Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesinin ‘İtalyan/Roma Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz X. Döneminin yedinci oturumunun konusu Alessandro Manzoni’nin (1785-1873) Nişanlılar isimli eseriydi. Özlem Tatlıcan, yazarın hayatı ve yaşadığı dönem hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.
Dante Alighieri gibi İtalyanca’nın ve İtalyan Edebiyatının kurucularından biri sayılan Manzoni, İtalya Birliği öncesi Milano Dükalığı’nda, feodal lordlann soyundan gelen bir ailede dünyaya gelir. Temel eğitimini tarikat okullarında alır. Bir süre sonra anne ve babası ayrılır, annesi sevgilisi Milanolu bir aydınla Paris’e taşınır. Manzoni, 1806 yılında babası öldükten sonra annesinin yanına gider. ‘Onca dehanın ve sayısız erdemin aydınlattığı güzeller güzeli Fransa’nın onda bıraktığı etki derin ve kalıcı olur’. Annesinin gelin adaylarından birine, Kalvinist tarikatına bağlı bir kıza aşık olarak evlenir. Dinden uzaklaşmış olan Manzoni ile eşi Enrichetta’nın sonradan benimsediği Katolik inancı, bir inanç/evlilik krizine neden olur. Sarsıcı bir dine dönüş ile Paris’te bir törenle resmi olarak yeniden Katolik olur. Uzun yaşamı boyunca da bu inancı eserlerinde hissettirir. 1833 Yılında karısını kaybedinceye kadar da bu inancı sürdürür.
Nişanlılar romanını 1822 yılında yazmaya başlar ve ilk olarak 1827 yılında yayımlar. Romanı toskana lehçesiyle bir kez daha yazar ve 1840 yılında yeniden yayınlar. O tarihten sonra kitap, ilk İtalyan romanı, İtalyan birliğini savunan, kurulmasına katkısı olan, İtalyanca’nın dil birliğini sağlayan eser olarak çok ünlenir. 1860 Yılında krallık senatörü ilan edilir, ulusal kahraman Garibaldi’yle tanıştırılır, İtalyanca’nın birleştirilmesini üstlenen heyette görev alır. 1873 Yılında kilise merdivenlerinden düşerek yaralanır, sağlığı bozulur ve aynı yıl ölür. Giuseppe Verdi, ölümünün birinci yılını anmak üzere “Requiem” eserini besteler.
Manzoni yaşamı sırasında çoğu yazarın imreneceği, yalnız ulusal bağımsızlık savunucuları, çağının ötesindeki ruhani liderler ve toplumsal reformun önderlerine layık görülen türden bir itibar edinir. Klasikler arasındaki yerini hiç kaybetmez. Eleştirmenlerin takdiri hiç eksilmez, bir sözü kaleme alırken gösterdiği namuslu tavrını hiç bırakmadığı ve onun için yazmanın ahlaki bir eylem olduğu kabul edilir. Nişanlılar kitabı, İtalyan eğitim sisteminde kaynak eser olarak okutulur.
Manzoni’nin kişiliğinin dikkat çeken özellikleri doğruluk, yalınlık, hoşgörü ve sağduyudur. Ailesiyle birlikte Paris’ten ayrıldıktan sonra yerleştiği Lombardiya’nın sakinliği yaşam biçiminde etkili olur. Milano’nun kuzeydoğusundaki Brianza semtinde, Brusuglio’da, kendisine miras kalan villaya yerleşir. Bu bölge 19. yüzyılın başında, Napoleon Bonaparte’ın imparatorluk düşleriyle çalkalanan gürültülü bir dünya için, bir kırsal inzivaya dönüşür. Yapı olarak idealist olan Manzoni ve eşi burada Hıristiyan ilkelerine uygun olarak yaşar. 1819 Yılında kısa süreliğine Paris’e dönseler de, Manzoni’nin bir şair, oyun yazarı ve romancı olarak meslek hayatının demir alacağı yer Brusuglio ve Milano olur.
Manzoni, 1822 yazında dostu ve ustası Fauriel’ e yazdığı bir mektupta, 17. yüzyıl Lombardiyası’nda, 1627-1630 yıllarında geçen Fermo ve Lucia adını verdiği bir öyküye başladığından söz eder. Öykünün ismi sonradan Gli Sposi Promessi, daha sonra da I Promessi Sposi adını alır. Yazar daha en baştan muazzam bir kişisel deneye teşebbüs ettiğinin farkındadır. Birbiriyle çelişen sosyo-tarihi güçlerin etkileşimini konu alan büyük ölçekli bir edebiyat eserini inşa ederken, o güne kadar kadar içinde yaşadığı üst sınıf entelektüel zümreye hiç benzemeyen bir kesimin bu olaylardan nasıl etkilendiğini anlatmaya soyunur. ‘Büyük bir yazar olarak tanınmaya büyük bir istek’ duyduğunu itiraf eden Manzoni, bu zamana kadar romancılığı ciddi bir uğraş olarak görmeyen ulusal edebi geleneğin içinde yeni bir sanat biçimi yarattığının farkındadır.
Nişanlılar romanı, Manzoni’nin edebiyat anlayışının üç saç ayağına uygun olarak yazılmıştır.
- Eserin yararlı bir amacının olması: Ahlaki ve sivil toplumun yüceltilmesi,
- Gerçek bir öznesinin olması: Özne olarak tarihi bir gerçeğe dayanması
- İlginç bir konu aracılığıyla anlatılması: İmkânsız gibi görünen bir aşk hikayesi.
Nişanlılar romanı 1820-1821 yılında İspanya merkezli başlayıp tüm Avrupa’ya yayılan bağımsızlık talepli devrimci dalganın ve isyan girişimlerinin başarısızlığa uğramasının verdiği düş kırıklığıyla yazılmaya başlar. ‘Feodal anarşizm, halk anarşizmi ve bu hareketlere hakemlik yapması gereken ideal bir yönetim’ anlayışı arayışıdır.’
Manzoni’nin Nişanlılar’ı yazmaya başlarken yola çıktığı kaynak, nikah kıymayı reddeden bir rahibin yaptırıma uğrayabileceğini dile getirin unutulmuş bir kanundur. Bu kanun, 1620 yılında, Lombardiya’nın lspanyol hükümdarlığında olduğu, köylülerin yabancı yöneticilerinin kibrine, açgözlülüğüne ve haraç toplamayı hak görüşüne öfke duyduğu, Kuzey İtalya’da kötü hasatlar ve ağır kıtlıkların yaşandığı, şehirlerde ve kırsal alanlarda veba salgınlarının yaşandığı bir döneme ait kanundur. İtalyan Devletleri arasındaki savaş halinde yer alan orduların varlığı ve Otuz Yıl Savaşı’nın çatışmalarının Alplerle Po Nehri arasında kalan bereketli Lombardiya tarlalarına ulaşmasıyla gerilinen bir dönemdir.
Bu çalkantılı arka planda, Renzo ve Lucia isimli kitaba adını veren nişanlıların hikayesi başlar. İki sevgilinin evlilik planları, Don Rodrigo’nun eli silahlı zorbalarının rahip Don Abbondio’yu korkutarak nikahı kıymaktan vazgeçirmesiyle suya düşer. Renzo ve Lucia’nın serüvenlerini bu kadar çekici hale getiren bu iki karakterin resmedilişinde herhangi bir kahramanlık olmaması, sıradan Lombardiya köylüsü/zanaatkarı olmalarıdır. Romanın merkezindeki kişiler, onları ezmek üzere olan tarihi şartların ve zorunlulukların karşısında ellerinde, çoğumuzda olduğu gibi, yalnızca biraz metanet, direnç ve iyimserlik olduğunu bilirler/biliriz.
Dönemin toplumsal kişi örnekleri romanda yan karakterler olarak yer alır. ‘Çene çalma ve dalavereden başka bir şey yapmayan’ ve Don Rodrigo’ya karşı adalet arayan Renzo’ nun bu şekilde aklını karıştıran Avukat Azzeccagarbugli (sözcük anlamı da kılığı kıyafeti düzgün dalavereci anlamına gelir), modern İtalyan Hukuk Sistemi’nin keşmekeşinde kesesini doldurmaya devam eden profesyonel zümreyi temsil eder. Rahibin evinde bakıcılık yapan bekar kadına, ‘bir rahibin hizmetçisi olabilmek için gereken yasal yaşı aşmış’, kılı kırk yaran, alımlı denemeyecek hizmetçisine ‘Perpetua’ (ebedi ve ezeli anlamında) adı verilir. ‘Adsız’ (innominato sözcüğü, faili meçhul işleri yapanlar için kullanılır) ise varlığıyla bir kötü niyetlilik veya üçkağıtçılık hissi uyandıran karanlık kimselere hala yakıştırılan bir yaftadır.
Manzoni’nin karakterlerinden bazıları, Adsız gibi, yaşamış bir tarihi kişiliktir. Adsız, Milano Dükalık ailesine mensup olan, sefahat dolu muazzam bir hayatın ardından köklü bir dine dönüş yaşayan Francesco Bernardino Visconti’ dir. Onun kurtarıcılığını üstlenen, ayrıca tereddüt içindeki Don Abbondio’ya ahlaki bir örnek olan Kardinal Federigo Borromeo da bize tarihin bir armağanı, 1609 yılında Milano’da hala yaşayan Ambrosiana Kütüphanesi’nin kurucusudur. Monza Rahibesi olarak yer verilen Gertrude, gerçek hayatta soylu Don Martino’nun kızı Marianna De Leyva’dır. Antonio Ferrer 1619-1638 yılları arasında Milano’da vali yardımcılığı yapan ve gerçekte 11 Kasım 1638 yılında patlak veren ‘ekmek ayaklanması’nı sakinleştirmeye çalışan İspanyol şövalyedir. Yazarın vebanın anlatıldığı bölümde Giuseppe Ripamonti’nin tarihçesine, gerçekte 1930-1931 yılında yayılan veba hastalığı sırasında Sağlık Kurulu üyesi Alessandro Tadino’nun raporları ve Renzo’nun Milano’yu ilk ziyaretinde şahit olduğu ekmek ayaklanmalarının ardından Milano’da İspanya Hükumetinin çıkardığı kararnamelere yapılan göndermeler, belgeselci yaklaşımını sergiler.
Manzoni’nin anlatımında, karmaşıklıkların hakim olduğu işgal altındaki İtalya’da her şeyin, adalet adına kanunlar, kararnameler, genelgelerle düzenlenmeye çalışılsa da uygulama alanında çok büyük boşluklar yarattığını görürüz. Asil biriyle yolda karşılaşıldığında nasıl yürüneceği bile genelgelerle belirlenmiştir. ‘Lodovico’nun sağ yanı (burası son derece önemli) duvar tarafında olduğu için bir kurala göre ( hukuk nerelere kadar indirgenmiş) karşı taraftan kim gelirse gelsin yol vermek gibi bir zorunluluk içinde değildir. O zamanlarda bu gibi durumlara büyük önem verilirdi. Diğeri de buna karşılık soylu oluşundan ötürü bu kuraldan yararlanmak hakkının gerçekte kendisine düştüğünü ve Lodovico’nun yolun ortasına kayarak yol vermek zorunda olduğunu hesap ediyordu…’ Bu boşluktan doğan karışıklık içinde zorbalar, eşkıyalar, işini bilen üçkâğıtçı bürokratlar, soylular, esnaf ve tüccar kendi kazançı ve istekleri için her türlü yolu kullanmış ve çoğunlukla amaçlarına ulaşmış gözükmektedir.
Nişanlılar romanında çatışan karakterler vardır. Yazar, çoğunlukla her durumda kötü olanın karşısına iyi bir insan çıkartarak kötüyle iyinin hesaplaşmasını çatışmaların merkezine koyar. Bu hesaplaşmada da iyi olan tarafın yol göstericisi olarak dini -Hıristiyanlık- Katolik mezhebini ve onun getirdiği ahlak ve erdemidir. İpek bükücü zanaatkar Renzo’nun karşısına feodal bey Don Rodrigo, basit, inançlı ve erdemli köylü kızının karşısına zorba, inançsız, zengin feodal bey Adsız, yürekli ve sorumluluk almaktan kaçınmayan Rahip Cristofo’nun karşısına korkak, eyyamcı Don Abbondio, adaletsiz, zoraki Monza Rahibesi Gertrude’nin karşısında bilge, aydın, mesleğinin gönüllüsü Kardinal Federigo Borromeo.
Manzoni’ye göre insanoğlu en zor koşullarda bile Tanrı’nın buyruklarından sapmaz, ona sığınır ve onun emrettiği ahlaki ve dini koşulları yerine getirirse en sonunda Tanrı mutlaka onu görecek ve sabrını ya bu dünyada ya da öbür dünyada ödüllendirecektir. Kurtuluş, eninde sonunda mutlaka vardır. Manzoni’nin kitabı yazmaktadı ahlaki amacı budur. ‘Bundan başka, bakın evlatlarım, bu köy sizin için güvenli değil. Biliyorum, burada doğdunuz; kimseye kötülük yapmadınız; ama Tanrı böyle istiyor. Tanrı sizi deniyor evlatlarım. Buna sabırla, inançla, kin ve öfke duymadan katlanın ve şimdi olan şey yüzünden ileride mutluluk duyacağınızdan emin olun.’, ‘Kendi hatalarımızla ya da değil, bir sıkıntıya düştüğümüzde, Tanrı’ya güvenmek tüm bu sıkıntıları hafifletir ve daha güzel bir hayat için yararlı bir derse dönüşür.’, ‘Hayır Renzo ! Hayır! Tanrı adına, kendine gel ! Tanrı biz yoksulların da yanındadır. Eğer bir kötülük yaparsak bize yardım etmesini nasıl bekleyebiliriz?’, ‘Çektirdiğiniz azabı Tanrı size çektirmiş. Şimdi huzurlu olunuz. Çünkü acı çeken ve kendi kabahatini görenler sevinmeyi ve umut etmeyi hak edenlerdir.’, İnsanoğlu kaderini Tanrı’nın isteği dışında kendi yazamadığı gibi, her türlü çilede, adaletsizlikte, açlıkta, kıtlıkta, savaşta sabırla Tanrı’ya sığınmalı ve onun yolunda gitmeli ve bu zor durumlardan kurtulmak için ona dua etmelidir .
Romanda, yazarın aydınlanma, romantizm ve Hıristiyanlık sentezi ve bu öğretilerin aynı zamanda bir arada olamama hali, çelişkileri, çatışmaları karşımıza çıkar. Adalet sivil toplumun gereği olan bir adalet sistemi değil Tanrı’nın adaleti olur. ‘Adalet yerini bulacaktır, mutlaka…Acılarla kıvranan bir insan ne söyleyeceğini bilemez olur;’ diyen ve sivil toplumdaki adaletin tecellisini isteyen Renzo’yu Don Cristoforo azarlar: ‘Bak şunlara, bedbaht! İnsanı sadece Tanrı cezalandırır. Yargılanmadan yargılayan sadece Tanrı’ dır. İnsanın başına felaketler yağdıran da, insanı bağışlayan da odur. Senin yeryüzünde bir solucan kadar önemin yokken, bir de adalet dağıtmaya mı kalkıyorsun! Ne anlarsın adaletten sen! Git, bedbaht, çekil. Ben ise umuyordum ki. .. Evet, Tanrı bana ölmeden önce zavallı Lucia’nın ölmediğini öğrenmek, belki de kendisini görmek ve beni atacakları çukurun başında dua edeceğine ilişkin kendisinden söz almak fırsatını vermesini umuyordum. Git! Sen benim umudumu kırdın! Tanrı onu senin keyfin için mi yarattı sanıyorsun! Tanrı’nın katında kendini avuntuya değer mi görüyorsun! Tanrı Lucia’yı avutur çünkü onun ruhu sonsuz avuntulara ulaşacak ruhlardandır. Haydi git! Seni dinleyecek zamanım yok.’
Erkeklik durumu, kadına bakış açısı Adsız’ın iç çekmelerinde karşımıza çıkar. ‘Onu gidip görmekle ne denli aptalca bir şey yaptım. Nibbio denen hayvan ne kadar haklıymış meğer! Acıma duygusuna kapılan bir erkek, erkek olamıyor bir daha. Erkek olmaktan çıktığı çok doğru! Ben? .. Yoksa ben de mi artık erkek değilim? Ama ne oldu bana böyle? İçime şeytan mı girdi ne? Ne değişti ki? Sanki kadınların feryat ettiklerini daha önce hiç mi görmedim? Umarsız kaldıklarında erkekler de zaman zaman feryat etmezler mi? Lanet olsun! , Kadınların melediklerini hiç mi duymadım sanki?…’Hayır! Kaybolmuş bir şey yok! Ona gidip serbest olduğunu söylemenin tam zamanı. Yüzündeki mutsuzluk ifadesinin yerini neşeli bakışlara bırakışını görebilirim. Dahası ondan beni bağışlamasını isteyebilirim … Bağışlanmak mı? Ben mi özür dileyeceğim? Üstelik bir kadından? Ben! İnanılır şey değil! Ama yalnızca tek bir sözcük kendimi iyi hissetmemi sağlayacaksa ve üzerimdeki bu büyüyü kaldırıp bağlanan basiretimi çözmeye yetecekse, neden olmasın? Evet! Bunu yapabilirim. Aman Tanrım! Ne oldu böyle bana? Erkek olmaktan çıkmışım! Erkek değilim ben artık!’
İyi topluma giden yol insanların iyiliği bilmesinden geçiyor. ‘lyilik yapmak insana en çok yaraşan bir uğraştır. Ne yazık ki öteki uğraşlar gibi kimi zaman zararı dokunabilir. lyilik yapmak için iyiliği tanımak gerekir. Bizler iyiliği diğer şeyler gibi, tutkularımız içinde, yargılarımızın yardımıyla ve düşüncelerimizin ışığında anlarız. Düşüncelerimiz de ne ise odur.’
Kardinal Federigo’nun Don Abbondio’ya ihtarı, Atölye tarafından barışçıl kabul edilen eserin en çarpıcı bölümlerinden sayıldı. ‘Güce karşı güç kullanmayı sizden bekleyen kim? Eminim kimse size gelip de bir gün zorbalara hadlerini bildirip bildirmediğinizi sormaz. Çünkü size ne öyle bir görev verilmiştir ne de sizden beklenen budur. Fakat zorbalar size engel olacak cesareti gösterseler de, görevinizi yapmak için elinizdeki bütün çözüm yollarına başvurup vurmadığınızı size sorarlar…Öyleyse sorarım size, amacı zamanın ihtiraslarıyla ilgilenmek olan bir uğraşıya niçin girdiniz? Bu uğraşının hangi kademesinde olursanız olun, görevimizi yapmak için cesaret gerekli olduğunu; istediğiniz zaman bu cesareti kesinlikle size verebilecek bir Kudretin var olduğunu neden düşünmediniz? …Yüreklilik, yaşamın tadını yeni tadanlardan, ömürlerinin sonuna yaklaştığından üzgün olan ihtiyarlara, genç kızlara, gelinlere, annelere kadar herkeste vardır. Çünkü cesaret gerekliydi. Onlar inançlıydılar. Bu zayıf noktanızı ve görevinizi bilmenize karşın düştüğünüz ya da düşebileceğiniz zor durumlara neden kendinizi hazırlamayı düşünmediniz? Yıllarca güttüğünüz sürünüzü sevseydiniz -nasıl sevmezsiniz ki-yüreğinizi, ilginizi ve sevecenliğinizi onlara verseydiniz, gereksinim duyduğunuz yüreklilikten yoksun kalmazdınız. Çünkü sevgi korku tanımaz.’
‘Renzo artık anlıyordu ki sözler ağızdan çıkarken başka, işitildiğinde başka anlama geliyordu. Bundan böyle ağzından çıkanı kulağı duyuyordu. Söylediklerine önce kendisi kulak vermeyi alışkanlık edinmişti.’