Beyaz Saray’ın, Türkiye, İsrail ve Arap ülkelerini içeren planı, nükleer sırlarını ifşa etmek zorunda kalacağını düşünen İsrail’de huzursuzluğa yol açtı. Wall Street Journal, konuyu Bağlantısız ülkeler ve Arap Birliği ile tartışan Obama yönetiminin, İsrail ile zaten gergin olan ilişkileri daha da kötüleştireceği yorumunda bulundu. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Türkiye’nin, İsrail’in sahip olduğu nükleer silahları gündeme getireceği kaygısıyla Washington’da yapılan nükleer güvenlik zirvesine katılmaktan vazgeçmişti.  Bu arada Obama’nın, nükleer silahsızlanma çabaları çarçavesinde bir ilke imza atarak ABD’nin nükleer stokunu tam olarak açıklayacağı bildirildi.

Türkiye’ye zaman tanıyın

İran’a yeni yaptırım konusunda isteksiz olan Çin ile Rusya’nın, uranyum takası konusunda Tahran ile Batı arasında arabuluculuk yapan BM Güvenlik Konseyi geçici üyelerinden Brezilya ile Türkiye’ye zaman tanınmasını istediği bildirildi. Batılı diplomatlar, Avrupa ve ABD’nin bu talebe itiraz etmediğini ve müzakerelerin Hazirana sarkacağını belirttiler.

Irak’ta bombalı saldırı: 1 ölü, 100 yaralı

Star – 2 Mayıs 2010

http://www.stargazete.com/dunya/irak-ta-bombali-saldiri-1-olu-100-yarali-haber-258967.htm

Irak’ın kuzeyindeki Musul kentinin yakınında düzenlenen bombalı saldırıda 1 kişi öldü, 100 kişi yaralandı.

Polis yetkilileri, kentin yakınında üniversite öğrencilerini taşıyan otobüslerin geçtiği sırada bir aracın içine yerleştirilmiş bombayla yapılan saldırıda ölen kişinin Hıristiyan bir dükkân sahibi olduğunu söylediler.

Otobüslerin Musul kentinin doğusuna düşen, Hıristiyanların oturduğu Hamdaniye kasabasındaki öğrencileri naklettiği belirtildi.

Emekli İngiliz ajan: ABD işkence yaptı

Taraf – 28.04.2010

http://www.taraf.com.tr/haber/49187.htm

Britanya’nın dış istihbarat servisi MI6’in 2006’ya kadar başkan yardımcılığını yapan Nigel Inkster, ABD’nin El Kaide ile mücadelede izlediği yöntemler arasında işkencenin de bulunduğunu ve pek çok uygulamanın ters etki yaptığını söyledi.

Eski MI6 ajanı, terör şüphelilerine işkence yapılmasını eleştirerek ABD’nin El Kaide tehdidine karşı aldığı önlemlerin abartılı olduğunu belirtti.

Inkster, Alexander Nicoll ile birlikte kaleme aldığı makalede suç potansiyeli taşıyan şüphelilerin adil yargılanması ve yasalara uygun şekilde cezalandırılması gibi bir amacın söz konusu olmadığını; bunların ordu tarafından alınarak özel tutuklu muamelesi gördüğünü, yargısız alıkonduklarını ve işkenceye maruz kaldıklarını iddia etti.

Terörizmle bağlantılı vakalarda, yasaları bir kenara bırakmanın ters tepki yaratabileceğini belirten Inkster, Batı’nın “demokratik değerlerle” bütünleştiği iddiasında olduğunu, bunlardan uzaklaşmanın ABD’nin itibarını sarsacağını vurguluyor.

Inkster, MI6 ve iç istihbarat MI5’daki üst düzey görevlilerin, eski ABD Başkanı Bush’un terörle savaş stratejisiyle ilgili endişeleri olduğunu ve birçoğunun Irak’ın işgalinin yasal olmadığını düşündüklerini de iddia ediyor. Makalede, Bush’un terörle mücadele için yaptığı aşırı harcamaların dünya ekonomisine zararının El Kaide lideri Usame Bin Ladin’in istediğinden muhtemelen daha fazla olduğu belirtiliyor.

Tanımlanmamış düşman

Inkster ve Nicoll’ün makalesinde Bush şöyle eleştiriliyor: “Kimse 11 Eylül’ün dehşetini unutamaz ve böyle bir saldırıyla karşılaşan hükümetin aşırı bir tepki vermesi kaçınılmaz. Ancak Bush, tanımlanmamış bir düşmana karşı kazanılamaz bir savaş ilan edeceğine, sorumluları kanun karşısına çıkartmaya daha fazla odaklansaydı her şey farklı olabilirdi.”

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 3 Mayıs 2010

İletişim: www.kureselbarisveadalet.org, kureselbak@gmail.com;

koalisyon@kureselbarisveadalet.org; 00905362196341

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.