V.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin on beşinci toplantısında Emrah Gürsel bize Filistin ile ilgili genel bir bilgi sunduktan sonra, Evren Ergeç İsrail vatandaşı Filistinli yazar Mahmut Derviş ve kitabı Unutulanı Anmak’ı (Unutulanın Anısı) tanıttı ve tartışmaya açtı.
Filistin topraklarında insan yerleşiminin geçmişi paleolitik çağa, M.Ö. 10 binlere, dayanmaktadır. Filistin ismi, M.Ö.1150’lerde, Mısır tapınaklarındaki hiyeroglif metinlerinde, Peleset, (P-r-s-t) olarak geçmektedir. Filistin terimi ilk kez M.Ö.5.yüzyılda, Antik Yunan’da, Heredot’un Tarihler Kitabı’nda, ‘Suriye’nin bölgesi Palaistine’ olarak geçer.
İsrailoğulları, Asurlular, Babilliler, Persler, Romalılar, Araplar(Emeviler, Abbasiler, Fatimiler), Osmanlılar ve İngilizler bu bölgede egemenlik kurarlr.
Bu topraklarda geçen son yüz yıl Filistinlilere sömürgecilik, sürgün, askeri işgal ve onu izleyen kendi kaderini tayin etme hakkı mücadelesi getirmiştir. Kayıplarına ve acılarına sebep olarak gördükleri bir ulusla, bir arada yaşama yolundaki zorlu arayış için çaba harcamışlardır. Yahudileri için ise dünyanın her yanında, yüzyıllardır süren zulüm ardından atalarının topraklarına, İsrail’e geri dönüşü simgelese de, onlara da barış ve güvenlik getirmez.
Bilindiği gibi, 1896 yılında, gazeteci Theodor Herzl’in girişimleriyle Basel’de toplanan Birinci Siyonizm Kongresinin sonunda yayınlanan Basel Programı, Filistin’de bir Yahudi vatanının kurulması ve Dünya Siyonizm Teşkilatı’nın bu amaca ulaşmak için faaliyete geçirilmesi öngörülüyordu. 1897’den önce, çok az sayıda Siyonist göçmen zaten bölgeye gelmeye başlamıştı. 1903’e kadar, bunların sayısı yirmi beş bine ulaştı. Çoğu Doğu Avrupa’dan gelmiş, bölgenin yarım milyona yakın Arap sakiniyle birlikte yaşıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan Filistin’e 1904 ila 1914 arasında kırk bin kişilik bir ikinci göçmen dalgası gelir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Filistin ve çevresi, İngiltere’nin desteklediği Arap güçleriyle Osmanlı egemenliğine son verene kadar direnişe geçer. İngiltere savaşın sonunda, 1918’de, bölgeyi işgal eder. 25 Nisan 1920’de alınan Milletler Cemiyeti kararıyla, İngiltere’ye, bölgenin manda idaresi için yetki verilir. Bu değişim döneminde üç söz verilir.
1. 1916’da Mısır’daki İngiliz idarecisi Sir Henry McMahon, Osmanlı’nın Arap illerindeki Araplara bağımsızlık sözü verir.
2. Bununla birlikte, galip devletler Fransa ve İngiltere arasında gizlice imzalanan Sykes-Picot Antlaşması, bölgeyi bu ülkeler arasında ikiye böler, Filistin’de uluslararası idare kurulması öngörür.
3. 1917’de İngiltere, Balfour Deklarasyonuyla, Filistin’de Yahudi halkları için bir vatan kurulması sözü verir.
İngiltere mandası altındaki Filistin’e Siyonist proje kapsamında yüzbinlerce Yahudi göç eder. Bu da Arap topluluklarda öfkeye, isyana yol açar. 1922’de İngiltere’nin düzenlediği bir nüfus sayımı, Yahudilerin sayısının, Filistin’deki 750 binlik nüfusun yüzde 11’ine ulaştığını gösterir. Bundan sonraki 15 yılda bölgeye, 300 bin Yahudi daha gelecektir. Siyonistlerle Araplar arasındaki düşmanlık, Ağustos 1929’da kanlı çatışmalara dönüşür. 133 Yahudi, Filistinliler tarafından öldürülür. İngiliz polisi de 110 Filistinliyi öldürür.
Arapların tepkileri, 1936’da, geniş çaplı uygulanan genel grevle birlikte sivil itaatsizliğe dönüşür. Temmuz 1937’de İngiltere’de Kraliyet Komisyonu, bu bölgeyi Yahudi ve Arap devletleri arasında ikiye bölmeyi önerir. Yahudi devleti, İngiliz mandasındaki Filistin’in üçte birini kaplayacak ve Celile Denizi ile sahildeki düzlükleri içine alacaktır. Filistinli ve Arap temsilciler teklifi reddeder. Göçün durmasını ve azınlık haklarına saygılı bir üniter devlet kurulmasını isterler. İngiltere’den gönderilen takviye birlikler tarafından bastırılıncaya dek şiddet içeren muhalefet 1938’e kadar sürer.
Filistin’i 1920’den beri idare eden İngiltere, Siyonist-Arap sorununu çözme sorumluluğunu 1947’de Birleşmiş Milletler’e devreder. Bölge şiddet olaylarıyla sarsılır. Yahudiler artık nüfusun üçte birini oluştururken toprakların yüzde 6’sı onların eline geçmiştir. Avrupa’daki Nazi zulmünden kaçan yüz binlerce Yahudi’nin buraya ulaşması çözüm arayışını daha da acil hale getirir. İkinci Dünya Savaşı’nda altı milyon Yahudi öldürülmüştür.
BM’nin kurduğu özel komite, bölgeyi Filistin ve Arap devletleri arasında bölmeyi önerdir. Arap Yüksek Komitesi diye anılan Filistinli temsilciler, teklifi reddederken, Yahudi temsilciler kabul eder. Paylaşım planı, Filistin’in yüzde 56,47’sini Yahudi devletine, yüzde 43,53’ünü de Arap devletine bırakmaktadır. Kudüs ise uluslararası bir idare altında olacaktır. 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu’nda 33 ülkenin oyuyla plan onaylanır. 13 ülke karşı oy kullanırken, 10 ülke de çekimser kalır. Filistinlilerin reddettiği bu plan hiç uygulanmaz.
İngiltere, 15 Mayıs 1948’de, Filistin’deki manda idaresine son verme niyetini ilan ederse de bu tarih öncesinden çarpışmalar başlamıştır. İngiltere halkı, askerlerinin ölümü nedeniyle Filistin’de İngiliz varlığına karşı çıkmaya başlamıştır. Ayrıca İngilizler, ABD’nin daha fazla Yahudi mültecinin buraya kabul edilmesi için uyguladığı baskıya öfkelidir. Bu da Siyonizme Amerikan desteğinin artışının işareti olur.
Hem Arap hem de Yahudi taraflar, yaklaşan savaş için güçlerini seferber ederler. Yahudi milis güçlerinin Arap köylerinde ‘temizlik’ operasyonları 1948 yılında Aralık ayında başlar.
İsrail Devleti, 2 bin yıldır kurulan ilk Yahudi devleti olarak Tel Aviv’de, 14 Mayıs 1948’de saat 16.00’da ilan edildi. Karar, son İngiltere birliklerinin bölgeyi terk ettiği ertesi gün yürürlüğe girer. Filistinliler, 15 Mayıs’ı ‘El Nakba’ diye anarlar, ‘Felaket’ günü.
1948’e girilirken Arap ve Yahudi birlikleri birbirlerinin elindeki topraklara saldırmaya devam ediyordur. Irgun ve Lehi örgütlerinin militanları, 9 Nisan’da Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyünde çok sayıda Filistinli’yi katleder. Katliam haberi, Filistinliler arasında hızla yayılır, dehşet yaratır ve yüz binlercesi Lübnan, Mısır ve şimdi Batı Şeria denen bölgeye kaçar. Yahudi orduları, Necef Çölü’nde, Celile’de, Batı Kudüs’te ve sahildeki düzlüklerin birçok bölümünde galip gelir.
İsrail devleti ilan edildikten bir gün sonra, Ürdün, Mısır, Lübnan, Irak ve Suriye orduları, İsrail’de işgale başlar ama püskürtülürler. İsrail ordusu küçük bölgelerde süren direnişi bastırır. Ortaya çıkan ateşkes hatları, İngiltere mandasındaki Filistin’in çoğunluğunu İsrail’e bırakır. Mısır, Gazze Şeridi’ni elinde tuar. Ürdün Kudüs çevresindeki toprakları ve şimdi Batı Şeria denen bölgeyi ilhak eder. Bunlar, İngiltere manda topraklarının yüzde 25’ini oluşturur ve bu durum 1967 savaşına dek sürer.
1948’den o gtarihe kadar, İsrail’in ortaya çıkışına verilecek karşılığa önderlik etmek için Arap devletleri arasında süren rekabete seyirci olmaktan vaz geçen Filistinliler, 1964’te, Kudüs’te, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü (FKÖ) kurarlar, 1969 yılında da örgütün başkanlığını Yaser Arafat ele geçirir. Yaser Arafat ve kendisine bağlı, beş yıl önce gizli olarak kurulmuş El Fetih örgütü, İsrail’e karşı operasyonlarıyla ün kazanmaya başlamıştır.
İsrail ve Arap komşuları arasında artan gerginlik, 5 Haziran 1967’de başlayan 6 Gün Savaşları’na yol açar. Orta Doğu anlaşmazlığının çehresi bu altı günde değişir. İsrail, Mısır’dan Gazze ve Sina Yarımadası’nı, Suriye’den de Golan Tepeleri’ni alır, Ürdün güçlerini Batı Şeria ile Doğu Kudüs’ten çıkartır. Mısır’ın güçlü hava kuvvetleri, İsrail uçakları tarafından, savaşın ilk günü saf dışı bırakılır. Toprak kazanımları İsrail’in kontrolündeki alanı iki katına çıkartır. BM Güvenlik Konseyi, 242 sayılı kararı savaşla toprak kazanımı reddedilmektedir. Son çarpışmalarda ele geçirdiği yerlerden İsrail’in çekilmesi ister. BM’ye göre, bu savaşta 500 bin Filistinli daha mülteci haline gelir, Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye’ye göç etmek zorunda kalırlar.
1973 Yılında, Yahudilerin en önemli dini bayramı Yom Kippur’da (Kefaret Günü), 1967’deki savaşta kaybettikleri toprakları diplomatik yollardan geri alamayan Mısır ve Suriye, İsrail’e karşı, Ramazan Savaşı adı verilen bir taarruza girişir. Üç hafta süren çarpışmalar sonunda İsrail, 1967’deki ateşkes hattının da ötesine, Süveyş Kanalı’nın batı yakasına geçer.
ABD, Sovyetler Birliği ve BM, diplomatik müdahalelerle ateşkes anlaşmasına varılmasını sağlar. Mısır ve Suriye, toplam sekiz bin beş yüz asker kaybederken İsrail’in can kaybı altı bin olur.
Savaş sonunda İsrail, askeri, diplomatik ve ekonomik destek açılarından ABD’ye daha da bağımlı hale gelir. Savaşın hemen ardından Suudi Arabistan, İsrail’i destekleyen ülkelere petrol ambargosu başlatır. Petrol fiyatları bütün dünyada hızla yükselirken küresel nitelikte bir ekonomik kriz baş gösterir ve ambargo Mart 1974’e kadar sürer. Ekim 1973’te, BM Güvenlik Konseyi, aldığı 338 sayılı kararla taraflardan, bir an önce çarpışmaları durdurmalarını ve müzakerelere başlamaları ister.
Arafat liderliğindeki FKÖ ile Ebu Nidal gibi, FKÖ dışındaki Filistinli örgütler, İsrail ve diğer hedeflere karşı 1970’lerde bir dizi eylem düzenler. Kara Eylül diye de bilinen Ebu Nidal’in örgütü, 1972 Münih Olimpiyatları’ndaki eylemde 11 İsrailli sporcuyu öldürür.
Filistin’in tamamını ‘kurtarmak’ için silaha başvuran FKÖ’nün lideri Arafat, bir yandan da BM’de barışçı çözümü savunduğunu anlatan ilk konuşmasını yapar. Siyonist projeyi kınar ama ‘Bugün bir elimde zeytin dalı, bir elimde kurtuluş savaşı veren birinin silahı var. Zeytin dalını düşürmeyin’ diye ekler. Bu konuşma, Filistinlilerin uluslararası tanınma çabalarına büyük katkı sağlar. Bir yıl sonra ABD Dışişleri Bakanlığı, Arap-İsrail barışı müzakere edilirken Filistin halkının meşru çıkarlarının da hesaba katılması gerektiğini söyler.
İsrail’in 1948’de kuruluşunda İrgun ve Lehi gibi aşırı grupların katkısı büyüktür. Ama bu örgütlerin mirasçısı Herut (sonradan Likud adını alıyor) Partisi, 1977’ye kadar hiçbir seçim kazanamamıştır. Likud ideolojisi, İsrail idaresinin İngiliz mandasına dâhil olan bütün topraklara, yani Ürdün de dâhil Kutsal Kitap’ta anlatılan ‘Büyük İsrail’e’ yayılmasını savunmaktadır. Eski İrgun lideri Menahem Begin başkanlığındaki yeni hükümet, Batı Şeria ile Gazze Şeridi’nde yeni yerleşim yerlerini açmayı hızlandırır. Amaç 1967’de kazanılan toprakları ileride geri vermemek için gerekçeler sağlamaktır.
Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat 19 Kasım 1977’de İsrail Meclisi Knesset’te bir konuşma yapar ve İsrail’i tanıyan ilk Arap lider olur. Mısır ve İsrail, 1978’de Camp David anlaşmasını imzalarlar. Metinde Orta Doğu’da barışın çerçevesi çizilir ve Filistinlilere sınırlı özerklik verilmesi maddesi eklenir. Sina yarımadası Mısır’a geri verilir. İsrail’le kendi başına pazarlığa giriştiği için Mısır, Arap devletleri tarafından boykota uğrar, Enver Sedat 1981’de, kendi ordusundaki İslamcı unsurlar tarafından öldürülür.
1982 Tarihinde, Ebu Nidal örgütünün İsrail’in Londra büyükelçisine suikast girişimi üzerine İsrail, Lübnan sınırına yakın yerleşim birimlerini saldırılardan korumak amacıyla işgale başlar ve ordu ağustos ayında Beyrut’a kadar girer, FKÖ’yü ülkeden çıkarır. Yapılan ateşkes anlaşması uyarınca FKÖ milisleri çekilince, Filistin mülteci kampları savunmasız kalır. İsrail güçleri 14 Eylül’de Beyrut etrafında birikirken, Hıristiyan Falanj milislerin lideri Beşir Cemayel, başkentteki karargâhında bir bombanın patlamasıyla ölür. Ertesi gün İsrail ordusu Batı Beyrut’u işgal eder.
16 Eylül’den 18 Eylül’e kadar, İsrail’le ittifak yapan Falanjistler, Sabra ve Şatilla kamplarında yüzlerce Filistinliyi öldürürler. Çağın en katlı katliamlardan biridir bu.. Sabra ve Şatilla katliamları Ariel Şaron hakkındaki ‘savaş suçlusu’ iddialarının kaynağını oluşturur.
İsrail işgaline karşı intifada, yani kitlesel ayaklanma, 1987-1993 yılları arasında sürer. Gazze Şeridi’nde başlar, kısa sürede Batı Şeria’ya yayılır. Protestolar, sivil itaatsizlik şekline bürünür. Genel grevler düzenlenir, İsrail ürünleri boykot edilir, duvarlara yazılar yazılır, yollarda barikatlar kurulur. Uluslararası ilgi toplayan protesto şekli, ağır silahlarla donanmış İsrail askerlerine taş atan Filistinliler olur. İsrail ordusu karşılık verir, çok sayıda Filistinli sivil yaşamını yitirir. 1993’e kadar süren protestolarda toplam can kaybı bini aşar. İsrail büyük askeri gücüne rağmen 1987’de başlayan intifadayı durduramaz.
1982’de Lübnan’dan sürüldükten sonra Tunus’a yerleşen FKÖ için de bu ayaklanma tehlike işaretidir. Filistin‘devrimi’ hedefine dönük mücadelede dikkatler, FKÖ ve diaspora yerine işgal topraklarına dönmüştür. FKÖ başrolü kaybedebileceğini düşünmeye başladır. Sürgündeki hükümet işlevi gören Filistin Ulusal Konseyi, Kasım 1988’de Cezayir’de toplanır ve 1947’deki Birleşmiş Milletler kararında yer alan ‘iki devlet’ çözümünü kabul eder.
1991’de çıkan Körfez Savaşı FKÖ için felaket niteliğinde olur. Yaser Arafat, Irak’a destek verdiği için Körfez bölgesindeki zengin hamilerini kaybeder. Irak’ın Kuveyt’i işgaline son verilmesi ardından ABD yönetimi Ortadoğu’da barış arayışına ağırlık verir. Bu girişimler mali olarak zayıflamış ve siyaseten tecrit edilmiş Arafat için değerlidir. Madrid’de bir uluslararası zirve toplanmasına zemin hazırlanır. Golan Tepeleri’ni geri alacak müzakerelere girmeyi hedefleyen Suriye ve Ürdün daveti kabul eder. 30 Ekim’de başlayan tarihi zirveyi bütün dünya ilgiyle izler.
Haziran 1992’de İsrail’de İşçi Partisi’nin iktidara gelmesi güçlü bir barış sürecini başlatır. 20 Ocak 1993’te Norveç’in Sarpsborg kasabasında önemli bir ilerlemenin kaydedildiği toplantılar başlar. Filistinliler işgal topraklarından aşamalı çekilmeye başlaması karşılığında İsrail devletini tanımayı kabul eder. İlkeler Deklarasyonu’nu imzalanır, Arafat ile Rabin tokalaşır. İsrail, Gazze Şeridi’nin çoğunu terk eder, Batı Şeria’da Eriha kentini Filistinliler’e bırakır. Barış sürecinin sonunda, 1 Temmuz 1994’de Yaser Arafat, Filistin topraklarına geri döner, Filistin Kurtuluş Ordusu, İsrail birliklerinin boşalttığı yerlere konuşlanır, Yaser Arafat, Filistin Ulusal İdaresi, yani özerk yönetimin başkanı olur. Bu durum 1996’daki seçimle tescillenir.
Filistin yönetimi, Gazze Şeridi’ndeki ilk yılında zorluklarla boğuşur. Filistinli militanların bombalı eylemlerinde onlarca İsrailli ölür. Filistin Özerk Yönetimi kendi toplumunun öfkesini kitlesel göz altılarla bastırmaya çalışır. İsrail içinde ise dini ve muhafazakâr gruplardan barış sürecine tepkiler gelmeye başlar;‘Yahudi toprağının’ teslim edilmesine öfkelidirler. Öfke ve tahrik içeren bir kampanyaya hedef olan Başbakan Yitzak Rabin, bir aşırı dinci Yahudi tarafından 4 Kasım’da öldürülür.
1996 yılına girildiğinde Hamas örgütü İsrail içinde bir dizi intihar eylemleri düzenler. İsrail, Lübnan’ı üç hafta süreyle bombalar. İsrail mevcut barış sürecini eleştirmesine rağmen ABD’nin artan baskısı sayesinde Ocak 1997’de El Halil şehrinin yüzde 97’sini Filistinlilere devretmek zorunda kalır.
Oslo anlaşmalarında öngörülen beş yıllık geçiş süresi, 4 Mayıs 1999’da sona erer ama Yaser Arafat tek yanlı Filistin devleti ilanından vazgeçirilir. Beş yıllık barış süreci sonunda pek bir şey elde edilememesi, Filistin halkında büyük bir bıkkınlık doğurur.
2000 yılının sonuna gelindiğinde bölge giderek kanlı ve öfkeli bir hale gelen şiddet döngüsünün içindedir. İsrail’in Batı Şeria ve Gazze Şeridi’ndeki işgaline karşı intifada tırmanır. Birkaç dalga halinde gelen intihar saldırıları ardından, İsrail önce 2002 Mart sonra da haziran aylarında Batı Şeria’nın neredeyse tamamını işgal eder. 2002 yılının büyük bir bölümünde Filistin kentleri sık sık baskına uğrar, birbirleriyle bağlantısı kesilir, kuşatılır ya da uzun süreler sokağa çıkma yasağı altında kalır. Nisan ayında İsrail güçleri Batı Şeria’nın kuzeyindeki Cenin mülteci kampına girip bölgeyi ele geçirir. Uluslararası Af Örgütü İsrail ordusunun Batı Şeria’da Cenin ve Nablus’a düzenlediği operasyonlarda savaş suçu işlediği hükmüne varır.
2004 İsrail’in hava saldırıları ve Filistinli militanların intihar saldırılarının yaşandığı bir yıl olduğu gibi tecrit duvarın yükseldiği yıl olur. Temmuz ayında da Lahey Adalet Divanı duvarı yaşa dışı ilan eder. Ancak İsrail bu karara karşın duvar inşasını sürdürür. Ekim ayının sonlarında rahatsızlanan Filistin lideri Yaser Arafat, 11 Kasım’da tedavi için götürüldüğü Fransa’da hayatını kaybeder. Mahmud Abbas, Filistin Kurtuluş Örgütü liderliğine getirildi.
2005 Ocak ayında Filistin’de yapılan seçimler sonunda Mahmud Abbas özerk yönetimin başkanlığına getirilir. Ariel Şaron ise, Gazze’den çekilme planı için hükümetinden onay alır, plan ağustos ayı sonunda yaşama geçirilir. Gazze’de bulunan yerleşimciler zorla bölgeden uzaklaştırılır.
2006 Yılında, Hizbullah’ın iki askeri kaçırması ardından temmuz ayında Lübnan’a savaş açar, Beyrut’un da aralarında bulunduğu bazı kentleri bombalanır. Filistin’de ocak ayında düzenlenen seçimlerden Hamas ezici zaferle çıkar ve tek başına hükümet kurar. Ancak İsrail’in, var olma hakkını tanıması ve şiddeti reddetmesi için baskı altında kalan Hamas’a yönelik uluslararası ambargo uygulanır. Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Hamas’ı gerekçe göstererek, Filistin’e mali yardımları durdurur, Hamas hükümeti kamu çalışanlarının maaşlarını bile ödeyemez hale gelir. Hamas’la El Fetih arasında tırmanan gerilim çatışmalara dönüşür
Bugün, iyice giriftleşmiş uluslararası ilişkiler nedeniyle Filistin-İsrail sorunu içinden çıkılması zor bir duruma gelmiştir. Yüzyıl boyunca bölge savaş, şiddet, ölüm, göç, kuşaklar boyu süren kamp yaşamları, başka ülkelerde yaşamını sürdürme ve kendi topraklarında bir arada yaşamaya alışma, işgal, tecrit, duvarlar arasında, acının ülkesi olmuştur.
Mahmut Derviş işte bu acılı topraklarda 1941 yılında doğmuş, yaşamış,7 yaşında ülkesinden sürgün edilmiş bir Filistinli entelektüel. Unutulanı Anmak(Unutulanın Anısı) kitabı, yurt arayışı, yurt özlemi, onur meselesi, gurur meselesi, erkeklik meselesi, yer yurt edinme sevdası, unutulanı sayıklamak olarak betimleyebileceğimiz, savaşın travmasının bir kâbus gibi anlatıldığı bir eser. ‘Çağın vahşi ellerinin insanı korkuttuğu’ bir dünya anlatılmaktadır. İçerik ve biçim olarak savaştan başka hiçbir şeye yer verilmemiş.
Yazar, baskın bir erkek dili kullanılmayı yeğlemişti. ‘Erkeğin erkekliğini sınavdan geçiriyorlar’, ‘Kadının memesinin genişliğinde seviyorum. Sevgisiz veya oyunsuz olamam. Öldürülen cesedin genişliğini de seviyorum’,’ Ey Lübnan’ın efendisi Lübnan’ın bütün muhafızları davetimi korkutup dağıtmasın peygamberin çadırını. İsrail gençlerinin sayısı bize kocalık yapar gibi’, ‘Eğer onlar ve kandan gözyaşlarıyla yayılacaksa dönüşümüz, sonradan şehitlerimizi denizden alacağız, vurmam size yaralamadan vurmam ve yanımıza alacağız kadınları gemiyle’.
Savaş adeta kutsanıyordu. ‘Sabah saatin altısı ve savaşın gözbebeğinde’, ‘Biz de savaşırız insanlar zaten savaş halinde değil mi… hayır dönmek kaybetmektir’, ‘Özgürlüğümüzün tek şartını söylüyoruz: dövüşeceğiz’,‘ Onların gerekliliklerini özgürleştireceğim, ancak şehvetinin yünüyle ısıtacağız bu çabucak yaratılan savaşın eserini, savaşta daha bir güzel olacak günlerimiz, açan güllerin vedasıyla terleyip’,’ Kahraman, kahramanlar ve hepsi birer kahramandı’, ‘Savaş alanlarında sonuç ne olursa olsun kırık ve çaresiz düşmediler onlar şimdi susarak dövüşüyorlar’, ‘ Ne zaman edebiyatta uzak savaştaki cesetlerle yazılan devrim notlarını okutacağız?’, ‘Çığlımız gerçek bir çığlık olurdu’.
Dil ve sözcük seçimlerinde savaş normalleştiriliyordu. ‘Görünmeyen feryadı öldürünceye kadar’, ‘Son saatlerini cuma gününde boşalttı, onda kanı yarattı’, ‘Yükselen savaşların şafakta patlayan yüzleri’, ‘Hangi mekânda doğar, hangi dilde neyin cesediyle? Ancak hançer bu sayfalarda onlara ulaşmıyor’, ‘ Yıllarca onda barut doldurarak, öfkelenen nefsimin hazımsızlığında araştırdım. Feryatlar girdi derimin altına, ölümümde ve sağ çıkışımdan ve güç verdim. Savaşçıları uyandırdım böyle dizili düzenleriyle temiz hava çekip soluklandılar, savaştılar ve cehennem için kendilerine bir neden yarattılar. Ve marş istiyorum. Evet, marşlar okunsun istiyorum bu yakılan güne, onlara marş istiyorum’, ‘Oyun oynar öldürülmüş atın ayağıyla madalya takılacağını sanarak’, ‘Bombardıman kömürünün hüznünden bir deniz yarattı’.
Dilde ayrımcılığa da sıkça düşülüyordu. ’Arap ruhlarını sattı… Arap isteklerine boyun eğdi, maskeleri düştü’, ‘Amerikalı başkan satranç oynar gibi savunmasını çoğaltırdı delilikle daha dündü durmadan liyakatle siyasette sövgüyü yasaklardı oysa insan olmayanı değiştirirdik sövgüyle’,’ Oraya gitmeye hakkı yokmuş, o şehrine gitmeyi hak etmiyor… Yazacakları satırlar düşmanın yüzünde bahçe gibi açacak
İsraillilerin böyle dipçikle aile bireylerini, mercimeğin içindeki siyah şeyleri vuruyor gibi… Hafife almayın. İsrailliler orada kendi akrabalarını dahi görmezden gelerek vuruyorlar’, ‘Oysa ya öldürecekler ya da çıkaracaklar ne zaman tırmalayıp yırtacaklar Arapların dününü, cesetlerle keseriz silsileyi, Amerika’nın silsilesini’, ‘Fransızların kibirlerinden başka değişen hiçbir şey olmadı’, ‘Yahudileri sevecektim ya lanetlendiler!’, ‘Onun büyümesiyle duracak ömrümüz. Musevi fitnesiyle…’.
Yurt arayışı her satıra sinmişti. ‘Başarılı olacak mısınız bu savaşta? Yok, önemli olan kalışımız, burada kalışımız bir başarıdır’, ‘Bu konunun asıl savaşçısı, düşmana duyduğu nefret ve anarşist tavır bir anıt gibi onda açığa çıkıyordu. Vurduğu silahla söz verir: başarıya ulaşacağız… Bu toprakta daha da yükselmeyi bileceğiz’.
Kan geçer akçe, kan bir pazarlık nedeniydi. ‘Ona pahalılaşan bu kanımızda’, ‘Öldürmek için yanında silah var mı? İçimdeki arzu beni öldürüyor. Kanın ipi…’, ‘Düşüm hayatımda kanlandı şimdi ölümü düşlüyorum’,
Yazar çok az yerde barışa özlemini dile getiriyordu ama o da kan ve savaşla maluldü. ‘Barış olacak, tarihin anlamında kanla sulananın barışı olacak, barış olacak öfke yatıştığında, bütün silahlara inat barış olacak, evet bunu teklif ediyor şiir’.
Bu dönem Orta Doğu edebiyatında sıkça gördüğümüz acılı yaşamlar Mahmut Derviş’in yaşamında da Unutulanı Anmak’ta da eksik değildi. ‘Beni cehennem ateşi püskürten bu makineler korkuttu, şimdi o makineler hala gözümün önündedir’.
‘Yavaş yeniden tekrarlansa bile… Savaşımız… Onlar kendi vatanlarında çoğalıp uzaklaşacak ve çocuklar emdikleri sütte çoğalıp uzaklaşacak ve daha sonra imdat diyerek bu sütü içecek. Kaçtıkları şehirden ellerinde satın aldıkları tüfekle dönecekler ve işte o zaman asıl kimliklerine yaklaşacaklar’, ‘Özgürlüğümüzün tek şartını söylüyoruz: dövüşeceğiz’. Ancak bir şairin/yazarın edebiyatındaki savaş çağrısı barışın önünü kesen güçlü bir engel değil mi? Bir edebiyatçı savaşa çağrı yapmalı mı? O zaman ‘ Savaş fazlasıyla sürecek’.