1.Oturum: Dünyada Çatışma ve Çözüm Süreçleri
Yıldız Önen (Küresel BAK-Moderatör): Bir yıl önce 7 Haziran seçimlerinin öncesinde umutluyduk, seçimlerden büyük bir başarı ile çıktık. Ancak bir yıldır savaş yeniden başladı, devam ediyor. 2013’te oluşturulan çözüm masası 2015’te yıkıldı. Bu gün sempozyumda yeniden masaya nasıl oturulabileceğini tartışacağız.
Ayşe Betül Çelik (Akademisyen): Çözüm süreçleri üç farklı seviyedeki liderler, kişiler tarafından yürütülür, birinci seviyede üst düzey liderler vardır, bizde bun lar A.Öcalan, bürokratlar, hükümet yetkilileridir. İkinci seviyede orta düzey liderler bulunur: STK liderleri, kanaat önderleri, gazeteciler, akademisyenler. Bunlar barış komisyonları, komiteler oluştururlar. Üçüncü seviyede ise halk kesimleri, etkilenen tüm insanlar, yani bizler varız, Bizde barış süreçleri üst seviye liderlerin konuşmasına sıkıştı. Halbuki ikinci seviye liderlerin konuşması da çok önemli, onları konuşturmamız gerekir.
Barış süreçleri inişli çıkışlıdır. Liderler bazen stratejik nedenlerle bazen de sıkıştıkları için masaya otururlar. Eğer masa dışında ortaya çıkan alternatifleri daha yararlı görürlerse masayı terk ederler. Sudan’da 15 yıl, Nikaragua’da 10 yıl devam eden masa süreçleri oldu.
Süreç uzun solukludur. Süreçlerde bizler hem devletin hem de Kürt Hareketinin pozisyonlarını görüyoruz, ama asıl önemli olan ihtiyaçları görmektir. Örneğin ana dilde eğitim önemli bir ihtiyaçtır, ihtiyaçlar olsun mu olmasın mı diye müzakere edilemez, nasıl giderilir diye müzakere edilir.
Süreçlerde çok boyut vardır, ilişkisel boyut önemlidir. Dolmabahçe mutabakatında süreçlerin içi doldurulmuştu. Tek tek tartışma aşamasına gelinmişti. 1998’de Nikaragua’da barış görüşmelerinden önce bir komisyon hassas konuların analizi ile görevlendirilmişti. Müzakereler, ancak diğer seçeneklerden daha avantajlı olduğu sürece devam eder. AKP için seçimler önemliydi, 7 Haziran’da oy kaybetti, Kürtler için PYD’nin başarıları önemliydi, hükümet PYD’yi hedef aldı, sonuçta masa devrildi.
Barış süreçlerinde en önemli konu güvendir. Barış süreçleri üçüncü bir tarafın varlığı halinde daha iyi ilerler. En önemli güven artırıcı mekanizmalar insani olanlardır, karşı tarafa değişime hazır olunduğu mesajı verir.
Barış süreçlerine sadece iki taraf katılmaz, sürece pek çok aktör dahil edilmelidir. G.Afrika’da bu çok iyi başarılmıştır. K.İrlanda’daki görüşmelerde milliyetçi Protestanlar başlangıçta masaya gelmediler, ama yerleri boş bırakıldı, sonunda onlar da masaya geldiler. Önemli olan kapıyı hep açık tutmak.
Silahlı grupların varlığı barış süreçleri boyunca devam edebilir, bunu öngörmek gerekir. Sudan’da, Nikaragua’da silahlı gruplar son aşamalara kadar varlıklarını sürdürdüler.
Barış süreçleri diyalogla yürütülmelidir, dış arabulucular istenmiyorsa sivil toplum köprü kurucu olabilir. Sivil toplumun gücü sanılandan fazladır. Önce olanakların analizi yapılmalıdır. Çatışmanın kutuplaştırdığı kesimleri dinlemek gerekir. Bir araya gelmeler, karşı tarafı anlamaktan önce, dinlemek için yapılmalıdır, ille de bütünleşme gerekmez.
Bu birliktelikler meşruluğu kabul edilen bir kesim tarafından yapılabilir. İkinci seviye aktörler bir konuda (örneğin anadil) liderlere baskı yapabilirler. Barışın toplumsal olarak sahiplenilmesi sağlanabilir. Örneğin Liberya’da kadınlar barış isteklerine devam ederken, erkekleri soyunmakla tehdit ediyorlar.
Bazı toplumsal farklılıklar önceden kabul edilmeli. Dil önemli, rahatsız edici olmamalı, dil barışçı olmalı.
Umudu yitirmemek gerek, Kolombiya’da görüşmeler onlarca kez kesildi, sonra tekrar başladı. Değişimi kabul etmeden barış yapamayız, barış öteki ile başka bir düzeyde ilişki kurmak demektir. Toplumlar barış sürecini sahiplenirse sonuca ulaşılabilir.
Yıldız Ramazanoğlu (Yazar):
2013 Mayısında Diyarbakır’da barış için buluşan kadınlar etkinliği yaptık. Ama yanılmışız, barış, sadece çatışmaların bitmesi demek değilmiş. Diyarbakır’da Ermeni bir arkadaşımız helva kavurmuş, hep birlikte yemiştik. Ama acele etmişiz, tekrar çatışmalar başladı.
Geçen yıl Belfast’a gittik, orada da pek çok çatışma yaşanmış, ölümler olmuş. İrlanda sorununun kökeni 16. yüzyıldaki İngiliz işgaline dayanıyor. İlk önemli İrlanda ayaklanması 1916’da gerçekleşen Paskalya Ayaklanmasıdır. Ayaklanma sonrası gelişen süreçte İrlandalı Katolikler kendi devletlerini kuruyorlar, ama kuzeyde 1,5 milyon nüfuslu, Protestanların da olduğu bir bölgede çatışmalar devam ediyor. Bu çatışmalarda bugüne kadar 4 bin kişi öldü, 300 bin kişi yaralandı, 40 bin kişi cezaevine girdi. Sonunda bir masaya oturdular. Masaya oturmalarını sağlayan en önemli husus, üçüncü bir tarafın arabuluculuk yapması, biz Türkiye’de bunu sağlayamadık.
İrlanda’da masaya oturanlar birbirlerine güvenmiyorlar, ama üçüncü kesime güveniyorlar. Yenme yenilme değil, barış öne çıkıyor, dil değişiyor, müzakere masaları bunun için var. İngiliz toplumunda Katoliklerle ilgili çok yoğun bir ayrımcılık olduğunu gördüm. Mesela Türkiye’de bana göre bu derece bir ayrımcılık yok. Oy kullanmada Protestan işadamlarına 2 oy hakkı verilmişti. Açlık grevleri yapıldı, Boby Sands hayatını kaybetti. K.İrlanda’da faili meçhuller var, ama bilgi edinme hakkı da var. Katolik İrlandalıların bağımsızlık yanlısı örgütü olan IRA masaya oturduğunda liderleri hainlikle suçlandı. Gerçek IRA diye başka bir örgüt kuruldu, eylemler devam etti. Ama Gerçek IRA taban bulamadı, insanlar barış masasını önemsediler.
Sonuçta 1998’de Hayırlı Cuma anlaşması imzalandı. Ama anlaşma ancak 2007 yılından sonra hayata geçti. K.İrlanda’da kurulan Kadın Koalisyonu barış için önemli işler yaptı. Kadın Koalisyonu bütün ölenlerin veya çatışan tarafların annelerinin, eşlerinin bir araya gelmesi ile kuruluyor. Kadınlar sabırlıdır, yaralılarla ilgilenir. Cezaevlerine ziyaretlere gidiyorlar. Rahip Donegan 30 yıldır savaşın tanığı, barış için vaazlar veriyor. Katolik ama IRA dışında da yollar olduğunu söylüyor. Türkiye’de de böyle din adamları olmalı, barış gazeteciliği olmalı, vesayetçi olmamalı.
Bugün Türkiye’de bir yandan Kürtlerle Kemalistler arasında ilişkiler sürüyor, bir yandan AKP çözüm sürecinden uzaklaşıyor. Ama nefretin sonu yok. Suriye’de olanlardan ders çıkarmalıyız, sivil toplum öne düşmeli. Eski yaralar sarılamadan, yeni yaralar ortaya çıkıyor. Masa tekrar kurulmak zorunda, buna mecburuz. Acilen harekete geçmeliyiz.
Erol Katırcıoğlu (Akademisyen, Gazeteci):
Barış süreci yeni başlıyor, bu tip toplantıları daha fazla yapmalıyız, toplantıyı düzenleyen BAK’a teşekkür ederim. Filipinlerde süreçle ilgili ciddi işler yapılıyor, broşürler hazırlanıp halka dağıtılıyor. Bizdeki çözüm süreci bana göre aldatmaca.
Bir grup kimliksel olarak homojenleşirse çatışma kaçınılmaz olur. Kürt kimliği gelişiyor, işçi işveren bütün Kürtleri kapsıyor. Kürt kimliği zengin, yoksul tüm bireyleri kapsadığı için isyan daha kolay olabiliyor. İsyanı hem parasal olarak hem de insan gücü olarak desteklemek daha kolay oluyor, para ve militan bulmak mümkün oluyor.
Kimliklerin birbirine yabancılaşmasını demokrasinin kalitesi belirliyor. Eğer ortaya çıkan kimlik üzerinde bir baskı varsa çatışma şiddetli oluyor. İsteyenin ayrılabileceği liberal bir demokraside ise daha yumuşak çatışmalar oluyor. Çözüm demokrasinin çıtasının yükseltilmesi ile gerçekleşebilir. Kürtler kendi taleplerini dile getirme ve elde etme hakkına sahip olmalıdır.
Filipinlerde 7 bin ada, 100 milyon nüfus, 5 milyon Müslüman var. Müslümanların çoğu Mindanao adasında yaşıyor. Müslümanların dinsel kimlik talebi var, şeriat istiyorlar. Diktatör Marcos zamanında bu talepler karşılık bulmamış. 1960’larda önce Moro Halk Kurtuluş Cephesi kuruluyor, çatışmalarda 100-150 bin kişi ölüyor, örgüt ikiye bölünüyor, içinden Moro İslami Kurtuluş Cephesi çıkıyor. 1990’lı yıllarda bölgeye çok yetersiz bir özerklik veriliyor. 2003 yılında İslami cephe ayrılıktan vazgeçip birlikte yaşamaya karar veriyor, barış görüşmeleri başlıyor. Malezya ve Endonezya arabuluculuk yapıyor. Sonra İngiltere, Japonya, S.Arabistan ve Türkiye arabuluculuğa dahil oluyor. Özellikle Türkiye İslami Kurtuluş Cephesi tarafından tanındığı için çok etkili oluyor.
2012 yılında Moro İslami Kurtuluş Cephesi ile Filipinler Devleti arasında bir ön anlaşma imzalanıyor. Ardından 2014 yılında Bangsi Moro Yasası adı ile kapsamlı bir barış anlaşması imzalanıyor, yasa parlamento onayından sonra yürürlüğe girecek, henüz parlamento onayı gerçekleşmedi.
Yasanın esası merkezi hükümete bağlı özerk bölge oluşturulması. Özerk bölgenin bayrağı var, meclisi var, yerel polis teşkilatı var, ama bağımsızlık iddiası yok. Bu süreçte 44 polis öldürülüyor, görüşmeler kesiliyor. Polislerin başka bir grup tarafından öldürüldüğünü söyleyen Moro İslami Kurtuluş Cephesi 2014 yılında sembolik bir silah bırakma töreni düzenliyor. Törende Türkiye büyükelçisi de hazır bulunuyor. Süreçte fazlar var, her iki tarafın da yapacakları listelenmiş.
Bizdeki barış sürecinin akil insanlar gibi heyetlerle oluşturulması mümkün değil. Türkiye’de kuralsızlık egemen, tek adam yönetimine gidiyoruz. Acilen harekete geçmeliyiz, elbette maliyeti var. Hükümet ve devlet sertlik politikaları konusunda anlaşmış durumda, katliamlar yapılıyor.
Toplum barış süreçleri hakkında bilgi sahibi olmalı, dünyanın her yerinde sorunlar var, ama çözümlenmesi için çalışanlar da var, çözüm yöntemleri var. Mesela bir yöntem şu: Karşımızdakini yenemeyeceğimizi anlayınca barış yapıyoruz.
Kapanış Konuşmaları:
Ayşe Betül Çelik:
Çatışma süreçleri çok uzun sürüyor. Dünyada ortalama çatışma süreci 30 yıl, barış süreci ise 10 yıl, en başarısız örnek Filistin-İsrail süreci, 70 yıldır kalıcı sonuca ulaşılamadı. Çatışma bölgelerinde kadın ve çocuklar 1325 sayılı BM kararı gereği korunmalıdır. Çatışma dönemlerinde farklı kesimler olarak bir araya gelmeli ve konuşmalıyız, aynı kesimler konuşuyoruz bu da etkili olmuyor.
Zorunlu göç yaşayan aileler BM sözleşmesi gereği barışın tarafıdır. GÖÇ-DER benzeri STK’lar barış süreçlerine dâhil edilmelidir.
Yıldız Ramazanoğlu:
BM, İrlanda’daki çatışma sürecinde yardımcı olmadı, ama 1998’de anlaşma imzalanınca tarafları tebrik etti. Kadınlar barış inşasında etkili oluyorlar. İrlanda’da 2014 yılında bir anlaşma daha imzalandı, bu anlaşmanın işlerlik kazanması kadınlar sayesinde oldu.
Erol Katırcıoğlu:
Filipinlerde de ciddi bir iç göç sorunu var, çözümünü görmedim. Filipinlerde savaşın ön cephelerinde kadınlar yok, ama barış masasında kadınlar var, Moro İslami Cephesinin baş müzakerecisi kadın. Anlaşmada ikili hukuk sistemi var, isteyen şeriat hukukunun uygulanmasını talep edebiliyor. İrlanda’da IRA silahsızlandırma kavramına itiraz ediyor, yerine başka bir kelime kullanılıyor.
2.Oturum: Türkiye’de Çatışmadan Müzakereye Nasıl Geçeceğiz
Nilüfer Uğur Dalay (Küresel BAK-Moderatör):
Yasaların, kuralların alt üst edildiği bir döneme girdik. Masa devrilmiş olabilir ama umutsuz değiliz. Hep birlikte çözüm sürecini tekrar başlatacağız.
Cuma Çiçek (Akademisyen):
Ben iki konudan bahsedeceğim: Çözüm süreci niçin başarısız oldu, çatışma süreci niçin çıkmaz yol. Umutsuz değilim, ama karamsarım, karamsar olmak için çok neden var.
Çözüm süreci çok büyük fırsattı, bunu değerlendiremedik. 21 Mart 2013’te A.Öcalan’ın barış mesajı ana akım medyada canlı yayınlandı, bu durum Kürt meselesinin tarihinde çok önemliydi, ama sonra bu süreci heba ettik. Dolmabahçe krizi, Rojava’daki gelişmeler, yasal mevzuatın eksikliği, silahsızlanmanın sağlanamaması gibi nedenlerle çözüm süreci bitti. Sürecin bitmesinin yapısal nedenleri ise mimarisinin sorunlu olması, muğlâklık olması ve taahhütlere uyulmamasıdır.
Sürecin mimarisinde iki taraf vardı, Kürt hareketi ve hükümet. Üçüncü taraflarla ilgili olarak süreçte sorun vardı, bir üçüncü taraf, güç oluşamadı. Taraflar üzerinde baskı yapacak etkin bir güç ortaya çıkmadı. Barış hareketi yoktu. Ana muhalefet ve medya da sorunluydu, sürece destek vermediler. Toplumsal aktörler etkin olamadı.
İki kesim arasında makas çok açıktı. Gündemleri farklıydı. Kürt hareketi, otonomcu, çoğulcu bir demokrasi talep ediyordu, iktidarın yerelleşmesini istiyordu. İktidar ise daha da fazla merkezileşmeyi savunuyordu, AKP’nin ideolojik limitleri vardı, İslamcılık ideolojisi Kürt meselesine bakışta AKP’yi sınırlıyordu. Entelektüel limitleri vardı. AKP, Kürt meselesini anlamakta zorlanıyordu. 2012 operasyonlarında AKP iktidardı, siyasi aktörleri hapse atınca sorun çözülür sandı. A.Öcalan anayasaya bir madde eklense bu sorun çözülür demişti, AKP 14 yıllık iktidarında bunu yapmadı.
Kürt hareketi niçin barışı inşa edemedi. Kürt hareketinin dönüşüm ile ilgili bir sorunu var, hareket 1999 sonrası kırdan kente geçti, legalleşti, medyası, STK’ları, legal partisi oldu, kurumsallaştı. Bu dönüşüm sonucu legal siyaseti merkeze taşıma imkanı doğdu, çeperdeki hareketi merkeze taşıyabilirdi, ama hareketin merkezinin merkezden ayrılmaya niyeti yok, çevrenin de merkez olma kapasitesi yok. HDP fırsatı değerlendirilemedi.
Demokratik özerklik siyaseti bir inşa değil, talep siyasetine döndü. Kürt siyaseti içinde bir muhalefet geleneği yok, muhalefete geçen hemen düşmanlaşıyor. Sivil toplum siyasete aşırı angaje olmuş durumda, kamusal tartışma alanı zayıf. Kürt sokaklarını merkeze alan bir medya yok. Ana akım Kürt siyasetinde eleştirel bir aktör yok.
Bölgesel denklem son yıllarda değişti. 2013’te AKP ile Kürt hareketi kazan kazan oyunu başlattılar. Kürt hareketi Rojava’da alan kazandı, özerk bölge kuruldu. Türkiye’de yüzde 13 oy aldı. Ama AKP bu süreçte kaybetti, hem Türkiye’nin Ortadoğu’daki ülkelerle ekonomik ilişkileri bozuldu, hem de AKP oy kaybetti. Bu da masanın devrilmesinin sebeplerindendir.
Kent savaşı başlayınca bölgede yıkım oldu, bu çıkmaz bir yol. PKK’nin çıkmazları şunlar:
- PKK’deki iç kurumsal bilgi, silahlı mücadelenin çıkmaz olduğunu uzun bir süredir söylüyor. A.Öcalan, “silahın rolü bitti, demokratik siyaset dönemi başladı” dedi. Başka siyasi figürler de bunu çeşitli defalar söylediler. Yani PKK “kurumsal olarak silahlı mücadele dönemi kapandı” demektedir.
- Rojava’da yaşanan deneyim, Türkiye’de tekrarlanamaz. Çünkü burada merkezi devlet güçlü, Kürtler dışında bir muhalefet hareketi yok. Irak ve Suriye’de ABD ve Rusya’nın müdahalesi var, burada yok.
- Kent eksenli çatışmaların sonuçlarını yaşıyoruz. Kitlesel silahlı kalkışmayı PKK başaramadı. Pek çok sebebi var, en belirginleri Kürtler arasında orta sınıflar gelişti, militanlaşma azaldı, halk çatışmalara destek vermedi, çatışmalı süreçte devletin cezalandırmasının bedeli çok yükseldi, mücadeleye girmek için ölüm ve hapsi göze almanız gerekiyor.
- Başarısızlığın en önemli sebebi şu: Halkta şu algı var, başka bir yol mümkün, parlamento, belediyeler, STK’lar, medya vb. imkânlarımız var, silahlı mücadele dışında başka bir yol mümkün. Halk bunu görüyor ve bu nedenle sokağa çıkmıyor.
- İkinci önemli sebep: Seçilen yol ile talep edilenler arasında uyumsuzluk var, mücadelenin maliyeti çok yüksek. Özerklik için bu kadar savaşa gerek yok, bu algı halkta güçlü.
Kürt meselesinin çözümünde Devletin karşılaştığı çıkmazlar şunlar:
- AKP’liler dahil bütün Kürtler sorunun etnik, ulusal bir sorun, barış yoluyla çözülmesinin gerektiğini söylüyor.
- Silahlı yöntemlerle PKK’nin yenilemeyeceğini halk söylüyor.
- PKK tabanı çok güçlü, HDP 5 milyon oy aldı, kabaca 8-9 milyon nüfus hükümetin de temsilciliğini yaptığı devletin projesini reddediyor, cumhuriyet projesini reddediyor, Türklerle Kürtlerin eşit ilişkisini istiyor.
- Sosyopolitik bir taban var, STK’lar, parti, medya, kurumsal bir yapı var, bu taban sopayla, baskıyla yola getirilmesi mümkün değil.
- PKK başarılı olamadı ama savaşı sürdürebildiğini gösterdi, bunun için yeterli tecrübesi, insan ve para kaynağı var. 9 ayda kır eksenli bir silahlı örgütten kent eksenli örgüte evrildi.
- Kürt kimliği kültürel değil politik kimliktir. Devlet savaşı sürdürerek Kürtlerin bilincindeki dağ, mezar, zindan, sürgün kavramlarını yeniden üretiyor. Devlet PKK’yi bitirdikçe bu kimliği yeniden üretiyor.
- Kürtler 15 milyon nüfus olarak büyük çoğunlukla aynı coğrafyada yaşıyor, bu coğrafyanın sınır ötesine taşan bir özelliği var. Bu nüfusun sorunlarını devlet baskıyla çözemez.
Reha Ruhavioğlu (Mazlumder Diyarbakır Şube yöneticisi):
Sivil toplum çok fazla çatışan aktörlerin güdümünde gibi görünüyor. Savaşın kızıştığı bir dönemde böyle etkinlikler çok değerli. Endonezya’da (ACE) iki Müslüman grup arasındaki sorun nasıl çözülmüş, bunu incelemek önemli. Burada iki Müslüman ama etnik olarak farklı grup var, bu deneyimi yakından incelemeliyiz.
Kürt meselesini PKK üzerinden konuşuyoruz, yanlış yapıyoruz. PKK olumsuz bir adım attığında Kürt meselesinin kötü gittiğini düşünüyoruz. Mesela anadilde eğitim PKK ile müzakere edilmemesi gereken bir konudur.
Barış süreçleri bisiklet gibidir, devam ettirilmesi gerekir, denir. Dolmabahçe sonrası T.Erdoğan 12 gün sessiz kaldı, sonra süreci durdurdu. Sürecin şehirler silah deposu olduğu için bitirildiği söylendi, halbuki devlet şehirlerde silah olduğunu biliyordu, bunu Oslo görüşmelerinde PKK temsilcilerine MİT temsilcisi söylemişti, buna rağmen çözüm süreci başladı.
Suruç sonrası polislerin öldürülmesi ile sürecin bitirilmesi bahaneydi, süreç o nedenle bitmedi. Öncesinde 6-8 Ekim Kobani olayları ve pek çok öldürme eylemleri oldu, ama bütün bunlar her iki taraf için de sürecin bitirilmesine yol açmadı.
Ama Temmuz 2015’te iki taraf da aslında süreci bitirmek istiyordu. En önemli sebep Rojava idi. Rojava süreci PKK’nın işine yaradı, aynı zamanda da süreci tıkadı, halen de süreci tıkamaya devam ediyor. Rojava nedeniyle PKK Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak için silahlı mücadele sürecini başlattı, devletin Rojava politikası değişmediği sürece de savaş devam edecek.
Devlet barış sürecinde kalekollar, barajlar yaptığında çatışmaya hazırlandığı belliydi. PKK de militan alımları yapıyordu, Mazlumder olarak bütün bu gelişmelerin süreci tehdit ettiği uyarısını o dönemde yaptık. A.Öcalan da süreç biterse hepimiz altında kalırız demişti. Endişelerimiz haklı çıktı, savaş yeniden başladı.
2014 yılında bazı ilçelerde Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de YDGH tarafından barikat ve hendek kazılmaya başlanmıştı. Bütün bu hendek ve barikatlar siviller için yaşamı olumsuz etkilemeye başladı, YDGH okulları ve öğretmenleri tehdit etmeye başladı. Lice’de yol kapatma oldu, bir PKK komutanının heykeli dikilmeye çalışıldı, bu sıkıntılarda Mazlumder olarak devreye girebilmiştik, ama hendek barikat meselesinde devreye giremedik, devlet bize alan açmadı.
Çatışmalar başladıktan sonra devlet tanklar, ağır silahlar kullandı, çok sayıda sivilin ölmesine neden oldu, evler yıkıldı, pansiyonlu okullar, hastaneler askeri personele ayrıldı. Halkın sağlığa erişimi kısıtlandı, ambülânsları bazen PKK, bazen devlet tahrip etti.
Evler, dükkânlar hem YDGH, hem de güvenlik kuvvetleri tarafından vatandaşların rızası alınmaksızın kullanıldı. Güvenlik kuvvetleri tarafından ırkçı duvar yazıları yazıldı, binalara bayrak asıldı, gece yarısı araçlarda Türkiyem marşı çalındı, halka zorla dinlettirildi, bütün bunlar ırkçı milliyetçi davranışlardır.
PKK “devletin bu kadar vahşileşeceğini beklemiyorduk” açıklaması yaptı, tabii bunu halk, bizler hiç tahmin edemezdik. Ama devletin şiddetini Cizre’de tanıdıktan sonra da PKK Nusaybin ve diğer yerlere devlet şiddetini çekti, çatışmaları devam ettirdi.
Cizre’de 3500 ev hasarlı, eşyalar tahrip olmuş durumda, olay yeri incelemeleri sağlıklı yapılmıyor, avukatlar otopsilere alınmıyor. Çocuklar, kadınlar travma yaşadılar.
10-18 yaş arası gençler son 8 yıldır PKK dışında bir egemen güç görmemişlerdi. Devletin silik olduğu bir yerde ilk defa gençler PKK’nin yenildiğini gördüler. PKK Cizre’de yenilince intihar edenler oldu.
Çözüm sürecinin bitmesinin başlıca sebepleri şunlardır:
- Hasta tutsaklar önemliydi, pazarlık konusu yapılmamalıydı, sorun çözülmeliydi. Bu konunun çözümlenmemesi PKK’nın motivasyonunu bozdu.
- Karakollar, barajar yapılmamalıydı. Bunların yapılmaya devam etmesi PKK’yı kendi tabanı karşısında zor durumda bıraktı, motivasyonunu kırdı. PKK’nın tabanında süreç zaten kırılgandı.
- PKK’nın çekilmeyi durdurması yanlış oldu.
- Ceylanpınar’da polislerin öldürülmesi yanlıştı.
- Şehir merkezlerine sivil alanlara çatışmanın taşınması yanlıştı.
- HDP ve sivil siyaset PKK tarafından baskı altına alındı.
- Her iki taraf öncelikle barış yapmalı, ama savaş devam edecekse de bir hukuku olmalı.
- Devletin suç işleyen personeli soruşturulmadı, bunun sistematik bir politika olduğu kanısı yaygın.
Devlet istemezse barış gelemez, ama devlet muhalif bir örgütü de savaş yoluyla yok edemez. Bizim barışa ihtiyacımız var, PKK’yi eleştirebiliriz, ama barışı PKK’den değil, devletten talep ederiz. Zaten hem devletin barıştan daha fazla çıkarı var, hem de savaş sürecinde devletin çıkmazları, sorunları daha fazla.
Devletin Rojava politikasını değiştirmesi ve PKK ile barış yapması mümkün, ama fırsatı kaçırıyor. Taraflar Rojava, özyönetim ve başkanlık konularındaki siyasetlerini yeniden gözden geçirmelidir. Devletin acilen barış ortamını sağlaması gerekir.
Dünyayı kabaca sekülerler ve Müslümanlar olarak ayırdığımızda Diyarbakır’a çatışma döneminde solcular, çatışma bitince Müslümanlar gelmeye başladı. Müslümanlar AKP’ye aşırı destek verdiler. Müslüman kesim bu çatışmalarda doğru tavır sergileyemedi. Müslümanlar genel olarak savaşa destek oldular. Kürtler 1991 seçimlerinde yapılan Refah-MÇP ittifakını tekrar hatırladılar.
7 Haziran sonrası hükümet eski aktörlerle ilişkiye girdi, orduyu devreye soktu. Ama süreç ilerledikçe AKP, Cemaati dağıttığı gibi orduyu dağıtamaz. Ordu egemen olursa kördüğüm oluruz. O zaman çok daha karanlık günler gelir.
Çatışma siyaseti sürdürülebilir değil. Bir yıl içinde ya öfke siyaseti çözüme evrilecek ya da 1991’deki gibi Kürt meselesi devletin eline geçecek, Müslümanlar dışlanacak, Müslümanların Kürt meselesini çözme fırsatı ellerinden alınacak.
Fatma Akdokur (Yazar):
Savaş gerçekliğinin ne kadar acıtıcı olduğunu görüyoruz. Ama yine de umudumuzu kaybetmeyelim, barış isteyelim, ille de barış diyelim. Bu iddiayı sürdürmek çok önemli ve anlamlı. Güç etrafımızı sarıyor, iktidarın çoğunluk gücünü bertaraf etmeliyiz, barışın yolunu bulmalıyız. Bu nedenle Küresel BAK’ın çabalarını takdir ediyorum.
90’lı yıllarda bazı çevrelere yaklaşmaya çalışır, her kesimden insanlarla konuşmaya gayret ederdim. Bir toplantıda Sivas-Başbağlar katliamı ile ilgili bir oturum yapılıyordu. Ben de toplantıya katıldım, konuşmak, üzüntümü dile getirmek istedim, ama başörtülü olduğum için konuşturulmadım, hatta üzerime yüründü, salondan çıkmak zorunda kaldım. Manisalı gençlerin mağduriyeti ile ilgili Kızılay’da yapılan bir eyleme katılmak istedim, yine başörtümden dolayı hakarete uğradım, eyleme katılamadım, acımı içime gömdüm.
Şimdi 2016’lara geldik, zorunlu göçlerle ilgili bir toplantıya katıldım, 1915’lerden beri iç göçün ne kadar acılı olduğunu biliyoruz. Göçe neden olan savaşın bitmesini, barışın gelmesi gerektiğini söyledim. Meslektaşlarım sözümü kestiler, ne barışı, barış barış diyorsun geldiğimiz nokta ortada dediler.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen olumlu durumlar da oluyor. Adana’da akrabalarımızla konuşuyordum, birinin oğlu Hakkari’de askermiş, annesi “keşke barışın bir yolu bulunsa” dedi, barışa imkan tanınmasını istedi,. Bu da bende umut oldu.
90’lı yıllara kadar devlete seslenirdik, ama ben artık sadece devletin değil, PKK ve savaşan tüm tarafların barışa davet edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Savaşı, şiddeti durdurmak için gönüllü olmalıyız. Amacımız ne kadar kutsal ve değerli olsa da, savaş doğru bir yol değildir. Amasız bir barış demedikçe savaş sarmalından korunamayız. Tüm yeryüzü insanları adına ve onlar için barış demeliyiz. Çatışma süreçleri dünyada ortalama 30 yıl sürüyor dendi. 30 yıldır savaşıyoruz, 2 yıl barıştık, çok cimri davrandık, barışa çok az zaman ayırdık.
Biz Müslümanlar açısından Kürt meselesinin çözülemeyecek hiçbir tarafı olamaz. Ne paylaşılamayacak toprağımız, ne üstün göreceğimiz bir dilimiz, ırkımız yok, bir Müslüman için yok. Savaş siyasetini bizlere dayatanlara hayır diyebilmeliyiz.
Hakan Tahmaz (Gazeteci-Yazar):
Toplantıyı düzenleyen BAK’a teşekkür ederim. Barış toplantılarını genellikle barış döneminde yapıyoruz, halbuki önemli olan savaş döneminde yapmak. Zor bir iş yapıyoruz.
Bugün barışın muhatabı yok, bu toplantılar barışa, çözüme muhatap arayışı içindir. Bugün tarafların çözüm sürecini inşa etmesi, yürütmesi mümkün değil. Çözüm sürecinin başlangıcı olan ve 2013 Mart Newrozunda okunan bildiride A.Öcalan iki konuya dikkat çekmişti:
- Demokratik-modernleşmiş bir Kürt-Türk ittifakı ile yürümeliyiz, yeni döneme hazırlanmalıyız, dedi. Öcalan bölgedeki potansiyel tehlikeyi görmüştü, bugün daha da artan Kürt-Türk-Arap gerilimine dikkat çekiyordu.
- Silahlı mücadele dönemi bitti, demokratik siyaset dönemi başladı, dedi.
Bugün aktörler AKP ve PKK bu iki fikirden de vazgeçtiler. Komşularla sıfır sorun diyen AKP, Gezi sonrası millileşmeye başladı, bu politikanın en önemli ayağı Kürt karşıtlığıdır. Diğer bir gelişme ise Rojava’da Kürtlerin güçlenmesidir. Sürecin bu iki konuda sorunlu gittiğini, sürecin bozulabileceğini İmralı Tutanaklarından da okuyoruz.
Şimdi çözüm süreci bitti, eski dönemlere benzemeyen ölçüde kent savaşları başladı, kentler yıkıldı, insanlar öldü. Geçmişte Kandil bombalanırdı, şimdi uçaklar sınırın iç bölgelerini bombalıyor, PKK helikopter düşürüyor. AKP terörle mücadeleden, bölücülükle mücadeleye döndü.
Çözüm sürecinde şu gerçek ortaya çıktı, muhafazakâr ve cumhuriyetçi seçmeni dönüştürmeden çözüme kavuşmak çok zor. Toplumda milliyetçi ve ırkçı bir damar var. Millici siyaset AKP’den ibaret değil, CHP’li ulusalcılar, Vatan Partililer de var. İslami siyasetin hamurunda da güçlü bir millicilik var. T.Erdoğan ikinci milli şef olmak istiyor, ikinci kurtuluş savaşını yapmak istiyor. Erbil’deki Kürtlerle şimdilik arası iyi, ama her defasında millici davranıyor. T.Erdoğan “bölücüleri Mecliste istemiyoruz” dedi.
İslami kesim bu milliyetçiliği sorgulamalı, Osmanlıcı geçmişine sahip çıkmalı, Kemalizm’e karşı çıkmalıdır. Yoksa çözüm zor gelir. Bizler de cumhuriyetçileri kazanmadıkça çözüme ulaşamayız.
Kısa vadede çözüm için atılması gereken adımlar şunlar olmalıdır:
- PKK’nın kent savaşlarına son vermesi, çatışma siyasetini terk etmesi gerekir.
- T.Erdoğan zehirli üslubunu terk etmelidir. Bunlarla çözüm süreci olmaz.
- Çatışmasızlık hali yaratılmalı, uluslar arası deneyimlerden ders çıkarılmalıdır. Türk usulü çözüm olmaz, liderlere güvenelim diyerek çözümü sağlayamayız.
Barışın yolu vicdanlı ve hakkaniyetli olmaktan geçer. Güvensizlik üst noktada, AKP ve PKK savaştan vazgeçse bile toplumda fazla inandırıcılığı olmaz. Ama elbette toplum çözüm istiyor.
Barışın inşasında STK’lara, bizlere önemli görevler düşüyor. Bizler barıştan dönene bedelin ağır olacağını gösterseydik belki sonuç böyle olmazdı. Bu iki kesimin vicdanlı, adaletli kesimlerinin bir araya gelmesi ile barış gerçekleşebilir, çünkü sadece bizlerin çabası ile barış gelmiyor.
Şenol Karakaş (BAK aktivisti):
Kürt meselesinde çözüm sürecinin akamete uğradığı nokta Rojava’dır. Süreci devlet sona erdirdi. A.Öcalan’la özerklik konuşmak keyifliydi, Suriye’de özerk Rojava kurulunca devlet hemen refleksini gösterdi ve çözüm sürecini bitirdi.
Erdoğan Ortadoğu’da bölgesel lider olmak istiyordu, birden Öcalan bölgesel lider olmaya başladı, bu da çözüm sürecinin sonu oldu.
Çözüm süreci Erdoğan’ın şahsi tercihi ile bozulmadı, AKP, CHP’li ulusalcılar, MHP, VP, Ergenekoncular hep birlikte çözüm sürecini bitirdiler.
Barışı tekrar kazanmak için Türkiye’nin Rojava politikasını değiştirmemiz gerekir. Eşme ruhunu tekrar oluşturmalıyız, TC Suriyeli Kürtlerle dostane ilişkiler kurmalıdır.
Devletin bugün içinde bulunduğumuz dönemdeki Suriye politikası yerli ve milli oldu. Hatta muhalefetin, siyasi partilerin bile yerli milli olması isteniyor. Suriye politikası değişirken, yerli milli olmak öne çıktı.
Bizler bu yerli milli cepheyi dağıtmalıyız, barış kampanyası için bu çok önemli. Yerli milli kavramına karşı, Kürtlerle dayanışmayı, koalisyon kurmayı öne çıkarmalıyız.
2000’li yıllarda kurduğumuz Savaşa Hayır Koalisyonunu Hürriyet gazetesi aşağılamak için İslamcı, solcu, manken ittifakı olarak isimlendirmişti. Şimdi yeniden böyle bir koalisyon kurabiliriz. Dilimiz dışlayıcı olmamalı, kapsayıcı olmalı, o koalisyonu tekrar kurmak zorundayız, AKP tabanını yanımıza çekmeliyiz.
Bizler Cizre’de yaşananlarla ilgili yeterince sesimizi çıkaramadığımız, çıkarsak bile duyuramadığımız için çok kızgınız. Cizre’nin hesabını görmenin, T.Erdoğan’ın zehirli dilini susturmanın yolu barışı inşa etmektir. Yerli milli değil, enternasyonalist, çeşitlilik içeren bir koalisyon kurmalıyız, umutlu olmalıyız. 2000’li yıllarda Türkiye’nin ABD ile birlikte Irak’a girmesine engel olduk. Bugün de barışı yeniden kazanabiliriz.
Acilen yapmamız gerekenler:
- Bazı çevreler Erdoğan’la barış olmaz diyorlar. Kürt özgürlük Hareketi savaştığı güçle barış yapar. Kolombiya’da 500 bin kişi ölmüş, ama barış görüşmeleri sürüyor. Burada da Kürtler uygun gördüğü sürece AKP ve Erdoğan’la barış görüşmesi yapılabilir, bizler de bu sürece destek olmalıyız.
- PKK, ulusal kurtuluş hareketidir, onun kriminalize edilmesine karşı çıkmalıyız. Kürt halkı ile dayanışma içinde olmalıyız. Çözüme destek olmalıyız.
- Demokrasi olmadan barış olmaz demek, Kürt halkına akıl vermektir, hatalıdır. Kolombiya’da barış görüşmeleri, gerillaları öldürenlerle yapılıyor. Bu konuda Kürt hareketine güvenmeli, ona destek olmalıyız.
Bu işleri yapabilmemiz için bir araya gelmemiz gerekiyor. 25 Haziran’da Çözüme Devam Koalisyonunun ilk toplantısını yapacağız, tüm aktivistleri toplantıya katılmaya çağırıyorum. Kürt halkının uzattığı barış elini tutmak için çaba göstermeliyiz, bunu inşa etmek için Küresel BAK olarak çalışacağız.
Katkılar:
Eşme ruhundan bahsedildi, bence Eşme ruhu artık öldü.
Barış hep Kürtlerden talep ediliyor, bu hatalı.
Barış öldü, önemli olan çözüm. Sur ve Cizre’den sonra barışın inşası için 2-3 kuşak geçmesi gerekir. Kısa vadede ise çözüm önemli. Siyasi çözüm dışında da bir seçenek yok.